Menu

Ömer Seyfettin Hikayeleri ve Hayatı



Ömer Seyfettin, 11 Mart 1884 tarihinde Balıkesir’in Gönen ilçesinde doğmuştur. Edebiyat dünyasına şiir yazarak adım atan, ilk kısa hikayeleri sebebiyle Türk Edebiyatı’nın ve çağdaş Türk öykücülüğünün öncülerinden biri olarak kabul edilen Ömer Seyfettin, İstanbul’daki Mekteb-i Harbiye-i Şahane’den 1902’de piyade asteğmeni olarak mezun olur.

1910 senesinde askerlikten ayrılıp yazar ve öğretmen olarak Selanik’e yerleşir ve Rumeli’nin tek Türk Edebiyat ve Bilim Dergisi Hüsün ve Şiir Dergisi için çalışmaya başlar. Balkan Savaşı’nın çıkmasından dolayı subay olarak tekrar askeri görevine başlamak zorunda kalır ve Yanya Kuşatması’nda esir düşer. Bir sene süren esareti boyunca yaşadıkları ve okuduklarından kazandığı tecrübeleri hikayelerinde temel almıştır.

omer seyfettin

Ordudan tekrar ayrıldıktan sonra 1914 senesinde Kabataş Sultanisi’nde edebiyat öğretmeni olarak göreve başlamış ve aynı zamanda da ölümüne kadar makale ve hikaye yazmaya devam etmiştir. Fransız kısa öykü yazarı ve romancı Guy de Maupassant, Ömer Seyfettin’in en çok beğendiği ve etkilendiği yazarlardan biridir.

Ömer Seyfettin, Genç Kalemler’de yayımlanan ilk hikayesi Bahar ve Kelebekler‘de konu olarak milli kültüre dönüş hakimdir. Sosyolojik manada genç ve yaşlı kuşağın bir arada yaşaması, değer yargılarındaki değişmeyi, nesil çatışmasını anlatır.

omer seyfettin

“-Söyle yavrum, o roman ne diyor?
Genç kız büyük gözlerini kaldırdı. Kitabı dizlerine indirdi. Nazik bir şive ile,
Büyükanneciğim, Fransızca bir roman işte… dedi.
Ancak büyüknine merak ediyordu, mutlaka anlamak istiyordu.
-Adı ne?
-Dezanşante.
-Ne demek?
-Sevinç ve saadetten mahrum kadınlar demek.
-Onlar kimmiş?
-Biz… Türk kadınları…”

omer seyfettin

Pireler adlı öyküsünde, anlatıcı ile Rose Mayer adlı kadın tanıştıktan sonra aynı evde yaşamaya başlarlar, ardından köpekleri Koton öyküye dahil olur.

“İnsanın yirmi yaşındayken kalbi ne faaldir! Ben, bu basit serüveni hayalimde büyüttüm. Ağlamaktan kızarmış iri mavi gözlü kızcağızın acılarını, üzüntülerini yaşamaya başladım. Galiba vapurdan daha çok, para bekliyordu. Çünkü gizlice takip ettiğim için görüyordum ki, her gün Fransız postanesine gidiyor, mektup soruyor. Merdivenlerde, koridorlarda karşı karşıya geldikçe birbirimize dikkatli bakmaya, sonra “Bonjur, bonsuvar” demeye başladık. Nihayet bir hafta içinde dost olduk. Bana başına gelenleri ağlayarak anlattı. Teselli verdim. Hayatın felsefesini yaptım. Hiç de toy bir kız değildi. Her şeyi biliyordu. Realistti. Fakat namusuna pek büyük kıymet veriyor, sakin bir ev kadını olmasını her hayali mutluluğa tercih ediyordu. Güya ben de onun gibi sessizliği seviyordum. Bir ay geçmeden anlaştık. Paris’teki ailesinden para geldiği halde gitmedi. Benimle birleşti. İkinci Kordon’un arkasında küçük bir apartman kiraladık. Ah bu serbest evlilikler! O kadar mutlu olmuştum ki… İçimde kapalı kalmış çılgın bir sevinç kumrusunun dem çekerek çırpındığını duyuyordum.”

omer seyfettin

Ömer Seyfettin Aşk Dalgası adlı hikayesinde ise, vapurda karşılaşan iki arkadaşın yaklaşık bir saatlik sohbetiyle Türkiye’deki aşk anlayışı ve evlilik biçimi hakkındaki görüşlerini açıklar.

“Uzak ve bilinmez masal adalarından gelmişe benzeyen süt gibi beyaz martılar etrafımızda uçuşuyorlar, çıkardıkları tatlı ve derin sesleriyle şehirde kalmış, kalabalıktan, uğraşmalardan, hırslardan, kederlerden bunalmış zavallı insanları kendi vatanlarına, gerçekten pek uzak, tenha, sakin yerlere biraz aşk ve şiir tatmak için çağırıyorlardı. Lacivert dalgalar içinde bir masal, bir efsane köşkünü andıran Kız Kulesi hayalime dokunuyor, ruhumu, hissimi beyaz ve aydınlık dualarıyla uyutarak aklımdan bütün çevremin, semtimin yankılarını siliyordu. Artık vapurda olduğumu unutuyordum. Ömrümde her gün birkaç şiir okuyan ve düşünen bir adamın, o tuhaf ve hastalıklı hali etrafımı bozuyor, Üsküdar ve Selimiye yakalarındaki evleri, kubbeleri, minareleri, selvileri, hatta koca Tıp Fakültesi’ni ve koca kışlaları silerek hiç görmüyor; onların yerine, alanlarından gümüş ve elmas şelaleler akan, serin gölgelerinde çıplak ve pembe çiftler öpüşen, balta girmemiş çam ve kayın ormanları yapıyordum. Gerçekte olmayan, yalnız kendi hayalimde yarattığım bu manzaraya, bu yüce ve büyük manzaraya bakarak, “Ah, aşk yeri… Ah, işte aşk yeri…” diyordum. Martıların, “Geliniz, uzaklara, şu leylak renkli sislerin öbür tarafına… Orada sizi beyaz çiçekler, ezeli ve yeşil baharlar içinde bekleyen kızlar var, geliniz haydi oraya…” diyen ve pek derinlerden acele acele inleyerek gelen seslerini işittikçe, hayalim bütün bütüne dumanlanıyor, adeta başım dönüyor.”

Kısa öykünün ilk ustalarından olan Ömer Seyfettin Türkçülük ve Milli Edebiyat akımının çıkardığı yazarların başında gelir. Edebiyat-ı Cedide yazarlarının ağdalı, Batı öykünmecisi diline karşı arınmış, yalın halk dilini savunan tutumuyla bir dönüm noktası oluşturdu. Hem de genç bir yazar olarak o günlerin en kararlı yeni dil savunucusu oluşu, Ömer Seyfettin’in değerini elbette çoğaltır. Onun Türkçülük anlayışı, Osmanlıcılık ve İslamcılık’la da iç içe girerken, kahramanlık öykülerinde aşırı milliyetçi yaklaşımlar öne çıkmıştır. Düşüncelerini öykücülüğüne yansıtmıştır.

Kısa ömrüne 140 öykü sığdırdı Ömer Seyfettin. Geleneksel dil ve yazın anlayışlarını aşmaya çalışan tutumuyla, çağdaş öykücülüğümüzün başlangıcında özel bir yeri vardır. Kahramanlık öykülerinin ya da geleneksel hayatın sert gerçeklerini anlattığı öykülerin yanında, gündelik hayatı, sıradan insanları, memurları, kadın-erkek ilişkilerini anlattığı öykülerinin çok daha önemli olduğunu da çekinmeden belirtebiliriz.

omer seyfettin

Beyaz Lale adlı hikaye, Balkan Savaşları yıllarında Türk milletine Balkanlar’da yapılan katliamlardan kesitler sunar.

“Radko, en güzel kızların isimlerini yazdığı cetveli süzdü. Beyaz hanesinde adı en ziyade tekrarlanan “Lale Hanım, Hacı Hasan Beyin kızı” idi. Kumral hanesinde “Naciye Hanım, Müderris Ahmet Efendinin kızı”, esmer hanesinde “İclal Hanım, Kadri Ağa’nın kızı.” Hangisini seçecekti! Bir kere esmer istemiyordu. Çünkü hemen bütün Bulgar kızları esmerdi. Kumraldan da bıkmıştı. Sofya’yı dolduran şantözlerin de hemen hepsi kumraldı. Beyaz… Beyazı düşündü. En güzel, bu beyaz hanesindeki Lale olmalıydı. İşte en çok ismi tekrar olunmuştu. Hatta bir kadın “Dünya güzeli Lale Hanım,” demişti. Bu kim bilir nasıl bir kızdı? Hayalinde ansızın masalların anlattığı bir harem dairesi canlandırıyor, orada büyük ve ipek perdeler arasından yumuşak divana uzanmış beyaz ve çıplak bir kız görüyordu. İşte her yabancı ve ecnebi gözden uzak, gölgeler ve ipekler içinde adeta bir peri gibi büyümüş olan bu nefis Türk kızı bir saate kadar kendisinin olacaktı.”

omer seyfettin

Ömer Seyfettin’in İlk Cinayet adlı hikayesi gerek anlatım gerekse taşıdığı psikolojik ve eğitsel mesajlar yönüyle dikkati çekmektedir. İçerisinde özellikle çocuk eğitimine, çocuğun psikolojisine dönük düğüm noktaları taşıyan bu eser, sanatçı duyarlılığının yansımalarından öte, çocukları iyi tanıyan bir erişkinin öğütlerini ortaya koyan anlatımdaki başarılarıyla farklı hale gelir.

“Ben, hep acı içinde yaşayan bir adamım! Bu sıkıntı adeta kendimi bildiğim anda başladı. Belki daha dört yaşında yoktum. O gün bugündür, yaptığım değil, sadece düşündüğüm kötülüklerin bile vicdanımda tutuşturduğu sonsuz cehennem sıkıntıları içinde kıvranıyorum. Beni üzen şeylerin hiçbirini unutmadım. Anılarım sanki yalnız hüzün için yapılmış. Evet, acaba dört yaşında var mıydım? Ondan önce hiçbir şey bilmiyorum. Bilinç, başımıza yakmayan bir yıldırım gibi nasıl düşer? Tolstoy, daha dokuz aylık bir çocukken banyoya sokulduğunu hatırlıyor. İlk duygusu bir hoşlanma! Benimki müthiş bir sıkıntıyla başladı. Ben ilk kez kendimi Şirket vapurunda hatırlıyorum. Hala gözümün önünde: Sanki dünyaya o anda doğmuşum, annemin kucağı… Annem, yanındaki çok sarı saçlı, genç bir hanımla gülüşerek konuşuyor, cigara içiyorlar. Annem cigarasını ince gümüş bir maşaya takmış. Ben bunu istiyorum. “Al ama ağzına sürme!” diyor. Bana bu ince maşayı veriyor, cigarasını denize atıyor. Galiba yaz. Çok aydınlık, çok güneşli bir hava… Annem, konuşurken mavi tüylü bir yelpazeyi yavaş yavaş sallıyor.”

omer seyfettin

Yeni Bir Hediye öyküsünde Ömer Seyfettin, karı koca arasındaki yakınlarının oğullarına alınacak sünnet hediyesi ile yaşanan tartışmayı mizahi bir dille anlatıyor.

“Sadi Bey sesini çıkarmadı. Sanki işitmemişti. Cevriye Hanım kıvrandı. Balkonun kenarını sıktı. Bir elini kalbinin üstüne koydu. Sık sık nefes alıyordu:
– Ah ölüyorum!.. diye derin derin içini çekti. Sadi Bey uykudan uyanmış gibi, sersem bir hayretle sordu:
– Niçin karıcığım?
– Kederden?..
– Hangi kederden?
– Halimi görmüyor musun?
– Görüyorum.
– Ne görüyorsun?
– Çok yemek yedin. Biraz hazımsızlık sıkıntısı…
– Ah, işte erkekler!.. – diye Cevriye Hanım hüngür hüngür ağlamaya başladı. Tepiniyor, hayali bir bisikletin görünmeyen tekerleklerini çevirir gibi ayaklarını hareket ettiriyor,
– Ah Sadi! Sen hiç beni anlamadın! – diyordu. Sadi Bey, gerçekten karısını iyice anlamamıştı. O kadar duyarlılığına, kederlenmesine rağmen, her gün şişmanlıyor, hiç zayıflamıyordu. Sadi Bey, pek maddi, pek ciddi idi. Her şeyi soğukkanlılıkla düşünürdü. Yine öyle iken savaşın başından beri her sene donlarının kemerinden beşer parmak kasılmak zorunluluğu baş gösteriyordu. Otuz dokuz numara yakalık kullanırken, şimdi otuz iki numara yakanın içindeki boynu, İsveç jimnastiğinin en güç hareketlerini bile rahatça yapabilirdi.”

omer seyfettin

Ömer Seyfettin’in çocukluk yıllarındaki anılarına dayanan Kaşağı’da yalan söyleyen ve iftira atan çocuk, istemeyerek de olsa kardeşinin ölümüne neden olur.

“Ertesi yıl annem, yazın gene İstanbul’a gitti. Biz yalnız kaldık. Hasan’a ahır hala yasaktı. Geceleri yatakta atların ne yaptıklarını tayların büyüyüp büyümediğini bana sorardı. Bir gün birdenbire hastalandı. Kasabaya at gönderildi. Doktor geldi. “Kuşpalazı” dedi. Çiftlikteki köylü kadınlar eve üşüştüler. Birtakım tekir kuşlar getiriyorlar, kesip kardeşimin boynuna sarıyorlardı. Babam yatağın başucundan hiç ayrılmıyordu. Dadaruh çok durgundu. Pervin hüngür hüngür ağlıyordu.
– Niye ağlıyorsun? diye sordum.
– Kardeşin hasta.
– İyi olacak.
– İyi olmayacak.
– Ya ne olacak?
– Kardeşin ölecek! dedi.
– Ölecek mi?
Ben de ağlamaya başladım. O hastalandığından beri Pervin’in yanında yatıyordum. O gece hiç uyuyamadım. Dalar dalmaz, Hasan’ın hayali gözümün önüne geliyor “İftiracı! İftiracı!” diye karşımda ağlıyordu.”

Ömer Seyfettin’in Türkçülük düşüncesine yakınlık duyması iki faktörle açıklanır. Bunlardan birincisi onun İzmir’de Mehmet Necip’le tanışmasıdır. “Dili değiştirmek, daha doğrusu sözle, onu kendi akışına getirmeye savaşmak” davasını sürdüren Türkçü Necip’in dil konusunda yazdığı makaleler Ömer Seyfettin’in düşünce dünyasında bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Ömer Seyfettin’in askerliği sırasında Balkan şehirlerinde görev yaparken tanık olduğu olaylar da onun Türkçü düşünceyi benimsemesine uygun ortam yaratmıştır.

omer seyfettin

Ömer Seyfettin, Kütük adlı hikayede, Osmanlı kumandanı Arslan Bey’in bir kaleyi zekice bir strateji ile zapt etmesini anlatır.

“Nihayet, Arslan Bey, terden sırılsıklam olmuş atı ile duman içinde savaş sıralarının arasında, adım adım göründü. Her adımda; “Yiğitlerim!… Sis açılmaya başladı mı hemen susun. Hep birden ayağa kalkın, hücum edecek gibi durun. Ama ileri gitmeyin. Ateş de açmayın. Ben düşmana teslim teklif edeceğim…” diyordu. Topçuların, topçulara karışan angaryacıların “Heya, mola” naraları gittikçe artıyor, büyüyor, tüyleri ürpertecek heyecanlı yankılarla görünmeyen dağları, taşları inletiyordu.”

Fon Sadriştayn’ın Oğlu adlı hikayesi hem üslubuyla hem de verdiği mesajlarla diğer hikayelerinden ayrılır. Yazarın daha evvel yine Yeni Mecmua’da neşrettiği Fon Sadriştayn’ın Karısı adlı hikayesinin devamı niteliğindedir. Hikayeye göre yalnızca otuz okka çeken ve Anadolu şimendifer kumpanyasında düşük bir ücretle çalışan Sadrettin Bey şık, güzel, piyano çalar, Fransızca konuşur bir kızla evlenir. Genç adam evliliğinin ilk günlerinde oldukça mesuttur, fakat zamanla mutluluğunun bir yalandan ibaret olduğunu anlar.

“Madam Sadriştayn, işte otuz seneye yakın kocası Türk olduğu, Türkiye’de yaşadığı halde oturduğu memleketin hiçbir şeysini bilmiyordu.
-Kim bu?
-Bizim milli şair
-Ee, ne olmuş ona?
-Bir şey olmamış, doğduğu günü bu seneden itibaren Türkler kendilerine milli bayram yaptılar. Bak her taraf donanmış…
Gel işini bırak, Lida, büyük günün şerefine! Ciddi kadın ihtiyar kocasının bu çocukça arzusuna güldü:
-Bu büyük günden bana ne? dedi, sizin kendi bayramınız. İşte yirmi sekiz sene bir çatı altında beraber ihtiyarladıkları halde ruhları birbirine yabancıydı. Aralarında ummanların, karlı şahikaların ayırdığı geçilmez bir hudut var gibiydi. İhtiyarladıkça, ihtiyarlayıp hastalandıkça bu çorak buz çölü daha ziyade genişliyor, daha ziyade büyüyordu.”

omer seyfettin

Yüksek Ökçeler‘de zengin ve genç yaşta dul kalmış Hatice Hanım’ın yanıda çalışanlara yaptığı baskılarla, onları istediği standartlara getirme çabası anlatılır.

“Hatice Hanım pek genç dul kalmış bir hanımcağızdı. On üç yaşındayken altmış yaşında bir kocaya vardığından, izdivaç denen şeyden nefret etmişti. İşte hemen hemen on sene vardı ki , erkeğin hayali zihnine , romatizma, balgam, pamuk, vandoz, tendürtiyot yığınlarından yapılmış pis, somurtkan, lanet bir heyula şeklinde gelirdi. Gençler başkadır diyenlere, aman aman onlar da bir gün ihtiyarlamaz mı ? Sonra dertlerini kim çeker ? diye haykırırdı. Başlıca merakı temizlik ve namusluluktu. Göztepe’deki köşkünü, hizmetçi Eleni ve evlatlığı Gülter’le her sabah beraber temizler, aşçısı Mehmet’i her gün traş ettirir, zavallı Bolu’lu oğlanı beyazlar giymeye mecbur ederdi.”

Ömer Seyfettin, 6 Mart 1920’de hayatını kaybetti. Önceden teşhis edilememiş olmakla beraber, yapılan otopsi sonucunda hastalığının şeker olduğu anlaşılmıştır. Naaşı önce Kadıköy Kuşdili Mahmut Baba Mezarlığı’na defnedilmiştir. Daha sonra mezarı 23 Ağustos 1939’da Zincirlikuyu Mezarlığı’na nakledilmiştir.

Kaynak
Ömer Seyfettin’in “Fon Sadriştayn’ın Oğlu” Adlı Hikâyesi Çerçevesinde Yeni Lisan HareketiSemih Gümüş – Öykünün Kedi GözüÖmer Seyfettin’in Bahar ve Kelebekler ile Aşk Dalgası Adlı İki Hikayesinde Eski ve Yeni Değerler Algısı


Facebook Yorumları

1 Yorum
  1. Faik 31/05/2016 / Cevapla

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir