Charles Dickens, kendi döneminin en büyük yazarı olmakla kalmayıp, her devrin yazarı olmayı da başarmış bir dev kuşkusuz. Yediden yetmişe edebiyat tutkunlarının yakın takibe almaktan bıkmadıkları yazar, kısa hikayeleri ve oyunları da olmasına karşın, özellikle dünyayı peşine takan romanlarıyla kapımızı çalar sık sık. Gerçekçi tonlara sahip bu metinler, mizahla içli dışlı özellikleri ve karakterlerin sosyal konumlarının derinlemesine irdelenmesiyle de öne çıkar. Dickens, metinlerindeki kahramanların yaşadıkları iç çatışmaları merkeze alarak mükemmel karakter analizlerine de ulaşır. Belki de Dickens’i okura en çok yaklaştıran özelliği de budur.
Oliver Twist’in Yazarı Charles Dickens’ın Hayatı isimli yazımıza da göz atmanızı öneriyoruz.
1. Oliver Twist, 1839
Charles Dickens’ın Oliver Twist’i ironik, kara mizahla dolu, 1830’lu yıllarda İngiltere’deki yoksulluğun karanlık bir portresidir. İronik diline rağmen Dickens’ın en karanlık, melodramı en yoğun eserlerinden biridir. Fakirlerin süründüğü, hastalığın ve suçun kol gezdiği 19. yüzyılda İngiltere’de kimsesiz bir çocuk Oliver Twist. Kırılgan, acı dolu, kısa yaşamların ortasında kaderine boyun eğmeyerek, maruz kaldığı her türlü kötülüğün, içine itildiği suç dolu dünyanın hep bir adım uzağında kalarak iyi niyetiyle yazgısının döngüsünün değişimine katkıda bulunan, Viktorya İngilteresi edebiyatının en meşhur küçük kahramanlarından biridir. Oliver Twist’te Avam Kamarası’nın çıkardığı Yoksullar Yasası’nın sonuçları anlatılmıştır. Buna göre, yoksullar work house (çalışma yurdu) denilen yerlerde hapsediliyor, ancak ölmeyecek kadar besleniyordu. Oliver Twist de bu çocuklardan biriydi. Charles Dickens’ın ilk önemli romanıydı ve bu çocuğa kendi yaşamından çok şey aktarmıştı.
“Doktor yatağın perdelerini açtı. Orada siyahlara bürünmüş, kötü bir adamla karşılaşacaklarını sanan iki bayan küçük bir çocukla karşılaştılar. Istırabı fazla olduğundan derin derin uyuyordu. Sol kolu göğsünün üzerindeydi. Başı, uzun saçlarının arasına gizlenmiş olan diğer kolunun üzerinde duruyordu. Bayanlar ve doktor sessiz sessiz çocuğu seyrediyorlardı. Daha sonra Rose çocuğun üzerine eğilip saçını yüzünden çekti. Bu sırada kızın gözyaşları çocuğun yüzüne döküldü. Oliver kımıldandı ve derin uykusunda gülümsedi.”
2. Antikacı Dükkanı, 1841
1840 yılında ölen baldızı Mary’e ithaf ettiği Antikacı Dükkanı romanında, bütün romanlarında anlattığı insanlık trajedisine burada da değinmiş ve sanayileşme devri İngiltere’sinin sefaletini roman kahramanı Nell’in gözünden dile getirmiştir. Aşırı duygusallık romanın gerçekçiliğine gölge düşürse ve biraz dağınık olsa da ilk yazıldığında büyük başarı kazandı ve popüler hale geldi. Roman edebiyat dünyasının en kötü karakteri sayılabilecek Quilp ve Bay Swiveller’in yanında Kraliçe Viktorya ve Viktorya Dönemi İngiltere’sini çarpıcı bir biçimde gözler önüne sermektedir.
“Keşke ulusların kaderlerini ellerinde tutanlar bunu bir anlasa ve hatırlasalar! Yoksul kimseler için bütün doğal meziyetlerin fışkırdığı yuvadan ayrılmanın ne yürek parçalayıcı bir iş olduğunu bir düşünebilseler! Bu yöneticiler, ancak sefaletin geçebildiği o arka yollardaki fakir barınakları birazcık olsun derleyip toplamaya çalışsalar, işte o zaman birçok alçak damlar göklere daha doğru, dimdik yükselir. İş yerinden, hastaneden, hapishaneden yükselen boğuk sesler Tanrı’nın her günü bu gerçeği haykırıyorlar. Yuva sevgisinden yurt sevgisi doğar.”
3. Bir Noel Şarkısı, 1843
Charles Dickens’ın çağdaş Noel mitinin yaratıcısı olan Bir Noel Şarkısı, yazarın beş Noel öyküsünden ilkidir. 1843’te yayınlanan kitap için John Leech özel çizimler yapmıştır. Tüm zamanların en bilinen Noel hikayelerinden olan Bir Noel Şarkısı, Noel arefesinde rüyasında üç ruh gören kötü kalpli Ebenezer Scrooge’un geçirdiği değişimi anlatır.
“Birçok şeylerden yeterince çıkar sağlayamamış olduğum doğru olabilir, Noel de bunların arasında sayılabilir,” diye karşılık verdi. “Ne var ki bu bayramı ben güzel bir zaman olarak düşünmüşümdür hep. İyilik yapmaya, suç bağışlamaya, dargınları barıştırmaya yarayan insancıl bir fırsat. Koca bir yılın takviminde insanların birbirlerine yüreklerini severek açtıkları, herkesi kendileriyle eşit görüp yaşamın mezara giden çetin yolunda bir yoldaş olarak benimsedikleri birkaç aydınlık gün. İşte bu yüzden, dayıcığım, cebime bir tek altın ya da gümüş para girmese bile bu bayramın bana iyilikler getirdiğine, daha da getireceğine inanıyorum. Tanrı, Noel Bayramınızı kutlu kılsın, diyorum!”
4. David Copperfield, 1850
David Copperfield, Dickens’ın sevilen romanlarından biridir. Yazar bu romanında, çocukluk ve gençlik yıllarında başından geçen olaylara da yer vermiştir. Romanda, tanıdığı insanları ve çevreleri anlatarak İngiltere’nin 19. yüzyıldaki sosyal durumu gözler önüne serilmiştir. Charles Dickens, hayalinde canlandırdığı olay ve kişilerin yanı sıra yaşadıklarına da yer verdiğinden, roman otobiyografik özellikler taşımaktadır. David Copperfield, acıklı bir öykü olmanın çok ötesine geçerek, ülkesinde yasaların değişmesine neden olan ilk roman olarak tarih yazmıştır. Kitap yayınlandığında öyle büyük tepkiler olmuş ki, İngiltere’de çıraklık ve çocuk işçilerle ilgili yasalar düzeltilmiş.
“Annem ateşin karşısında pek hasta, üzgün bir halde oturuyormuş, gözyaşları arasında ateşi seyredip, hem kendine, hem de onun gelişinden hiç de heyecan duymayacak, bu dünyaya adım atacak olan babasız küçük yabancıya da acıyormuş. Dediğim gibi annem, o açık, rüzgarlı Mart günü pek ürkek, üzgün, önündeki savaştan sağ kurtulabileceğinden şüpheli bir halde oturuyormuş. Gözlerini kurulamak için başını kaldırıp karşıki pencereye baktığı zaman yabancı bir kadının bahçede yürüdüğünü görmüş. Bunun Betsey Teyze olduğu ikinci bakışında annemin içine doğmuş. Batmakta olan güneş, bahçenin korkuluğunu aşarak yabancı kadının üzerinde parlıyor, o da sadece kendisine özgü dimdik vücuduyla, sert adımlarıyla kapıya yaklaşıyormuş.”
5. Kasvetli Ev, 1853
Charles Dickens’ın Kasvetli Ev adlı romanı yazarın en karamsar, toplumsal eleştirisi en güçlü, en karmaşık romanlarından biri olarak kabul edilir. Dickens bu toplumsal eleştiri romanına, kendi döneminde ortaya çıkan bir skandalın etkisiyle başlamıştır. 1850 yılında The Times gazetesi, mahkemelerdeki aksaklıkları, sonu gelmez ertelemeleri ve bitmek bilmeyen davaları eleştiren bir dizi makale yayımlar. Bu yıllarca süren ve sonu gelmeyen davalar, mahkemelerin tüm kaynaklarını da tüketmekteydi. Dickens bu skandaldan yola çıkarak, İngiltere’nin 1852 yılındaki durumunu irdeleyen sembolik bir öyküye dönüştürmüştür. Dickens’ın bu romanında yasal düzendeki aksaklıklar, sınıflar arasındaki uçurum, zengin ve yoksul insanların ilişkileri, kadının konumu gibi birçok konuyu ele alıyor.
“Jo gibi olmak tuhaf olmalı, dükkanlarda, sokak köşelerinde, kapılarda, camlarda bol bol gördüğü o gizemli sembollerin ne manaya geldiğini bilmeden, o tanımadığı şekilleri göre göre sokakları arşınlamak! İnsanların okuduklarını, yazdıklarını, postacıların mektupları getirdiğini görmek ve bütün bu dil hakkında en ufak bir fikri olmamak onun her parçasına karşı kör ve dilsiz olmak! İtilip kakılmak, kovulmak ne orada ne burada ne de başka bir yerde hiç işimin olmadığını hissetmek; yine de öyle ya da böyle burda olduğumu ve böyle bir yaratığa dönüşene kadar herkesin beni ihmal ettiğini fark ederek şaşırmak! İnsan bile sayılmayacağımı (tıpkı şahitlik yapmak istediğimde olduğu gibi) sadece başkalarından duymakla kalmayıp hayatım boyunca kendini içimde hissetmek tuhaf olmalı!…”
6. Zor Zamanlar, 1854
Dickens, o yıllarda sanayinin ve makineleşmenin işçi sorunlarından ve toplumda meydana gelen zengin ve fakir sınıf ayrımını anlatır Zor Yıllar’da. Roman geliştikçe birbirine bağlanan üç ayrı öykü anlatılır. Bu üç öyküyü anlatırken iki amacı vardır Dickens’in: İlki tümüyle yanlış bir eğitim kuramını kınamak, diğeri de Coketown’da çalışanların yaşam koşullarını gözler önüne sermektir. Dickens bu eserinde toplumu diğer romanlarına göre daha gerçekçi bir tablo içerisinde anlatır.
“Kırmızı tuğlaların kentiydi ya da dumanla küller izin verseydi, kırmızı tuğladan bir kent olacaktı. Şimdiyse bir yerlinin boyalı suratı gibi kırmızı siyahtı. Fabrikaların ve yüksek bacaların kentiydi. Bacalardan sayısız yılanlar gibi dumanlar yükseliyor, birbirine dolanıyor, hiç çözülmüyordu… Kapkara kanalı, kötü kokulu mor boyalı suların aktığı bir nehri, pencerelerinden bir yığın gürültünün yayıldığı fabrika binaları, deli bir filin başını sallaması gibi inip kalkan buhar pistonları vardı. Birbirine benzeyen iki büyük caddeyle birbirine benzeyen bir yığın küçük sokakta, birbirine benzeyen bir yığın insan aynı saatte gider gelir, sokaklarda aynı sesleri çıkarır, aynı işi yapardı. Her günleri bir ötekine benzer, her yılları bir öncekiyle bir sonrakinden farklı olmazdı.”
7. İki Şehrin Hikayesi, 1859
Bastille’nin yıkılışından yetmiş yıl sonra yazılmış olan roman, Bastille tutuklusu Doktor Manette’nin güzel ve masum kızı Lucie’ye aşık iki gencin, Sydney Carton ve Charles Darnay, Fransız İhtilali’nin karanlık girdabında yaşanan öykülerini konu edinir. Sevdiği kadının mutluluğu uğruna, üstün bir fedakarlık örneği göstererek giyotine giden Sydney Carton’un acıklı sonu hüzünlü bir şekilde anlatılır. Tüm dünyayı etkileyen, tarihte ses getiren bir olayı, Fransız İhtilali’ni işleyen bir eser olarak tarihi roman niteliği taşımasının yanında, bu ihtilalin gölgesinde yaşanan bir aşk hikayesini konu edinmesi bakımından bir aşk romanı olarak da kabul edilebilir. Romanın yazıldığı dönem Dickens karısından ayrılmış, yayıncısıyla anlaşmazlığa düşüp en yakın dostlarından Wilkie Collins’le birlikte romanlarını tefrika ettikleri Household Words dergisini kapatmış, yaşantısında yeni bir dönemin eşiğine gelmişti. İki Şehrin Hikayesi’yle devrim ve özgürlük üzerine kendi fikirlerini de yeniden sınama imkanı bulmuştur.
“O günler en iyisiydi ya da en kötüsüydü, akıl çağıydı ve aptallık çağıydı, inançlar zamanıydı ve inançsızlıklar zamanıydı, ışık mevsimiydi ve karanlık mevsimiydi, umut baharıydı ve umutsuzluk kışıydı; yaşayabilmek için her şey vardı önümüzde ve yaşayabilmek için önümüzde hiçbir şey yoktu; hepimiz doğrudan cennete gidiyorduk, hepimiz doğrudan cehenneme gidiyorduk. Kısacası o günler, tıpkı şimdiki gibi o kadar uzaktaydı ki, kimileri iyi ve kötü şeylerin üstünlük derecelerini karşılaştırdığında, o günlerin gelmiş geçmiş en iyi günler olduğunda ısrar ediyorlardı. İngiltere tahtında bir kral oturuyordu, büyük ağızlı ve çirkin suratlı. Fransa tahtında bir kral vardı geniş ağızlı ve bir de kraliçe, güzel yüzlü. Bu iki ülkede de kristalden bile daha parlak olan; devletin özel çıkarları uğruna korunan balık ve ekmeklerine bakan soylular, varolan her şeyin değişmeden varolmaya devam edeceğini düşünüyorlardı.”
8. Büyük Umutlar, 1861
Charles Dickens’ın en beğenilen, en çok okunan yapıtlarından biridir. Bu romanında yazar, insanlar arasındaki sevgisizliğe, ikiyüzlülüğe karşı çıkarken, para hırsı ve ayrımcılık üzerine kurulu toplum düzenine de acımasızca saldırıyor. Büyük Umutlar, yazarın canlandırdığı çok renkli, unutulmaz kahramanlarının yer aldığı bir roman. Dickens, metinlerindeki kahramanların yaşadıkları iç çatışmaları merkeze alarak mükemmel karakter analizlerine de ulaşır. Anlattığı hikayenin evrenselliği içinde gezinirken, bugünden bakıp dokunabileceğiniz şeyler bulursunuz.
“Soyadımızın Pirrip olduğunu babamın mezar taşından ve ablamdan -kendisi demircinin karısıydı- biliyorum. Annemi ve babamı hiç görmediğimden ve o zamanlar fotoğraf da olmadığından görünüşlerinin nasıl olduğunu mezar taşlarından çıkarmaya çalışırdım. Babamın mezar taşının üzerindeki yazılar bana garip bir şekilde onun eski kafalı, şişman, esmer, siyah kıvırcık saçlı bir adam olduğu fikrini verdi. Yukarıdakinin karısı Georgiana yazısının karakterinden ve köşelerden annemin çilli ve hastalıklı olduğu kanısına vardım o zamanki aklımla. İkisinin mezarlarının yanı başında sıra sıra dizili olan yarım metre uzunluğundaki beş tane dörtgen taşa gelince… Bunlar, hayat mücadelesinden çok çabuk vazgeçmiş beş erkek kardeşimin aziz hatıralarıydı. Ne zaman onları düşünsem sırt üstü yatmış, elleri ceplerinde dünyaya geldiklerini, gidene kadar da hiç istiflerini bozmadan aynı duruşu koruduklarını hayal ederdim.”
9. Müşterek Dostumuz, 1865
Italo Calvino, Klasikleri Niçin Okumalıyız adlı kitabında, Dickens’ın Müşterek Dostumuz adlı romanı “Hem buluş, hem üslup olarak mutlak bir başyapıttır” der. Müşterek Dostumuz yayımlandıktan bir yıl sonra Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’yı yazmasını da ilginç bir ayrıntı olarak gösterir. Çünkü iki yazar da, birbirlerinin yazdıklarından habersiz, aynı yıllarda benzer temalar etrafında kurmuşlardır romanlarını. Borges’in de altını çizdiği gibi, Dickens’ın romanlarında anlattığı cinayetler, Dostoyevski’yi derinden etkiler. Dickens’ın romanlarında mizah da ayrı bir öneme sahip. Bu yapıtında da olduğu gibi en iç acıtıcı sahnelerde bile, insanı gülümsetmeyi başarabiliyor oluşuna, hayran kalmamak imkansız. Müşterek Dostumuz’un ana teması olarak parayı ve paranın insan hayatındaki dönüştürücü etkisini gösterebiliriz. Ölümünden önce tamamladığı son kitabıdır.
“Bazen yağmur yağıyor, bir kayığın ya da ona benzer bir şeyin altına giriyoruz; bazen karanlık sokak lambalarının oraya gidip sokaktan geçen insanları seyrediyoruz. Nihayet babam gelip bizi eve götürüyor. Sokaktan gelince ev sığınak gibi! Babam ayakkabılarımı çıkarıyor; ayaklarımı ateşte ısıtıyor ve sen yattıktan sonra bile beni yanında oturtup piposunu içiyor ve babamın elinin kocaman olduğunu görüyorum ama insana dokunduğunda hiç ağır değil. Sonra büyüyorum, babam yavaş yavaş bana güveniyor, beni arkadaş belliyor ve her ne yaparsa yapsın bana tek bir fiske bile vurmuyor.”
Kaynak
Charles Dickens Kitapları Neden Klasik?, Charles Dickens’ın Kasvetli Ev Romanında Anlatıcılar ve Anlatım Yöntemleri, Sise Boğulmuş İngiltere, Zor Zamanlar, Müşterek Dostumuz Charles Dickens
Yorum Yap