Oscar Wilde, modernist edebiyatın Baudelaire ve Mallarmé gibi öncüleriyle birlikte anılır. Ama o yalnızca edebiyatıyla değil, sanat ve edebiyat üzerine eleştirileriyle de 20. yüzyıl avangardı üzerinde etkili olur. Ayrıca, onun en önde gelen eseri kuşkusuz hayatıdır. Zaten dehasını hayatına kattığını, eserlerine ise sadece yeteneğini koyduğunu söyler.
1854 yılında Dublin’de dünyaya gelen Oscar Wilde, kültürlü ve varlıklı bir aile çevresinde Fransız mürebbiyelerden dil öğrenerek yetişmiştir. Bir doktor olan Sir unvanlı babasından çok, Oscar Wilde’ı “insanların günah işlemek uğruna yaşamaları gerektiğini” söyleyen annesi etkilemiştir.
Oscar Wilde, Dublin’in Trinity Okulu’nda gösterdiği başarı sayesinde burs kazanarak Oxford’un en seçkin kolejlerinden Magdalen’de okumak üzere İngiltere’ye gider. Okulda antik Yunan ve Roma konusundaki derin bilgisi ve aykırı davranışlarıyla sivrilir. Okulunu bitirdikten sonra Londra’ya yerleşir. Büyük bir lüks içinde yaşamak, en pahalı lokantalarda yemek yemek, en seçkin otellerde kalmak, baştan aşağı farklı ve şık olmak için terzilerine para harcamak gibi bir yaşam alışkanlığı edindiği için babasından kalan servetini kısa sürede tüketir.
Normal pantolonlar giymek yerine, 18. yüzyılda olduğu gibi dize kadar gelen külotlar, ipek çoraplar giyer, enli rengarenk kravatlar takar, başına geniş kenarlı şapkalar geçirir. Yakasında her zaman çok pahalı kocaman bir çiçek bulundurur. Yalnızca doğum günlerinde, herkesin giydiği gibi geleneksel biçimde koyu bir kostüm giyer. Bu tercihinin nedeni, gençliğinden bir yıl daha yitirdiği için yas tuttuğunu göstermektir. Çarpıcı olduğu kadar komik söz oyunlarıyla örülü bir konuşma retoriği geliştirir. Kendine özgü özdeyişler, parlak nükteler, şaşırtıcı paradokslar üretir.
Mina Urgan, Oscar Wilde ile ilgili şu yorumu yapıyor: “Oscar Wilde, hem toplumun benimsediği geleneklere uyar, hem de topluma başkaldırır; hem putlara tapanları, hem Hıristiyanları yüceltir; hem bireyciliği, hem de sosyalizmi savunur; hem soytarılıklar yapan bir playboy’dur, hem de yetenekli bir yazardır; hem eşcinseldir, hem de onu sapık olmakla suçlayan Queensberry Markisi’ne karşı hakaret davası açar. Bir insan, ancak benliğindeki çelişkileri çözümleyip bunların arasında bir uyum sağlayınca olgunlaşır. Oysa Hesketh Pearson’a göre, Oscar Wilde çocuk kalmıştır. Daha doğrusu, kafası gelişmiş, hem de çok gelişmiş, ama ruhsal yapısı açısından on beş yaşlarında kalmıştır. Bu yüzden de, kılığı kıyafetiyle, söyledikleri sözlerle, hem yetişkinleri şaşırtmak, şoke etmek huyundan vazgeçmiyor; hem de yetişkinler tarafından sevilmek istiyordu.”
Oscar Wilde 1884’te Constance Lloyd’la evlenir, bu evlilikten iki oğlu olur. Edebiyatla uğraşmasının yanı sıra, The Women’s World’ün editörlüğünü yapar, politik ve sosyal konularda makaleler yayımlar. Alegorik eserlerin en yetkini sayılan Dorian Gray’in Portresi’nin yazarı olan ve en çok da bu eseriyle tanınan Oscar Wilde, şiir, tiyatro eserleri, roman, öykü ve mektup türüne kadar edebiyatın hemen hemen her alanında eser vermiş bir sanatçıdır.
Oscar Wilde, Constance Wilde ve oğlu
Oscar Wilde’ın 1891’de yayımlanan tek romanı olan Dorian Gray’in Portresi, aristokrat sınıfın genç ve yakışıklı soylusu Dorian Gray’in, ressam arkadaşı Basil Hallward tarafından yapılan ve Dorian Gray’in öteki benliğini yansıtan, gerçeği kadar güzel portresiyle olan ilişkisini, Dorian Gray’in, ressam arkadaşının atölyesinde tanıştığı Lord Henry adlı soylu bir adamla kurduğu dostluğu, bu dostluğun tesirine girerek hedonistik bir hayat sürmeye başlaması nedeniyle, zamanla portrenin gerçek yaşamdaki Dorian’ın yerini alışını anlatır. Oscar Wilde romandaki üç karakterle ilgili şunları söylemişti: “Yetenekli, iyi kalpli ama çirkin Basil Hallward benim. Kötülük meleği Lord Henry Wotton herkesin olduğumu sandığı kişi… Dorian Gray ise keşke benzeseydim dediğim insan.”
“Bu dünyada en şanslı olanlar bence çirkinlerle aptallar. Yan gelip yayılarak yaşam denen oyunu ağzı açık seyredebilirler. Zafer denen şeyi bilmeseler bile hiç değilse yenilgiyi de tatmazlar. Aslında hepimizin yaşamamız gerektiği gibi yaşar onlar, kaygısız, kayıtsız, çalkantısız. Başkalarının mahvına yol açmadıkları gibi kendileri de onun bunun elinde telef olmazlar. Senin unvanınla servetin, Harry, benim aklım fikrim, karınca kararınca, eğer bir değeri varsa sanatım, Dorian Gray’in güzelliği… Tanrı’nın bu bağışları yüzünden hepimiz acı çekeceğiz, hem de büyük acılar.”
“Karmaşık ve gergin huylu kişiler hep böyledir. Çok güçlü olan duyguları ya incitir ya da eğilir. Ya öldürür ya da ölür. Sığ hüzünler, sığ aşklar uzun ömürlüdür. Büyük aşklar, büyük üzüntülerse kendi büyüklüklerinin kurbanı olurlar.”
“Ömürlerinde tek bir kez sevenlerdir asıl sığ olanlar. Onların vefa, sadakat diye adlandırdıkları şeyi ben, ya alışkanlığın verdiği rahatlığa ya da hayal gücünün yokluğuna bağlarım. Zihinsel yaşam için tutarlılık neyse duyusal yaşam için de vefa odur, basit bir yenilgi itirafı. Vefa! Bunu incelemem gerekiyor günlerden bir gün. Sahiplik tutkusu da giriyor bu işin içine. Başkaları alır diye korkmasak çoktan atacağımız bir sürü şey var.”
Oscar Wilde’ın 1893’te yayımlanan, hikayesinin kaynağını İncil’den aldığı Salomé tek perdelik bir dramdır ve modern tiyatro tekniğinde devrim yaratmasıyla da ün kazanmıştır. Oscar Wilde Salomé’yi yazarken, özellikle de sembolist şiir ve dram yazarlarının en önemlilerinden Maurice Maeterlinck’ten etkilenmiştir. Ayrıca Gustave Moreau’nun Salomé çizimlerinden ilham aldığı söylenir. İngiltere’de oyunun provaları başladı, ancak oyun İncil’den karakterlerin sahnede tasvir edilmesinin yasak olduğu gerekçesiyle sansürlendi. Asıl sebep, tabii ki oyunun cinsel açıdan oldukça cüretkar olmasıdır. Eser, yazıldıktan beş yıl sonra, 1896’da Paris’te sahnelendi.
“İşte sen Tanrı’nı gördün, Yahya, ama beni asla görmedin. Eğer beni görseydin, severdin. Ben seni gördüm ve seni sevdim. Oh, ne kadar sevdim seni! Hala da seviyorum Yahya. Sadece seni seviyorum… Senin güzelliğine susadım, bedenine açlık duyuyorum, ne şarap ne de meyveler arzumu dindirebilir. Ne yapacağım şimdi Yahya? Ne seller ne de okyanuslar tutkumu söndürebilir. Ben bir prensestim ve sen beni hakir gördün. Ben bir bakireydim ve sen bekaretimi benden aldın. İffetliydim ve damarlarımı ateşle doldurdun… Ah! Ah neden bana bir kez bakmadın? Baksaydın, severdin. Biliyorum ki beni severdin ve aşkın gizemi, ölümün gizeminden daha büyüktür. Sadece aşka bakmak gerekir.”
“Yaşadığını yazan ile yazdığını yaşayanın bu şiirini çevirmekle iyi ettim, biliyorsun.” Oscar Wilde’ın bu eserinin çevirisini yapan değerli şairlerimizden Özdemir Asaf, Reading Zindanı Baladı’nı 1968 yılında eşine böyle imzalar. Bu şiiri Ezel’i izleyenler yakın zamanda kaybettiğimiz değerli sanatçımız Tuncel Kurtiz’in sesinden hatırlayacaklardır.
Şiirin öyküsü ise şöyle: Krallık Muhafız Süvari Bölüğü askerlerinden Charles Thomas Wooldridge, 23 yaşındaki karısı Laura Ellen Wooldridge’i, boğazını keserek öldürüyor. Mahkemenin suçluya verdiği ceza ise, 7 Temmuz 1896 Salı sabahı saat 7.45 – 8 arası asılarak idam edilmesi. Bu cinayetin, o zamanın İngiltere kamuoyunda geniş etkiler ve tepkiler yaratmasına büyük bir şiir öncü olmuştur: Reading Zindanı Baladı adı ile bütün dünyada bilinen bu şiirin yazarı Oscar Wilde, İngiltere’de cezaevlerinin yeniden düzenlenmesini, ceza uygulama sistemlerinin düzeltilmesini sağlayan kanunların çıkmasına da doğrudan doğruya öncü olmuştur.
Ama gene de herkes sevdiğini öldürür,
Bu böylece biline,
Kimi bunu kin yüklü bakışlarıyla yapar,
Kimi de okşayıcı bir söz ile öldürür,
Korkak, bir öpücükle,
Yüreklisi kılıçla, bir kılıçla öldürür! (Reading Zindanı Baladı’ndan)
Wilde, romanı, masalları, öyküleri, şiirleri, denemeleriyle, eşsiz konuşmacılığı, nükteleri, özdeyişleriyle, giyimi kuşamıyla, estetikçi davranışıyla Victoria Çağı ahlakına karşı saldırıya girişmişti. Eşcinsel olduğunu hiç saklamamıştır. Bu savaşın bedelini, Queensberry Davası sonucunda iki yıl hapis yatarak ödemişti. Wilde, 19. yüzyılda yaşamış bir 20. yüzyıl düşünürüydü. Yeni dönemlerde gerçekleşecek toplumsal gelişmeleri, özgürlük için girişilecek devrimleri seziyor, özellikle sanat alanında yaşanacak patlamaları görüyordu. Teknolojideki atılımlar sonucunda maddecilik anlayışının güçlenmesine, bir endüstriyel tiranlık oluşmasına, kalabalıklaşan kentlerin sınırsız büyüyüp çirkinleşmesine, doğanın yağmaya uğramasına, insanların özgüvenlerini yitirip köleye dönüşmesine ancak bireycilik ve estetikçilik yoluyla karşı konulabileceğine inanıyordu. Sosyalizmin ise, uzun sürede güçlü, etkin bireyler yaratacağı için yararlı olacağını düşünüyordu.
Aşağıda Oscar Wilde’ın özlü sözleri, Hiçbir Şey Eskimez Mutluluk Kadar kitabından alıntılanmıştır.
İnsanların yüzde doksanı yaşamazlar, sadece vardırlar.
Gençler sadık olmak ister ama değildir, yaşlılarsa vefasız olmak ister ama olamazlar.
Bir kadının bir erkeği değiştirmesinin tek yolu, onu hayata karşı olan tüm ilgisini kaybedecek kadar usandırmasıdır.
Takım elbise ve beyaz bir kravatla, borsa tellalı bile düzeyli biri gibi görünür.
Arkadaşlarımı görüşlerine, tanıdıklarımı karakterlerine ve düşmanlarımı zekalarına göre seçerim.
Kırsalda herkes iyi olabilir çünkü orada baştan çıkarıcı şeyler yoktur. Çünkü şehir dışında yaşayanlar bu yüzden medeniyetsizdir. Medeni olmanın iki yolu vardır. Birisi eğitilmek, diğeri yozlaşmaktır. Kırsaldaki insanların eğitilecek ya da yozlaşacak imkanları yoktur, bu yüzden oldukları yerde dururlar.
Evliliğin bir büyüsü, hayatı her iki taraf için de bir aldatmacaya çevirmesidir.
Sadık olanlar aşkın zevklerini, sadakatsiz olanlar da acısını bilirler.
Leylak rengi giyen ya da otuzbeşinin üstünde ama pembe giyinen kadına asla güvenmeyin. Bu onların bir geçmişleri olduğu anlamına gelir.
Geçmişin büyüsü geçip gitmiş olmasındadır ama kadınlar hiçbir zaman perdenin kapandığını anlamazlar. Sürekli bir perdelik oyun daha isterler.
Kaba güce karşı koyabilirim ama kaba bir mantığa katlanamam. Kaba bir mantık yürütmekte adil olmayan bir şeyler vardır. Kaba mantık, zekaya bel altı vurmaktır.
Sadece iki çeşit kadın vardır: Basitler ve süslü olanlar. Basit olanlar faydalıdır. Saygınlık için ün kazanmak istiyorsanız, bu kadınları davetlere götürün. Diğer kadınlar çok çekicidirler. Ancak bir hataları vardır. Genç görünmek için boyanırlar. Büyük annelerimiz daha ustaca konuşabilmek için boyanırlardı. Ruj ve neşe bir aradaydı. Artık böyle değil. Bir kadın kendi kızından on yaş küçük gözüktüğünde ancak yeterince tatmin olur.
Kaynak
Batı Uygarlığının Modern Kahraman Kültü Olarak Dandy, Oscar Wilde Tutkular, Acılar, Gülümseyen Deyişler – Şakir ECZACIBAŞI, Hiçbir Şey Eskimez Mutluluk Kadar – Oscar Wilde (Çevirmen: Burcu YALÇINKAYA), Reading Zindanı Baladı Özdemir Asaf’ın Kaleminden Hayatı, Kırmızı Yayınları, Doğan HIZLAN, Radikal – Zeynep AKSOY
Yorum Yap