Sazı gümbür gümbür ses veren, hep samimi ve kendi halinde yüreğinin acılarını ve kendi iç gurbetlerini seslendiren, hiçbir medyatik tutumu olmayan, kalabalıklardan ve şöhretten adeta köşe bucak kaçarak pek ortalıklarda görünmeyen, mezhep, parti ve etnik kimlik çağrışımlarına prim vermeyen, sazından, sözünden ve sesinden gayri hiçbir şeyden medet ummayan bu garip insanı tanımak kadar tanımlamak da gerçekten zor.
Neşet Ertaş’ın Hafızalardan Silinmeyen 12 Türküsü isimli yazımıza da göz atmanızı öneririz.
Ay Dost deyince yeri göğü inleten, gönül dostu bir babanın evladı Neşet Ertaş… Bozkırın ortasında 1938’de Kırşehir’in Çiçekdağ ilçesinde Kırtıllar’da dünyaya gelir. Muharrem Ertaş’ın beşinci evladıdır. Daha yedi yaşında yöre düğünlerinde oyun oynarken buluverir kendini. Ve ilk gençlik yıllarının ardından, 15 yaşında çıktığı gurbet hayatı uzun yıllar devam eder. Neşet Ertaş’ı tanımak, asıl onun ruh ve gönül macerasını bilmeyi gerektirir ki burada hemen karşımıza, Neşet Ertaş’la en rafine üslubuna kavuşan Orta Anadolu Abdal müziği geleneğinin gelmiş geçmiş en büyük ustalarından olan babası Muharrem Ertaş karşımıza çıkar.
Muharrem Ertaş
İşte Neşet Ertaş, babası Muharrem Usta ile adeta Anadolu’daki en olgun seviyesine erişen bu Türkmen/Abdal müzik birikiminin yeni bir yorumcusudur. Yoğun yöresel özellikleri ve baskın mahallilik unsurları ile donanmış bu müziği yöresinin dışına çıkarmış, ülke genelinde ve hatta yurtdışında bilinmesini, tanınmasını sağlamıştır. O, aslında bir anlamda tam bir yöre sanatçısı olmasına rağmen yaygın şöhreti ve söylediği türkülerin popülaritesi ile ülke genelinde tanınan biri olarak, hem babası Muharrem Ertaş’tan, hem de bu geleneğin diğer usta isimleri olan Hacı Taşan ve Çekiç Ali’den de ayrılır. Bir başka söyleyişle onun sanatı için, başta Muharrem Usta olmak üzere, Hacı Taşan, Çekiç Ali ve Abdal/Türkmen müziği geleneğinin çeşitli yörelerde farklı tavır ve üsluplarda karşımıza çıkan diğer ustaları da dahil olmak üzere hepsinin üst seviyede bir sentezi ve esrarlı bir bileşkesi denilebilir.
Abdallık geleneği yaratıcı hariç her şeyden vazgeçmeyi, görünüşe değil görünüşün ardındaki öze kıymet vermeyi, gönül kırmamayı, can incitmemeyi ve insan ruhuna zarar verecek her türlü olumsuz duygu, düşünce ve davranışlardan kaçınmayı merkeze alan bir düşünce sistemi ve yaşam biçimidir. Abdallar, Türkler’in Orta Asya’dan Anadolu’ya gerçekleştirmiş oldukları göçler sırasında Anadolu’ya yerleşmişlerdir. Orta Anadolu Abdalları’nın yakın döneme kadar elekçilik, kalaycılık, köçeklik ve sünnetçiliğin yanında, daha eski dönemlerde destancılık ve hikayecilik gibi meslekleri de sürdürmüş olması, bu grup mensuplarının bilinen en eski dönemlerden itibaren şamanların/kamların üstlenmiş oldukları vazifeler de dahil olmak üzere, en eski Türk yaşantısından bazı izleri yansıtmaları açısından da dikkate değerdir.
Neşet Ertaş’ın Neden Garip Garip Ötersin Bülbül adlı ilk plağı 1957 yılında Şençalar Plak’tan çıkar. İlk plağının çıkmasından sonra Neşet Ertaş Ankara’ya gelir ve sahne hayatı burada devam eder. Ankara’ da adına türküler yazacağı Leyla’yla tanışır ve evlenir. Yedi yıl sürer bu büyük aşk. Baba Muharrem Ertaş’ın sözlerine çok içerleyen Neşet de üzüntüsünü sazının tellerine döker.
Aşkı kimden aldın, sevgiyi kimden,
Aslı bozuk deme, gel şu insana
Soracak olursan, eğer ki benden,
Aslı bozuk deme, gel şu insana.
Yazımızı felek yazar, mevladan değil
Senin dediklerin, a dost evladan değil
Her hata suç bende, Leyla’da değil
Aslı bozuk deme, gel şu insana.
Anadolu halk müziğinin yaşayan efsanesi, Abdal müziğinin son temsilcisi… Kendisini doğuran topraklar olan Kırşehir’e hasretiyle “Gör ki neler geldi bu garip başa” diye başlar türkülerine gurbet ellerde. Garip, gurbet acısını hissettikçe basar sazının teline. Anadolu’nun bağrından çıkan bu saz ve söz üstadı, Kırşehir’den Ankara’ya, oradan da gurbete uzanan bir hayat yaşar. Kırşehir’den çıkan Garip Neşet 1960’larda artık tüm Türkiye’nin tanıdığı ve sevdiği bir sanatçıdır. Anadolu’nun hüzünlü sesinden söylenen içli bozlaklar Türkiye’nin yüreğine işler.
Fehiman Uğurdemir ve Ünol Büyükgönenç, Neşet Ertaş’a gitarlarıyla eşlik ediyor.
Neşet Ertaş’ın, 1978’de geçirdiği bir rahatsızlığın etkisiyle sıhhati bozulmaya başlar ve parmakları sazın teline vurmaz artık. 1979’da kendini Almanya’da kardeşinin yanında bulur. Sağlığına kavuşmasıyla birlikte sanatına Almanya’da devam eder. Yirmi üç yıl ülkesine olan hasretle gurbet ellerde çalar. Sözünü, müziğini aynı anda düşünerek yaptığı o derin bozlaklarının sayısını bile bilmeyen Neşet Usta türkülerinden eksik etmediği Garip mahlasını şöyle açıklar. “Soyadı yokken bize Garipler derlermiş. Gerçektende biz garip, yani ezilmiş, hor görülmüş, Abdal diye nitelendirilmiş, aşağılanmışızdır. O gariplik bende kaldığı için garibim diyorum” der. Bozlağı, feryat, ağıt olarak tanımlar.
Babası Muharrem Ertaş’la
Neşet Ertaş’ın sanatı hayatı ile hayatı sanatı ile o kadar iç içe ki çalıp çığırdığı türkü ve bozlaklarında bütün bir hayat hikâyesini bulmak mümkün olduğu gibi, hayatına yakından baktığımızda da o içli türkülerin, acılı bozlakların nelerden nasıl doğduğunun ipuçlarını elde ederiz hemen. Onun yokluk, yoksulluk ve acılarla dolu hayatını Garip mahlasıyla yazdığı koşma tarzında usta işi şiirlerle anlattığı ozan yönünü yıllarca kimse farketmedi bile. Babasından öğrendiği geleneksel ve anonim türkülerin, bozlakların dışında, sözleri kendisine ait türküler, bozlaklar söylediğini de farkeden olmadı yıllarca. Sözü ve müziği ile anonim türkülerdeki erişilmez sadeliği ve estetik seviyeyi yakalayan sayısız türkünün, bozlağın altına attığı mütevazı imzasını kimselere söylemedi bile.
O, ismi bağlama ile özdeşmiş ve adeta bu dünyaya türkü söylemek için gelmiş gerçek bir türkü ustası… Türküyü bağlamaya, bağlamayı türküye bu kadar yakınlaştıran ve yaklaştıran, adeta birbirlerinin içinde kendisi ile birlikte eritip yok eden ikinci bir sanatçı bulmak öyle sanıldığı kadar kolay olmasa gerek. Neşet Ertaş’ın sanatı, müziğin özünü, ruhunu kavrayan birinin, hiçbir yapmacıklığa tevessül etmeden, olduğu gibi kendini, kendi özünü ve hissettiklerini saza, söze dökmesidir.
Öyle alçak ve yüce bir gönüle sahiptir ki Bozkırın Tezenesi, Süleyman Demirel döneminde kendisine sunulan devlet sanatçılığı ünvanını “Hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık gibi geliyor” diyerek kabul etmez. Ben halkın sanatçısı olarak kalırsam benim için en büyük mutluluktur der. Halkın kendisine verdiği büyük destekle Neşet Ertaş yaşayan bir efsane olmuştur. UNESCO tarafından yaşayan insan hazinesi olarak kabul edilir. 25 Nisan 2011 tarihinde İTÜ Devlet Konservatuarı tarafından Fahri Doktora ödülüne layık görülmüştür.
Yunus gibi, Hacı Bektaş gibi gönül idi onun da bütün derdi. Gönüller yapmaya gelmişti dünyaya. 25 Eylül 2012’de bu dünyayı terk etti.
Şu garip halimden bilen işveli nazlım,
Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen…
Tatlı dillim güler yüzlüm ey ceylan gözlüm,
Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen…
Kaynak
Neşet Ertaş – Bayram Bilge Tokel, Geleneksel Abdal Müziğinin Temsili ve Neşet Ertaş, Neşet Ertaş, Abdallık Geleneği ve Neşet Ertaş
Yorum Yap