Harezmi, Ömer Hayyam, İbn-i Sina, Uluğ Bey, Ali Kuşçu başta olmak üzere İslam dünyasının önemli bilim adamlarını, bu bilim adamlarının hayatlarını ve buluşlarını derledik.
Harezmi (780 – 850)
Ebû Muhammed İbn Musa el-Harezmi’nin, çeşitli Ortaçağ tarih kaynaklarında yer alan ifadelere dayanarak 780 yılı civarında Horasan bölgesindeki Harezm şehrinde doğduğu ve 850 yılında Bağdat’ta öldüğü kabul ediliyor.
Harezmi, cebir biliminin kurucusu, aynı zamanda astronomi ve coğrafya alanlarında da çalışmış, yaptığı katkılarla bu bilim dallarının gelişiminde önemli rol oynamıştır. Abbasi halifesi Memûn, Bağdat’ta Şemmasiye, diğeri ise Şam’da Kasiyûn Gözlemevi olmak üzere tarihte ilk kez gözlemevleri kurmuştur. Şemmasiye Gözlemevi’nde, Yahya İbn Ebû Mansûr tarafından 828 yılında iki dönence gözlemi yapılır. Bu gözlemlere matematikçi ve astronom olarak Harezmi de katılır. Daha sonraki dönemde astronomi tarihçilerinin Harezmi’nin çalışmalarına değişik açılardan başvurduğu göz önüne alındığında, onun cebir alanındaki tartışmasız yetkesiyle yarışacak ölçüde astronomi bilgisine de sahip olduğunu söylemek doğru olur.
Harezmi’nin asıl ünü matematikle ilgili çalışmalarından gelir, özellikle cebir alanında yaptığı çalışmalar bu bilim dalının sonraki gelişimini doğrudan belirleyen bir nitelik taşır. Ünlü bilim tarihçisi ve felsefecisi George Sarto, üç ciltlik Bilim Tarihine Giriş adlı eserinde IX. yüzyılın birinci yarısını Harezmi Dönemi diye adlandırarak Harezmi’nin bu yönüne dikkat çeker.
Harezmi’nin cebir konusundaki yapıtı Kitâb el-Muhtasar fî Hisâb el-Cebr ve’l Mukâbele’de, birinci ve ikinci dereceden denklemlerin çözümleri, binom çarpımları, çeşitli cebir problemleri ve miras hesabı gibi konuları incelemiştir. Diğer çalışması Hint Hesabı adındaki aritmetik kitabıdır. Aritmetik kitabının Arapça aslı kayıptır, De Numero Indorum (Hint Rakamları Hakkında) adıyla Bathlı Adelard tarafından yapılan Latince tercümesiyle günümüze kadar ulaşabilmiş ve tanınabilmiştir. Harezmi bu yapıtında, on rakamlı konumsal Hint rakam sistemi ile hesaplama sistemini anlatmış, Batılı matematikçiler, Romalılardan bu yana yürürlükte bulunan harf rakam ve hesap sistemi yerine, Hint rakam ve hesap sistemini kullanmayı bu yapıttan öğrenmiştir.
Harezmi’nin açtığı yol sayesinde günümüzdeki cebir yöntemleri gelişti. Bugün kullandığımız tüm cep telefonları, bilgisayarlar, hesap makineleri, televizyonlar kısacası içinde devre olan ve hesap yapan her şeyi Harezmi’nin cebirine borçluyuz. Çünkü bu araçların hepsi çeşitli programlama dilleri ile programlanır ve hepsi algoritmalara muhtaçtır.
Harezmi Eserleri ve Hayatı isimli yazımızı da okumanızı öneriyoruz.
Abdülhamid İbn-i Türk (? – 847)
Harezmi’nin çağdaşı olan, Abdülhamid İbni Vasi İbni Türk Ebu Fazl, kendisinin ve yine bir matematikçi olan torunu Ebû Berze’nin taşıdığı İbn Türk künyesinden Türk asıllı olduğu tahmin edilmektedir.
Sayılar teorisi ve cebir konularında çalışmalar yapmıştır. Yapıtları Kitab-ül Cami fi’l hisap, Kitaab’ül Muamelat ve bazı kaynaklarda Kitâbü Nevâdiri’l-hisâb ve Havâssü’l-adâd adlı iki kitabının daha varlığı bildirmektedir; ancak bu iki adın bir tek esere ait olması da mümkündür.
Torunu Ebû Berze dedesinin cebir ilminin kurucusu olduğunu ve bu konuda Harezmi’den önce geldiğini yazar. Ancak torun Ebû Berze’nin çağdaşı Ebû Kâmil eş-Şücâ’el-Eslem, Ebû Berze’yi gerçekleri saptırıcı olmakla suçlar ve cebiri asıl kuranın Harezmi olduğunu iddia eder.
Ordinaryüs Profesör Aydın Sayılı ikisinin aşağı yukarı çağdaş olduklarını ve belki Abdülhamid İbn-i Türk’ün biraz daha önce yaşamış olduğunu, Harezmi’nin bu ilim dalında öncü olduğu iddiasında bulunmayışının da Ebû Berze’ye hak verdirebileceğini, ancak bugün için yine de kesin bir şey söylenemeyeceğini ifade eder. Harezmi’nin iki kitabının Arapça asılları ve tercümeleriyle birlikte bugüne kadar ulaşmış olmalarına karşılık, Aydın Sayılı’nın yayımladığı kısa bir yazısı dışında, ne Abdülhamîd İbn-i Türk’ün ne de Ebû Berze’nin eserlerinin elde olmayışı, cebir konusunda ilk kitap yazanın kim olduğunu tespit etmeyi güçleştirmektedir.
Ömer Hayyam (1o48 – 1131 (?))
Asıl adı Hâce İmam Ömer el-Hayyâmî, yahut Hayyâm en-Nîşâburî olan Ömer Hayyâm, Horasan eyaletinin merkezi Nîşâbur’da doğar, öğrenimini ve hayatının büyük bir kısmını orada ve Semerkant’ta geçirmiştir. Hayatının son demlerini Nîşâbur’da geçiren Hayyâm’ın, 1123 – 1132 yılları arasında 85 yaşlarında öldüğü tahmin edilmektedir.
Bir alim ve filozof olan Ömer Hayyâm, cebir, geometri, astronomi, fizik ve tıpla ilgilenmiş, müzikle uğraşmış, ayrıca adını ölümsüzleştiren rubâîlerini kaleme almıştır.
Ömer Hayyam’ın matematik alanında çok önemli bulguları vardır. Cebir, paralel çizgiler teorisi ile orantı ve sayılar teorisinde kendisinden önceki matematikçileri geride bırakarak harf ve işaretlere dayalı teoriler geliştirmiştir. Ömer Hayyam, Risale-i Cebr adlı eserinde Yunan matematikçi Öklid’in kitaplarından bahsettiği gibi, ikinci derece denklemlerin geometrik çözümlerine yer vermiştir.
Hayyam birinci, ikinci ve üçüncü derece denklemleri sınıflandıran ilk kişi olmuştur. Bazı yazarlar, üçüncü derece denklemlerinin Yunanlı bilginler tarafından çözüldüğünü söylerler. Ancak Ömer Hayyam’ın Cebr ve Mukabele adlı eserini ilk kez 1851 yılında yayınlayan Franz Woepcke, eserin giriş kısmında bu varsayımın doğru olmadığını ifade eder ve Yunanlıların eserlerinde cebir ile ilgili herhangi bir ize rastlanmadığından, onların üçüncü derece denklemleri çözdüğü söylenemez der.
(a + b)n ifadesindeki (n) tam sayı olduğu zaman, açınımın katsayılarını ilk defa Ömer Hayyam tablo halinde vermiştir. Ondan altı yüzyıl sonra yaşayan Newton ve Pascal’a mal edilen binom formülünü de kendisi bulmuştur. Hayyam, ayrıca geometride Öklid postülaları (ispat dilmeye gerek duyulmadan doğru olarak benimsenen önerme) üzerine çalışmalar yapmış ve İtalyan Giovanni Girolamo Saccheri’den altı yüz yıl önce Öklid dışı geometrilerin ilk işaretlerini vermiştir.
Ömer Hayyam’ın gümüş ve altın gibi değerli madenlerin alaşımlarının saflığının ölçülmesi ve yakut, zümrüt gibi değerli taşların saflığının belirlenmesi konusunda da çalışmaları bulunmaktadır. Bu konuda Hayyam’ın da Arşimet kanununa dayalı su terazisi hesap ve tasarım çalışmaları vardır. Ayrıca hava ve iklim değişmeleri ile ilgili olarak meteoroloji konusunda da çalışma ve uygulamalar yaptığı bilinmektedir.
Fergani (? – 861 (?))
Türkistan’ın Fergana bölgesinden bir Türk olan ve batıda Alfraganus adı ile tanınan Fergani, astronomi alanında İslam dünyasında olduğu kadar Batı dünyasında da tanınmaktadır. Fergani 9. yüzyılda yaşamıştır, ancak doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmemekle birlikte, kaynaklara göre ölümü 861’den sonradır.
Astronomiye ilişkin yazmış olduğu Astronominin Özeti ve Göğün Hareketlerinin Esasları (Cevami İlm el-Nucüm ve Usul el-Harekat el Semaviye) diğer adı ile Mecistî’ye Giriş Bölümleri Kitabı (Kitâb el Fusül el-Medhal fi Mecistî) veya batıda tanınan adı ile Elements of Astronomy (Astronominin Unsurları) adlı kitabı, 15. yüzyıla kadar doğu ve batıda astronomi alanında bir başvuru kitabı olarak kullanılmış ve defalarca Latince’ye çevrilmiştir.
Fergani’nin ünlü İtalyan şair Dante Alighieri üzerindeki etkisi de bilinmektedir. Dante, II. Ceonvivio’daki (sürgünde yazdığı şiir kitabı) Batlamyus astronomisine ait görüşleri ve İlahi Komedya’sında yer alan evren görüşünü Fergani’den almıştır. Filozof, teolog, matematikçi, astronom ve fizikçi Levi Ben Gerson (1288 – 1344), Fergani gibi ekinoksların presesyonunun (yalpa hareketi) Güneş’in apojesini (yörüngesinin yeryüzünden en uzak noktası) etkilediğini savunur. Alman bilim adamı Megenbegli Conrad (1309 – 1374) Sphaera adlı Almanca ilk astronomi ve fizik ders kitabını yazarken, astronomi bilgilerinin çoğunu Fergani’den alan Sacrobosco’dan yararlanmıştır.
Battani (850 – 929)
Batıda Albategnius, Albategni veya Albatenius olarak tanınan Battani’nin tam ismi Ebû Abdullah Muhammed ibn Cabir ibn Sinân el-Rakkî el-Harranî el-Battânî’dir. Battani Harranlı’dır. Ailesi yıldızlara tapan Sabî tarikatının üyeleriydi, ancak Battani sonradan Müslüman olmuştur. Babası, Cabir ibn Sinan el-Harranî, Harran’da astronomik alet yapımcısıdır.
Devrinin en önemli astronomi ve matematikçisidir. Rakka’da özel bir gözlemevi kurmuş ve burada 887 – 918 tarihleri arasında son derece önemli gözlemler yapmıştır. Güneş, Ay ve gezegenlerin hareketlerini gözlemlemiş, yörüngelerini doğru bir biçimde belirlemeye çalışmıştır. Güneş yılını 365 gün 5 saat 46 dakika 24 saniye olarak belirlemiştir. Güneş ve Ay Tutulmaları ile ilgilenmiş, mevsimlerin süresini büyük bir doğrulukla hesaplamıştır. Ayrıca, ekliptiğin eğimini de dakik olarak belirlemeyi başarmıştır. Aynı zamanda matematikçide olan Battani, bu alanda da son derece önemli çalışmalar yapmıştır. Dik üçgenleri inceleyerek geometrideki temel kavramlardan sinüs, kosinüs, tanjant, kotanjant, sekant ve kosekantın tariflerini yapan ve bunları gerçek anlamda ilk defa kullanan kişidir. Battani, trigonometrik formüllere ulaşmış ve bunları astronomik hesaplamalarda kullanmıştır. Tanjant üzerinde çalışmış ve bir tanjant cetveli hazırlamıştır.
Biruni (973 – 1051)
Ebu’r-Reyhan Muhammed b.Ahmed al-Biruni al-Harizmi ya da bilinen adıyla Biruni ya da Beyruni, batıda Alberuni veya Aliboron olarak bilinir. O, astronomi, geometri, matematik, coğrafya, jeodezi, tıp, eczacılık, madencilik, etnoloji, tarih, toplum ve beşeri bilimlerde birçok ilki gerçekleştirerek aradan geçen bin yıla rağmen eserleriyle hala bilim dünyasını aydınlatmaya devam etmektedir.
Biruni’nin yazılarından henüz gençken Türklerle konuştuğu anlaşılmaktadır. Onun anadilinin Peçeneklerin Türkçesi’nin etkisinde kaldığı kabul edilmektedir. Sonuç olarak Biruni’nin Harizm dolaylarında yaşayan Türklerden olduğu günümüzde birçok bilim adamları tarafından kaydedilmiştir. Onun Arap ya da İranlı olduğu iddiaları doğru değildir.
Biruni, matematiğin trigonometri dalında çağına göre çok değerli çalışmalar yapmış ve trigonometriye yön vermiştir. Trigonometri fonksiyonlarının birer oran ve sayı niteliğinde olduklarını söylemiştir.
Dünyanın yuvarlaklığı ve döndüğü üzerinde durduğu bilinmektedir. Yer çekiminin tespitini yapmıştır. Güneşin yerden uzaklığı, sabit ve gezegen yıldızların durumları ve ayın hareketi hakkında gözlemler yapmıştır. Özellikle fiziki coğrafyanın gelişmesinde etkili olmuştur. Şehirler arasındaki mesafeleri ölçmüş, enlem, boylam ve dünyanın çevresi üzerinde çalışmalar yapmıştır. Henüz yirmi yaşlarındayken yarıçapı 10 arşın olan bir küre yaparak ülkelerin yerlerini işaretlemiştir.
Tıp biliminde de deneyleri vardı. Gazneli Sultan Mesûd’un gözünü o tedavi etmiştir. Eczacılıkta da ünü büyüktür. Tıpta psikiyatriye önem vermiş, sesle telkinin etkisini değerlendirmiştir. İlaçlar hakkında bilgi vermiş, ilacın yararı kadar yan etkisini bilmenin de tedavide önemli olduğunu vurgulamıştır.
Botanikle uğraşmış, hayvanlarla ilgili gözlemler yapmış, ışığın hızının sesten çok olduğunu saptamış, 29 maddenin özgül ağırlığını ölçmüştür. Bu ölçüler bugünün bilgisinin vardığı sonuçlara yakındır.
Takvim ve kronoloji açısından zamanına göre İslam dünyasında çok geniş kapsamlı çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalarına kanıt olarak olağanüstü bir kaynak niteliğindeki Asar ul-Bakiye anil-Kurun İl-Haliye adlı eserini gösterebiliriz. Al-Kanun ul-Mes’ûdî adlı eseri de astronomi açısından çok değerli bir kaynaktır. Oruç ve namaz vakitleri, İslam’da astronomiye olan gereksinmeyi arttırmıştır. Me’mun zamanında önem kazanan rasad işleri gittikçe gelişmiş ve Biruni ile önemli bir aşamaya ulaşmıştır.
Biruni, felsefeyle de uğraşmıştır. Hint, Yunan ve İslam felsefesinin bazı konularının karşılaştırmasını yapmıştır. Felsefeyi bilimlerin sonuçlarının sistematiği gibi görmüş ve insanı mutluluğa götüren bir disiplin olarak anlatmıştır.
İbn el-Heysem (965 – 1039)
Tam adı Ebû Ali el Hasan İbn el-Hasan İbn el-Heysem’dir. Batıda al-Hazen ya da Hacen olarak da bilinir. Basra’da doğması nedeniyle el-Basrî, Mısır’da yaşamış olmasından dolayı da el-Mısrî diye de anılmaktadır. Müslüman fizikçilerin en büyüğü olmasına karşın, matematik ve astronomi konularıyla da uğraşmasına rağmen, asıl başarısını optikte göstermiştir. Bu konuda yazdığı yapıt Kitab el Menazır adını taşımaktadır ve 17. yüzyıla kadar otorite olmuştur. Kitap yedi bölümden oluşmaktadır. İlk üç kitabı doğrudan görme, 4., 5. ve 6. kitapları yansıma ve 7. kitabı ise kırılma konusuna ayrılmıştır.
İbn el-Heysem’in matematik çalışmaları cebir konusundan çok geometriyle ilişkilidir. Hatta, optikte elde ettiği olağanüstü başarının, geometri konusunda sahip olduğu bilgi birikiminden kaynaklandığını söylemek daha doğru olur. Çünkü geometri büyük oranda perspektif bilgisini içermektedir ve optik görüntü de geometrik modeller içerisinde anlamlandırılmaktadır. Onun geometriye yaptığı katkıları birkaç başlık altında ele almak olanaklıdır. Bunlar içerisinde özellikle sonsuz küçükler ve koni kesitleri konusundaki çalışmaları önemlidir. Bunun dışında geometride kullanılan analiz ve sentez yöntemleri konusunda da Makale Jî Tahlil ve Terkip adlı bir çalışma kaleme almıştır.
İbn el-Heysem’in matematik ve optik konularındaki başarılarıyla kıyaslanacak bir düzeye ulaşmamış olmakla birlikte, üzerinde durulması gereken diğer bir çalışma alanı da astronomidir. Astronomi konusunda da seçkin düşünceler üreten İbn el-Heysem’in, Ortaçağ İslâm Dünyası’nda başlatıldığı kabul edilen, ancak ilk ne zaman ve kim tarafından başlatıldığı konusunda kesin bir düşüncenin oluşmadığı gökkürelerin fiziksel yorumu hususunda da bir öncü rol taşıdığı görülmektedir.
Galileo Galilei’nin öncülüğünü yaptığı doğanın matematiksel bir kavrayışla ele alınmasının gerekliliği düşüncesini çok önceden sezdiği anlaşılan İbn el-Heysem’in, İslâm Kültür Kuşağı’nda modern bilim tavrının ilk örneğini verdiğini belirtmek yerinde olacaktır.
Nasirüddîn Tûsî (1201 – 1274)
Nasirüddin Tûsî, genel anlamda felsefeye, özelde İslam felsefesine, İbn Sina’nın görüşlerini yöneltilen eleştirilere karşı savunup, açıklamalarıyla katkıda bulunmuştur. Tûsî, dünya bilim tarihinde 13. yüzyılın en aktif ve üretken matematik ve astronomi bilgini olarak yerini almıştır. Onun pozitif bilim alanında yazdığı eserler yanında, eski Batılı bilginlerin eserlerini kusurlardan arındırarak düzgün bir şekilde yeniden yazma şeklindeki tahrirleriyle İslam bilimi dışında özellikle Batı bilim mirasına da önemli bir katkı sağlamıştır.
Moğol hükümdarı Hülagu’nun desteğiyle Meraga’da (Doğu Azerbaycan – İran) rasathane kurar. Rasathanenin 15 yıl süren inşası tam olarak Tûsî’nin vefat ettiği 1274 yılında bitmiş olsa da, buradaki ilmi faaliyetler çok önceden başlamıştı. Burası yalnızca bir gözlemevi işlevi görmemiş, aynı zamanda devrin en değerli bilgin ve filozoflarının toplanarak çalıştıkları en seçkin ilim merkezi haline gelmiştir. Tûsî, bilgin arkadaşlarının da yardımlarıyla o günün dünyasında Zîc-i İlhanî adlı gelişmiş bir astronomik takvim oluşturmuştur. Ama ölümü dolayısıyla eseri yarım kalmıştır. Tûsî dönemine kadar var olan kataloglar içinde en gelişmişi olan bu çalışma, başta Çin olmak üzere tüm Asya’da meşhurdu. Meraga Rasathanesi’nde kullanılan astronomi aletlerinin birçoğu bizzat Tûsî tarafından icat edilmiştir.
Tûsî’nin bilimdeki başarılarından birini de geometri alanında görmekteyiz. Öklid dışı geometrilerin ortaya çıkmasına ön ayak olmuştur. Ayrıca Tûsî’nin Kitabu Şekli’l-Gıta adlı eseri, matematik ve trigonometri alanında dönüm noktası olmuştur. Onun bu eserinde trigonometri, astronomiye hiçbir göndermede bulunmadan saf matematiğin bir dalı olarak ortaya çıkar.
Mantık, felsefe, kelam, ahlak, matematik ve astronomi onun birbirine yakın derecede uzmanlaştığı ve eser yazdığı disiplinlerdir. Ayrıca siyaset, madenbilim, tıp, tarih, coğrafya, fıkıh, tefsir ve tasavvuf da onun sınırlı olmakla birlikte ilgilenip eser verdiği alanlar arasında yer almaktadır. Tûsî, matematik ve astronomi alanlarında yazdığı eserler yanında Arşimed, Batlamyus ve Öklid gibi ünlü bilginlerin eserlerini düzeltmelerle yazdığı tahrirleriyle ünlüdür.
Bitruci (Batruci) (? – 1217 (?))
Batıda Alpetragius olarak anılan Ebû İshak Nûreddîn, ünlü filozof İbn Tufeyl’in talebesi ve İbn Rüşd’ün çağdaşı olmasının dışında hayatı ve tahsil çevresi hakkında bilgi mevcut değildir. Bitrûcî’ye Aristocu fizik felsefesinin verilerine dayanarak Batlamyus’un astronomik sistemini eleştirme ve bu sistemde değişiklik yapma fikrini İbn Tufeyl telkin etmiştir. Hocasının etkisi altında kaldığı bilinen Bitrûcî’ye göre İbn Tufeyl, Batlamyus’un modelinden farklı olarak yeni bir sistem ortaya koymuştur.
Hocası İbn Tufeyl’in tavsiyesi doğrultusunda çalışarak kendisini şöhrete kavuşturan Kitâbü’l-Hey’e’yi kaleme aldı. Bu maksatla önce Cabir b. Eflah’ın Islâhu’l-Mecistî adlı eserini okuyup onun daha önce Batlamyus sistemine yönelttiği eleştirileri öğrendi. Tespit ettiği başlıca hata, bu sistemin Aristo fiziğinin temel ilkeleriyle ifade edilemez oluşu, bir başka deyişle Aristo’ya sadık olmayışı idi.
Bitrûcî, Ödoksos tarafından geliştirilen ve Aristoteles fiziğine dayanan ortak merkezli küreler kuramına geri dönmüş ve gezegenlerin düzensiz hareketlerini açıklayabilmek için, daha önceden belirlenen 8 gökküresinin dışına bir küre daha ilave etmiştir. Kitâbu’l-Hey’e çok beğenilmiş ve 1217’de Michael Scot tarafından Latince’ye ve 1259’da ise Moses ben Tibbon tarafından İbranice’ye çevrilerek Batı medeniyetine aktarılmıştır.
Uluğ Bey (1393 – 1449)
Timur’un torunu, Şahruh Mirza’nın oğludur. Asıl ismi Muhammed Taragay’dır. 1413’te babasının yerine Türkistan ve Maveraünnehir bölgesi emirliğine gelir. Yönetimi döneminde hem matematik hem astronomi ile ilgilenir.
Zic-i Uluğ Bey adlı eseri, Ptolemy zamanından 15. yüzyılın ortasına kadar orijinal gözlem sonuçlarına dayalı olarak hazırlanmış, çağının en önemli astronomi cetvelleri olarak tarihteki yerini almıştır. Bilim tarihinin en önemli eserlerinden biri olarak bilim yöntemleri ve sonuçları bakımından astronomi konusunda çığır açmış bir kitaptır.
Eser dört bölümden meydana gelmiştir: Birinci bölümde farklı toplumlar tarafından kullanılan değişik takvim/kronolojik sistemleri ele alınmıştır. İkinci bölümde trigonometri ve küresel astronomi, bir gökcisminin ekvatora uzaklığı, yeryüzündeki bir yerin enlem ve boylamının tayini, iki yıldızın veya gezegenlerin uzaklık tayini gibi uygulamalı astronomiye ait bilgi, gözlem ve hesaplamalara yer verilmiştir. Üçüncü bölümde, gökcisimlerinde görülen hareketler ve yerleri konu edilmiş, güneş ve gezegenlerin hareket teorisi, gezegenler, güneş ve ayın, yer merkezine uzaklığının tayini, güneş ve ay tutulmaları incelenmiştir. Dördüncü bölümde ise, astrolojiyle ilgili konulardan bahsedilmiştir. Batlamyus, Nasîreddin Tûsî ve Gıyaseddîn Cemşid tarafından yapılan hesaplama hatalarını Uluğ Bey, yeni esaslara ve astronomik tespitlere dayanarak düzeltmiştir. Kendisinden önce Doğulu ve Batılı bilginlerin tahmini ve yaklaşık hesaplamalarını terk etmiş, cebir, geometri ve trigonometriye dayalı, kesin sonuçlar veren matematiksel hesaplama esasını uygulamıştır. Zic-i Uluğ Bey, asırlar boyunca astronomi alanında başucu kaynaklarından olmuştur.
Uluğ Bey, Semerkant’ta bir medrese ve bir de rasathane yaptırmıştır. Rasathanede yapılan gözlem ve hesaplamalar¸ günümüz astronomi değerlerine oldukça yakındır. Uluğ Bey, bir yılın uzunluğunu 365 gün 6 saat 10 dakika 8 saniye olarak belirlemiştir. Modern ölçümlere göre de 365 gün 6 saat 9 dakika 9.6 saniyedir, aradaki fark 1 dakikadan azdır.
Kendisine isyan eden oğlu Abdüllatif Mirza tarafından 1449 yılında öldürülmüştür.
Ali Kuşçu (? – 1474)
15. yüzyılda yaşamış olan önemli bir astronomi ve matematik bilginidir. Babası Uluğ Bey’in doğancıbaşısı idi. Kuşçu lâkabı buradan gelmektedir.
Uluğ Bey ve o sırada Semerkant’ta olan meşhur bilim adamları, Gıyaseddin Cemşid Kadızade-i Rumi’den matematik ve astronomi dersleri alır. Bir ara Kirman’a giden Ali Kuşçu, tekrar Semerkant’a döner. Ali Kuşçu, Kadızade-i Rumi’den sonra, Uluğ Bey’in kurmuş olduğu Semerkant Gözlemevi’nin müdürü olarak görev yapmaya başlar (1421). Uluğ Bey’in öldürülmesi sonrası ülkesini terk ederek, Azerbaycan’a, daha sonra da Tebriz’e gider. O sırada Akkoyunlu hükümdarı olan Uzun Hasan onu, elçi olarak Osmanlı Devleti’ne gönderir. Ali Kuşçu’nun derin bilgisine hayran olan Fatih, onu İstanbul’da kalmaya ikna eder ve Ayasofya Medresesi’ne müderris olarak atar. İstanbul’da bulunduğu sırada enlem ve boylam hesapları yapar. Fatih Camii’ne de bir güneş saati yapar. Ali Kuşçu, Osmanlılardaki astronomi bilgisine önemli katkıda bulunur.
Ali Kuşçu’nun astronomi ve matematik alanında yazmış olduğu iki önemli eseri vardır. Astronomi konusunda yazdığı Risalet-ül fi’l Hey’et adlı eserini bazı eklemelerle Risalet-ül Fethiye adıyla Fatih’e sunar. Otlukbeli Savaşı sırasında bitirilip zaferden sonra Fatih’e sunulduğu için Fethiye adı verilmiştir. Eser üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde gezegenlerin küreleri ele alınmakta ve gezegenlerin hareketlerinden bahsedilmektedir. İkinci bölüm Yer’in şekli ve yedi iklim üzerinedir. Son bölümde ise Ali Kuşçu, Yer’e ilişkin ölçüleri ve gezegenlerin uzaklıklarını vermektedir. Döneminde hayli etkin olmuş olan bu astronomi eseri küçük bir el kitabı niteliğindedir ve yeni bulgular ortaya koymaktan çok, medreselerde astronomi öğretimi için yazılmıştır. Ali Kuşçu’nun diğer önemli eseri ise, Fatih’in adına atfen Muhammediye adını verdiği matematik kitabıdır.
Ali Kuşçu’nun en önemli eserlerinden birisi de hocası Uluğ Bey Zic’ine yazmış olduğu şerhtir. Uluğ Bey Zic’ine yaptığı yorum, en önemli yorumlarındandır. Ali Kuşçu’nun önemli eserlerinden biri de Zic-i Gurgani’ye yazmış olduğu şerhtir. Ali Kuşçu bu eserlerinde, Batlamyus astronomisi esaslarına dayalı olarak, gezegenler, hareketleri, düzensizlikleri, Güneş ve ayın hareketleri, Ay ve Güneş tutulması, astronomik sabitler ve enlem ve boylam hesapları ile zaman tayini konusunda bilgi vermektedir. Ali Kuşçu’nun medreselere matematik dersleri konulmasında da önemli rolü olmuştur.
İbn-i Sinâ (980 – 1037)
Gerçek adı Ebu Ali Hüseyin, çağdaşları Şeyhü’l-reis öğrencileri Reis, Batı dünyasının ise Avicenna adıyla tanıdığı İbn-i Sina, her ne kadar hekim olarak şöhret yapmışsa da matematik, astronomi, fizik, kimya, jeoloji, felsefe, teoloji, şiir ve müzik onun dehasıyla zenginleşmiştir. Kuşyar adlı bir doktorun yanında okuduğu tıp kitapları sayesinde tıpta yoğunlaştı. İbn-i Sina 57 yıllık yaşamına birçok bilimsel ve felsefi çalışmanın yanı sıra devlet adamlığını da sığdırmıştır.
Tıpla ilgili 2 önemli kitabı vardır. İlki, Kalp İlaçları Risalesi ve Kanun’dur. Bu eserinde önce kalp hakkındaki teorileri ve genel olarak ilaçların özelliklerini ele almış, sonrasında kalp ilaçlarını ele alıp, alfabetik sırayla onların özelliklerini ve hangi kalp rahatsızlığına iyi geldiğini belirtmiştir.
Diğeri de İslam dünyasının yanı sıra Avrupa’da da tanınmasını sağlayan El Kanun Fi’t Tıb (Tıbbın Kanunu) isimli eseridir. Yaklaşık altı yüzyıl boyunca Asya ve Avrupa’daki tıp okullarında okutulan bu eser 5 ciltten oluşmaktadır ve Çin, Hint, Mısır’ın geleneksel tıp bilgilerini de içermektedir. Eserde kanıta dayalı tıp, deneysel tıp, klinik testler, verimlilik analizi, risk faktörü ve sendroma dayalı hastalık teşhisi gibi konular yer almaktadır. Ayrıca farmakoloji alanında önemli bilgilerde bulunur. Ancak, eserin gözlem ve deneye dayanan, ama bir yandan da hurafelerden tam olarak da kurtulamayan özelliği de görülür.
İbn-i Sina matematikte mantık ve öklit geometrisini ünlü matematikçi Abdullah Natili’den, fizik, matematik ve metafiziği kendi kendine öğrenmişti. Matematik kavramları üzerinde duran İbn-i Sina’nın matematik felsefesinin kurucularından biri olduğu söylenebilir.
Fizikle ilgili olarak optik, fizyolojik optik ve dinamik konularına ilgi duyan ve bu konudaki klasik bilgileri tartışarak yeni görüşler ileri süren İbni Sina, fizikteki önemli konulardan birisi olan hareketin açıklanmasında, Aristo’nun görüşüne karşı çıkar ve herhangi bir cisim bir engelle karşılaşmıyorsa onun hareketinin sürekli olduğunu söyler. Bu, daha sonra Newton tarafından da aynı şekilde ifade edilen Birinci Newton Yasası’dır.
Kimyada (simya) transmutasyon teorisinin doğruluğunu araştırmış ve reddetmiştir. Çünkü, her maddenin kendine ait özellikleri vardır. Teorisinin doğruluğunu deneysel olarak da göstermiş, saptamış ama onun yerine koyulacak yeni bir önerisi de yoktu. İbn-i Sina astronomide de Aristo’dan farklı düşünmez. Takvim çalışmasına girer, mikrometreyi ve Azimut kadranını (astronomik pusula) bulur, bu da teknolojik gelişmelere katkıda bulunduğunu gösterir.
İbn-i Sina felsefeyle de ilgilenmiş. El-Kindi, El-Farabi ve İbn-i Rüşd ile birlikte dört Aristotelesçi İslam filozofu arasında yer alan İbn-i Sina’ya göre felsefe ilimleri teorik ve pratik olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Teorik olanlar yani matematik, doğa bilimi ve metafizik aklı sürekli düşünür bir hale getirerek, ruha düşünme yetisini kazandırır. Pratik felsefe ise teorik düşünme yetisini kişinin karakter özellikleriyle birleştirerek eylemler ile ilişkilendirir. İbn-i Sina Aristo metafiziği ile İslamiyeti kaynaştırmaya çalışmıştır.
Kemâlüddîn el-Farisi (? – 1320)
Nerede, kaç yılında doğduğu ve yaşamı hakkında herhangi bir bilgi söz konusu olmamakla birlikte, yalnızca 1320 yılında öldüğü tahmin edilmektedir. Kendisi İranlı olmasına karşın, matematik, fizik ve astronomi konularında kitaplar yazmıştır. Asıl ününü İbn el-Heysem’in Kitab el-Menazır adlı optik kitabına yazmış olduğu şerh kitabı olan Tenkih el-Menazır’a borçludur. Kitaplarına yönelik çok fazla çalışma yapılmamıştır.
En önemli kitabı Tenkih’te ışık kaynağı olarak nesneyi görmekte ve görmeye de nesneden gelen bu ışınların yol açtığını ileri sürerek, kitabının ilk kısmının üçüncü bölümünde İbn el-Heysem’den yaptığı alıntıdan hareketle, gözün kendinden ışıklı ya da ışıklandırılmış nesneden ışık gelmediği sürece hiçbir şeyi algılayamayacağını belirtmekte ve aynı şekilde öncülerinde olduğu gibi nesnelerin ışık kaynağı ve ışıklandırılmış olmak üzere ikiye ayrıldığını benimsemektedir.
Gökkuşağının oluşumunun açıklanması, Ortaçağ optik biliminin hem doğuda ve hem de batıda en önemli konularından biridir. Çünkü bu optik olgu, hem bir doğulu ve hem de bir batılı bilim adamı tarafından birbirlerinden bağımsız olarak, doğru bir biçimde, yani bu günkü gökkuşağı açıklamasına benzer bir şekilde açıklanabilmiştir. Optik çalışmalarıyla bütün zamanların en büyük optikçisi unvanını alan ve başarılı kırılma deneylerinden dolayı da ikinci Ptolemy diye adlandırılan İbn el-Heysem, bütün çabasına rağmen gökkuşağının oluşumunu doğru olarak açıklayamamıştır. Kemalüddin el-Farisi ise İbn el-Heysem’in kavram ve açıklamalarından hareketle gökkuşağını doğru olarak açıklamayı başarmıştır.
Cabir İbn Hayyan (721 – 815)
Kuramsal ve deneysel araştırmalarla kimyanın gelişimini büyük ölçüde etkileyen ve kimya tarihinin efsanevi temsilcilerinden biri olan Ebû Mûsâ Câbir İbn Hayyân el-Sûfî, tıp, astronomi, matematik ve felsefeyle ilgili çalışmalar da yapmıştır.
Birçok bilim tarihçisince Boyle, Priestley ve Lavoisier gibi modern kimyanın kurucuları ile denk olduğu dile getirilmiştir. Hem yaptığı bilimsel çalışmaları hem de deneysel yöntemin önemini kavramış ve başarıyla uygulamış olması Câbir İbn Hayyân’ın bütün kimya çalışmaları üzerinde derin bir etkisi olmasına yol açmıştır.
Câbir İbn Hayyân’ı efsanevi bir kişilik yapan iki yön vardır: Birincisi yaklaşık sekiz yüz yıllık bir zaman diliminde kimya adına gerçekleştirilen bütün çalışmalara kaynaklık etmesi, Doğu’nun ve Batı’nın kimya anlayışlarının etkili şekilde sentezini yapmasıdır. İkincisi ise bu alanın sınırlarını çizen ve ilkelerini belirleyen çalışmalardan oluşan dev bir külliyatın yazarı olmasıdır.
Câbir’le birlikte akla gelen en önemli şey, minerallerin oluşumunu açıkladığı cıva-kükürt kuramıdır. Ona göre bütün madenler kükürt ve civanın farklı oranlarda birleşmesiyle oluşmuştur. Câbir’in önemli çalışmalar gerçekleştirdiği bir diğer alan da maddelerin sınıflandırılmasıdır.
1) Ruhlar: Ateşte tamamen uçan maddeler
2) Metaller: Çekiçle dövülebilen, ses ve parlaklığa sahip maddeler
3) Cisimler (Mineral olmayan): Eriyebilen veya erimeyen maddeler
Câbir’in modern kimyanın babası olarak değerlendirilmesine sebep olan başka çalışmaları da vardır: İlk kez kullanılan veya geliştirilen kimyasal işlemler, bu işlemlerin uygulanması sırasında kullanılan aletler ve süreçler sonucunda elde edilen kimyasal bileşikler.
Câbir söz konusu işlemler ve araçların kullanımıyla, su genel başlığında çözücü sular olarak adlandırılan nitrik, sülfürik ve hidroklorik asit gibi mineral asitleri keşfetmiştir. Câbir aynı zamanda metallerin işlenmesi, çelik yapımı, kumaş ve deri boyanması, dayanıklı kumaş yapımı, altın üzerine yazı yazmak için altın pirit kullanımı ve asetik asidin yoğunlaştırılması için sirke damıtılması, cam yapımı tekniklerinin geliştirilmesi gibi kimya sanayi ile ilgili önemli çalışmalar yapmıştır. Câbir tarafından kullanılan işlemlerin en önemlileri buharlaştırma, damıtma ve kireçleştirmedir.
Zekeriyyâ el-Râzî (854 – 925)
İslâm dünyasında kimya çalışmalarıyla tanınan bir diğer bilgin de Zekeriyyâ el-Râzî’dir. Rey’de doğan Râzî, otuzlu yaşlarından sonra bilimle ilgilenmiştir. Bağdat’ta başhekimlik yapmış, Afrika’ya ve Endülüs’e seyahat etmiştir. Son birkaç yılında gözleri görmez olmuştur.
Râzî, kimya, felsefe ve tıp alanlarında çalışmıştır. Kimyada Câbir’in izinden giderek Yapısal Dönüşüm Kuramı’nı benimsemiştir. Ancak Câbir’in aksine Aristoteles’in dört unsur görüşünü değil, atomcu görüşü benimsemiştir. Câbir gibi bir dizi deney yaparak saf elementi elde etmeye çalışmış ve bu işlemin maddenin erimesi, çözülmesi, parçalanması, ortaya çıkan parçaların farklı parçalarla birleşmesi ve oluşan ürünün çökelmesi gibi beş ayrı süreçten geçtiğini belirtmiştir. Yeni kimyasal maddeler, yeni yöntemler ve yeni aletler geliştiren Râzî’nin en önemli başarılarından biri de, farklı organik maddeleri damıtmak suretiyle çeşitli yağlar, tuzlar ve boyalar elde etmiş olmasıdır. Ayrıca demir gibi zor eriyen metallerin eritme işlemleri ile ilgili araştırmalar da yapmıştır.
Râzî maddeleri, mineral, bitkisel ve hayvansal olmak üzere üç temel gruba ayırdıktan sonra, mineralleri de 6 gruba ayırmıştır:
- Ruhlar: Cıva, amonyak tuzu, arsenik sülfat
- Madenler: Altın, gümüş, bakır, demir, kurşun, kalay
- Taşlar: Piritler, çinko oksit, kurşun sülfat
- Zâclar: Siyah, beyaz, yeşil, sarı ve kırmızı
- Boraks
- Tuzlar
Râzî, aralarında Câbir’in de kullandığı damıtma, kireçleştirme, çözündürme, buharlaştırma, kristalleştirme ve süblimleştirmenin de olduğu temel kimyasal işlemleri gerçekleştirmiştir. Hekim de olan Râzî, hastalıkların teşhis ve tedavisi üzerine dönemin en geniş tıp ansiklopedisi el-Havi adlı eseri de yazar.
Câhız (776 – 868)
Câhız’ın tam adı Ebû Osman Amr bin Bahr el-Fuhaymî el-Basrî’dir. Gözlerinin dışarı çıkık olmasından dolayı Câhız lakabı verilmiştir. İyi bir kelamcı (İslam dininin inançla ilgili yönünü inceleyen ilim), edebiyatçı, ünlü bir zoolog ve antropologdur. Çeşitli bilim dallarıyla ilgili birçok eseri vardır.
Onun en önemli eseri Kitâbü’l-Hayavân’dır. Bu eser, bilim tarihine, özellikle zoolojiye önemli katkıda bulunmuştur. Bu kitabın öncüsü, çağdaşı Abdülmelik b. Kureyb el-Esmaî’nin zooloji üzerine yazdığı kitaptır. Bilebildiğimiz kadarıyla bu eser İslam düşünce tarihinde ilk zooloji çalışmasıdır. Câhız’ın hayvanlar üzerine uzun çalışmalarından sonra, kendisinden sonraki evrim düşüncelerinin özü olan konuları içeren Kitâbü’l-Hayavân’da, ilk defa evrim düşüncesi üzerine görüşlerini ortaya koymuştur. Câhız’ın bu eseri, büyük etki ettiği geç dönem Müslüman bilim adamları aracılığıyla Avrupalı düşünürler tarafından tanınmış ve zooloji alanındaki eserlere kaynaklık etmiştir.
Zoolojik ve antropolojik bilimlerin en erken temsilcisi olan Câhız, hayvan yaşamında çevresel faktörlerin etkisini keşfederek, aynı zamanda farklı faktörler altında hayvan türlerinin dönüşümünü gözlemlemiştir.
Zehrâvî (930 (?) – 1013)
İslam dünyasında yaşayan belli başlı hekimler arasında bazılarında cerrahi konusunda bilgilere rastlamak mümkünse de, bu alanda isim yapmış olan, Batılıların verdiği adla Abulcasis, Ebu’l-Kasım Halef İbn Abbâs ez-Zehrâvî, tıp ve özellikle cerrahi alanında önemli bir çığır açmış ve Kitâbü’t tasrif limen’aceze ani’t-te’lif adlı eseri ile de büyük bir şöhrete kavuşmuştur.
9 ciltlik bu eser, temelde tipik bir genel tıp bilgileri veren bir eserse de, bazı yönlerden özellikle dokuzuncu bölümünü cerrahi tedavisine ayırmış, bu konuda ayrıntılı bilgi vermiştir. Cerrahi ile ilgili bilgiler ve açıklamaların yanı sıra, söz konusu ameliyatlarda aletlerin resimlerini de vermektedir. Genelde cerrahi konusunda bir eser olması, resim içermesi açısından tıp tarihinde önemli bir yere sahiptir. Zehravi, İbn-i Sina ile çağdaştır.
İbn-i Baytâr (1197 (?) – 1248)
Babası veteriner olduğu için İbn-i Baytâr lakabını alan Ebû Muhammed, devrinin en büyük botanik alimi olarak kabul edilmektedir. Tababette kullanmak üzere bitki türlerinden ve besin maddelerinden oluşan malzemeyi bütün özellikleriyle tanıtmış, adlarını Arapça, Berberice, Latince, Grekçe ve Farsça olarak yazmıştır.
İbn-i Baytâr’ı dünya ölçeğinde tanıtan eseri el-Câmi’li-Müfredâti’l-Edviye ve’l-Ağziye adlı eseridir. Bu eser, basit ilaçlar konusundaki Arapça yazılmış kitapların en önemlisi ve güvenilir olanı olarak kabul edilmektedir. Hayatının sonuna doğru yazdığı bu alfabetik eserde 2353 madde yer alır. Dioscorides ve Galen’in gözlemleriyle birlikte kendi değerlendirmelerine de dayanan eserde İbn-i Sinâ, Râzî Dînaverî ve Gâfıkî’nin isimleri sık sık geçer. Bu eser, İslam hekimlerince geniş bir şekilde incelenmiş ve kendisinden yararlanılarak birçok tedavi kitabı hazırlanmıştır.
Demirî (1349 – 1405)
Demirî’yi İslâm dünyası ve Avrupa’da tanıtan en önemli eseri zooloji alanında yazmış olduğu Hayâtü’l-Hayevân adındaki eseridir. Bu eserini ansiklopedik bir mahiyette kaleme alır. Her hayvan hakkında az da olsa bilgi verilen bu eser, alfabetik olarak yazılmıştır. Yazar, eserin önsözünde, eserini hayvanlar alemine ilişkin yanlış bilgileri düzeltmek için kaleme aldığını ifade eder. Burada zooloji ile ilgili yanlış bilgiler düzeltilmiş olsa da, daha ziyade bunların isimlerindeki hatalar, bunlara ilişkin rivayetlerdeki hatalar düzeltilmiştir.
Hayâtü’l-Hayevân, ağırlığı hayvanlara ayrılmış olan (Halifeler Tarihi gibi bazı istisnalar dışında) oldukça hacimli bir eserdir. Fakat bu eseri bir zooloji eseri olarak değerlendirmek yanlış olur, çünkü bu eserde hayvanlara ilişkin morfoloji, anatomi, fizyoloji gibi konularda yeterli derecede bilgi verilmemektedir. Hayâtü’l-Hayevân, içerisinde zooloji gözlemlerinin anlatıldığı, bilgilerin veya görüşlerin ortaya konulduğu bir eser olmaktan ziyade, İslam uygarlığında hayvanlarla ilgili bilinen, gerek zoolojik, gerek dini veya folklorik bilgilerin bir araya getirildiği bir derleme niteliğindedir.
Demirî’den sonraki dönemde Hayâtü’l-Hayevân boyutunda bir ansiklopedi İslam uygarlığında hazırlanmamıştır. Ancak bu eserden faydalanarak hazırlanan özetler yapılmıştır.
İbn Nefis (1210 – 1288)
İbn Nefis tıp tahsilinin yanında hukuk, edebiyat ve ilahiyat alanında da eğitim görmüştür. İbn Nefis’in en önemli eseri el-Mucez fî’ Tıb, zamanında ve daha sonra yüzyıllar boyu el kitabı olarak kullanılmıştır. Eseri genel bir tıp eseridir. Eser 4 bölümden meydana gelmiştir. Birinci bölüm genel olarak insan bedeninin hali, tabii işleri ve onların yararları ile ilgilidir. Eserin ikinci kısmı ilaçlar ve gıdalar hakkındadır, bu kısımda onun verdiği ilaçlar arasında, kendinden önce yaşamış ve kendi devrindeki hekimlerde de görüldüğü üzere bitkisel kökenli ilaçlar önemli yer tutar. Üçüncü kısımda ise tek tek organların hastalıkları ele alınıp incelenmiştir. Son bölümde ise üreme organlarının hastalıklarını ele almış,
Onun tıp eserlerinden bazıları, bazı meşhur tıp otoritelerinin eserleri üzerine yazılmış şerhlerdir. İbn Sina’nın, Hippocrates’in ve Hüneyn İbn İshak’ın eserleri üzerine şerhler yazmıştır.
Mesûdî (? – 946)
Doğum tarihi bilinmemekle birlikte, 946’da ölen Mesudi, tarih ve coğrafya konusunda kitaplar yazmıştır. Hayatı hakkındaki bilgileri, kendi eserleri arasına serpiştirilmiş satırlardan bölük pörçük toplamak mümkündür. Mesudî’nin yirmi civarındaki eserinden ancak iki tanesi günümüze kadar gelebilmiştir. Elde bulunan iki eseri arasında ise en önemli Muruc ez-Zeheb (Altın Bozkırlar) adlı çalışmasıdır. 10. yüzyılın birinci yarısına ait olan ve çeşitli Batı dillerine de çevrilen bu eser, birinci el kaynaklar arasında önemli bir yer tutar.
İran, Hindistan, Çinhindi, Seylan, Kafkasya, Doğu Anadolu, Batı Türkistan, Suriye, Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Fas ve İspanya gibi alanları gezmiş, bu alanlara ilişkin gözlemlerini anlatmıştır.
İbn Havkal (? – 988 (?))
İbn Havkal, aslen Nusaybinli olmakla birlikte, Bağdat’ta yaşayan tacir ve coğrafyacıdır. 945 yılında ticaret yapmak ve coğrafi bilgi toplamak için Bağdat’tan ayrılıp, 977 yılına kadar Endülüs’ten Taraz’a kadar İslam dünyasının her tarafını dolaşmıştır. 950 yılında coğrafyacı İstahrî ile görüşmüş, onun tarafından yazılan Sûretu’l-Arz adlı coğrafyayı tamamlaması tavsiye edilmiştir.
İbn Havkal, Sûretu’l-Arz adlı eserini İstahrî’nin eseri üzerine oluşturmuş, coğrafî bilgiler yanında haritalara da önem vermiştir. Bu kitap, Arap coğrafya edebiyatının zirvesini temsil eder. Kitabına yer ve yeryüzünün fiziki coğrafyası hakkındaki bir mukaddime ile başlar. Bundan sonra Arap Yarımadası, Fars Denizi, Mağrib, Endülüs, Sicilya, Mısır, Şam, Akdeniz, el-Cezire, Fars, Kirman, Sind, Doğu Anadolu, Azerbaycan, Cibal, Kafkasya, Hazar Denizi, Horasan ve Mâverâünnehr bölgelerini sırayla anlatır. Coğrafi bilgilerden başka, şehirlerdeki sosyal hayata, önemli binalara, madenlere, ticarete, sanatlara, zirai mahsullere, fiyat hareketlerine önemli yer verir. Endülüs, Kuzey Afrika ve Sicilya’dan ayrıntılı bir şekilde bahseder. Bu eserden 10. yüzyıldaki İslam dünyasını ve İslam kültürünü ayrıntılı bir şekilde öğrenmekteyiz.
İdrisî (1099 (?) – 1166)
Tam adı Ebû Abdullâh Muhammed İbn Muhammed İbn Abdullâh İbn İdrîs eş-Şerîf es-Sebtî olan İdrîsî, İslam dünyasında yetişen önemli coğrafyacılardan biridir. Coğrafya ve kartografya konularında kaleme aldığı önemli yapıtlarla hem İslam dünyasının bilgi birikimini zenginleştirmiş, hem de Müslüman bilginlerin elde ettiği coğrafi bilgilerin Batı’ya aktarılmasında etkin rol oynamıştır.
Gençliğinde İspanya’yı, Portekiz’i, Fransa’nın Atlas Okyanusu kıyılarını, Güney İngiltere’yi, Kuzey Afrika’yı gezen ve henüz 16 yaşındayken Anadolu’ya da gelen İdrîsî, bu araştırma gezileri esnasında değerli bilgiler toplamıştır. Yaklaşık 1145’te Sicilya’daki Norman Kralı II. Roger’in hizmetine girmiş ve yaşamının geri kalan kısmını onun Palermo’daki sarayında geçirmiştir. Eskiden yapılmış dünya haritalarını yeterli bulmayan Kral, İdrîsî’den yeni bilgiler ışığında gelişmiş bir harita yapmasını istemiştir. İdrisi, krala ithaf ettiği Kitab el-Rucerî (Roger’in Kitabı), diğer adıyla Nüzhet el-Müştâk fî İhtirâk el-Âfâk (Dünyanın Aşılmış Ufuklarında Zevkli Bir Gezinti) adlı meşhur yapıtını tamamlayarak kendisine takdim etmiştir.
Kitapta, dünya ekvatorla ikiye ayırılmış ve güney yarımkürenin çok sıcak olduğu için canlıların yaşamasına elverişli olmadığı belirtildikten sonra, kuzey yarımküre yedi iklim halinde ekvatordan kuzeye doğru incelenmiştir. Her iklim de batıdan doğuya doğru çeşitli bölgelere ayırılmıştır. Kitapta yer alan ilginç bilgilerden biri de yerçekiminden söz edilmesidir. İdrîsî’ye göre, mıknatısın demiri çekmesi gibi yer de cisimleri çekmektedir, bırakılan cisimlerin yere düşmesinin nedeni de bu çekim kuvvetidir. Kitap, Ortaçağ İslam dünyasında yerküre üzerine yazılmış, kapsamlı ve sistematik çalışmalardan biridir ve Avrupa hakkında gerçeğe en yakın bilgileri veren ilk yapıt olma özelliğini taşır.
İdrîsî’nin 12. yüzyılda İslam dünyasında yaptığı bu çalışmalar, Avrupa’daki haritacılık çalışmalarını doğrudan etkilemiş, tasviri ve matematiksel coğrafya alanlarındaki çalışmalara uzun yıllar boyunca hem Doğu’da hem de Batı’da kaynaklık etmiştir.
İbn Battûta (1304 – 1368)
İbn Battûta adıyla bilinen, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah b. Muhammed b. İbrahim el-Levâtî et-Tancî, Ortaçağın en büyük seyyahı ve Rıhletü İbn Battûta diye bilinen seyahatnamenin sahibidir. Birçok şarkiyatçının da itiraf ettiği gibi eskiden Ortaçağ’ın en büyük seyyahı kabul edilen Marko Polo’nun bir numaralı rakibidir; hatta Marko Polo’dan çok daha geniş bir alanı gezmesi ve üç kıtada en önemli kültür merkezlerine ulaşması münasebetiyle onu geride bırakmıştır. İbn Battuta gezdiği topraklarda toplumsal hayata katılmış, evlilikler yapmış ve kültür aktarımında bulunmuştur. Yaşadıklarını, seyahatnamesini alim-katip İbn Cüzey’e yazdırmıştır.
İbn Battuta gezmiş olduğu coğrafyalarda evliliklerden, düğün merasimlerine, yemek kültüründen ticarete, toplumsal örgütlenmelerden dini sınıflara, savaşlardan ülke sınırlarına kadar her konuyu dikkatle incelemiş ve aktarmıştır.
Benû Musâ (Musâ Kardeşler)
Musaoğulları olarak bilinen, Ebu Cafer Muhammed b. Musa b. Şakir (ölümü 872), Ebu’l-Kasım Ahmed b. Musa b. Şakir (ölümü 878) ve Hasan b. Musa b. Şakir adlarındaki üç kardeştir.
Astronomi ve astroloji ile uğraştığı için el-Müneccim de denilen, bir vesile ile Halife Me’mun ile tanışan baba Musa b. Şakir, başına gelebilecek herhangi bir beladan sonra (hırsızlık yaptığı söylenir) çocuklarına Me’mun’un bakmasını istemiştir. Ölümünden sonra Halife Me’mun, kardeşleri yetiştirmesi için astronom ve astrolog olan Yahya b. Ebu Mansur’un yanına yerleştirir.
Üç kardeşten en ünlüsü Ebu Cafer Muhammed’dir, geometri ve astronomi ile uğraşmıştır. Euclides ve Batlamyus’un eserleri üzerinde çalışmış, mantık ve felsefe ile uğraşmış, ayrıca siyasetle de ilgilenmiştir. Devlet ricali tarafından diğer kardeşlerine nazaran daha çok sevilir. O, aynı zamanda astronomi, matematik, felsefe ve meteoroloji gibi ilmi alanlarda bilim adamı olarak da tanınır. Halife Me’mun, bir grup astronoma Batlamyus’un Mecisti adlı kitabındaki bilgilerin doğruluğunu test ettirmek için ünlü gökbilimcilerin bulunduğu 69 kişilik heyete onu da dahil eder.
Ortanca kardeşleri olan Ebu’l-Kasım Ahmed daha çok mekanik alanında yoğunlaşmıştır. O, ailenin teknik bilimcisi ve makine yapımcısı idi. Onun, kuşlar için kendi kendine dolan su yalağı, sıvıların özgül ağırlığını hesaplayan kaplar, otomatik ibrikler, fitili yandıkça kendiliğinden uzayan lambalar, rüzgarda sönmeyen kandiller, tarla sulamada suyun belli bir mesafeye ulaştığını haber veren tertibat ve değişik desenler veren fıskiyeler, tarihe geçen icatlarından sadece birkaç örnektir.
Ailenin en küçük kardeşi olan Hasan b. Musa ise geometri alanında uzmanlaşmıştır. İslam aleminde koniklere ait ilk eseri o yazmıştır. İki çivi ya da iki kazık yardımıyla elips çizmeyi de yine o icat etmiştir. Bu aleti pergelin ilk numunesi olarak kabul edebiliriz. Ayrıca teleskopa benzer bir alet yapmıştır.
Halife Me’mun, kardeşlerden dünyanın enlem ve boylamını ölçmelerini ister, onlar da Sincar ve Kufe ovalarında yaptıkları iki ayrı deney sonucunda bir meridyen yayının 360 derece ve bir dereceye tekabül eden mesafenin 106-2/3 km, ayrıca dünyanın çevresinin 8000 fersah (38.400 km) olduğunu tespit ederler.
Onların özellikle matematik ve mekanik alanlarında yoğunlaşmaları, Hint ve Yunan tabiat bilimcilerinin kitaplarıyla fazlaca ilgilenmeleri sebebiyledir. Onlar, farklı iki eski geleneği birleştirerek yeni neticelere ulaşmışlardır. Mekanik bilimine ait Kitabü’l-Hiyel adlı eseri hazırlarlar.
Hâzînî (11. yy sonları – 12. yy ortaları)
Mervli Ebu’l Feth Abdurrahman el-Hazinî, 12. yüzyılın en değerli fizikçilerinden biriydi. Kitabu Mizâni’l-Hikme’de mekanik ve hidrostatik konularla ilgili bilgiler yer alır. Eserde Hazini, icat ettiği hassas terazilerin ayrıntılı tarifleri yanında, İslam dünyasındaki bilim adamlarının konuyla alakalı bilgilerini de aktarmaktadır. Bilim tarihçisi G. Sarton bu çalışmayı, İslam ilim dünyasının önde gelen mekanik eseri olarak değerlendirir.
Hâzînî, kütleler arasındaki çekim prensibini daha o zaman ortaya koyar. Yaptığı birçok deney sonunda bütün cisimlerin yerkürenin merkezine doğru bir kuvvetle çekildiğini, bu kuvvetin ise düşen cisim ile çekim merkezi arasındaki mesafeye bağlı olduğunu belirtmiştir. Yerçekimini, Newton’dan beş yüz sene önce yaşayan Hazini keşfetmiştir.
Batılı bilim adamları tarafından dinamik, hidrostatik ve akışkanlar mekaniğinin öncüsü ve üstadı kabul edilen el-Hâzînî, sekiz asır önce bir cismin, düşük yoğunluklu havada ağırlık kazandığını, yoğun havada veya suda ise ağırlığının azaldığını keşfetmiştir. Farklı sıvıların yoğunluğunu dolayısıyla özgül ağırlıklarını da belirlemeye yarayan areometreyi (yoğunluk ölçme âleti) geliştirmiştir. Batı dünyasında, William Nicholson’ın areometre ve hidrometreyi 1798’de yapabildiği göz önüne alınırsa, bunu yaklaşık altı buçuk asır önce yapan el-Hazini’nin büyüklüğü daha iyi anlaşılır. Bugünkü modern yoğunluk bulma formülü olan d=m/v denklemi, el-Hazini’nin ortaya koyduğu formül ve aletin geliştirilmiş şeklidir.
Cezerî (1153 – 1233)
Sibernetik ve robotik biliminin babası olarak kabul edilen, Batı dünyasında El-Cezerî (al-Jazari, al Jasari, Cazari, Gazari) olarak bilinen Ebû’l İz İsmail İbni Rezzaz El Cezerî, şeref ve onur babası anlamında Ebul-iz lakabını taşır. El-Cezerî ismini Cizreli olduğu için almıştır. El-Cezerî’nin etnik kökenine ilişkin farklı fikirler mevcuttur. Bunların bir kısmı birbiri ile çelişmekle birlikte birbirini yalanlamayan farklı görüşler de mevcuttur. Yabancı kaynaklara, genellikle bilim tarihine ilişkin kaynaklara bakıldığında, etnik kökene fazla bir vurgu yapılmamaktadır.
El-Cami Beyne’l-İlm Ve’l-Amel En-Nafi Fi Eş-Şınaa’ti’l-Hiyel (Makine Yapımında Yararlı Bilgiler ve Uygulamalar) adlı eserinde robot ve akışkanlar mekaniği konularında pratik mühendisliğin öncüsü olarak, sibernetik ve mekaniği ilk kez bir arada kullanıp doruk noktasına ulaştırmıştır. Kitabındaki tüm şekilleri kendisi çizmiş ve renklendirmiştir. Bu da El-Cezerî’nin yalnız mühendis değil, yetenekli bir sanatçı olduğunu da göstermektedir. Kitabında yer alan çizimlerinde insan ve hayvan figürlerinden geniş ölçüde yararlanmıştır. Müslümanlık inancında insan ve hayvan figürleri resim ve heykelde tasvir edilmesi yasaklandığı için, bu figürleri soyutlayarak ve gerçek boyutlarından bir miktar saparak kullanma yoluna gitmişti.
Hakkında birçok yazar yazsa da, hayatına ilişkin olarak kitabının girişinde söylediklerinin dışında hiçbir bilgiye sahip değiliz. El-Cezeri Kimdir? El-Cezeri’nin Eserleri ve Hayatı isimli yazımızı da okumanızı öneriyoruz.
Kaynak
Harezmi – Cebir Biliminin Kurucusu, Ömer Hayyam’ın Eserlerine Bir Bakış, Fergani’nin Astronominin Özeti ve Göğün Hareketlerinin Esasları Adlı Astronomi Eseri , Harezmi, Battânî ve Zîc-i Sâbî Adlı Astronomi Eseri, Biruni, İBN EL-HEYSEM’İN IŞIK ÜZERİNE ADLI ÇALIŞMASI, NASÎREDDİN TÛSÎ’NİN BİLİM VE FELSEFEDEKİ YERİ, Optik Biliminde Bir Öncü İbnü’l-Heysem , 15. Yüzyılda Osmanlılarda Bilimsel Faaliyetlerin Kısa Bir Değerlendirilmesi, Uluğ Bey ve Başyapıtı: Uluğ Bey Zici, Bilim Tarihi: Dünya Kültürlerinde Bilimin Tarihi ve Gelişimi, Colin A. Ronan (Çeviri: Eklemeddin İhsanoğlu ve Feza Günergun), 2003, KEMALÜDDiN EL-FARİSi VE TENKİH EL-MENAZIR ADLI KİTABI, Câbir İbn Hayyân, CÂHIZ VE BİYOLOJİK EVRİMCİLİĞİN DOĞUŞU, Ebu’l-Kasım Ez-Zehrâvî, eseri Et-Tasrif ve hidrosefalinin tedavisi üzerine, Türklerde Cerrahinin Gelişimi, İbn Nefis ve Eseri, El-Mucez, İBN BATUTA SEYAHATNAMESİ: SOSYOLOJİK BİR ÇÖZÜMLEME, BENU MUSA (ŞAKİROĞULLARI)’NIN İLMİ ve FELSEFİ ETKİNLİKLERİ