Birçok bilim adamı ve araştırmacı, depresyon ve yaratıcıların eseri arasındaki kesin bir bağlantının olup olmadığını somut verilerle belgeleyebilmek için uzun zamandır birçok araştırma yapmışlardır. Sanatçıların ölümlerinin ardından geriye bıraktıkları biyografilerini içeren mektuplar, yazışmalar, günlükler ya da anekdota dayalı diğer malzemeler, sahip oldukları rahatsızlığa ilişkin uzmanlara kayda değer oranda bir bilgi sağlamıştır.
Psikolojik temelli birtakım zihinsel rahatsızlıkların, yaratıcılık unsuru ile birebir bağının olduğu ve bu mevcut bağın meslek alanı sanat olan kişilerin/sanatçıların, eserlerinin olumlu anlamda nitelik kazanmasına doğrudan etki ettiği söylenebilir. Ayrıca, çevresel faktörlerin ve zorlu yaşantıların da sanatçı kişiliği ve rahatsızlığın bulgusal özelliklerine etki etmenin yanında, sıradışı yaratıcı unsurların ortaya çıkmasına da katkı sağladığı dile getirilebilir.
Akıl hastalığı ile dahilik arasında bir bağın olduğuna ilişkin bilginin kökeni Aristo zamanına kadar dayandırılabilmektedir. Eski Yunanlılar yaratıcılığın tanrılardan geldiğine inanmaktadırlar, özellikle yaratıcılığı sağlayanların ilham perileri olduğu düşünülmektedir. Bunlar, Zeus ve Mnemosyne’nin 9 kızı ve aynı zamanda sanatın ve bilimin mitolojik karakterleri olarak addedilmektedirler.
1. Vincent Van Gogh (1853 – 1890)
Bulb Fields, 1883
Starry Night Over the Rhone, 1888
Vincent Van Gogh, 1888 yılında kardeşi Theo’ya yazdığı bir mektupta “Bana ne olduğunu tam anlamı ile tanımlayamıyorum. Şimdi ve daha sonrasında, hep korkunç bir kaygı yaşıyorum. Açıkçası nedensiz bir şey. Diğer taraftan, kafamda bir boşluk ve yorgunluk hissi yaşıyorum… Bu aralar, melankoli ve iğrenç pişmanlık ataklarım var” diye yazmıştı. Van Gogh, dahilikle delilik arasında gidip geldiğini fark edebiliyordu. Ancak, bunun ne olduğunu, neden böyle düşündüğünün, neden böyle davrandığının mantıklı bir izahını bulamıyordu. Hastalıklı döneminde, resimlerinde dünya genişliyor, dağlar sarsılıyor, bulutlar delice bir hızla dönüyor, yıldızlar donanma fişekleri gibi hareket ediyor, ağaçlar öfke içinde debeleniyor, bitkiler kırılan dalgalar gibi öne doğru yuvarlanıyor ve toprak zemin cennete saldıracakmış gibi yukarıya sıçrıyordu. Van Gogh’un erkek kardeşi Theo’nun birçok depresif atak geçirdiği, kız kardeşlerinden Wil’in de geçirdiği psikotik ataklar nedeniyle yaşamının sonuna kadar bir akıl hastanesinde kaldığı biliniyor.
2. Louis Wain (1860 – 1939)
Sağlıklı döneminde yaptığı resmi
Hastalıklı dönem resmi
Kedi formu konusunda uzmanlaşmış, muhtemelen bilinen en ünlü sanatçı Louis Wain, kedilerin antropomorfik (insani vasıfların başka bir varlığa atfedilmesi) temsillerinin oluşturulmasında, üretkenlik gösteren istisnai bir sanatçı olmuştur. Louis Wain’in, sonbahar dönemi olarak bilinen yılları, şizofreni (psişik ve gerçek arasındaki olağan ayrımların yapılamadığı, çok kötü bir karmaşık bozukluk) rahatsızlığının neden olduğu ıstırapla geçmiştir. Rahatsızlıktan dolayı ortaya çıkan yanılsamaların yanı sıra sevdiklerine, yakın tanıdıklarına karşı güvensizlik ve düşmanlık da bu dönemde Wain’in hayatını karakterize edebilmiştir. Bir kısım psikologlar, Wain’in çalışmaları üzerinde bazı analiz çalışmaları yaparak incelemede bulunmuşlardır. Bu doğrultuda, araştırmayı gerçekleştiren psikologlar, Wain’in resimlerindeki artan soyutlama açılımının, hastalığının tanığı olabileceği iddiasını gündeme getirmişlerdir.
3. Edvard Munch (1863 – 1944)
Death In The Sickroom, 1895
The Sick Child, 1896
Hayatının büyük bir kısmını hasta olmaktan korkarak geçirmişti. Munch, hayata başladığı ilk yıllardan itibaren 5 yaşında annesini, 14 yaşında kız kardeşi Sophie’yi ve ardından erkek kardeşinin ölümüne tanık olmuştu. İskandinavya için o yıllar tüberkülozun kol gezdiği ve yüzlerce yaşama mal olduğu yıllardı. Bu dönemde yaşamak, Munch’un psikolojisini etkilediği gibi resimlerindeki görselliği de etkilemişti. Hasta Çocuk (The Sick Child), Hasta Odasında Ölüm (Death In The Sickroom) gibi çalışmaları, günümüzde psikiyatristler tarafından incelenmekte ve anlaşılmaya çalışılmaktadır.
Munch’un yaşamı boyunca yaşadığı dönemin acılarına tanık olması, hastalıkla mücadele eden yakın akrabalarının kaderine ortak olması, ister istemez onda birtakım etkiler bırakmıştır. Antrofobi (insanlardan ve toplumdan korkma), şiddetli anksiyete atakları, aşırı içki ve buna bağlı gelişen halüsinasyon ve hiper paranoyak hareketler, sonunda onun hastaneye yatmasına neden olan temel etmenler olmuştur. Edvard Munch Çığlık (The Scream) isimli tablosunu şu sözlerle ifade etmişti: “Güneş batmaya başladı, birden gökyüzü kan rengine döndü, titreyerek orada durdum ve dosdoğru geçen sonsuz bir çığlık hissettim. Hastalığımda olduğu gibi, yaşam korkum, benim için gereklidir. Onlar benden farksız değildir, onların imhası benim sanatımı da yok edecektir.”
4. Nicolas de Staël (1914 – 1955)
Agrigente, 1950
Marine, 1954
Fransız-Rus ressam Nicolas de Staël 1950’li yıllarda tanınmış ve kendi kuşağının önde gelen isimlerinden biri haline gelmişti. Orijinal bir şekilde Nicolas de Staël, klasik manzara resmini, son derece üst bir soyut form olarak yeniden oluşturdu. Onun daha sonraki sanat çıktıları gerçeklikten hareket eden bir ruhu taşısa da, daha geleneksel Fransız görüntüleri üzerinde durduğu görülmektedir. Depresyon konusunda sıkıntı yaşayan ressam, Güney Fransa’da Antibes’te huzur bulmaya çalışmıştı. Nicolas de Staël, bir sanat eleştirmeni ile olan başarısız bir sanat görüşmesinin ardından, yeteri kadar yaşadığına karar vermiş ve onbirinci kattaki dairesinden beton zemin üzerine atlayarak yaşamına son vermişti.
5. Richard Dadd (1817 – 1886)
Caravanserai At Mylasa In Asia Minor, 1845
Hastahanede yaptığı en ünlü eseri olan The Fairy Feller’s Master-Stroke tablosunu 1855-1964 yılları arasında yapar.
Richard Dadd, doğu ve doğaüstü sahnelerin son derece detay yüklü tasvirleri ile ünlenmiştir. Richard Dadd’in ilk kaydedilen psikotik atağı Nil Nehri üzerinde bir teknede iken gelmişti, çılgınca etrafında saldırmaya başlamış ve eski Mısır tanrısı Osiris tarafından zihinsel olarak rehin alınmış olduğuna inanılmıştı. İngiltere’ye döndükten sonra, babasının şeytan olduğuna inanmaya başlamış, ebeveynlerini bıçaklayarak öldürmeye çalışmış, Fransa’ya kaçmış ve orada da bir turisti öldürmeye teşebbüs etmişti. Bu olaylar zincirinin ardından Dadd, bilinen birçok ünlü başyapıtını oluşturduğu bir psikiyatri hastanesine (ünlü Bedlam) yatırılmıştı. Dadd’in büyük bir olasılıkla genetik olarak yatkınlıkla birlikte, paranoid şizofreni rahatsızlığı olduğu düşünülmektedir.
6. Michelangelo (Michelangelo di Lodovico Buonarroti Simoni) (1475 – 1564)
Sistine Şapeli, The Last Judgement (Kıyamet Günü), 1536 – 1541
Raphael, The School of Athens (Atina Okulu), 1509 – 1511
Atina Okulu resminde matematikçi Heraklitos için Michelangelo modellik yapar.
Dünyanın en değerli sanat eserlerinden birinin yaratıcısı olan Michelangelo sanat tarihinin tartışmasız en önemli isimlerinden. Ancak, bazı yorumcu araştırmacılar, Sistine Şapeli’nin boyanmış tavanında Michelangelo’nun ciddi ruhsal hastalık belirtilerini yansıttığını ve bunun açık bir şekilde tespit edilebildiğinden bahsetmektedirler. California Üniversitesi’nden bu konuda uzman olan Dr Paul Wolf, melankolinin altında yatan, depresif bir eğilimi, bipolar bozukluğun belirtilerini, bazı çalışmaların yansıttığından bahsetmektedir. Büyük sanatçı hakkında diğer spekülatif anlayışlar ve ruh hali, o dönemde yaşamış diğer sanatçıların resimlerinden de anlaşılabilmektedir. Örneğin, Raphael’in yaptığı bir fresk (duvar resmi), Michelangelo’nun bu ruh halini anlatır gibi.
7. Mark Rothko (1903 – 1970)
Subway Series, 1930
Metro resimleri onun yeteneğini açığa çıkardığı ilk resimlerdir. Rothko sıradan bir temaya duygu yükleyerek onu olağanüstü bir halde aktarıyordu bu resimlerinde.
No. 14, 1960
1940’tan sonra sanatçının resimlerinde mistik temalar, mitolojik öğeler görülür. Daha o yıllarda eserlerinde görülen ezoterik semboller ve biomorfik işaretlerin varlığı ise onun ilgi alanının dini temalar olduğunun işaretlerini vermektedir. Rothko şöyle söylüyordu. “Ben tuvalde renk ve form ya da başka bir şeyin ilişkisiyle ilgili değilim. Beni ilgilendiren resim yaparken insanların duyumları, halleri, coşkuları ve duygulanımlarıdır.”
1950’lerden sonra lirik soyut ifadesine geçen sanatçı 48-49’da Amerika soyutunu temsil eden grupta yer alır. Petrol zenginleri John ve Dominic Menil inşa etmek istedikleri kilise için Rothko’dan duvar resimleri istedi. Pek çok arkadaşına bizzat “Burası benim en önemli eserim olacak” dedi. 1965’de başladığı şapel duvar çalışmasını Rothko asistanlarının yardımıyla 1967’de tamamen bitirir. Bu dönemde Mark Rothko’nun ruhunda neler olduğunu bilmek zor. Gençliğinden beri devam eden hastalıklı ve sağlıklı olma durumu arasında Mark Rothko, sonunda öyle bir noktaya ulaşmıştı ki ölüm iradeye baskın hale gelmişti. Oğlu Christopher Rothko “Hayatının son iki yılında, moralinin hayli bozuk olduğunu kimsenin inkar etmeyeceğini düşünüyorum, sağlığı kötüye gidiyordu ama, o yıllarda çok sayıda resim yaptı.” diyor.
25 Şubat 1970’te Mark Rothko’nun asistanı onu mutfakta lavabonun yanında yerde yüzükoyun yatarken buldu. Arkasında hiçbir açıklama bırakmadan, uzun iç altlıklar ve çorap giymiş bir halde, bir ustura ile sağ kolunun arteri kesilmiş ve bunun sonucunda yaşamını yitirmişti. Daha sonra otopsi yapıldığında tüm bu kanlı eylemden önce kendisini öldürmeye yetecek kadar ilaç aldığı da ortaya çıktı. Bir enstitü olarak Rothko Şapeli bugün hem müze hem toplantı hem de gösteri amaçlı programlar için kullanılmakta.
8. Paul Gauguin (1848 – 1903)
Sailing Vessel Moonlight, 1878
Green Christ, 1889
Tahitili Kadınlarıyla Paul Gauguin’in 22 Eşsiz Tablosu isimli yazımıza da göz atmanızı öneriyoruz.
Vincent Van Gogh’la araları bozulsa da öncesinde iyi arkadaşı olan Paul Gauguin aynı zamanda resim, heykel, seramik, baskı ve diğer sanat alanlarında çalışması sayesinde, son derece etkili bir sanatçı olmuştur. Fransız post-empresyonist hareketinin yapılanmasında, sembolizmin ve Synthetist ve Cloisonnist stillerinin gelişiminde rol oynamıştır. Paris’te tanıştığı Javalı sevgilisi Annah ile gittiği meyhanede, kıza sataşan sarhoş gemicilerle kavga eden Gauguin’in ayak bileği kırıldı. Hastaneye kaldırıldı, bunu fırsat bilen Annah da evinden parasal değeri olan şeyleri alarak kaçtı. Bu duruma çok üzüldü, tekrar Tahiti’ye döndü.
Fakat kızı Aline’in ölüm haberini aldı. Sakatlanmış ayağı, Paris’te bıraktığı alıcısı olmayan resimleri, tüm bu hayal kırıklığı içinde arsenik içerek intihara teşebbüs etse de başaramadı. Gauguin’in yaşamı süresince, narsist kişilik bozukluğu ve depresyonun şiddetli nöbetlerinden ıstırap çektiği bilinmektedir. Gauguin’in bu psikolojisini, depresif yanını birçok resminde rahatlıkla görebiliriz.
9. Georgia O’Keeffe (1887 – 1986)
Ranchos Church, 1930
White Flower On Red Earth, 1943
Georgia O’Keeffe, sanat kuruluşlarının, kadın sanatçıları tanıması için mücadele eden öncülerinden biri olmuştur. Georgia O’Keeffe, Amerika’nın en ünlü sanatçılarından ve Amerikan modernizminin temsilcilerinden biri haline gelmiştir. Zamanla sanatçı, soyut ile somut arasında bir senteze ulaşır. Resmi boydan boya dolduran çiçek resimleri daha sonraki yıllarda seksüel çağrışımlar ile feminist çalışmalarda da yerini alacaktır. Çoğu zaman sadece bir ya da iki çiçek, tuvali tümüyle kaplar. Sıkça resimlediği Kala zambağı ise sanatçının neredeyse amblemi olmuştur. 1932 yılında, Şehir Radyosu Müzik Salonunda O’Keeffe, oldukça yoğun bir sinir krizi geçirmişti. Bu olay, onun hastanede bir süre yatmasından hemen sonra gerçekleşmişti. İki yıl boyunca O’Keeffe, resim yapamamıştı.
10. Francisco José de Goya Lucientes (1746 – 1828)
El Majo de la Guitarra, 1779
Shepherd Playing Dulzaina, 1787
Francisco José de Goya Lucientes, büyük İspanyol sanatının kavşağında durmuş, eski ustalar arasındaki sınırın her iki tarafını desteklemiş ve İspanyol resim ve baskı resminin modern çağını başlatmıştı. Resimlerine bakan izleyicilerin, resimlerinde yalnızlığı, korku ve yabancılaşmayı betimlemesini görebilir. Goya, fiziksel ve psikolojik zihinsel rahatsızlıktan dolayı sıkıntılar yaşamıştır. Goya’nın bizzat kendisi işitme kaybı, denge kaybı, ilerici sağırlık ve eşzamanlı kulak çınlaması gibi rahatsızlıklarının olduğunu ifade etmekteydi. Tam anlamı ile hiçbir zaman temel nedeni bilinemeyecek olsa da mevcut bulgular, Meniere (iç kulakta bulunan ve dengeden sorumlu sıvılardaki basınç artışının neden olduğu ve en önemli bulgusunun ataklar halinde baş dönmesi) hastalığından dolayı paranoyak demansın olabileceğini göstermektedir.
Kaynak
Psikolojik Temelli Rahatsızlık, Sanat ve Yaratıcılık, Hüznün ve Tutkunun Öyküsü – Van Gogh, Sıradışı Bir Kafa, Sıradışı Bir Ressam, Lebriz Sanal Dergi