Birçok sanatçının farklı ve sıra dışı bir yaşam sürdüğü söylenir. Elizabeth Lunday Büyük Sanatçıların Gizli Hayatları kitabında birçok sanatçı hakkında bilinmeyenleri kaleme aldı. Biz de en çarpıcı olanları derledik.
Elizabeth Lunday kitabın girişinde “Ancak kesin olan birşey var: Sanata asla aynı şekilde bakamayacaksınız. Bir sonraki müze ziyaretinde, eserleri galerileri dolduran şöhretli ressamların dedikodularıyla arkadaşlarınızı eğlendirecek ve tur rehberlerinizi kızdıracaksınız. Michelangelo’nun nüleri, Monet’in nilüferleri ve Warhol’un Marilyn’leri hakkında yeni bir perspektif edineceksiniz, gösteriş taslanan kokteyl partisi sohbetlerine hemencecik zekice bir alıntıyla katkıda bulunacak ya da sıkıcı bir dönem ödevine rezil bir anektod ekleyeceksiniz.” diyor. Kitap Mario Zucca imzalı illüstrasyonlar, Sevin Okyay çevirisi ile yayınlandı.
1. Henri Matisse (1869 – 1954) hukuk stajyeri olarak çalışmaktan o kadar sıkılmıştı ki, penceresinin önünden geçenlere bezelye fırlatma çubuğu ile çiğneyip top haline getirilmiş kağıtları fırlatıyordu.
Henri Matisse – The Dessert: Harmony in Red, 1908
2. Johannes Vermeer’in (1632 – 1675) resimlerindeki kadınların hamile görünmesine şaşmamak gerek, karısı ona hemen hemen yirmi yılda on iki çocuk doğurmuştu ve hamile olmadığı zamanlar enderdi.
Johannes Vermeer – Milkmaid, 1658
3. Rembrandt Harmenszoon van Rijn (1606 – 1669) ölen karısı Saskia’nın hatırasına sadık kalmıştır ama önce ev işlerini yapan Geertje Dircx ile ve birkaç yıl içinde sevgili olsalarda , bir süre sonra yeni hizmetçisi Hendrickje Stoffels ile beraber olur. Hamile Hendrickje, günah içinde yaşama gerekçesiyle kilise meclisinin önüne sürüklenirken, o da Geertje’den ayrılır. Rembrandt en çok otoportresini yapan ressamdır. 80’den fazla resmini ve gravürünü yaptı. Saçı uzun, kısa, genç, yaşlı birçok otoportresi vardır.
Rembrandt Harmenszoon van Rijn – Self Portrait With Saskia, 1635
4. Frida Kahlo’nun (1907 – 1954) Diego Rivera’ya hayranlığına herkes şaşırıyordu. Hatta onun koca göbekli, pis, korkunç olduğunu söyleyen arkadaşına “Diego öyle kibar, müşfik ve tatlı ki. Ben onu yıkar, temizlerim” der. Diego Rivera’nın yıkanmak için genellikle teşvike ihtiyacı olurdu, çünkü yıkanmayı sevmezdi. Bu nedenle Kahlo, 136 kiloluk eşinin sırtını çocuk oyuncaklarıyla doldurulmuş bir küvette sabunlamayı alışkanlık haline getirmişti.
Frida Kahlo – Me And My Parrots, 1941
5. Édouard Manet’in (1832 – 1883) evliliği onun güzel kadınlara bakmasını hiç engellemedi. Bir gün bir Paris sokağında, eşi Suzanne’nin yakında oturduğunun farkında olmadan, genç ve güzel bir kadının peşine düşmüştü. Karısının onu gördüğünü anlayınca yanına gitti ve büyük bir soğukkanlılıkla ”Onu sen sandım” dedi.
Madame Manet (Suzanne Leenhoff, 1830–1906) at Bellevue
6. Salvador Dali (1904 – 1989), Londra’daki bir konferansa iki Rus kurt köpeği eşliğinde, eski moda bir dalgıç giysisiyle gider ve üzerine Mercedes radyatör başlığı konulmuş bir kask takar. Konuşmaya çalışır ama kaskına oksijen gitmedikçe soluk alamadığını fark eder. Dinleyiciler bunu bir oyun zanneder. Sonunda iki arkadaşı ve bir sahne görevlisi ingiliz anahtarıyla Dali’yi kasktan kurtarır.
Salvador Dali, La Persistencia De La Memoria (Belleğin Azmi), 1931
7. Michelangelo Buonarroti (1475 – 1564), Sistine Şapeli’nin fresklerini yaparken yanında çalışan asistanların çoğu tavanın yapılmasının sürdüğü yaklaşık dört yıllık sürede işten ayrılırlar. Michelangelo, banyo yapmanın sağlığa zararlı olduğunu düşünüyordu, bu nedenle öyle itici bir kokusu vardı ki kimse uzun süre yanında çalışmıyordu. Michelangelo için çıplak erkek bedeninden daha büyük bir sanatsal güzellik yoktu. Kadın model kullanmaktan hoşlanmamak bir yana, hayatında hiç çıplak kadın görmediği de konuşulanlar arasında. Michelangelo hiç evlenmemişti, kadınlarla nadir ilişkileri de platonikti. Ömrü uzattığı gerekçesiyle cinsel perhizi savunuyordu.
Michelangelo – Sistine Chapel Ceiling, Libyan Sibyl, 1510
8. Vincent Van Gogh (1853 – 1890) bir felaketten diğerine sendeleyerek giden meslek yaşamı boyunca sadece bir resim sattı, sonunda intihar etti. Aşırı bunalımlı, hastalıklı dönemlerinde tüpten boya yiyordu.
Vincent Van Gogh – The Starry Night, 1888
9. Edvard Munch’un (1863 – 1944) hayatı küçüklüğünden itibaren acılarla geçmiştir. Bazen geceleri sıçrayarak uyanır, öldüğünü sanır ve “Cehennemde miyim?” diye sorardı. O meşhur Çığlık tablosunda gökyüzünün kırmızılığını, Avrupa’nın her yanını toza bulayan Krakatoa Yanardağı’nın patlamasına bağlayanlar var. 1883’teki patlamayla ilgilendiği, günlüklerinde de görülür. Yani kırmızı gökyüzü, sadece sanatsal bir buluş olmayabilir. Yabancıların onu izlemekte olan gizli polisler olduğuna inanmaya başlamıştı. Son yıllarında kız kardeşi Laura’yı pençesine alan deliliğe doğru gittiğini hissediyordu.
Edvard Munch – Girls On The Bridge, 1902
10. Pablo Picasso’nun (1881 – 1973) hayatına girip çıkan ve mahvolan kadınlardan biri olan Dora Maar, “Sanatçı olarak olağanüstüsün ama ahlaktan söz ediyorsak beş para etmezsin” demişti. Picasso’nun kadınlarla ilişkisi üzerine hikaye de, dedikodu da bol. Bir yandan çok pasaklı olduğu da biliniyor. Evleri her daim makbuzlar, kağıt yığınları, boy boy tuvaller, boş şişeler ve hatta ekmek kabuklarıyla doluydu. Kendisine küçük patikalar açarak bu yığının içinde yaşardı. Köpekler, kediler, fareler ve de bir maymun evinin olmazsa olmazlarındandı.
Pablo Picasso – Child With A Dove, 1901
11. Edward Hopper (1882 – 1967) Amerikan gerçekçiliğinin akla ilk gelen isimlerindendi. Karısıyla tuhaf bir ilişkisi vardı. Hopper’ın boyu 1.95, oyuncu karısı Jo’nunki 1.52’ydi. Jo, kocasının hesaplarını tutmasının dışında, modellik de yapıyordu. Aralarındaki bir zıtlık da, bir tarafın normalden fazla konuşmasına karşın, öbür tarafın olağandışı sessizliğiydi. Daimi çatışma konuları Jo’nun ressamlığı ve şoförlüğüydü. Öfke krizlerinde Hopper’ın taş gibi sessiz kalışı, Jo’yu daha da delirtince üzerine saldırırdı. Hopper karısını dövmezdi, basbayağı dövüşürlerdi. Hatta Jo, boyunun kısalığını ısırarak avantaja dönüştürürdü. Kocasının yeterince ilgilenmeyişini protesto olarak iki günlük açlık grevi yapmışlığı da var.
Edward Hopper – Automat, 1927
12. Paul Cézanne (1839 – 1906) kendisine dokunulmasından hiç hoşlanmayan biriydi. Kimseyle tokalaşmaz, fiziksel temastan olabildiğince kaçardı. Arkadaşı ressam Émile Bernard’la bir tepede yaptıkları yürüyüş sırasında tökezleyince, aşağı yuvarlanmasını arkadaşının onu kolundan tutması engellemişti. Ama ayağa kalkar kalkmaz derhal “Kimsenin bana dokunmasına izin veremem” diyerek kurtarıcısını bırakıp gitti. Başka bir şekilde özür dilemiş daha sonra.
Paul Cézanne – Pierrot and Harlequin, 1888
13. Michelangelo Merisi da Caravaggio (1571 – 1610) halktan olanların kılıç taşıma yasağına karşın sürekli silahlı dolaşır, kendini kavgadan kurtaramazdı. Ciddi bir öfke kontrolü sorunu vardı. Roma polisindeki sabıka kaydı bayağı uzundu. Bunun sanatına yansımaması imkansız. Kafası kesik ya da kesilmek üzere insanları resmettiği en az 12 eseri var. Caravaggio bir resmi için işçilere bir süre önce gömülmüş bir cesedi tutarak kendisine poz vermelerini ister. İşçiler kokuya dayanamayınca cesedi bıraktıkları zaman ressam hançerini çeker ve onlardan gene önceki gibi durmalarını ister.
Michelangelo Merisi da Caravaggi – The Taking Of Christ, 1602
14. Henri Rousseau (1844 – 1910) etkileyici, naif bir primitif ressam olarak bilinmekle birlikte, sicilinde hırsızlık ve banka dolandırmak da var.
Henri Rousseau – Il Sogno, 1910
15. Sandro Botticelli’nin (1445 – 1510) yeni komşusunun evinde, ressamın çalışmasını engelleyecek kadar gürültü çıkaran dokuma tezgahları vardı. Şikayeti üzerine insanların evlerinde istediklerini yapabileceği cümlesini duyan Botticelli, kendi evinin üzerine, tam komşusunun tavanına nişan almış dev bir kaya yerleştirdi. Bir daha gürültü gelirse kayayı çatıdan aşağı salacaktı. Tabii ki bu durum karşısında komşusu tezgahları kaldırır.
Sandro Botticelli – Primavera, Allegory of Spring, 1482
16. Leonardo da Vinci (1452 – 1519), her zaman aklı başka yerde olan, dikkat yoksunu bir ressamdı. Bir işe ilgisini çok çabuk kaybedip, bir projeden diğerine atlardı, çoğunu da bitiremezdi. Da Vinci’nin oyalanması onunla çalışan herkesi sinirlendirirdi. Hatta Son Akşam Yemeği’nde, Santa Maria delle Grazie başrahibi, Milano Dükü’ne işin çok uzun sürdüğüne dair şikayette bulundu. Leonardo ise Yehuda’ya uyacak kadar kötücül bir yüz bulmaya çalıştığını, ama kusursuz modeli bulamazsa kendisini şikayet eden başrahibin başını kullanacağını söyledi.
Leonardo da Vinci – The Madonna Of The Carnation, 1480