Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir yazısında “Nuri adıyla tanıdığımız yaratılış mucizesi…” şeklinde tanımladığı Nuri İyem (1915 – 18 Haziran 2005), toplumsal gerçekçilik anlayışının önde gelen temsilcilerindendir.
Nuri İyem, İstanbul Aksaray’da Hüseyin Hüsnü Bey ve Melek Hanım’ın yedinci ve son çocukları olarak 1915’te dünyaya gelir.
“Mardin’de ilkokuldaydım. Sanırım 1924 yılında kullandığımız renkli kalemler kalitesiz olduklarından uçları hemen kırılıyordu, yontmak çok zor oluyordu. İşte, tam bu sırada duvara gömülü dolap içinde bir kutuda duran babamın usturaları geldi, aklıma. Babam berbere gittiğinde almak daha kolayıma geliyordu, tabii. Usturalarla, renkli uçları kırılıveren kalemleri daha kolay yontabiliyordum, ama usturaların o keskin ağızları da çabucak kırılıyordu. Bir gün babam dolabın kapısın açmış, elinde usturalarla önünde durmuş ve beni çağırıyordu. Yanına gittiğimde hiçbir şey söylemeden tokatları indirmeye başladı. Babamın usturalarını kullanarak yaptığım resme ne oldu şimdi hatırlamıyorum. Ama resim yapmak, öylesine heyecan ve keyif verici bir şeydi işte.”
Portre
“Annem, babamdan çok önce ressam olmak istediğimi öğrenmiş, çok üzülmüştü. Ah oğlum bu resimler yüzünden cehennemde yanacaksın der, ağlar dururdu. Annemi çok sonraları ressamlığın cehennemlik bir meslek olmadığına portrelerini yaptıran Fatih Sultan Mehmet’ten başlayarak, diğer sultanları da sıralayarak ancak inandırabilmiştim.”
Enteriyör
“Nazmi Ziya Akademi’nin birinci bölümünün sorumlusu, ilk talebeler oraya gidiyor. Ona, ben sizi Galatasaray’da keşfettim, her sene gelir sergilerinizi görürdüm, 10 kuruş da ücret vardı, o çok canımı sıkıyordu dedim. Hatta bir seferinde sergiye girdim, sonra karnım acıktı dışarı çıktım, döndüm geldim, tekrar bilet istediler, tartışma çıktı. Sen miydin o falan dedi Nazmi Ziya. Sonra baktı, baktı ve dedi ki: ‘En yakışıklısı sensin, gel gir Akademi’ye. Ama sonra anan, baban ne der?’ ‘Ben onları yola koyacağım’ dedim. Onun yüreklendirmesi sayesinde girdim Akademi’ye.”
Tarlada Çalışan Kadın
1940’lı yılların sonuna kadar toplumcu-gerçekçi bir anlatım üslubuyla yapıtlar üreten sanatçı, yaşamı boyunca sürecek bir konunun, portre yapma tutkusunun ilk sinyallerini de bu evrede vermiştir. Şadi Çalık, Dr. Erdoğan Saydam ve Adalet Cimcoz portreleri bu dönemin ürünleridir.
Adalet Cimcoz Portresi, 1952
1944’te tutuklandı ve iki yıla yakın hapis yattı. “İlk mahpuslukta henüz herşeyin acemisiydim. Ziyan yok, biraz içerde otururum; azıcık kağıt, birkaç renkli kalem de nasıl olsa tedarik edilir. Böylece, bir başıma sabah, akşam resim yaparım hesabındaydım. Sonra punduna getirir, bir iki fırça ve bir kaç tüp yağlı boya da bulurdum. Artık, hiç bir eksik kalmazdı. Ancak, elbette öyle olmadı. Solculuk suçu ne ağır nesneymiş meğerse. Çizik bile attırmadılar. Kendimi bildiğimden bu yana, ilk kez resim yapmadan yaşıyordum. Beynim karıncalanıyordu. Yüreğim çatlayacak gibi oluyordu. Sonra bu günler uzadı. Bu resimsiz haftalar hayatımın en mutsuz dönemleridir.”
“Bu mahpusluk ne menem bir şeyse, bazı dostlar bile selamı sabahı keser olmuşlardı. Yolda gelirken karşıdan görenler kaldırım falan değiştiriyordu. Beyoğlu’nda dolaşırken baktım çok saygıdeğer bir dost, Sait Faik, benimle aynı kaldırım üzerinde karşıdan geliyor. Yakıncaydı. Adamı sıkmamak için ben kaldırım değiştirmeye kalksam farkedecekti. Hemen yanımdaki Japon oyuncak mağazasının vitrinine bakarken dalmışım gibi yaptım. Bir el omuzuma dokundu. “Hey Nuri, nasılsın? Korkma, ben onlardan değilim. Geçmiş olsun. Ayrıca biliyor musun, benim Medar-ı Maişet Motoru’nu da toplattılar. Haydi sağlıcakla kal.” deyip gitti.”
Türkmen Kadın
Kendisinden birkaç yaş büyük Aliye adında bir ablası vardır. Aliye’nin çok genç yaşlarda, doğum yaparken ölümü Nuri İyem’in en acılı çocukluk anısıdır. “Bir başka türlü güzel ve anlamlı gözleri vardı. Çok göz resmettim, ama Aliye Ablamınkiler, benim yaptıklarımdan falan çok ayrı bir şeydi.”
Nuri İyem, Türk resim sanatında gözün delici ve benzersiz yoğunluktaki anlatım gücüne en fazla duyarlılık göstermiş ressamdır. Bu özel dikkat ve duyarlılık duygusal biçimde belki Aliye Ablası’nın gözlerinden esinlenerek henüz daha Akademi’nin küçük sınıflarındayken yaptığı desenlerde kendini göstermiştir. Yaşam deneyimi, gözlem birikimi, sentezlenmiş bilgiler ve izlenimler arttıkça, bu gözlerde özellikle kadın simasının yumuşaklığı ile kontrast oluşturan kuvvetli, iri, umut ve çığlık dolu haykırışlı gözlerde ustalaşmıştır.
Nasip İyem Portresi, 1959
Nasip İyem portresi ise sanatçının yeni bir döneme doğru gelişecek olan resimlerine ilişkin önemli ipuçları içerir. Bu portre ile aynı yıllarda yapılan natürmortlarında, dağılan renk lekeleri ile doğadaki nesneleri giderek genelleştirme eğilimine girmiştir. Böylece giderek soyutlamaya yönelen İyem, Türkiye’de ilk soyut çalışan ressamlardan biri olma sıfatını da elde etmiştir.
Nasip İyem şöyle anlatıyor: “Yaş farkımız kendisine ağabey gözüyle bakmamızı gerektirecek kadar fazla değildi. Ama biz biraz daha genç sanatçılar için, Nuri ağabey müthiş bir özendirici motor ve akıl almaz bir ayaklı kütüphane idi. Kendisi ile uzun dakikalar hatta bazen saatler süren ayaküstü söyleşilerinde dünya kadar şey öğrenirdik. Anlatışındaki coşku, inandırıcılık ve güvendiricilik emsalsizdi. Ayrıca da çok yakışıklıydı. Bizim için sadece ağabey değil, yarı ilah gibi bir şeydi. Bir gün bana yaklaşıp ‘Nasip benimle evlenir misin?’ dediğinde kendimi gökyüzünde uçar gibi hissetmiştim.”
Uğurlama, 1967
1960’larda ise renkten giderek arınarak, kırık beyazlardan kahverengi tonlarına açılan veya sarının çeşitli tonları içinde çoğalan kahverengiler ile soyut uygulamalar gerçekleştirmiştir. 1960’ların sonunda soyutla somutun kesiştiği ince çizgide yapıtlar yapmaya başlayan sanatçı, boya katmanlarının pütürlü dokusu ile oluşturduğu lekesel figürler ile yeniden portre tarzına yönelmiştir.
Babaya İyi Geceler, 1977
Almanya Mektubu, 1977
İki Kadın
İki Kadın tablosunda tuvalin tüm yüzeyini iki tane kadın başı kaplamaktadır. Tuval yukarıdan ikiye bölündüğünde, iki figürün de kapladığı alanın eşit olduğu görülür. Ancak simetrik yerleştirilmemişlerdir. Belki de simetrinin yaratabileceği rahatsızlığı düşünerek, soldaki figürü katı bir diklikle ele almasına karşın, sağdaki figürde eğik bir başı tercih etmiştir. Bu küçük farklılık resmi monotonluktan kurtarmıştır. Ancak bu farklılıkla, beden diliyle verilmek istenen mesajlar da iletiliyor olabilir. Çünkü kaderine boğun eğen, uysal kadının yanı başında, kadınlık gururunu her şeyden üstün tutan, hırçın, başı dik, kararlı bir kadın vardır. Belki de aynı kadının yaşadığı çelişkilerdir bu iki yüzde beliren ifade. Kahverengi, siyah, beyaz ve sarıdan örülü hüzün çemberi… Dikkatle bakıldığında, sarıyla sağlanan ışığın, bir figürün alın ve göz çevresini, diğerinin ise dudak ve çenesini aydınlattığı fark edilir. Kadınlar bize hüzünle ve onun üslubuyla bütünleşen iri, siyah gözleriyle bakarlar.
Nuri İyem’in çok sayıda farklı mekanlarda tasvir edilen Sıradan Sevdalılar resmi vardır.
Mühür Gözlü Kadın, 1981
Bir Nuri İyem klasiği daha… Gözlerinden sonra, heykelsi başını çevreleyen beyaz örtünün altında simsiyah kaşları, koyu bronz teniyle, çekingen bir gülüşten yoksun sımsıkı kapalı dudakları belirir figürün. Neye tanıklık etmektedir o kocaman açılmış, ani kaçamak bakışın bir anını donduran gözler…
Mardin
Mardin isimli resminde yöre kadınını görürüz, örtmüştür ağzını sıkı sıkıya. Ama kimse kapatamaz iri siyah gözlerini. Sessiz söylemi derinden etkiler bakanı. Çünkü izleyenin arkada gördüğü kent peyzajı, basamak basamak iner başındaki siyah örtüye ve bu örtü yoluyla beyazlığın içindeki gözler daha dinamik kavranır bir çırpıda. Takılır gözler bu gözlerin içine. Kimi kendi yalnızlığını bulur içinde, kimi korkularını, kimi yaşanmamışlıklarını, umutlarını. Resimde hüzün vardır. İşte o zaman arkadaki küçük siyah kadın silueti belirginleşir eserde, siyah da olsa ve resim okunmaya başlar ikinci kez.
Göç, 1980 (Nuri İyem’in Göç temalı resmi de çok sayıdadır.)
Barış Özlemi, 1982
Gün Başlıyor Kondularda, 1998
Dönemin sanat anlayışında önemli bir yer tutan köy yaşamı ve köylü kadınları ressamın tuvalinde anıtlaşarak resmedilmiştir. Çocukluğunun geçtiği Mardin köylerinden hafızasında kalan görüntüleri resimlemeye başlayan İyem, yeniden figüratif resme dönerek kendine özgü bir tarz yaratmıştır. Genellikle kırsal kesim kadınının çileli hayatını, şehre göçenlerin varoşlardaki yaşam mücadelesini, gecekondu kadınlarını betimlemesine rağmen, bazen de kentli kadınların yaşamından kesitler sunar. Tuvalin ön planında anıtlaşan bu kadın portreleri, arka planda kalan yaşadığı coğrafya, ev, komşuları, kuması, çocukları gibi yaşam öyküsünü oluşturan pek çok nesnel değerle özdeşleşir. İkili, üçlü ve kalabalık kadın kompozisyonlarında farklı yönlere bakan kadın portreleri de tuval yüzeyinde yaratılan derinlik ve zenginlik içinde tasvir edilir.
Kaynak
Nuri İyem Eserleri, Çağının Tanığı Bir Koca Adam, Nuri İyem’in Resimlerinde Göz, Antika ve Sanat Eserleri Müzayedesi