Menu

Ülkemizde Bulunan Önemli Antik Kent ve Lahitler



Ülkemizde bulunan önemli Antik Kent ve önemli Lahitler hakkında bilgileri sizlerle paylaşıyoruz.

Taş Mozaik, M.S. 4.yüzyıl, Halikarnassos Antik Kenti, Bodrum

Taş Mozaik, M.S. 4.yüzyıl, Halikarnassos Antik Kenti, Bodrum

Bodrum, antik çağın en ünlü kentlerinden biri olan Halikarnassos’un üzerine kurulmuştur. Bu bölge yüzyıllar boyu dışarıdan gelen istilacılar tarafından hücuma uğramıştır. Bölgenin antik çağdaki ismi ise Karia’dır. Karia günümüzde Muğla ilinin tamamı ile Aydın ilinin bir kısmını kapsamaktadır. Antik çağın yazarlarına göre Karia’nın batı sınırı Menderes Nehri’nden başlar; doğu sınırı ise Dalaman Çayı’dır. Antik çağda yörede yaşayan halklar Karlar ve Lelegler’dir. Homeros İlyada destanında Karialılar’ı, Anadolu’nun yerli halkı olarak anar ve Troialılar’la birlikte Anadolu’yu Akalar’a karşı savunduğunu söyler.

Halikarnassos isminin nereden geldiği konusunda net bir bilgi bulunmamakla beraber, kendisi de bu kentten olan aslen Halikarnassoslu olan ve burada doğan Herodot’a ve coğrafyacı Strabon’a göre, Halikarnassos’u kuranlar, Peloponnessos’un batı kıyısında yer alan Troizen’den, Anthes veya onun soyundan biri önderliğinde gelen Dor kolonisidir. Bu durumu Halikarnassos’ta bulunan yazıttaki bilgi de  destekler niteliktedir. Bu yazıtta, Poseidon rahiplerinin bir listesi açığa çıkartılmıştır. Liste, Poseidon’un oğlu Telamon ile başlamaktadır. Telamon’un oğlu Halcyoneus ve sonrasında Halikarnassos’un kurucusu olarak gösterilen torunu Anthes ise yedinci sırada yer alır.

M.Ö. VI. yüzyılın başlarında Karia, Lidyalılar’ın egemenliğine girer. Lidya’nın başkenti Sardes’in, Pers Kralı Kyros tarafından alınmasının ardından Halikarnassos’da, Pers egemenliğine girer. Persler, egemenlikleri altına aldıkları şehirlerde kendilerine bağlı sülaleleri iktidara getirirler. Karia bölgesine de Mylasa’da oturan Hekatomnos’lar sülalesi satrap (vali) olarak getirilir. 

Hekatomnos’un ölümü üzerine oğlu Maussollos satrap olur ve hemen ardından M.Ö. 367’lerde, Karia Satraplığı’nın başkentini Mylasa’dan Halikarnassos’a taşır. Maussollos, kendi döneminin ünlü heykeltıraş ve mimarlarını Halikarnassos’a getirerek şehri baştan yaratır. Sınırları büyük bir başkente dönüşür. Çevredeki sekiz Leleg yerleşiminin altısının başkente, yani Halikarnassos’a taşınmasını sağlar. Böylece Halikarnassos, Karia’nın en büyük şehri olur. Bu dönemde antik dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilen Maussolleion, Anadolu’nun en erken tiyatrolarından biri olan Halikarnassos tiyatrosu ve surlar inşa edilmeye başlanır. 

M.Ö. 334’de Büyük İskender, ünlü doğu seferinde kenti ele geçirir. Ardından Roma’nın Asia eyaletine bağlı küçük bir şehir olarak karşımıza çıkar. Şehir imparator Augustus zamanında bayındırlık hareketlerine sahne olur. M.S IV. yüzyılda Roma Eyaletleri düzenlenir; Karia’da ayrı bir eyalet olur. Hıristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmesinden sonra Halikarnassos, Piskoposluk olur. Halikarnassos’, M.S. 11. yüzyılın son çeyreğinde Türklerin, Haçlı Seferleri sırasında Bizanslıların, M.S. 13. yüzyıl ortalarında Menteşe Beyliği’ne bağlı deniz gazilerinin eline geçer. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Rodos’un fethiyle birlikte bu bölge Osmanlı topraklarına dahil olur ve günümüze kadar gelir.

Mozaik eserlerin en fazla yaygınlaştığı zaman, Roma Dönemi olmuştur. Özellikle imparatorluğun altın çağını yaşadığı dönemlerde, sarayların mozaik ve fresklerinin kopyaları villalara, imparatorluğun gücünün bir temsili olarak kamu binalarına, büyük hamam komplekslerinin çeşitli binalarına uygulanmıştır. Romalılar, mozaikleri eskiden olduğu gibi kaliteli bir işçilikle üretilen anıtsal yapıların bezeme tekniği olmaktan uzaklaştırmıştır. Mozaik uygulanan mekânların çeşitlenmesi, ekonomik koşullardaki değişikliklerin etkisiyle Geç Roma Dönemi’nde mozaiklerde kullanılan taşların daha büyük boyutlu olması, bu yargıyı destekleyecek söz konusu döneme dair öne çıkan özelliklerdir.

Geç Roma dönemine ait  1,14 m x 1,14 m ölçülerindeki bu taş mozaikte, siyah bir çerçeve içerisindeki defne çelenginin merkezinde, Grekçe “Sağlık, Yaşam, Sevinç, Barış, Neşe ve Umut” sözcükleri yazılı. Bodrum’da yer alan Halikarnassos antik kentinden çıkarılan eser, günümüzde İngiltere’de British Museum’de sergileniyor.

Defne çelengi, antik çağda sadakat, zafer, asalet ve sonsuz hayatı temsil eden bir sembol olup, daire şeklinde olması ile gökyüzüne ve sonsuzluğa atıf yapmaktadır. Antik çağda cenaze, düğün, dini tören ve festivaller gibi önemli günlerde sıklıkla kullanılmaktadır. Halikarnassos kent sikkelerinde de sıkça rastlanan defne çelengi tek başına kullanılmaz; sikkelerde betimlenen tanrı, tanrıça, sembol ve imparator tasvirlerinin etrafını sarar.

Bu eserde olduğu gibi yasa dışı yollarla yurt dışına götürülen eserlerimizin envanter kaydının olmaması ve sürecin yüzyıllara yayılması sonucunda kayıp eser sayısı bilinmemektedir. Günümüzde müzelerde sergilenmekte olanlar dışında Anadolu topraklarından götürülmüş sayısız eser vardır. Konu, dağılan Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yapılan kazılarla kolayca eser götürülmesi ile sınırlı olmayan ve günümüzde de sürmekte olan bir sorundur.

Girlandlı Lahit, Pamukkale

Girlandlı Lahid, M. Ö II. yüzyılın ikinci yarısı, Roma Dönemi, Laodikeia Antik Kenti, Denizli

Lykos Irmağı’nın güneyinde kurulmuş olan, Laodikeia Antik Kenti’nin adı antik kaynaklarda daha çok Laodikeia ad Lykum (Lykos’un kıyısındaki Laodikeia) olarak geçmektedir. Günümüzde Denizli ilinin 6 km kuzeydoğusunda, Eskihisar, Goncalı, Bozburun köyleri sınırları içinde yer alır. Laodikeia, Seleukos (Suriye) Kralı, II. Antiokhos Teos tarafından eşi kraliçe Laodike adına, M.Ö. 3. yy.ın ortalarında kurulmuştur. Antik dönemde halk, kenti Zeus’un kurduğuna da inanırdı. Birbirine paralel ya da dikdörtgen ve dik sokaklar arasında kalan, kare ya da dikdörtgen yapılardan oluşan hippodomik planlı bir kenttir.

M.Ö. 133’te Seleukos Kralı III. Attalos öldüğünde, tüm mülkünü, özel serveti ve kraliyet topraklarını Roma halkına vasiyet yoluyla bırakır ve M.Ö. 129 yılından itibaren de kent, tamamen Roma’ya bağlanır. Her dönemde depremlerle yıkılan ve tekrar ayağa kaldırılan kent, İmparator Focas ( M.S. 602-610) döneminde meydana gelen büyük deprem sonrasında terk edilerek Denizli-Kaleiçi ve Hisarköy’e taşınır. Laodikeia’da yapılan kazı çalışmaları Erken Kalkolitik Dönem (Bakır Çağı)’dan (M.Ö. 5500), M.S. 7.yy’a kadar kesintisiz yerleşimlerin varlığını ortaya koymuştur.

Romalı devlet adamı ve hatip Çiçero’nun, M.Ö. 50 yılında buraya geldiği ve kentin bazı hukuki sorunları ile uğraşmak üzere bir süre burada kaldığı bilinmektedir. Laodikeia, Hıristiyanlık alemi için çok önemlidir. Çünkü kent M.S. 4. yy’dan itibaren hac merkezi olma özelliğine sahip olmuştur. Bu nedenle İncil’de adı geçen ve Anadolu’nun yedi ünlü kilisesinden biri olan Laodikeia Kilisesi, Büyük Constantinus zamanında (M.S. 306-337), Hıristiyanlığın M.S. 313 yılında serbest bırakılmasıyla birlikte yapılmıştır.

Laodikeia Antik Kenti’nin dört tarafı geniş nekropol (mezarlık) alanlarla çevirmiştir. Zenginlerin mezarları kentin ana girişleri olan Hierapolis Kapısı ve Yolu,  Efes Kapısı ve Yolu, Aphrodisias Kapısı ve Yolu ile Suriye Kapısı ve Yolu üzerinde bulunur. Alım gücü normal ve alt grupta olanların mezarları ise ana yol bağlantılarının dışında fazla göze çarpmayan alanlarda yayılmıştır. Girlandlı Lahdin üzerindeki bezemelerden, bunun zengin bir aileye mensup bir kişi için yapıldığı anlaşılıyor.

Genelde tam tersi olmasına rağmen bu lahitte betimlenen Medusa, saç buklelerinin üzerindeki küçük yılanlara rağmen ürkütücü değil. Hierapolis Arkeoloji Müzesi’nde (Pamukkale) yer alan Girlandlı Lahit’te yer alan Medusa bezemesi, girland çelenk askısı ve iki yanında Nike (Zafer Tanrıçası) ile betimlenmiş. Girland; takılı olduğu iki veya daha fazla nokta arasına çiçek, yaprak ve meyvelerle düzenlenerek asılan; aşağıya doğru sarkarak yarım çelenk görünümü veren bir bezeme öğesidir. Girlandlı lahitlerde, girlandı taşıyan Eros (Aşk Tanrısı), Attis (Frigya Tanrılarından) ya da burada olduğu gibi  Nike olurdu. Yanı sıra bu tür lahitlerin alt kısmı da zengin desen kuşağıyla hareketlendirilirdi.

Medusa, Arkaik Dönem’den itibaren karşımıza çıkan ve popülerliğini yüzyıllar boyunca koruyan mitolojik bir kadın figürüdür. Zekâ, sanat, strateji, ilham ve barış tanrıçası Athena’nın düşmanlığını kazanan ve ölümlü olduğu için kahraman Perseus tarafından başı kesilerek cezalandırılan Medusa, onunla göz göze gelen kişileri taşa çevirme gücüne sahiptir. Ölümünden sonra da bu gücü devam ettiği için Perseus tarafından bir torba içerisinde saklanan ve tanrıça Athena’ya teslim edilen baş, Athena tarafından aegisi (Athena’nın göğsüne takılı bir plaka biçiminde betimlenen, yılanlar ve gorgonla bezeli bir obje) ve kalkanının üzerine yerleştirilmiştir.

Medusa, Roma İmparatorluk Dönemi’nde, imparator ve komutanların göğüs zırhlarında düşmanlara karşı koruyucu ve korkutucu bir unsur olarak kullanılmaya başlamıştır. Zırhlardaki kullanımının diğer bir sebebi de, düşmanlara karşı caydırıcı bir unsur olmasından dolayı zaferi getireceği inancı olmalıdır. Ayrıca Medusa’nın başından akan sihirli kanın Asklepios’a (Yunan mitolojisinde Tıp Tanrısı) verilmesi ve tanrının ölüleri diriltmek için bu kanı kullanması, onun yalnızca koruyucu ve korkutucu bir unsur olmadığını, aynı zamanda şifa ve ölümsüzlük sağlayan iyileştirici, tılsımlı bir yanının bulunduğunu da göstermektedir. Bu da Medusa’nın, kötü niyetli kişilere ölümü sunarken, ihtiyacı olan kişilere ölümsüzlüğü vaat eden bir figür olduğunu göstermektedir.

Medusa başı, bu sembolik anlamdan hareketle Roma İmparatorluk Dönemi’nde, yoğun bir şekilde karşımıza çıkar. Mezar mimarisinde yaygın bir şekilde karşımıza çıkan Medusa, bu lahitte de olduğu gibi gömüyü rahatsız edecek kötü niyetli kişileri uzak tutmak amacıyla özellikle mezarların üzerine yerleştirilmiştir. 

Amazonlar Lahdi, Aizanoi Antik Kenti, Kütahya

Amazonlar Lahdi, Aizanoi Antik Kenti, Kütahya

Amazonlar (Kadın Savaşçılar) hakkında bilgiler, ilk olarak antik dönem metinlerinde ve sanat eserlerinde karşımıza çıkar. Yunan tarihinin ilk yazılı kaynağı olarak bilinen Homeros’un İlyada’sında, klasik Yunan tarihçilerinden Herodot’un tarih kitabında detaylı olarak tanımlanan Amazonlar, Roma dönemi içlerine kadar antik yazarlar tarafından bahsedilerek tarihi kayıtlarda oldukça fazla izler bırakmıştır. Savaşçı kadın anlamında bir tabir olarak, Amazonlar’ın günümüzde dahi yansımaları sürmektedir.

Amazonların savaş alanlarında ön plana çıkmaları onların farklı bir halktan olduğu yönünde düşünülmesine sebebiyet vermektedir. Antik dönem yazarlarından bazıları, Amazonların anavatanını Anadolu’da Karadeniz kıyısında Thermedon nehrinin kıyısında yer alan Themiskyra (Terme) olarak belirtmektedirler. Bazı araştırmacılara göre ise Amazonların anayurdu, Trakya ve İskit toprakları ya da Libya ve Kuzey Afrika’dır. Amazonların anavatanı üzerine farklı görüşler olsa da genel kanı onların doğulu olduğu yönündedir.

Yunan mitolojisinde yer alan bu savaşçı kadınlar, gerçekte Anadolu’da bin yıllarca devam eden anaerkil bir düzenin anımsanmasının bir ürünüdür. M.Ö. II. bin yılın başlarında Hint- Avrupalı kavimler göç edinceye kadar tüm Akdeniz havzasında anaerkil bir düzenin varlığı bilinmektedir. Hitit metinlerinde de Amazonlara benzeyen insanların uzak geçmişte Kapadokya, Kuzey ve Batı Anadolu’da yaşadıklarına dair belgeler mevcuttur. Bu durumda, bu savaşçı kadınlara, Anadolu’da yaşamış tarihi bir topluluğun Yunan mitolojisindeki yansımasıdır diyebiliriz.

Yunan mitolojisindeki kadın figürleri arasında yer alan Amazonlar, savaşçı kimlikleriyle farklı bir konumdadır. Tanrıça Athena, Hera ya da Artemis savaş meydanlarında kadın figürü olarak yer alsalar da, hiçbir zaman bir mücadele içinde görülmezler. Fakat diğer kadın tanrıça ve figürlerin aksine Amazonlar, daima savaşırken karşımıza çıkar. Homeros’un İlyada isimli yapıtında, Amazonların erkek gibi savaşa giden kadınlar anlamına gelen “antianeirai” olarak adlandırılması da bu durumu açıklar niteliktedir.

Amazon adının etimolojik bir geleneği de vardır. Amazon ismi Yunancada, göğüssüz anlamına gelmektedir. Helençe a-(olmayan) mastos (meme) anlamıdır; bu nedenle memesiz anlamına gelmektedir. Antik dönem yazarları, Amazonların göğüslerini, savaşta hareketlerini kolaylaştırmak için yaktıklarını ya da dağladıklarını belirtmektedir. Fakat şu ana kadar elde edilen Amazon betimlemelerinde böyle bir durumun ispatı bulunmamaktadır.

Roma İmparatorluk döneminde üretilen lahitlerde (sandık şeklinde mezar) mitolojik konular arasında Amazon konulu lahitler önemli bir yere sahiptir. Üretildiği yıllar boyunca gerek ikonografik değişimler, gerek figürlerin lahit sahnelerinde yerleri gerek kronolojik veriler bakımından araştırmacılara büyük olanak sağlamıştır.

UNESCO’nun Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alan ve “İkinci Efes” olarak bilinen, tarihi M.Ö. 3000’li yıllara dayanan Aizanoi Antik Kenti’nde yapılan kazıda ele geçirilen yüksek kabartma tekniği ile yapılan Roma dönemine ait Amazonlar Lahdi,  Kütahya Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir. Aizanoi Antik Kenti, Kütahya’ya 57 km uzaklıkta yer almaktadır. 

Amazonlar Lahdi, 1990 yılında definecilerin kaçak kazısında bulunur, ardından yapılan kurtarma kazısıyla tamamen ortaya çıkarılır. Dünyada 20 tane amazon lahdi biliniyor; bu lahdin farkı ise bunların arasında en sağlam durumda olanıdır. Amazonlar  Lahdi, Aizanoi’de yöneticilik yapan ve antik kentin ileri gelen ailelerinden olan Cladiuslardan Sebenno ile Berekenike’ye aittir. Lahdin kapağında ismi bulunmaktadır.  M.S. 155-165 yıllarına tarihlenen ve Yunanlar ile Amazonlar arasındaki savaşı tasvir eden Torre-Nova tipindeki bu lahit, muhteşem işçiliği ile de dikkati çeker. 

Torre-Nova lahitlerde, lahde baktığınızda köşelerde payeler ( sütun işlevi gören taşıyıcı öğe) görülür ve lahdin üst sınırında birbirine küçük bir şeritle birleştirilir. Figürler bu çerçevenin içinde kalan düz alana yerleştirilir. Bu türdeki lahitlerin friz (enine uzayan süsleme) kuşakları daha çok mitolojik konuları içerir.

Oldukça başarılı bir işçiliğe sahip olan lahdin iki uzun yüzünde de yer alan bu kabartmada; tropaionlar (Bir savaşın sonunda galip tarafın, zaferi kutlamak için savaş alanına diktiği zafer anıtı), kalkanlar,  Yunan savaşçılar, atlı Amazonlar, yerde yatan ölü Amazon, solda  yere eğilmiş esir görülüyor. Amazonlar Lahdi’nin, kısa yüzlerinden birinde Yunan savaşçı, atlı Amazonlar, yerde yatan ölü Amazon varken diğer kısa yüzünde ise Hades Kapısı yer alır.

Hekatomnos Frizli Lahit

Hekatomnos Frizli Lahit, Muğla-Milas

Muğla’da ilk insan yerleşimlerinin pre-historik döneme kadar uzandığı tespit edilmiştir. Latmos dağlarındaki mağaralarda bulunan kaya resimlerine göre bölgedeki insan yaşamına dair izler, 8 bin yıl öncesine dayanmakta. Antik dünyaya ilişkin bilgiler ise meşhur Karia ve Likya medeniyetlerinin bıraktığı eserlerden elde edilmiştir. Antik çağda, Muğla sınırlarının büyük bölümü, Karia olarak adlandırılmıştır. Tarihçi Heredot’a göre Kar’lar Ege adalarından gelip bu bölgeye yerleşmiş ve bölgenin yerli halkı olan Luvi’ler ile kaynaşarak MÖ 1000 yıllarından itibaren Karialılığı oluşturmuşlar.

Kendilerini Anadolulu sayan Karialılar Halikarnassos (Bodrum) ve Knidos (Datça) gibi dünyaca ünlü koloni kentleri ile gittikçe zenginleşmiş. M.Ö. 6. yüzyılda Lidya egemenliğine giren Karia kentleri, M.Ö. 540’larda Perslerin bölgeye hakim olmasıyla birlikte yarı bağımlı, büyük ölçüde özerk satraplarca yönetilmiş. En ünlü Karia satrabı olan II. Mausolos’un eşi ve kızkardeşi II. Artemisia tarafından M.Ö. 350’de dünyanın yedi harikasından biri sayılan “Mausoleum” anıt mezarı yaptırılmış.

M.Ö. 334’te Büyük İskender tarafından ele geçirilen Karia Bölgesi Büyük İskender’in ölümünden sonra Selevkos ve Bergama krallığına kadar sürecek karanlık bir devir yaşamıştır. Karanlık dönemden sonra ise Bergama ve Roma egemenliğine giren Karia Bölgesi Anadolu Beylikleri dönemine kadar Bizans hakimiyetinde kalmıştır.

Anadolu, 1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra Selçuklu İmparatorluğu hakimiyetine girmiştir. Selçuklu döneminde bölgeye gelen Menteşe Kayılarının göçleriyle Türkleşen Muğla’yı, 1261-1451 yılları arasında Menteşeoğulları yönetmiştir. 1451’de ise Bodrum hariç Osmanlı hakimiyetine girmiştir. 15. yüzyılda Rodos Şövalyelerine üs olan Bodrum, Kanuni Sultan Süleyman’ın seferleri sonrasında Rodos ile birlikte Osmanlı sınırlarına dahil olmuştur. Osmanlı Döneminde Aydın Vilayetine bağlı bir sancak olan Muğla’nın yönetim biçimi, Cumhuriyetin ilanıyla birlikte il olarak değiştirilmiştir.

M.Ö 395 yıllarından sonra başlı başına bir satraplık haline getirilen Karialıların yerli bir sülalenin yönetimine bırakılmış. Pers İmparatorluğunun ele geçirdiği toprakları eyaletlere böler; her birinin başına bir nevi vali denebilecek satraplar getirirdi. Pers idaresi altındaki Karialıların en parlak dönemi Hekatomnidler zamanında başlamıştır. M.Ö. 387’de Hekatomnidler Sülalesi karşımıza çıkmaktadır. Sülalenin kurucusu Hyssaldomos’dur; ardından onu oğlu Hekatomnos izler.

Milas Uzunyuva’da 2010’da gerçekleştirilen kazı sonucu Kral Hekatomnos’a ait anıt mezar bulunur. Aslında anıt mezar bir soygun sonucunda ortaya çıkarılır. Hırsızların Hekatomnos’un mezarına ulaşıp mezarı yağmalamalarının ardından internette yaptıkları bir satış aracılığıyla haberdar olunur. Mermer üzerinde yapılmış resimli duvarları ve dört yanı kabartma heykellerden oluşan kompozisyonlarla süslenmiş lahitten oluşan bu mezar odası, in-situ (konulduğu yerde bulunan eser) halinde bugüne kadar ulaşmış ender mezar odalarındandır.

Anadolu’nun Geç Klasik Dönemi’ne ışık tutan  mezar odası, Mausolos’un babası Kral Hekatomnos’a aittir ve bugün geride pek bir şey kalmayan Halikarnas Mozolesi’nin, Milas’taki öncülü olduğu düşünülür. Hekatomnos’un ani ölümünden sonra oğlu Mausollos tarafından inşa edildiği, fakat başkentin Mylasa’dan Halikarnassos’a taşınmasıyla yarım kaldığı, üst yapısına hiç başlanmadığı öne sürülür. Hekatomnos’un mezar odasının keşfi sadece Milas için değil, tüm arkeoloji dünyası için büyük önem taşır ve bu mezar da leyleklerin mesken tuttuğu Milas’ın gerçekten kalbinde, Uzunyuva Kutsal Alanı’nın altında yer alır.

Menandros tarafından M.Ö 1. yüzyılda yaptırılmış korint biçimli Roma sütunu, üzerine bir leylek yuva yaptığı için yöre halkı tarafından Uzunyuva olarak adlandırılır.

Prof. Dr. Fahri Işık, “Hekatomnos Lahdi” makalesinde Uzunyuva Kutsal Alanı’nın, 2000’li yılların başına dek elinde taşıdığı çift taraflı baltayla bilinen Anadolu tanrısı Zeus Karios’a adanmış bir tapınak tabanı olarak düşünüldüğünden bahseder. Frank Rumscheid, Oxford’da sunduğu bir sempozyum bildirisinde buranın altında Karya satrap hanedanına ait bir yeraltı kral mezarının olabileceğinden söyler. Fahri Işık, Rumscheid’ın mezar anıtının Mausollos’un kendisi için yaptırdığı görüşüne karşı çıkar. Lahit üzerindeki kabartma resimlerden, akroterdeki (üzerine heykel oturtmak için yapılmış küçük kaide ya da küçük heykelcik) heykellerin mezar sahibi olarak Hekatomnos’u işaret ettiğini belirtir. 

Tapınak tipli bir Hekatomneion, görkemine erişemeden yarım bırakılmış anıtsal bir yapı için aslolan çekirdek, mezar odası, mükemmel işçiliğiyle ve özellikle tavanda sergilenen öncülüğüyle yaratıcı bir usta ürünüdür” diyen Fahri Işık, lahdin uzunluğuna yakın genişliğinin de lahdin karı-koca olarak iki kişi için hazırlanmış olabileceğini akıllara getirdiğini, lahit kapağının kolayca açılabilir şekilde tasarlanmasının da bu ihtimali güçlendirdiğini söyler. Mezar odası 2.90 metre boyunda, 2.28 metre eninde ve 1.54 metre yüksekliğinde bir lahdi barındırır.

Anıt Mezar ve Kutsal Alanı; Temenos Duvarı, Menandros Onur Sütunu, Podyum ve Mezardan (Taşıyıcı Oda, Mezar Odası, Lahit ve Dromos) oluşmaktadır. Antik dünyanın yedi harikasından biri sayılan Halikarnas Mozolesi’nden daha erken bir dönemde ve aynı boyutlarda yapılması yanında günümüze kadar ulaşabilmiş tek örnek olması bakımından da eşsiz bir değer taşır.

Lahitin ön cephesinde veda sahnesi, arka cephesinde av sahnesi, sağ yan cephesinde yine bir  veda sahnesi, sol yan cephede ise koltuklarında oturan ve ayakta duran figürler yer alır.  Hem  Pers  hem Yunan  etkisinde  yapılmış olan bu hanedan figürleri klasik çağın zirve yapan sanat  eserleri  arasında yer alır. Yapıt, hem mimari tasarımı hem de sanatın diğer önemli kolları olan heykeltıraşlık ve duvar resim sanatı açısından üst düzeydedir. Özellikle “Hekatomnos Frizli Lahdi” büyüklüğü, niteliği ve sahibinin öne çıkan kişiliğiyle Klasik ve Hellenistik Anadolu’da tek örnektir.

Lahitte, dönemin en önemli ustalarının çalışmış olması şüphesizdir. Hekatomnos Anıt Mezarı ve Kutsal Alanı 2012 yılında Unesco Dünya Mirası Geçici Listesinde yerini almıştır.

Genç Agrippina oğlu Neron'ya taç giydiriyor, Aphrodisias Sebasteion'undan kabartma, . Afrodisias Antik Kenti, Aydın

Genç Agrippina oğlu Neron’ya taç giydiriyor, Aphrodisias Sebasteion’undan kabartma, M.S. 54- 59 arasına tarihleniyor. Afrodisias Antik Kenti, Aydın

Aydın ili Karacasu ilçesi Geyre Beldesi sınırları içinde yer alan Afrodisias Antik Kentinin bulunmasını, Türkiye’de yaratıcı fotoğrafçılığın uluslararası alanda ün kazanmış en önemli temsilcisi olan ve 2018 yılında kaybettiğimiz Ara Güler’e borçluyuz.

Devir 1958. Adnan Menderes’in son zamanlarıydı. Aydın’da valiye gittim. “Adnan Menderes’in açılış yapacağı baraj var. Beni oraya gönder, açılışta resim çekeceğim” dedim. Şoför“Ben bi kestirme yol biliyorum, oradan gidelim”dedi. Kestirme yoldan giderken yolu kaybettik. Yolu kaybedince de nereye gitsek karşıma hep o büyük kayalar çıkıyordu. Güneş battı ve zifiri karanlık oldu. Gidiyoruz, gidiyoruz yine aynı kayalıklara geliyoruz. Kaybolduk! Baktım bir ışık var. Bir kahve, kahveye girdik, adamlar oyun oynuyor. Kahve lüks lambasıyla aydınlanıyordu. Biraz sonra gözüm ışığa alıştı, bir de baktım ki kahvede masa yok. Sütun başlıklarını masa yapmışlar ve üstünde domino oynuyorlar. Tarih ve bugün içi içe yaşamaktadır. Böyle acayip bir yer hayatımda görmedim. Harabe dediğin harabedir. Ama bu öyle değil, bu bambaşka. Bu, tarih içinde yaşayan bir şehir…Baktım ki taşların içinden suratlar bana bakıyor. Hemen aklıma röportajın adı geldi; Aphrodisias çığlığı…”

Ara Güler, şaşkınlık içinde bu güzelliklere baktıktan sonra köyün çeşitli yerlerinden onlarca fotoğraf çeker ve İstanbul’a döndükten sonra bu bölgeyi araştırmaya başlar. Fakat hiçbir bilgiye ulaşamaz. Kimsenin buradan haberi olmadığını fark eden Güler, çektiği fotoğrafları Times’a gönderir. Times yoluyla dünya basınına dağıtılan fotoğraflar bir anda büyük yankı uyandırır. Amerika’dan gelen arkeologlar Geyre’de araştırma yapmaya başladıklarında burasının Roma İmparatorluğu’na ait, tarihi M.Ö.500’li yıllar dayanan ve ismini tanrıça Afrodit’ten alan Aphrodisias Antik Kenti olduğu anlaşılır. 1961 yılında Prof. Dr. Kenan T. Erim’de Aphrodisias’a gelir ve hayran olur; ardından Aphrodisias’ı kazmaya başlar.

Afrodisias’taki ilk yerleşimler Geç Neolitik Çağ’a ( M.Ö.-8000 – 5500) kadar uzanır. Pekmeztepe kazılarında bu durum anlaşılır. Kente Romalılar hakim olunca kent güçlenerek büyük bir öneme sahip olur. Afrodisias, M.Ö. 39 yılında vergi muafiyeti özerklik gibi haklara kavuşur. Ancak birçok antik kent gibi bu şehirde depremlerden dolayı hasar görür. 7. yüzyıldan sonra tekrar inşa edilmeyerek, terk edildiği kayıtlara geçer.

Afrodisias’ın Hristiyanlığa geçişiyle birlikte ismi değişir ve Bizans döneminde Kayra olarak adlandırılır. Bu isimden hareketle bölgenin adı Geyre olarak kaldığı düşünülmektedir.

1987 yılında UNESCO’nun Dünya Kültür Miras listesine girmiş olan Aphrodisias Antik Kenti’ne ait buluntular Afrodisias Müzesi’nde sergilenir. Müze ile Ören yerinin iç içe olduğu ender müzelerdendir. Müzenin içinde bulunan; “Küçük Eserler Salonu” ören yeri içindeki Akropol Tepe ve Pekmez Tepe höyüklerinde yapılan kazılardan çıkartılan Prehistorik eserlerle, bu höyüklerden ve Afrodit Tapınağı çevresinden çıkarılan Lidya seramikleri, Arkaik, Klasik, Helenistik dönem eserleri sergilenmektedir. Bu salonda bir de ören yerinde yapılan kazılarda ele geçen Roma, Bizans ve Erken İslami devir eserleri sergilenmektedir.

Aphrodisias Müzesi, heykelller yönünden oldukça zengindir. Bölgede çıkarılan beyaz, mavi-gri mermerlerden yapılan eserler her salonda sergilenmektedir. Bu salonlar; İmparatorluk Salonu, Melpomene Salonu, Odeon Salonu, Camekanlı Teşhir Galerisi, Camekanlar, Penthesilia Salonu ve kente adını veren Tanrıça Aphrodite Salonu, ayrıca iç bahçe ve avluda kentte çıkan lahitler teşhir edilmektedir.

Aphrodisias Müzesi’nde bulunan bu mermer kabartmada anne Agrippina, oğlu imparator Neron’u defne çelengi ile taçlandırıyor. Elinde servet ve bereketin sembolü olan bir cornucopia ( içerisinden meyve, sebze, çiçek veya yemişlerin olduğu boynuz şekilli bir kap) taşımaktadır. Neron, Romalı bir komutanın zırh pelerinini giymekte; miğferi (taç giyme töreni için çıkarılmıştır) yan tarafta yerde durmaktadır. Sahne, Neron’un M.S. 54’te imparator oluşuna atıfta bulunur.

İmparator Neron’un antik Roma ve dünya tarihinde özel bir yeri vardır. Çöküşü, yıkımı ve sefahati bu kadar iyi özetleyen, çok az imparator vardır. M.S. 54 yılında henüz 16 yaşındayken tahta çıkan Neron, sonraki 14 yılında kaynakların yazdığına göre anne ve eş katili, sapık, tiran (siyasal gücü tek başına elinde tutan kimse) kundakçı özetle deliydi diyebiliriz. Hollywood’da kayıtsız kalmaz bu acımasız imparatora. Quo Vadis filminde imparator Neron, Peter Ustinov tarafından ölümsüzleştirilir.

Agrippina’nın babası, imparator Tiberius’un yeğeni ve evlatlık oğluydu. Annesi ise imparator Augustus’un en sevdiği torunuydu. Agrippina aynı zamanda tartışmalı İmparator Caligula’nın da kız kardeşiydi. 22 yaşındayken, daha sonra Neron olarak tanınacak Lucius Domitius Ahenobarbus isimli tek biyolojik çocuğunu doğurur. Eşi Ahenobarbus’un ölümünün ardından, çok beklemeden konsüllük yapan, varlıklı Crispus ile evlenir. Crispus M.S. 47 senesinde ölünce Agrippina son derece zengin biri olur. Bu durum, Agrippina’nın varis olarak adını söylettikten sonra eşini öldürdüğü dedikodularının çıkmasına neden olur.

Agrippina kardeşi Caligula’yı da öldürmek için bir suikast tertipler. Bu nedenle ve ahlaksızlıkla suçlanarak, Pontine Adalarına sürülür. Bir sene sonra, Caligula’nın suikaste uğraması, Agrippina’nın baba tarafından kuzeni Claudius’un imparator olmasıyla, affedilir ve Roma’ya döner. Ardından Claudius ve Agrippina M.S. 49 senesinde evlenirler. Agrippina, oğlu Neron’nun Claudius’un en küçük kızı Octavia ile evlenmesini kendi evliliğinin bir şartı haline de getirir. Bir sonraki adımı ise imparatorun onu evlatlık oğlu olarak kabul etmesiydi. Claudius’un sağlığı genel olarak zayıf olsa da; M.S. 54 senesinde ölümü sonrası Agrippina yine suçlanır ve tahtı Neron’a devretme taahhüdünü iptal etmemesini sağlamak için onu zehirlediği iddia edilir.

Claudius’un ölümünün ardından, Agrippina elini çabuk tutar; 16 yaşındaki oğlu Neron’u Roma İmparatoru yapmak için elinden geleni yapar. Yalnızca üç saat içinde, genç Neron ordu ve Senato tarafından imparator olarak selamlanır. Sonrasında, Agrippina kendini hızla imparatorun koruyucusu ve tahtın arkasındaki gerçek güç olarak kabul ettirir. Onun olağanüstü etkisi, imparatorun ve annesinin portrelerinin ön yüzünde yer aldığı sikkelerde açıkça görülmektedir ki;  bu daha önce benzeri görülmemiş bir harekettir. 

İmparator Neron’un annesi Agrippina’yla ensest bir ilişki yaşadıklarını yazar o dönem kaynakları. Bu durum Roma’da skandal yaratır, dedikodulara neden olur. Neron bununla da kalmaz, annesine tıpatıp benzeyen bir metreste tutar. Ancak Agrippina’nın iktidarı uzun sürmez; zorba annesinden bıkan Neron, annesinin adamlarını İmparatorluğun kilit pozisyonlardan uzaklaştırır. Neron’nun danışmanları Seneca ve Burrus, Agrippina tarafından atanmışlardı; artık yeni bir güce sahiptiler ve bunu Agrippina’yı dışlamak için kullanırlar. Anne ve oğul arasında gerilim, Neron, kayınbiraderi Britannicus’u öldürdüğünde daha da belirgin hale gelir. Neron ardından annesi Agrippina’yı sarayından atar. Neron, annesini bir tekne kazasında öldürmek istese de başarılı olamaz. Annesinin sığındığı malikâneye suikastçıları göndererek, M.S. 59 senesinde Agrippina’yı öldürtür. Agrippina herhangi bir cenaze ile onurlandırılmaz. İmparator ve danışmanları, bu durumu örtbas etmek için kadın düşmanlığı ile kaplı bir hikâye uydurup, Agrippina’ya çok sayıda suç isnat ederler.

Annesi Agrippina, kötü şöhretli imparatorun tek kurbanı değildi. Eğer kaynaklara inanacak olursak, Neron kayınbiraderi ve potansiyel rakibi Britannicus’un öldürülmesinden de sorumluydu. Tarihçiler ayrıca her iki karısının ölümünden de Neron’u sorumlu tutar. Ancak, bilgi eksikliği nedeniyle doğruluğu şüphelidir. Britannicus, babası İmparator Claudius’u da rahatsız eden bir hastalığın kurbanı olmuş olabilir. Britannicus’un kız kardeşi ve Neron’un karısı Claudia Octavia’ya gelince, onun ölümü de başarısız saray komplosundan kaynaklanmış olabilir. Ne de olsa Octavia, kayınvalidesi Agrippina’nın tarafını tutmuştu.

İkinci karısı Poppaea Sabina’nın ölümünün nedeni olarakta Neron gösterilir. İkinci çocuklarına hamileyken karnına tekme attığı ve kısa bir süre sonra öldüğü söylenir. Ancak Neron’un, Poppaea’yı çok sevdiğini unutmamak gerek. Öyle ki iddialara göre imparator, Poppaea ile evlenebilmek için ilk eşi Octavia’nın ölüm emrini vermiştir. Octavia’nın ölümünü Neron’da değil de, ilk karısının kıskançlığında aramak mümkündür. Antik çağın kötü şöhretli tarihçisi ve biyografi yazarı Suetonius, Poppaea’nın karnına aldığı darbenin, çiftin kavgaları sırasında olabileceğini öne sürer. Ancak başka bir seçenek daha bulunur. Hamileliğinin ileri bir aşamasında olan Poppaea doğum sırasında ölmüş olabilir ki; o dönemlerde kadınlar için yaygın bir ölüm nedenidir. Poppaea öldükten sonra sadece devlet töreni yapılmaz, mumyalanır ve tanrılaştırılır. Katil bir kocadan böyle bir bağlılık beklenemezdi sanki.

Antik çağın en ünlü hikayelerinden biridir. Roma büyük bir yangınla alev alev yanarken, imparator Neron kemanını çalarak bu manzaranın tadını çıkarıyordu. “Nero Burning ROM” adlı bilgisayar yazılımı, bu acımasız imparator ve yangından adını alır. Ancak burada düzeltilmesi gereken bir durum var; keman 1600’lü yılların başına kadar icat edilmemişti dolayısıyla Neron’un bu enstrümanı çalmasına imkan yoktu.

Aslında Neron Roma’yı ateşe vermemiştir. M.S. 18 Temmuz 64’te Büyük Roma Yangını patlak verdiğinde, Neron Roma’dan 30 mil uzaklıktaki Anzio’daki imparatorluk villasında dinleniyordu. Haberci felaket haberini getirdiğinde hemen başkente geri döner. Orada kurtarma çalışmalarını bizzat yönetir ve kurbanlara yardım eder. Senatör, tarihçi olan Tacitus’a göre Neron, Campus Martius’u (Roma’da büyük meydan) ve lüks bahçelerini evsizlere açar; yangın mağdurları için geçici barınaklar inşa ettirir. Roma halkı için düşük fiyatlarla yiyecek temin eder. Ancak yangının ilerlemesini durdurmaya yardımcı olmak için binaları yıktırır ve tekrar eden felaketleri önlemek için daha sıkı bina yönetmelikleri çıkarır.

Tüm bunlara rağmen Roma’nın yok olmasını engelleyemez. Sonunda, 14 şehir bölgesinden 10’u harabeye döner ve üçü tamamen yok olur. Yıkımın büyüklüğü ve yangından hemen sonra inşa edilen Neron’un görkemli sarayı Domus Aurea’nın görüntüsü, söylentiyi körükler. Felaketten kısa bir süre sonra imparator, yeni büyük sarayı Domus Aurea için iddialı bir inşaat programına başlar. Neron projeyi öylesine büyük bir şevkle ele alır ki, birçok Romalı kısa süre sonra yangını onun çıkardığını sorgulamaya başlar. İmparatorun bu sevinci onun suçluluğunun en önemli kanıtı olarak görülür. Dahası, Neron’un geniş çaplı bir isyanı önlemek için günah keçisi olarak kullandığı Hıristiyanlara yönelik zulümleri, imparatoru bir kundakçı olarak daha da sağlamlaştırır ve onu acımasız biri haline getirir.

Domus Aurea (Altın Ev) diğerlerine benzemeyen bir saray kompleksiydi. Muhtemelen Romalıların o güne kadar inşa ettiği en gösterişli yapıydı. Üç yüz odasından bazıları altınla kaplıydı ve değerli taşlar, fildişi tavanlar ve parfüm yayan özel cihazlarla süslenmişti. Bu gösterişli komplekste çok sayıda havuz ve fıskiye, özenle hazırlanmış bahçeler ve büyük bir yapay göl bulunuyordu. En önemli özelliği, tavanından paneller açılarak akşam yemeği misafirlerine hediyeler yağdırılan dairesel döner yemek odasıydı.  Ancak Altın Saray, Neron’nun Senato’ya doğrudan bir meydan okuması, Helenistik krallıkları örnek alan mutlakiyetçi bir yönetim kurma girişimi de olabilir.

Senato Neron’dan nefret ederken, Roma halkı arasında ve ötesinde eyaletlerde büyük bir popülariteye sahipti. Örneğin Neron, Olimpiyat oyunları da dahil olmak üzere çeşitli etkinliklere katıldığı Yunanistan’da büyük bir popülariteye sahipti (şaşırtıcı olmayan bir şekilde, tüm yarışmaları kazandı). Neron aynı zamanda eski Romalıların en sevdiği eğlencelerden biri olan savaş arabası yarışlarının da büyük bir hayranıydı. İmparatorun Helenistik eğitimi, tiyatroya ve sanata olan sevgisini teşvik etti. Yarışmalara katılması onu halka daha da sevdirdi. Neron ayrıca vergi ve para reformlarını da yürürlüğe koydu; bunlar zenginler arasında popüler olmasa da, geniş halk kitleleri tarafından memnuniyetle karşılandı. İmparator, anıtsal saray kompleksinin yanı sıra, halkın kullanımı için yeni bir pazar yeri ve en önemlisi, sıradan vatandaşlar için devasa bir hamam kompleksi de dahil olmak üzere çeşitli yapılar inşa ettirdi.

M.S. 68 yılında bir askerî darbe ile devrilen Neron, Roma Senatosu’nun idam tehdidi altında, katibi Epaphroditos’un yardımıyla kendini öldürmek zorunda kalır.

Kaynak
Halikarnassos Tarihi ve SikkeleriBodrum Kentsel Sit ve HalikarnassosAnadolu’nun Kültürel Mirası Mozaikler ve TurizmHierapolis Mezar TipleriLaodikeia Ören YeriLaodikeia Nekropolleri ve Mezar TipleriKütahya: Tarihin, Sıcak Suların ve “Ateşte Açan Çiçeklerin” Kenti  Kütahya, Zafer Kalkınma AjansıHaleplibahçe Amazon Kraliçeleri Mozaiği: Antioch, Sephhoris, Ouled, Apamea Mozaikleriyle İkonografik İlişkisiLapham’s Quarterlt, Making an Ancient Roman MurdererAra Güler’in Gözünden Tüm Ayrıntılarıyla Aphrodisias 1958The Collector, 5 Myths About Emperor Nero You Need to Stop BelievingHekatomnos’un Anıt Mezarı ve Kutsal Alanı, Milas, Tarihin İzindenYüzyılın Buluşu: Milas Uzunyuva Anıt Mezarı Ve Müze KompleksiHekatomnos’un Anıt Mezarı: Bir Kralın Mezarında
Uzunyuva Hekatomneıon In Mylasa


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir