Menu

7 Ünlü Türk Edebiyatçının Özel Mektupları



Edebiyatta mektup türü her zaman önemli olmuştur. Yazar ve şairlerin birbirleriyle mektuplaşmaları, okurun ilgisini her devirde çekmiş ve çekmeye devam ediyor. Okur, elindeki kitabı yazan kişiyi, onun hayatını, nasıl yetiştiğini, nasıl yaşadığını, nasıl yazdığını ve daha pek çok şeyi merak eder. Zihnindeki soruların cevabını bulmak için yazara bir şekilde ulaşmak ister. İşte bu noktada yazarın mektupları okurun imdadına yetişir. Kitaplarında olmayan ama mektuplarda yer bulmuş, içtenlikle söylenmiş birkaç cümle nice sırrı çözmek için okurun yardımına koşabilir.

1. Karganı Bağışla – Sait Faik Abasıyanık

Hazırlayan: Sevengül Sönmez

sait faik abasıyanık, karganı bağışla, mektup

Türk hikayesinin kurucu ustalarından Sait Faik’in Orhan Veli Kanık, Yaşar Nabi Nayır, Orhan Kemal, Naim Tirali, Tarık Buğra, Fazıl Hüsnü Dağlarca başta olmak üzere, birçok yazar dostu ve yakınlarıyla yazışmaları yer alıyor kitapta. Kitapta 71 mektup ve 54 kartpostal yer alıyor. Mektuplar dönemin edebiyat dünyasına, Sait Faik’in yurtdışındaki okul hayatına, sanat çevresine olan yakınlığına, akraba ve aile içi ilişkilerine, karaciğer rahatsızlığının sebep olduğu sıkıntılarına ışık tutuyor.

Adana, 30.1.1951

“Sevgili Sait,
(…) Senin son kitabını okudum. Yalnız Sait’e has, Sait’ten başkalarının elinde adileşecek bir tarz. Kim ne derse desin, sen nev-i şahsına münhasır büyük bir Türk hikayecisisin! Hikaye ve romanlarının bir kelimeyle yazılarının havası, atmosferi, sihirli, büyülü bir şeyler taşıyor. İstanbul’u senin yazıların kadar hiçbirisininki taşımıyor. Oktay Akbal biraz o havaya yaklaşıyor gibi ama nerde…” 

Orhan Kemal

2. Hep Genç Kalacağım – Sabahattin Ali

Hazırlayan: Sevengül Sönmez

sabahattin ali, hep genç kalacağım, mektup

Kitapta, Sabahattin Ali’nin ailesine, arkadaşlarına yazdığı mektuplarla, Sabahattin Ali’ye ailesi, Nazım Hikmet, Esat Adil Müstecaplıoğlu, Mehmet Ali Aybar, Mehmet Ali Cimcoz, Aziz Nesin, Melahat Togar, Ayşe Sıtkı İlhan, Nihal Atsız, Cemal Kutay, Samim Kocagöz başta olmak üzere arkadaşları ve öğrencileri tarafından gönderilen, Markopaşa ve Yeni Dünya’nın kuruluşunda yazılan mektuplar ve resmi yazışmalar bulunmaktadır.

Büyük yazarları yalnızca fotoğraflarından göründükleri gibi sanırız, ciddiyetlerini hiç bozmaz, birbirleriyle dalga geçmezler. İşte Sabahattin Ali’nin mektupları bu önyargıyı kırıyor. Çünkü yengesinin Sabah diye hitap ettiği yazarı azarlamasını, arkadaşı Ayşe Sıtkı İlhan’ın “İhtimal hanımların tatlı bir mikrop gibi kanına giriyorsun” demesini, Sabri Esat Siyavuşgil’in Sabahattin Ali’nin Almanya’ya gittiğini öğrendiği zaman “Hay Allah cezanı versin. Yahu senin Almanya’da ne işin var?” diye tepki göstermesini hiç beklemiyorsunuz.

“Azizim Sabahattin,
(…) Gazetenin sahipliği ve değişmesi meselesinde nezaketten bahsediyorsun. İş arkadaşını bilmen lazımdır. Aziz Nesin olacak herif nazik değildir. Kabadır. Namusludur. (…) Benden hiçbir zaman nezaket bekleme. Sana karşı kabalık yaparsam beni mazur gör ve affet. Allah’ın ıslahına gelince, sen benden çok daha fazla ıslaha muhtaçsın. (…) Daha hafif, daha alaylı başmakale beklerim. 19’uncu sayıyı beğenmeyeceksin. 20’inci sayı güzel olacak. (…) Başmakaleni koymadım diye darılma. Hürmetler ederim.”

Aziz Nesin

3. Cezaevinden Memet Fuat’a Mektuplar – Nazım Hikmet

nazım hikmet, cezaevinden memet fuat'a mektuplar

Kitap, Nazım Hikmet’in 1943-1950 yılları arasında Bursa Cezaevi’nden yazdığı mektupları kapsar. Kırıcı olmasın diye çıkarılan bir iki cümlenin, bir iki adın ötesinde herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Nazım Hikmet’in “Oğlum Memet’im” diye başlayan mektupları, Memet Fuat’tan gelen mektuplar azaldıkça, araya zaman girdikçe, oğul özlemi kendini siteme dönüştürecektir. 25 Ağustos 1949 tarihli mektubunda ”Oğlum, benim vefasız oğlum, bunca zaman mektupsuz bıraktığın babacığını nihayet hatırladın. Sitem etmiyorum, seni azarlıyorum. Galiba baban seni böylece ilk defa azarlamış oluyor. Neyse, fazla da azarlayamam, kıyamam. İmtihanlarını başarıyla vermene çok sevindim.” diyor.

“Oğlum Mehmet,
Seninle baba oğul gibi değil de iki arkadaş gibi konuşalım. Daha doğrusu ben anlatayım sen dinle: Anlatacaklarımı kendimi temize çıkarmak için, kendimi sana ve Piraye’’ye karşı müdafaa etmek için anlatmıyorum. Hani, bilirsin, Nasrettin Hoca eşeğini bir ağaca bağlamış, bir hırsız da gelip çalmış. Herkes de kabahati Hoca’’da bulmuş. Hiç oraya eşek bağlanır mı? İnsan eşeğini bir yere bağlayınca daha sağlam bağlamaz mı filan diye. Hoca dinlemiş. Haklısınız demiş. Haydi ben kabahatli olayım doğrudur, fakat hırsızın da hiç kabahati yok mu? Hoca’’nın söylediği sözün elbet ki doğru bir tarafı var. Fakat dedim ya, ben bunu da söylemiyorum. Yalnız birdenbire, dün gece, daha doğrusu sabaha karşı, annene yazdığım mektubu bitirip yatağa uzandıktan sonra sancılarımın arasında korkunç, kederli, acayip bir keşifte bulundum. Şimdi sabah sabah, artık gün iyice ağardı, sana o keşfimi anlatacağım.”

4. Arkadaşım Orhan Kemal ve Mektupları – Fikret Otyam

orhan kemal, fikret otyam, mektup

Orhan Kemal, yüce gönüllü, gerçek bir halk yazarı. Şurada burada işsiz kalan ırgatların, mapushane çilekeşlerinin, üç-beş kuruş kazanan küçük memurların, emeklilerin, çocukların, kimsesiz çocukların, iplik fabrikası kız ve delikanlılarının, iplik bükme makinelerinin başında yorgunluktan uyuyan bebelerin, sokakları süpüren çöpçülerin, mavi tulumlu akıllı-akılsız, uyanık-uyur emekçilerin, artizlik heveslilerinin yazarıdır. Fikret Otyam, Orhan Kemal’in inandığı, güvendiği, yüreğini açtığı, en sıkışık anlarında yanında bulduğu bir arkadaşı, dostu ve yürekdaşıdır. Bu kitapta, ömrü boyunca gerçekten yoksulluk çeken, çoluk çocuğunun nafakası için tekleyen yüreğiyle, durmadan dinlenmeden yazan, dünyalıklara boyun eğmeyen, sapmayan, saptırılamayan Orhan Kemal’in, Fikret Otyam’a yazdığı mektuplar yer alır.

Sultanahmet Ceza ve Tevkif Evi, 23 Mart 1966

“Sevgili Fikret,
Revirdeki odamızın karyolasında sana yazıyorum bu satırları. Transistorlu radyoda Muzaffer Akgün. Malum türkülerinden birini döktürüyor: Gül koydum gül tasına. Yön’deki yazını pek sevdim. Daha doğrusu sana yazdığım mektuplarımdan özetlediğin kendi yazılarım…. Tuhaf, unutmuşum onları. Hani günün birinde kitap halinde çıkmasını merakla bekleyeceğim. Yer yer, kendi halim içime dokundu, taştım ama, asla kırgın, karamsar değilim. Orhan Kemal’in başına gelir böyle şeyler.

Günler çok monoton olmakla beraber geçiyor be. Bana sorarsan suçum yok, ama, başkaları herhalde bu kanıda değiller ki, tutukluyum. Ne roman, ne hikaye, hatta ne de piyes… Düşünmüyorum bile. Malum, sanat çalışmaları için, şuuraltının ıvır zıvırla dolu olmaması lazım. Bir de dışardayken başlanmış roman, hikaye, tiyatro piyeslerinin, üzerlerinde hayli çalışılmış taslakları lazım. Evden getirtmek, buraya sokmak hayli güç. Fakat bol bol uyuyorum. İçkiyi falan aradığım da yok. Ne çeşitli uyku ilaçları, ne de De Carbon, Vitona B., Combizime, Becosime, şu bu… Bunlarsız daha iyiyim. Haaa. Cezaevini hiç yadırgamadım. Sanki 1943’ün 26 Eylülü’nde Bursa Cezaevi’nden tahliye olunmadım da, ceza hiç aralıksız sürüp gidiyor…”

5. Kızıma Mektuplar – Memduh Şevket Esendal

Hazırlayan: Muzaffer Uyguner

memduh şevket esendal, kızıma mektuplar

Ayaşlı ile Kiracıları adlı eseriyle belleğimizde bütünleşmiş Memduh Şevket Esendal’ın kızına yazdığı bu mektuplar mektup edebiyatımızın şaheserlerindendir. Esendal uzun yıllar evinden uzak kaldığı için çocukları Emine Sarıdal, Mehmet Suat ve Dr. Ahmet Esendal’a birçok mektup yazmıştır. Bu mektuplar, komplekssiz, kişilikli bir çocuk için yazılmış edebi mektuplar. Mektuplardan kızını çok sevdiği anlaşılıyor. Eserde her ne kadar kızının doğum tarihi verilmemiş olsa da, 1922’de doğduğu anlaşılıyor. Buna göre kızı henüz okuma yazma bilmeden veya yeni öğrenirken bu mektuplar yazılmaya başlanmış. İlk altı mektup eski yazı ile yazılmış, sonrakiler yeni harflerle. Baba kızına da yeni harfleri uzaktan öğretmeye çalışmışa benziyor.

“Kızım Canım,
Ben eyi bilmiyorum ama öyle sezinliyorum ki sen iki meslekte başarı gösterebilirsin. Bunun biri, Ahmet gibi hekimlik, öteki de edebiyat. Sanıyorum ki ikincisinde daha çok başarı gösterirsin. Bir kadına da eyi bir yazıcı olmak yakışır. Orijinal piyesler, komediler, sinema romanları yazmak, hikayeler, çocuklara kitaplar yazmak hoş bir şeydir. Bu da biraz okumak, usanmamak ve biraz da yaş yaşamakla olur. Kendine yazıcılıkta bir tip bulmalı. Bunun kadınlara faydası, bütün ömür boyunca vardır. Hiçbir işi kendisine mal etmemiş bir adam derin bir boşluk ve sonsuz üzüntüler içinde kalır. Hiçbir şeyle de kendini avutamaz. Gençlik, güzellik, sevgi bunlar geçer. Bunlar geçtikten sonra da insan gene yaşar. Böyle günde yazılar, adamı yaşatır, sevindirir. Yapacak bir işi olan adam çok yaşar, kolay hasta olmaz.

Yaşamanın sonu nasıl geleceğini kimse bilmez. Ben kendimi burada elçi olmuş görünce şaşırıp kalıyorum. Nereden nereye! Şimdi gidip babama söylesem: “Ben elçi oldum!” desem, inanmaz. O bize bir çiftlik bırakmayı düşünüyordu. Onunla geçinecektik. Huuu Afganistan nere, çiftlik nere! Düşün: Dün gece Fransa Elçiliği’nde akşam yemeğinde idim. Kır saçlı, kır bıyıklı bir adam! Fraklı. Elçilerin ihtiyarı, eskisi olmak dolayısı ile en yüksek yerde oturuyorum. Bu son yılda saçlarım da epeyce döküldü. Başım çıplak değilse de eh! Çıplaksı. Babam beni görse tanır mı? Anneni sokak kılığında görse tanır mı? Babam değil, annem bile görse tanımaz! İş nerede idi nereye geldi. Yarın da kim bilir neler olacak. Bugün yapılan hesap ne kadar geride kalacak. Geleceği kimse bilip kestiremez ama gene de hesaplar yapılır.

Ben çocuklukta kendi kendime düşünür, bir gün yalnız kalmaktan, geçinmekten korkardım. Belki herkes böyledir. Ne kadar boş korkular, ne kadar çocukluk! Yaşayış ve ölüm korkacak şeyler değildir. İnsan yaşar gider, haberi olmaz. Yalnız bu yeryüzünde bir eser bırakmadan geçip gitmiş olmak bana hoş gelmez. Ben, bugüne kadar istediğim gibi, büyük bir şey yapamadım. Yazdıklarım da çok azdı. Çalışıyorum. Belki eyi bir şey yazarım. İsterim ki sen daha eyisini yazasın.”

Kabil, 28.4.1940

6. Attila İlhan’a Mektuplar

Hazırlayan: Belgin Sarmaşık

attila ilhan'a mektuplar

Attila İlhan, edebiyat ve sanat dünyasından çeşitli kişilerin kendisine yazdığı mektupları ölümünden önce 2001 yılında yayınladı ve yayınlanır yayınlanmaz edebiyat dünyası karıştı. 60’lı yılların ikinci yarısından 80’lerin sonlarına kadar süreyi kapsayan bu mektuplarda bugün artık ünlü olmuş birçok genç yazarın Attila İlhan’a yazdıklarıyla ilgili görüş sormalarını ve yardım isteklerini görmek mümkün. Kitapta, Vedat Günyol’dan Ümit Yaşar Oğuzcan’a, Cemal Süreya’dan Cemil Meriç’e, Asım Bezirci’den Nazlı Eray’a kadar pek çok ünlü yazarın mektupları yeralıyor.

“Sevgili Attila,
16 Kasım tarihli mektubunu aldım. İlgine ve özellikle eleştirilerine teşekkür ederim. Yargıların o kadar katı, dar ve kesin ki karşılık vermek güç, belki de gereksiz. Haksızlık etmekten hiç korkmuyorsun, ortalığı kesip doğruyorsun. Bir olayda küçük bir kusur bulman, onu tümüyle batırmana yetiyor. Zalim bir gladyatör gibisin, öldürdüğün kişi ne söylüyor, hiç dinlemiyorsun, anlamaya yanaşmıyorsun. Ve en kötü yanı, durmadan kendini öne sürüyorsun, durmadan ‘Ben! Ben!’ diyorsun. Bu yüzden, en haklı düşünceler dahi kendini öne sürmek ya da övmek için birer bahane izlenimi bırakıyor okuyanda. Bu izlenim o canlı deyişini, o işlek kalemini, o hınzır zekanı gölgeliyor. Bu izlenimi yaratmaktan vazgeçmeni ne kadar isterdim!’”

20.11.1967, Asım Bezirci

7. Biz Mektup Yazardık – Bedri Rahmi Eyüboğlu

Hazırlayan: Hughette Eyüboğlu

bedri rahmi eyüboğlu, biz mektup yazardık, mektup

Dizeleriyle aklımıza kazınan, resimleriyle hafızamızda büyük yer edinmiş sanatçıların başında geliyor Bedri Rahmi Eyüboğlu. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun gelini Hughette Eyüboğlu’nun aile arşivini açmasıyla, resimli mektuplar ortaya çıkınca mektupları sergilemek farz olmuş. ve daha sonra da kitaplaştırılmış. 1930’lardan 1970’lere kadar olan mektuplar Bedri Rahmi’nin hem ressam hem şair hem de öğretmen kimliğini ortaya çıkaracak, aynı zamanda da Türkiye’deki resim sanatının gelişimine ışık tutacak nitelikte. Kitapta Nazım Hikmet, Melih Cevdet, Ahmet Hamdi Tanpınar, Fikret Mualla, Aşık Veysel, Adalet Cimcoz, Nurullah Berk gibi birçok tanınmış ismin mektupları yer alıyor.

“Yahya Kemal’in şiirine dönelim. Ne kadar beylik, ne kadar standart, ne kadar sathi bir muhteva. İspanya deyince Endülüs ve raks, raks deyince de şal, zil ve gül ve bunların üstünde durmak, bunları geliştirip şiiri kurmak. Alfons hazretlerinin nezdindeki sefirin -şair Yahya Kemal- bir şevk akşamında, Endülüs şehrinin bahçeli bir barında yahut bir konakta filan raks eden İspanyol dilberinin raksını yazmasını anlıyorum. Ben de kendi payıma İspanyol dansına bayılırım ve böyle bir muhtevayı ele almak elbette ki mümkündür. Fakat İspanyol raksı der demez, şaldan, zilden ve gülden başka anlatacak bir şeyi olmaması bir şair için hazin bir şey. Zilsiz, şalsız, gülsüz İspanyol rakkasesi olmaz. Evet, ama nefes olmadan da insan yaşayamaz, binaenaleyh, yaşamaktan bahsederken, nefes almak fiilini mi ön plana getireceğiz? Bence burada üstadın kusuru, İspanyol dansını iyi duyamamasında, hazmedememesinde, yani muhtevasını iyice düşünüp taşınmadan önce şöyle bir yarım yamalak, beylik İspanyol raksı elemanlarını ele alıp ve şekil bahsindeki kuvvetine güvenerek sırf bu teknik unsurla şiiri yazmaya kalkışmasında.”

Nazım Hikmet

Kaynak
Orhan Kemal ve MektuplarıRadikal Kitap


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir