19. yüzyıl tüm dünyada değişim rüzgarlarının etkin olduğu bir süreçtir. Milliyetçilik hareketlerinin yoğunlaştığı, imparatorlukların dağılmaya başladığı bu süre içinde, düşünce sisteminde de köklü değişikliklerin olduğu, özgürlük, eşitlik, adalet gibi kavramların sorgulandığı görülür.
Tüm dünyada görülen bu değişimler, elbette ki artık son dönemini yaşayan Osmanlı İmparatorluğunu da etkilemektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk kadın hareketlerinin dönemin basın yayın organları üzerinden yürütüldüğü bilinmektedir. Osmanlı Dönemi’nden günümüze Türk Edebiyatı’nın en önemli feminist yazarları ve onların romanlarını derledik.
Feminist Edebiyatın Dünyaca Ünlü 10 Önemli Yazarı yazımıza da göz atmanızı öneririz.
1. Fatma Aliye Topuz (1862 – 1936) – Muhadarat, 1891
Dönemine göre kadın hakları konusunda duyarlı sayılsa da birçok çevrede feminist olarak kabul görmeyen Fatma Aliye’nin kendini diğer kadınlardan daha iyi yetiştirip, daha iyi ifade edebilmesinde ve dönemine göre bazı cesur söylemlerinde, elbette ki babası ünlü tarihçi ve hukukçu Cevdet Paşa’nın rolü yadsınamaz. Çeşitli dergi ve gazetelerde yazdığı yazılarda olsun, kurgusal ve düşünsel eserlerinde olsun kadın konusunu elden bırakmayan Fatma Aliye, muhafazakar kimliğinden ödün vermeden, Türk kadın haklarının düşünsel temellerine katkıda bulunan önemli isimlerdendir.
Muhadarat romanında evlilik, cariyelik, aşk, ihanet, yozlaşma gibi temalar çevresinde Müslüman-Türk kadınının feminal anlamda kendini fark edişlerini temsil eden Fazıla tipi ile toplum içindeki ayrımcılığı değiştirme, erkekle eşit şartlara sahip olarak varolabilme, ezilip sömürülmeye karşı uyanık olma ve ekonomik özgürlüğünü kazanma çabaları vurgulanır.
“Fazıla, artık kendisinin yapacağı şeyin, hemen ertesi günü babasının evine gitmek olduğunu gördüyse de kendi için babasının evinin herkesinki gibi olmadığını hatırladı. Kocasının evindeki rahatsızlıktan kaçacaksa, babasının evinde rahat bulamayacağını, aksine şimdi kocası ile de geçinemeyip geldi diyerek kendisine daha çok zulüm edeceklerine tahmin ediyordu. Zavallı kadın uzun süre düşündükten sonra, üvey annesinin kahrını çekmektense kocasının kahrını çekmeye razı oldu.” (Günümüz Türkçesi’ne çevrilmiştir.)
2. Selma Rıza Feraceli (1872 – 1931) – Uhuvvet, 1897
Selma Rıza, Tanzimat’tan sonraki çağdaşlaşma süreci içerisinde yazılarıyla ve sosyal faaliyetleriyle adından söz ettirmeyi başaran kadın yazarlarımızdan biridir. Selma Rıza’nın kadın haklarına ve kadının sosyal konumuna ilişkin yenilikçi fikirlerinin özellikle Paris’te bulunduğu yıllarda geliştiği anlaşılmaktadır.
Selma Rıza, yirmi yaşında kaleme aldığı Uhuvvet’te devrinin toplumsal yapısını eleştirel bir dille gözler önüne serer. Uhuvvet, toplumsal hayatı, kadın hakları problemini merkeze alarak anlatma çabasında olan öğretici bir roman olarak da değerlendirilebilir. Romanda işlenen görücü usulü ile evlilik, genç kızların küçük yaşta kendi istekleri olmadan ailelerinin baskısı altında evlendirilmesi, kız çocuklarının eğitimi meselesi, cariyelik, odalık problemi, evlilikte kadının yeri ve rolü gibi konuların çözümü, kadının aydınlanması gerekliliğine bağlanır.
“Sabiha’nın yalnızca kocası için yaşaması gerektiğine karar verilmiştir. Biraz neşelendiği zamanlar, paşanın yalısı çengi evine döndü diye haberler gönderilir. İstediği zaman gülmek, istediği zaman ağlamak hakkı olmayan Sabiha’nın, eşinin ruh durumuna göre yaşaması istenir. Mademki Paşa’nın karısı olmuştur ve onun sayesinde yaşamaktadır, o halde onun mahzun olduğu zaman ağlamaya, onun sevinçli olduğu zaman da gülmeye mecburdur.” (Günümüz Türkçesi’ne çevrilmiştir.)
3. Emine Semiye (1864 – 1944) – Sefalet, 1908
Emine Semiye Hanım, Tanzimat’ın önde gelen devlet adamlarından Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı ve Fatma Aliye Hanım’ın kız kardeşidir. Emine Semiye, Osmanlı kadın hareketinin öncülerindendir, yazar, siyasetçi, gazeteci, öğretmen ve hemşire olarak oldukça renkli bir kimliğe sahiptir.
Kadının eğitimi, eş seçimi, boşanma hakkı, çalışma hayatına dahil olması gibi meselelerde Emine Semiye, ablası Fatma Aliye’ye göre daha radikaldir. Emine Semiye gerek makalelerinde, gerekse roman ve hikayelerinde kadın kahramanlarını evden kaçarak çalışma hayatı içerisine giren, eş seçimini kendisi yapabilen güçlü kadınlar olarak kurgular. Emine Semiye’nin kitap olarak basılmış tek romanı olan Sefalet baş kadın kahramanının zorluklarla dolu yaşamının sunulduğu bir romandır. Sabite hem erdemli hem de yaşadıklarından ders çıkarmayı bilen akıllı ve merhametli bir kadındır, yazarın topluma mesaj verme kaygısıyla kullandığı bir figürdür.
“Dest-i sefaletle ezildiğin vakit, sana muavenet yardım edeceğim yerde hançer-i gadrimle kalbinde bir yara açtım. Kendimi mesut zannettiğim demler senin ne gibi bir acıyla imdatsız, kimsesiz bir viranhanede kıvrım kıvrım kıvrandığını aklıma bile getirmez idim. Sana çektirdiğim eziyetlerin yüz kat fazlasını çekmekteyim!”
4. Nezihe Muhiddin (1889 – 1958) – Güzellik Kraliçesi, 1933
Nezihe Muhiddin, ilk gençlik yıllarından itibaren siyasi ve sosyal konulara, kadınlık durumuna duyarlı olarak yetişmiş, II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet yıllarına uzanan yaşamı boyunca mücadeleyi bırakmamış bir düşünür, eylemci, yazar, Osmanlı-Türk kadın hakları savunucusudur. Yüzyılın başında anıldığı adıyla edibe-i şehire ya da kendisi hakkında ilk kapsamlı araştırmayı ortaya koyan Yaprak Zihnioğlu’nun deyişiyle enfusi (öznel) şahsiyet…
Muhiddin’in romanlarında aşklar kimi zaman klasik bir romantizm tadında yaşanıyor. Okuyucu imkansız aşkın, birbirine kavuşamayan bedenlerin acısını görmeye hazırlanırken, kendi bedenine tam anlamıyla hakimiyet kurmuş genç kadınlarla karşılaşıyor. Güzellik Kraliçesi romanında, bireylerin toplumsal değişim karşısında dengelerini kaybetmelerini ve yaşadıkları psikolojik şiddeti anlatıyor, kadın karakterler aracılığıyla Muhiddin’in feminist düşünce yapısından belirgin izler çıkıyor karşımıza. Güzellik Kraliçesi Belgin’in düzenli yaşamının, ilk başlarda kendisinin dahi kabullenmek istemediği güzelliği ile nasıl sarsıldığı anlatılırken, kadın bedeninin tarihin her döneminde güzellik sıfatıyla derecelendirmesine ve bunun psikolojik sonuçlarına göz kırpıyor.
“Pek tabii değil mi ya efendim? Yirmi yaşında, şahsiyetine sahip olmuş bir kız, kendisi de resen karar vermek salahiyetini kazanmış demektir.” Paşa asabiyetle yerinden kımıldayarak cevap verdi:
“Asla! Bu da size mahsus bir nazariye… Bence kadın, her yaşta ve her zaman erkek himayesine muhtaç bir mahluktur. Her şey değişebilir, fakat tabiatın kanunları değişmez Adnan Beyefendi.” Artık bu eve bir daha girmeyecekti! Ne yapacaktı? Nereye gidecekti? Nasıl yaşayacaktı? Kendine güvenecek nesi vardı? Ağlayacak, hıçkıracak gibi oluyordu. Tam bir aciz içinde kalmıştı. Anlıyordu ki ata binmesine, erkeklerle beraber yüzme yarışlarına girişmesine, hatta revolver kullanmasına rağmen hala bir erkek cesaretini iktisap edememişti.”
5. Halide Edip Adıvar (1884 – 1964) – Handan, 1912
Feminist edebiyat odaklı bir inceleme ile Handan’a bakacak olursak, dönemin kadına bakış açısını, erkek egemen toplumda kadının rolünü, sınırlı dilin kullanımını ve kendinden önce fazlaca rol model göremeyen yazarın kadın odaklı bir roman yazmasının zorluklarını ve yazarın kendi yaşamından izlerin sanatına nasıl yansıdığının çıkarımını yapabiliriz.
Handan’da erkek egemen gücün, savaşın, sosyalizm savunuculuğunun, eşit olma isteğinin, her ne kadar refah içinde yaşansa da görünenin başka bir şeye işaret ettiğinin, sade kente değil, toplumun her kesiminin eşit olması arzusunun alt metinlerini görebiliriz. Daha önce hazırladığımız Halide Edip’in romanlarını ve romanlarından alıntıları derleyen yazımızı buradan okuyabilirsiniz.
“İzdivaçları, aşkları, rabıtaları ebedi zannediyorsun. İndimde izdivaçtan daha manasız bir kelime, bir bağ yoktur. Seni temin ederim ki senin bu kadar şiddetle hissettiğin sıkı ve mukaddes rabıta-i izdivacın kudsiyetini, bağını ben hiç hissetmedim.”
6. Fatma Makbule Leman (1865 – 1898) – Hüsn-i Muamele (Ma’kes-i Hayal), 1896
Kadın sorununu ve kadının toplumsal yapıdaki yerini sorgulayan Fatma Makbule Leman, Ma’kes-i Hayal adlı tek eserinde, isyan-boyun eğiş, itaat arasında sıkışan kadının özgürlük arayışına Türk-İslam anlayışı çerçevesinde yaklaşan sanatkar, kadın ve yazar kimliklerini içselleştirerek, kadının kimlik kazanması yönünde feminal adımlar atar. Onun bu feminal duruşu, çaresiz ve erkeğe bağımlı kadının, geleneksel normlara başkaldırısının yansıması niteliğindedir.
Ma’kes-i Hayal’de 8 şiir, 3 öykü ve okuyucuya yazılmış 1 mektup bulunur. Erkek kadını kendisine rakip değil tamamlayıcı görmediği sürece, engelleyecek ve genel düzen bozulacaktır. Kadın öngörüsünün bir sonucu olan bu tutumu Hüsn-i Muamele adlı öyküsünde de ele alır. Öyküde, evine sadık kadın tipi aracılığıyla, kadının güçlü olmasını savunan, kadını eksik olma psikolojisinden kurtarmaya çalışan sanatçı, hayatını devam ettirirken bir kadının erkeksiz yaşayamayacağı düşüncesinde olduğunu da belirtir.
“-Sayenizde mazhar olduğum tahsil semeresini şimdi iktitaf edeceğim, çocukluğumda arzumun istidadına rağmen beni men’e uğraştığınız tahsil ve talimin kadınlar için dahi mahz-ı saadet ve selamet olduğunu sizin nazarınızda isbat edeceğim!
-Evet. Vakıa tahsilin ilerledikçe müşkülpesentlikle sana koca beğendiremeyiz, yahud zevcesinden muamele-yi müşfikane ve nazikane bekleyen bir erkeğe senin gece gündüz okumakla, yazmakla iştigalini hoş gösteremeyiz diye korkar idim.”
7. Suat Derviş (1905 – 1972) – Çılgın Gibi, 1945
Edebi eserleri ve diğer faaliyetleri ile toplumcu gerçekçi yazarlar arasında önemli bir yere sahip Suat Derviş, gerçek adıyla Hatice Saadet Baraner. Suat Derviş’in çoğu romanının oluşum sürecinde merkezde kadın karakterler mevcuttur. Ancak her romanında ele aldığı kadınlar birbiri ile benzerlik göstermez. Derviş’in ele aldığı kadın tiplerindeki farklılığın yanı sıra kadına ait problemler de romandan romana değişiklik sergilemektedir. Bu eserlerdeki tek ortak nokta kadına verilen önemdir.
Romanlarında kadın yaşantısına, onların sorunlarına ve toplumdaki statüsüne sıkça yer verdiğinden dolayı kendisini feminist bir romancı kategorisinde değerlendirmek olasıdır. Yazarın romanlarının bazılarında aldatılan kadın merkeze konulur ve onun etrafında olaylar devinim kazanır. Bir kısmında ise kadınlar hak ettikleri muamele ile karşılaşamaz, onların saflıklarından, iyi niyetinden faydalanan erkekler teşhir edilir. Ayrıca Suat Derviş, dönemindeki bazı kadın yazarlar gibi eserlerinde yeni haklar elde eden, çağdaşlaşmaya, eğitim görmeye ve iş hayatında görünmeye başlayan kadın kahramanları ele almayı tercih etmiştir. Çılgın Gibi’de, aşk ile ahlak arasındaki çatışmalı ilişkinin sorgulanarak ele alındığı görülür. Celile, aşık olduğu adam ile ahlak kuralları arasında yaşadığı bir iç çatışmadan sonra, bu kuralları hiçe sayarak evini ve eşini terk ederek sevdiği adamın yanına yerleşir. Ancak, aynı kurallar nedeniyle toplumdaki itibarını düşünen Muhsin, Celile ile evlenmez ve çocuklarının doğmasına izin vermez.
“Ben senin, benim yanımda, mesut, hatta çok mesut olduğunu biliyorum. Haysiyetli ve dürüst olduğunu biliyorum. Fakat herkes? Herkes bunu nereden bilsin? Sen onların nazarında, Ahmet’in karısı, Ahmet’in yanından kaçıp aşığıyla senelerce nikahsız yaşamaktan çekinmemiş, rezaletten ve dile gelmekten korkmamış olan kadınsın. Onlar seni başka türlü biliyorlar. Muhakkak nikahlım olman şart mı? Bunda ısrar edersen, bilmem ne düşünmeliyim?”
8. Şükufe Nihal Başar (1896 – 1973) – Çöl Güneşi, 1933
Şükufe Nihal, Türkiye’nin modernleşme sürecinde önemli toplumsal değişimler geçirdiği bir dönemde yapıtlarını yayımlamıştır. Bu dönemde özellikle üst sınıf eğitimli kadınlar toplumsal değişmenin hem öznesi hem de nesnesi olmuşlardır. Şair de birçok kadın derneğinde aktif görev almış, gazete ve dergilerde kadın haklarıyla ilgili yazılar yazmış, hikaye ve romanlarında kadın kahramanları öne çıkarmış, şiirlerinde kadın sesini duyurmaya çalışmıştır. Böylece, yeni kadın için iyi bir örnek ve yol gösterici olmuştur. Şükufe Nihal, kadının meslek sahibi olmasını isterken kadınların evliliği bir meslek olarak görmesine karşıdır. Evlilik konusundaki düşüncelerini roman düzleminde anlattığı Çöl Güneşi’nde de bir kadının evlenmesini doğru bulurken, evliliği bir geçim kaynağı olarak görmesini yanlış bulduğunu roman kahramanı vasıtasıyla dile getirir:
“Öyle güzel, mantıklı bir evlenme mukavelesi yaptık ki herkes hayran oldu. İkimiz de çalışacağız, evimizin masrafını beraber göreceğiz. Birimiz hasta olursa, çalışamazsa, çalışabilen ona, bu hastalık bütün hayatında devam etse bile, şikayet etmeden bakmaya mecbur olacak. Çocuğumuz olursa, doğum ve bakım zamanında ben fazla çalışmayacağım için, kocam bana yardım edecek, çocuğumuzun masrafını gene beraber yapacağız. Beraber yaşarken, birbirimize hıyanet etmemeye bütün mukaddes tanıdığımız şeyler üzerine titreyerek yemin ettik. İkimizden biri herhangi bir sebeple bu izdivacı bozmak isterse öteki taraf kabul edecek. Böylece, hayatı, birbirimizin üzerine çekilmez bir yük gibi bırakmayacağız… Yalnız, çocuğun mektep zamanına kadar birbirimizle iyi, dost geçinmeye mecbur olacağız. Böylece çocuğun, ortada, bakımsız kalmasına mani olacağız.”
9. Duygu Asena (1946 – 2006) – Kadının Adı Yok, 1987
Duygu Asena, feminist düşüncenin en ateşli savunucusu olarak tanındı. Kadın hakları için birçok faaliyetin içinde bulunan Asena, bu konuyu köşe yazılarında ve kitaplarında sürekli gündeme getirdi. Kadının Adı Yok romanında, adsız kahraman, fiziksel manada bir erkeğin tacizine ya da sömürüsüne maruz kalmaz. Kadın-erkek eşitsizliğine karşıdır ve ezilen kadınların savunucusudur. Roman, bir kadının kendisini ikinci sınıf insan olarak görenlere karşı verdiği birey olma mücadelesini anlatır. Kitap 40. baskısındayken Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu tarafından muzır bulunarak satışı yasaklandı. Bunun üzerine Duygu Asena’nın açtığı davada kitap aklandı.
“Babam artık bize pantolon giydirmiyor, annem de pantolon giymiyor. Babamdan korktuğumuz için anneme yalvarıyoruz, “Ne olur anneciğim, ne olur babama söyle pantolonlarımızı giyelim” diyoruz. Annem de babama soruyor, “Bu kadar karışma onlara, bırak, küçücük çocuklar ne olur giyseler” diyor. Babam da anneme diyor ki:
“Ne çocuğu hanım, geçen gün bakkaldan dönüyorlardı, arkalarından iki adam, “Uff, yavrulara bak” diye bağırdı. Gözümle gördüm. Adamlar arabada olmasa parçalayacaktım. Pantolon mantolon yok, sen de üsteleme.” Adam bize yavrular dedi diye neden pantolon giyemiyoruz bilmiyorum. Annem de bize yavrularım diyor, ama babam hiç demez, bizi kucağına bile almaz.
Babam artık oğlanların bahçeye girmelerini hiç istemiyor, ama babam akşam yemek yerken onlar gizli gizli giriyorlar, çok heyecanlı oluyor. Bir akşam oğlanlardan biri, “Biz sizi şey yapacağız diye baban bizi içeriye almıyor” dedi, ötekiler de kıkır kıkır güldüler, gülüşlerini hiç sevmedim. Bize ne yapabilirler ki? “Siz bizi şey yaparsanız, biz de sizi yaparız, biz sizden kalabalığız” dedim.”
10. Pınar Kür (1943 – ) – Asılacak Kadın, 1979
Pınar Kür, romanlarında toplumsal problemleri ve kadınların çeşitli dertlerini işler. Pınar Kür romanlarında kadınların başkaldıran yönlerini öne çıkarır. Kadınların haklarını elde edebilmeleri için siyasal mücadelelerin içerisinde olmaları gerektiğini de işaret eder.
Asılacak Kadın, kadınların başat sorunlarından olan eğitimsizlik, maddi bağımlılık, cinsel istismar ve kadının sadece erkeğin rahatını ve zevkini temin etmek için var olduklarını savunan zihniyetin eleştirildiği bir romandır. Pınar Kür’ün gerçek bir olaya dayanarak kaleme aldığı Asılacak Kadın, doğduğu günden itibaren yaşamı hep başkaları tarafından belirlenen Melek’in trajik hikayesini anlatır. Asılacak Kadın romanındaki Melek hem eğitim alamamış hem de evinin hanımı olamamış kadınların temsilcisidir. Melek eğitimsiz ve kimsesiz olduğundan dolayı işvereni tarafından istismar edilen, talihsiz bir kadındır.
“Halbuki asılacağı şüpheli. Korkarım asmayacaklar. Oybirliği ile alınmamış bir karar. Temyizden dönmesi çok muhtemel. Muhalefet şerhini koymakta diretti allahın cezası kadın. Zaten o Mefaret’i ceza diye bela diye sardılar başıma. Benim başkanı olduğum heyette kadın hakim olur mu. Olmaz.”
11. Leyla Erbil (1931 – 2013) – Gecede (Gecede), 1968
Türk öykücülüğünde dilde ve yapıda yenilenmeyi hedefleyen bir edebiyat anlayışının filizlenmeye başladığı 1950’li yıllarda edebiyat dünyasına başkaldırıcı tutumuyla dahil olan Leyla Erbil, bireye eğilen öyküleriyle dikkat çeker. Erbil, anlatılarının tümünde tabularla kuşatılmış bir dünyada yaşamanın ağırlığına ve bu ağırlık altında en çok ezilen cinsin kadınlar olduğuna vurgu yapar. Onun öyküleri, ataerkil düzende kadının baskı altında tutulmasına, toplumun aile, evlilik ve cinsellik hakkında değişmeyen değer yargılarına bir başkaldırı, bir direniştir.
İkinci öykü kitabı Gecede’de yer alan aynı adlı öyküde, erkeğe boyun eğmektense onun gibi yaşamayı seçen Semra, nesne olmamak adına cinselliğinden ödün vermiş ve kadının cinsel kimliği dışında erkeklerin arasında yeri olmadığını anlamıştır. Fakat o, erkeğin gözünde cinsel bir meta olarak kalmak istemez ve çareyi tüm kadınların birleşmesinde, toplu mücadelede, toplu başkaldırıda arar. Feminist bir öfkeyle sırtımızı döve döve hadi deseler diyerek kadınların mücadeleye girişmesini ister.
“İşte artık Namık’sız da kaldın üç beş söz çocukça, oyunlu, kaçak, dostluğa yakın bir gidişin orta yerinde yarım, Beyoğlu’na doğru yürür o şimdi, gözlerinin çürük mavisi sulanmıştır bensiz kalınca orada sulansın, ellilerinde, geçimsiz, işsiz, kadın sevmekte geç kalmış, erkeklerden iğrenmiş — bir gün, o Rum oğlanla kol kola görmüştüm onu Taksimde. “Ne yapayım bir çeşit vicdan borcu; onu gezdiriyor yediriyorum, bakıyorum ona, ufacıktı elime geldiğinde,” demişti. İki yandan da umutsuz bir moruk olarak ağlıyor mudur İstiklal Caddesi’nin ortasında şimdi, ağlasın, kaptırmayacağım kendimi acıma duygusuna. Ne yapabileceğimi düşündüm oralarda öyle bir liramla, sinemaya geç kalmış bir madam kocaman ve kapkara çantasının azgın ağzına sokarak ellerini korkmadan bir nenler aranıyordu harıl harıl — Para. — İçmeli.”
12. Erendiz Atasü (1947 – ) – Madam Butterfly Ölmeyi Reddederse (Dullara Yas Yakışır), 1998
Atasü şöyle diyor: “Ben kendimi bu hareket içinde hissediyorum ve kendimi feminist olarak tanımlıyorum. Feminizm için çalışmak, hikayelerime doğrudan doğruya bire bir yansımaz. Bu mümkün değil! Ancak yansıyan şudur: Ben olaylara, insanlara bakarken, kadınlık durumunun son derece bilincinde olan bir insan olarak bakıyorum.”
Erendiz Atasü’nün Dullara Yas Yakışır hikayeleri geçmişin izlerinde yürüyerek bugünü bulma çabasıdır. Atasü, öykülerinde kadının toplumsal kimliğini daha çok evlilik ilişkisi içinde yansıtırken evlilik dışı bir ilişki yaşayan kadına toplumun bakışını da Madam Butterfly Kendini Öldürmeyi Reddederse öyküsüyle verir.
“Madam Butterfly kapatıldığı hücrede düşündü durdu. Bu kargaşa niye kopmuştu? Baharda, kadınlarla erkeklerin kanlarının kimyasal bileşimi farklılaşıyor, damarlarında hızlı hızlı dolanan hınzır hormon molekülleri onları birbirine itiyor diye, bunca patırtıya ne gerek vardı? Akıl dışı bir şeydi bu. Ölmesi hiçbir işe yaramamıştı ama, yaşaması da bir şey değiştirmiyordu… Yaşıyor muydu ki? Onu da bilemiyordu. Belki o ve onun gibiler hiç yaşamıyordu; etten kemikten varlıkları bile yaşamıyordu. Onlar yalnızca yanılsamalardı… Sudaki yankı, vadideki yankı gibi… Sanatçılara esin kaynağı olan, onların aşka susuz, aşka aç, aşkla beslenen ve aşk imgeleri üreten düş güçlerini kışkırtan yanılsamalar.”
13. Sevgi Soysal (1936 – 1976) – Tante Rosa, 1968
Sevgi Soysal’ın annesi Alman’dır ve bilindiği üzere tante Almanca teyze/hala anlamına gelmektedir. Tante Rosa, Sevgi Soysal’ın anneannesinin, teyzesinin ve kendisinin, kadınsal sorunlarını ele almakla birlikte bu sorunları evrenselleştiren ve bir kadının ince, keskin duyarlılığıyla veren bir romandır. Kadınlığı dolayısıyla dışlanan, yadsınan ve özelinde kadınlığın evrensel sorunlarına vurgu yapılan bir roman kahramanı Tante Rosa’nın, yaşamından kesitler sunulmuştur. Tante Rosa toplam 14 bölümden oluşan bir roman olarak karşımıza çıkmaktadır. Her bölümde, roman kahramanı Rosa’nın hayatından izler, kesitler verilmektedir. Tante Rosa’nın feminist bir bakış açısıyla, erkeklere karşı bakışının en dikkat çekici örneğini, Tante Rosa I Love You başlıklı bölümde görebiliriz.
“Önce “Öyleyse iyi günler” dedi Rosa, sonra döndü çaldı kapıyı yeniden. Kendini bile isteye satan kadınlardan bana ne. Ben kasiyerim. Komşumun ahlaksızlığı beni ırgalamaz. Ekmek her yerde ekmektir. Ekmek ve Hürriyet sloganlarıyla sokakta bağrışanları hatırladı Rosa. Ve sen gel ayağına gelen ekmeği, bakirelik çağından kalma bağnazlıklarla tep. Adam aç kalır, aç kaldığı da oh olur. Ayrıca ben de satabilseydim kendimi, satardım belki satardım belki satardım belki. Ve hem ekmek, hem hürriyet mi olurdu bu? Kırmızı lambalı, sahte antika eşyalı salonda şen günler geçiriyordu Rosa. İçki ucuzdu, bir yandan kafa çekiyor, bir yandan kasiyerlik yapıyor. Bir yandan da en eğlenceli alışverişi seyrediyordu, en eğlenceli alışverişi, erkeklerin insana sonsuz neşe veren kazıklanmalarını, erkeklerin kutsal aptallıklarını. İçkisini ve erkeklerin ahmaklıklarını yudum yudum içiyordu kasanın ardından. Aman ne hıncım kaldı, ne bir şey.”
Kaynak
Fatma Aliye Hanım’ın Çerçevesinden Kadın Hakları, Muhederat’ta Feminal Söylem, Meşrutiyet Dönemi’nin İdeal Kadını Ya Da Handan, Meşrutiyete Giden Süreçte Yeni Kadın İmgesi: Fatma Makbule Leman, Şükufe Nihal’in Şiirleri, Asılacak Kadın ve Kadının Adı Yok Romanlarında Feminizmin Yorumlanışı, Roman Kahramanları Edebiyat Dergisi, Leyla Erbil’in Öykülerinde Kadınlar ve Çocuklar
Halide Edip in doğum tarihi yanlış yazılmış. Doğrusu 1864 1944 olacak.
Namık Kemal’in torunu amerikada’da yaşayan Selma Ekrem vardır Peçeye İsyan adında bir eseri söz konusudur, bu başlığa uygun mudur bilemedim ama aklıma geldi yazdım. saygılar.