Eylül 1955 günü saat 13.00’te Devlet Radyosu, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve yapılan bombalı bir saldırı haberini duyurdu ve bu haber öğleden sonra İstanbul Ekspres Gazetesi’nin iki ayrı baskısıyla yayıldı. Aynı günün öğleden sonrasının geç saatlerinde, çeşitli öğrenci birliklerinin ve Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin (KTC) çağrısı doğrultusunda, Taksim Meydanı’nda bir protesto mitingi düzenlendi.
Bu mitingin ardından, bazı gruplar İstiklal Caddesi’nde bulunan gayrimüslimlere ait işyerlerinin camlarını taşlamaya başladılar. Kısa sürede Taksim civarındaki gayrimüslimlerin geleneksel ikamet ve iş çevresi olarak bilinen Beyoğlu, Kurtuluş, Şişli, Nişantaşı gibi bölgeler, çeşitli araç gereçlerle donanmış olarak gelen, iş yerlerini, evleri, okulları, kiliseleri ve mezarlıkları tahrip eden insan yığınlarının akınına uğradı. Aynı biçimde, İstanbul’un Eminönü, Fatih, Eyüp, Bakırköy, Yeşilköy, Ortaköy, Arnavutköy, Bebek gibi daha uzak semtlerinde, kentin Asya kıtasında yer alan Moda, Kadıköy, Kuzguncuk, Çengelköy gibi semtlerde ve hatta Adalar’da şiddet olayları meydana geldi. Bu saldırılara aşağı yukarı 100 bin kişinin katıldığı düşünülmektedir. Ancak olaylarda galeyan halindeki toplumun hedefi sadece Rum azınlık olmamış, aynı zamanda gayrimüslim diğer azınlıklar da yaşananlardan pay almıştır.
1975 yılında Türkiye’den ayrılarak Yunanistan’da yaşamaya başlamış, orada Yeditepe Gazetesi’nin sahibi ve başyazarı olan Mihalis Vassiliadis olayların başlangıcını şöyle anlatır: “O zaman 15 yaşındaydım ve Tahtakale’de Rızapaşa 19 numarada bir tanıdığımızın yanında çalışıyordum. O dönem dükkanların yüzde ellisi gayrimüslimlere ait idi. Saat ikiye doğru daha Selanik’teki bomba haberi duyulmadan evvel ortalık yavaş yavaş karışmaya başlamıştı. Türk dükkan sahipleri yanımıza gelip bize şöyle diyorlardı: ‘Dükkanlarınızı hemen kapatıp eve gitseniz iyi olur.’ Saat beşe doğru gayrimüslimlere ait tüm dükkanlar kapanmıştı. Tahtakale’de inanılmaz bir kalabalık birikmişti. Ne araba, ne otobüs, ne de tramvay geçebiliyordu. Eminönü’nde küçük gruplar halinde adamlar bekliyordu. Bankalar Caddesi’nde durum aynı idi. Karaköy ve Kuledibi’nde yine grup grup bekleşen adamlara rastladım. Taksim Meydanı ise artık iğne atsan yere düşmeyecek hale gelmişti. O sıra İstanbul Ekspres gazetesi çıktı. Beklenen haber gelmişti. Birden ortalık karıştı, sesler yükseldi. Saldırılar artık başlayabilirdi.”
Göstericiler, halkı tahrik etmek için ya Kıbrıs sorununu kullanıyor ya da halk arasında mevcut olan gayrimüslim antipatisini körüklüyordu. Bunun yanında, kahvehanelerde oturan erkeklerin doğrudan saldırılara katılması talep ediliyordu. Yervant Gobelyan şöyle diyor: “Beyoğlu’nda sabaha kadar açık olan bir kahve vardı. Oraya genelde belediye otobüslerinin şoförleri ve biletçileri giderdi. Orada vardiya zamanlarını beklerlerdi. O akşam birisi içeri daldı ve onlara bağırdı: ‘Siz ne biçim Türksünüz! Tüm halk ayaklandı siz daha hala oturmuş burada kart oynuyorsunuz.’ Hemen birçok kişi kalktı ve saldırganların arasına karıştı.”
Hatta, yayalar ve izleyiciler, doğrudan hitap edilerek harekete geçirilmeye çalışılıyordu. Grup önderlerinin görevi, her şeyden önce, tahrip edilecek nesneleri keşfetmekti. Bunu yapmak için çeşitli yöntemlerden yararlanıyorlardı. Bir kısmında, gayrimüslimlerin ev ve işyerlerinin adreslerinin yazılı olduğu listeler bulunuyordu. Suphi B şöyle diyor: “Bir Rum arkadaşımın dükkanının önünde elimde bir Türk bayrağı ile nöbet tutuyordum. Ellerinde bir listeyle geldiler. Onlara bu dükkanın bir Türk’e ait olduğunu söyledim. O bunun imkansız olduğunu, çünkü ismin listede olduğunu belirti. Ben de o zaman listede bir hata olmuştur dedim. Ellerindeki listelerde tüm cadde isimleri ve ev numaraları vardı. Kendi aralarında sürekli birbirlerine talimat veriyorlardı. Bu ev bir Rumun, şu Ermeninin, bu dükkanı yağmalayın, şu eve girin diye.”
Daha uzak semtlerde yaşayan gayrimüslimlerin ev ve işyerleri bile, adresler sayesinde kolayca bulunabiliyordu. Tarihi Yarımada’da özellikle Eminönü’nde, bu yöntemle, kapısında isim ya da numara olmayan büyük binaların dördüncü, beşinci katlarındaki Rumlara ait eşya depolarına dahi zarar verilebildi. Olayların başlamasından birkaç hafta önce ilgili mahallelerin muhtarlarından ev ve işyerlerinin adresleri istenmişti. Fransız Konsolosluğu’nun bir raporuna göre, daha 2. Dünya Savaşı sırasında, özel bir birlik tarafından, herhangi bir çatışma durumunda daha kolay nötralize edilmelerini sağlamak amacıyla, gayrimüslim azınlıkların adresleri kaydedilmişti, ayaklanmalar sırasında bu bilgilerin kullanılmış olması olasılığı düşünülüyor. Ayaklanmalardan kısa bir süre önce, gece bekçileri bazı sakinlerden duvarlardaki ev ve işyeri numaralarını belirginleştirmelerini istedi. Yine gayrimüslimlere ait bazı ev ve işyerleri ise, bir haç figürü, GMR (Gayrimüslim Rum) gibi kısaltmalar ya da Türk değil, Türk gibi tanımlamalarla işaretlendi.
Müslüman halk ise ev ve dükkanlarına Türk bayrakları asarak ve tüm ışıklarını yakarak, kendi mülklerini korumaya çalışıyordu. Yalnızca bazı istisnai durumlarda hedef oluyorlardı. Türk bayrağını ya da haftalardır dağıtılmakta olan Kıbrıs’ın Türk olduğunu gösteren haritayı zamanında gösterebildiklerinde veya duvara Kıbrıs Türktür yazdıklarında, kendilerini kurtarabiliyorlardı. Bazen de trajikomik yöntemlere başvurulabiliyordu. Tünel’de Cevat Bey’e ait bir kumaş dükkanı bulunur; onun işyeri yağmalamaya başlayınca, adam hemen pantolonunu aşağı indirir ve sünnetli olduğunu gösterir, bu şekilde adamları durdurmaya çalışır.
Kentin her yerinde yağmalar aynı yöntemle gerçekleştirilmişti. Dükkanlar söz konusu olduğunda saldırganlar önce vitrinleri taşlayarak parçalıyor ya da vitrinlerin önündeki demir parmaklıkları kaynak makineleri veya tel makasları yardımıyla açıyordu. Sonrasında, saldırılan yer küçük bir imalathaneyse alet ve makineler ya içeride ya da dışarı çıkartılarak sokağın ortasında paramparça ediliyordu. Saldırıların başlamasından kısa bir süre sonra, İstanbul’un caddeleri dükkanlardan çıkarılan çeşitli eşyalarla dolmuştu. Özellikle Galatasaray’la Tünel arasındaki caddeler tamamen kumaş artıkları ve kürk parçalarıyla doluydu. Caddelerde buzdolapları, elektrikli süpürgeler, pastalar, şekerler, kumaş topları, gömlekler, kravatlar ve bir manavın artıkları vardı.
Özellikle apartmanlara ve evlere yönelik saldırılar, gayrimüslimler arasında büyük korku ve paniğe yol açmıştı. Evlerin önce camlarına taş atılıyor, sonra giriş kapıları baltalar ve demir çubuklarla kırılıyor, sonrasında ise evin içinde ne varsa gerekli aletlerle parçalanıyor ya da camdan dışarıya atılıyordu. Kiliseler de saldırılardan payını almıştı. Kiliselerin içindeki kutsal resimler, haçlar, ikonalar ve diğer kutsal eşyalar tahrip edildiği ve yakıldığı gibi, bazen kilisenin tamamı ateşe verilmişti.
Polis memurları, sadece Taksim’deki milliyetçi gösteri esnasında harekete duydukları sempatiyi göstermekle kalmamış, sonrasında kamu düzeni bozulduğunda ve şiddet olayları meydana geldiğinde de pasif bir tutum takınmışlardır. Bu tutumu yalnızca kalabalık halk kitleleri karşısında değil, sayıca küçük, ancak kararlı gruplarla karşı karşıya kaldıklarında da göstermişlerdir. İstanbul’un bazı semtlerinde, güvenlik güçleri, şiddet olaylarına tanıklık etmiş olmalarına rağmen karakolları terk etmemişler. Örneğin, Samatya Karakolu’nun komiseri ve polis memurları kendilerini karakola kilitleyerek, ancak ertesi günün erken saatlerinde tekrar dışarı çıkmışlar.
Rum, Yahudi ve Ermenilere yönelik saldırılar sırasında Müslüman komşuları, gayrimüslimleri korumaya çalışmışlardır. Saldırganlar bedensel zarar vermemeleri için talimat aldıklarından, küçük çaplı direnmeler bile şiddet olaylarını engelleyebilmişti.
Atatürk’ün doğduğu eve saldırıda bulunulduğu haberi, İzmir’de de yerel bir gazete tarafından yayıldı. Gece Postası 06.09.1955 günkü baskısında şu manşetle çıktı: “Madem Yunanlılar Türk Konsolosluğu’nu bombaladı, öyleyse onların bayrağı da artık Konak Meydanı’nda dalgalanmamalı. Gerçekten de aynı akşam, uluslararası fuar nedeniyle Konak Meydanı’na çekilmiş olan Yunan bayrağı, bir saldırının hedefi oldu. Gençlerden oluşan bir grup, bayrağı “Kıbrıs Türktür! Gâvurlara ölüm!” nidalarıyla indirip yaktılar. Tıpkı İstanbul’da olduğu gibi İzmir’in Alsancak, Bornova ve Buca semtlerinde Rumlara ait ev ve işyerleri de saldırı ve yağmalamanın hedefi olmuştu.”
Ankara’da ağırlıklı olarak yalnızca öğrenci protestoları gerçekleşmiş, ancak şiddet olayları meydana gelmemiştir. Bunun en önemli nedenlerinden biri, Ankara’daki gayrimüslim nüfus oranının çok düşük olmasıdır. 6 Eylül akşamı trenle Ankara’ya doğru hareket etmek üzere İstanbul’dan ayrılan cumhurbaşkanı Celal Bayar, hükümet üyelerinin birçoğu ve Başbakan Adnan Menderes ayaklanmaların boyutu konusunda bilgilendirilmişlerdi. Derhal geriye dönüp, örfi idare ilan ettiler ve birlik komutanlarına, silah kullanarak sükûnet ve düzeni sağlamalarını emrettiler. 1. Ordu Komutanı Vedat Garan Paşa, ikinci bir Mustafa Muğlalı olmak istemediği için bu ateş emrini reddetti. 6 Eylül akşamının son saatlerinde devreye sokulan birlikler şiddet olaylarını kontrol altına alabildiler; ancak, huzursuzluklar sonraki gün ve haftalarda, bölgesel düzeyde yeniden alevlendi.
İçişleri Bakanı Namık Gedik, emniyetin başarısızlığı nedeniyle istifa etti ve yerine geçici olarak Savunma Bakanı Ethem Menderes atandı. Bakan Fuat Köprülü, vekaleten Savunma Bakanlığı görevini üstlendi. Aynı nedenlere dayanarak, Milli Emniyet Hizmetleri şefi (MAH), İzmir Valisi, İzmir’de bulunan birliklerin komutanı, İstanbul Emniyet Müdürü ve üç general, iktidar tarafından görevden alındı. Milli Emniyet şefliğine Kemal Aygün atandı. Bunların dışında, yerel düzeyde bir dizi memurun, çıkan huzursuzluk ve bunlarla yeterince mücadele edilmemesinden sorumlu oldukları gerekçesiyle görev yerleri değiştirildi.
Yaralılarla ilgili verilen rakamlar, 300 ile 600 arasında değişmektedir ve bu rakamlar yalnızca mağdurları değil, yaralanan suçluları da kapsamaktadır. Tahrip aşamasında, saldırganların bir kısmı yanlarında ilkyardım malzemeleri bulundurmuştur. Ellerinde tentürdiyot şişeleri ile halkın arasına karışan kişiler, yaralı olup olmadığını sormuş, arabalar sadece yaralı göstericileri hastaneye götürmüştür. Yaralı ve ölü sayısının genel tahribatın büyüklüğüyle karşılaştırıldığında görece düşük olması, bedensel saldırılardan kaçınılması yönünde bir talimatın varolmasına dayandırılabilir.
Evlerde, özellikle Rum kadınlara tecavüz edilmiştir. Balıklı Hastanesi başhekiminin ifadesine göre, hastanede 60 kadın tecavüz nedeniyle tedavi görmüştür. Çok sayıda kadının bu durumu gizlemiş ve hastanede tedavi olmaktan kaçınmış olabileceği de düşünülürse, tecavüz kurbanlarının sayısının gerçekte daha yüksek olduğu söylenebilir.
Hükümet, olaylar nedeniyle duyduğu derin üzüntüyü ifade eden açıklamasında, ayaklanmaların sorumluları olarak önce komünistleri ve hain provokatörleri gösterdi. Olaylarda Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin, öğrenci birliklerinin ve sendikaların rolü çok önemlidir. Bunun yanında İstanbul Ekspres Gazetesi ve Milli Emniyet Hizmetleri (MAH) saldırıların planlanmasındaki katkısı, öne sürülen delillere rağmen, sivil mahkeme tarafından da dikkate alınmaz. Oysa, MAH çalışanları hem Selanik’teki bombalama eylemine, hem de bu olayın sansasyonel biçimde 6 Eylül 1955 günü öğleden sonra İstanbul Ekspres Gazetesi’nde duyurulmasına katılmışlardı.
Olayların sebepleri araştırıldığında çok çeşitli etkenlerin bulunduğu görülecektir. Bu bağlamada, konuyla ilgili ilginç bağlantılardan biri, İngiliz hükümetinin 6-7 Eylül olaylarının organizasyonunda bir payı olmasıdır. Bu durum çok net bir şekilde görülmüyor olabilir, ancak 1950’lerin başında bir İngiliz sömürgesi olan Kıbrıs’ın Rum-Ortodoks halkının Yunanistan ile bütünleşme isteği, İngiliz hükümetini 29 Ağustos – 7 Eylül arasında Londra’da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin katıldığı bir konferans düzenlemeye neden sevk ettiği sorusuna cevap aramak gerekmektedir.
İstanbul’daki Alman ve İngiliz Başkonsolosluklarının raporlarına göre, hükümet tarafından en azından Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, İçişleri Bakanı Namık Gedik, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay saldırıların hazırlanmasına katılmışlardı; her şeyden önce amaç, Londra Konferansı üzerinde baskı oluşturmak ve dikkatleri iç politikadaki sorunlardan uzaklaştırmaktı. Ancak, yabancı gözlemcilerin hemfikir oldukları bir başka nokta, olayların vardığı boyutun hükümet üyelerinin kendileri için de büyük bir sürpriz olduğudur.
Amerikalı diplomatların, Türk hükümetinin 6-7 Eylül olaylarında sorumluluğu olup olmadığı konusunda başlangıçta tereddüt etmeleri, Washington’a yollanan ilk raporlarda komünistlerin olası katılımından ve Emniyet teşkilatının sivil kargaşaları denetim altına almaktaki yetersizliğinden söz edilmesine neden olmuştur. Ancak, Amerikan Konsolosluğu’nun daha sonraki raporlarında, hükümetin saldırı hazırlıklarına katkısına değiniliyor ve güvenlik güçlerinin pasifliği yetersiz donanımlarına ya da beceriksizliklerine değil, hükümetin olaylara müdahale edilmemesi konusundaki talimatına dayandırılıyor.
27 Mayıs 1961 ihtilali sonrasında basında Menderes ve DP liderleri hakkında öne sürülen çeşitli itham ve iddialar günlerce yayınlanır. Bu iddiaların en ciddisini Fuat Köprülü sarf etmiştir. Köprülü 6-7 Eylül olayları hakkında basına vermiş olduğu beyanatta şöyle der: “Hadiseler Fatin Rüştü Zorlu’nun ilhamı ile Menderes ve Gedik tarafından tertiplenmiştir. Ata’nın Selanik’teki evini Menderes bombalatmıştır. Meselenin tahkik edilmesini, mesullerini bir an evvel meydana çıkartılmasını istedikçe Menderes’in işi kapatmaya çalıştığını gördüm.” Bu açıklama üzerine Atina, Demokrat Parti ileri gelenlerini yargılamak için Ankara’dan talepte bulunur. Milli Birlik Komitesi Yüksek Soruşturma Kurulu bunun üzerine, Adnan Menderes, Celal Bayar, Fatin Rüştü Zorlu hakkında olayların gerçekleşmesinde, tahrik, teşvik ve aktif rol aldığı iddiası ile Fuat Köprülü, Fahrettin Kerim Gökay, Alaettin Eriş, Kemal Hadımlı, Mehmet Ali Balin, Mehmet Ali Tekinalp, Hasan Uçar, Oktay Engin’in de yargılanmasını ister.
Mahkeme, Bayar, Menderes ve eski Dışişleri Bakanı Zorlu, ayaklanma emrini vermekle, eski Başbakan Yardımcısı Fuat Köprülü, planı desteklemek ve mecliste hükümetin kanunsuz hareketlerini savunmakla, eski Selanik Türk Konsolosu ve o sırada orada okuyan bir Türk öğrenci olan Oktay Engin ayaklanmaları doğuracak olaylara sebebiyet vermekle suçlar.
Kaynak
6-7 Eylül Olayları, 6-7 Eylül Olaylarının Ulus ve Zafer Gazetelerinde Temsili