22 Şubat 1788’de Danzig’de varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Schopenhauer’ın babası Heinrich zengin bir tüccar, kocasından 20 yaş küçük annesi Johanna ise özgürlüğüne düşkün, bencil, sosyal ortamlara meraklı bir kadındır.
Anne ve babasından fazla ilgi göremeyen Schopenhauer felsefe tarihinin en karamsar filozoflarından biri olacaktır. Annesi yazılarında oğlunun mızmızlığından yakınır, onun budala bir dünya ile insanın aczi üzerine sızlanışlarının sinirine dokunduğunu belirtir. Annesine karşı duyduğu olumsuz hisler ilerdeki kadınlar hakkında olumsuz düşüncelerinin çoğunun temelini oluşturacaktı.
Arthur Schopenhauer’in Yaşam Bilgeliği Üzerine 18 Sözü yazımızda da Arthur Schopenhauer’ın Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar kitabından seçtiğimiz alıntıları derlemiştik.
Schopenhauer’ın annesi Johanna ve kızkardeşi Adele, 1806 (Ressam: Caroline Bardua)
Schopenhauer, babasının dayatmalarıyla çocuk yaşta iş yaşamına girer, ancak 1805’te babasını kaybeder. Babasının ölümü için kimileri kaza derken birçokları intihar ettiği konusunda hemfikirdir. Schopenhauer babasının ölümü üzerine duyduğu acıyı Merhamet’te dolaylı olarak şu sözlerle ifade eder:
“En önemli acılardan birisi ise ölen babanın yasıdır. Ölen baba için yaşlılıktan ve hastalıktan dolayı, ölüm belki de bir kurtuluştur. Buna rağmen, oğul büyük acıyı duyar. Baba, çaresiz ve yardıma muhtaç olabilir; hatta belki de oğluna büyük bir yük teşkil ediyordur. Buna rağmen onun ölümünün ardından en çok üzülen kişi oğlu olmaktadır. İşte tüm bu anlattığım sebeplerden dolayı oğul, babasının ölümüne hıçkırıklara boğularak ağlar.”
Ailece Weimar’ a taşınırlar. Tıp eğitimi almak üzere 1809 yılında Göttingen Üniversitesi’ne kayıt yaptırır. Tıp eğitimi almaya daha yeni başlamışken ilgisi bütünüyle felsefeye yönelen Schopenhauer, çok geçmeden Berlin Üniversitesi’nde felsefe eğitimi görür.
“Mutlu bir hayat imkansızdır; olsa olsa insanın ulaşabileceği en yüksek şey, kahramanca bir hayat sürdürmektir.” (1915)
1807’de ilk gençlik yıllarında kendisinden 11 yaş büyük, hayran sayısı fazla olan Karoline Jagemann ile girdiği aşk üçgeninde derin darbeler alır. 1813’te Yeter Sebep İlkesinin Dört Farklı Kökü Üzerine başlıklı tezini hazırlar. İlk çalışması olan bu eseriyle Jena Üniversitesi’nde doktora derecesi alır. Annesi, Schopenhauer’ın bu başarısından dolayı onu tebrik etmek yerine, kitabın şifalı otlarla ilgilenenler için yazılmış olacağını söyleyerek dalga geçer.
Karoline Jagemann
Yazar olan annesi sayesinde Goethe ile tanışır. Bu durum, 1813-1814 kışında kısa bir süreliğine de olsa Goethe ile düşünsel bir yoldaşlık kurmasına olanak tanımıştır. Schopenhauer onu şöyle anlatıyor: “Sakin, hoşsohbet, nazik ve arkadaş canlısı. Adı sonsuza dek övgüyle anılsın!” Goethe ise Schopenhauer için şunları yazıyor: “Genç Schopenhauer hayli garip ve ilginç biri gibi geldi bana.”
Schopenhauer 1816 yılında tamamladığı Görme ve Renkler Üzerine (Über Das Sehn und Die Farben) adlı incelemesini Goethe’nin renkler kuramından aldığı esinle yazdığını ve kitabının Goethe ile aralarında bir mektuplaşma olduğunu da dile getirmiştir.
1818’de büyük eseri İstenç ve Tasarım Olarak Dünya’yı (Die Welt als Wille und Vorstellung) yayımladı. İlerde çok satılacak ve bugün felsefi bir klasik olacak eser, ne yazık ki o dönemlerde hiç satmadı. Kitabın önsözünde şöyle yazar: “Tamamladığım bu yapıtı çağdaşlarıma ya da vatandaşlarıma değil, bütün insanlığa bırakıyorum. Yapıtımın değeri çok sonra anlaşılacaktır; hangi biçimde sunulursa sunulsun iyinin kaçınılmaz kaderi budur.” Schopenhauer, eserini dört bölümden oluşan bir senfoniye benzetir.
“Genellikle, ne istediğimizi, neden koktuğumuzu bilmeyiz. Kendimize bile itiraf etmeden, hatta açıkça bilince gelmesine bile izin vermeden bir dileği bağrımıza basabiliriz. Zihin bu konuda bir şey bilmez. Çünkü bizim kendimizle ilgili iyi bir kanımız bundan zarar görebilir. Ama dileğimiz yerine geldiğinde, sevincimizden (utana sıkıla) bunu istediğimizi öğreniriz… Bir şey yaparken ya da yapmazken gerçek devindirici konusunda sık sık yanılırız. Bu durum, sonunda bazı rastlantılar bize kendi gizini açıncaya dek sürer.”
Die Welt als Wille und Vorstellung
1820’de Berlin Üniversitesi’nde doçent olur ve ilk dersini verir, derse yalnızca 5 öğrenci katılır. Bu dönemde Schopenhauer 19 yaşındaki şarkıcı Caroline Richter Medon’a aşık olur. İlişki, aralıklarla 10 yıl kadar sürer, ama filozofun ilişkiyi resmileştirmek gibi bir niyeti yoktur: “Evlenmek, iki kişinin birbirleri için iğrenç birer nesneye dönüşmelerini sağlamak üzere mümkün olan ne varsa yapmaktır.”
1831 yılında çıkan kolera salgınından Frankfurt’a kaçtığı zaman Caroline’nin başka birisinden olan çocuğunu bırakıp kendisiyle gelmesini ister, kadın çocuğunu bırakmayı kabul etmeyince bir daha görüşmezler.
Caroline Medon
1820’de Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar’ı (Aphorismen zur Lebensweisheit) yazar.
“Çocukluktaki mutluluğa katkıda bulunan bir şey daha vardır, ilkbaharın başlarında nasıl ki tüm yapraklar aynı renkte ve hemen hemen aynı biçimdeyseler; biz de ilk çocukluk yıllarımızda birbirimize benzeriz, bu yüzden eşsiz bir uyum içindeyizdir. Ama ergenlikle birlikte farklılaşma başlar ve bir çemberin yarıçaplarının arasındaki açıklık gibi giderek daha da büyür. Yaşamın ikinci yarısından çok daha avantajlı olan birinci yarısını, yani gençlik yıllarını bulandıran, hatta mutsuz kılan, yaşamda mutlu olmak gerektiği kesin varsayımıyla mutluluk peşinde koşmaktır. Umutların sürekli hayal kırıklıklarıyla sonuçlanmasının ve bunun sonucunda hoşnutsuzluğun ortaya çıkmasının nedeni budur. Düşlenen, belirsiz bir mutluluğun hayali imgeleri, gözümüzün önünden keyfi biçimlerde geçerler ve biz boş yere onların ilk görüntüsünü ararız. Bu yüzden gençlik yıllarımızda konumumuzdan ve çevremizden, her nasıl olursalar olsunlar, çoğunluk hoşnut değilizdir.”
43 yaşındaki Schopenhauer evlenmeyi bir kez daha düşünmeye başlar. 17 yaşında güzel bir kız olan Flora Weiss’ı bir partide etkilemeye çalışan filozof ona gülümseyerek bir salkım beyaz üzüm uzatır. Flora, günlüğünde bu olaydan şöyle söz ediyor: “Üzümleri yemek istemedim. Yaşlı Schopenhauer onlara dokunduğu için midem bulandı. Avucumu açtım, salkım yavaşça kayarak suya düştü”
1845
1836’da yayımlanan Doğadaki İrade Üzerine (Über Den In Der Natur) adlı eserde istenç teorisini geliştirir. Schopenhauer’e göre bilinçdışı gerçekler, yani istenç, bilincin altında bastırılmış bir şekilde mevcuttur. İstenç, bütün doğada bulunan, doyumsuz hayati güçtür, her türlü duygu durumunu istenç kavramıyla açıklayabiliyordu. Aklın denetiminde olmayan bu istenç, geçici tatminlerle veya ulaşılamayan hayallerle, insanı hiçbir zaman dışına çıkamayacağı bir bıkkınlık ve acı döngüsüne sokuyordu. Ona göre, bu anlamsız, boş, acıyla dolu ve kötü hayattan kaçınmanın tek yolu vardı: İstencimizi öldürmek! Bu, onu Hinduizm, Budizm gibi dünyevi bir yaşamdan el çekmeyi ve bir keşiş gibi yaşamayı, başkalarına yardım etmeyi, mutluluğumuzu olabildiğince arttırmayı değil, acılarımızı olabildiğince azaltmayı öneren bir yaşam şeklini önermeye yöneltti.
Portrait of Arthur Schopenhauer, Johann Von Strasioipka Canon
1852’de yayımlanan Kalıntılar ve Kırıntılar’da (Parerga und Paralipomena) profesörlerin aptallığından köpeğin iyiliğine, güzelliğin metafiziğinden manyetizmaya dek çok çeşitli düşüncelerini ifade eder. 1841 yılında Frankfurt’a gelmiş olan ünlü İtalyan manyetizmacı Regazzini’nin deneylerini izledikten sonra bu konuyla ilgilenmeye başlamıştır.
“Benim gibi yalın, üç beş öğeden oluşan bir felsefe dizgesi az bulunur. Böylece bu dizge bir bakışta algılanıp kavranabilir. Bu durum onun temel düşüncelerinin tam birliğine, uzlaşımına dayanır. Bu da söz konusu felsefenin doğruluğunun uygun bir göstergesidir.” (Kalıntılar ve Kırıntılar)
Arthur Schopenhauer, müziğe, hem yaşantısında hem de yazılarında yer verir, insanın, varoluşun acısından sanatla, özellikle de müzikle kurtulabileceğine inanır. Schopenhauer’a göre, müzik, diğer sanat dalları gibi, bir duyguyu ya da bir düşünceyi simgelemez. Tersine müzik, sevincin, üzüntünün, acının, ürküntünün, hazzın, şenliğin, erincin kendisini, bir ölçüde soyut olarak dile getirir. Müzik, doğrudan o duygu ve düşüncenin kendisini bize sunar. Schopenhauer için müzik, insanın içindeki doğayı, bir ölçüde soyut olarak meydana getirir. Bu nedenledir ki, müziğin, diğer sanatlardan da farklı ve daha evrensel bir dili olduğunu düşünür.
Schopenhauer’un kadın düşmanlığı, kadınlara nefreti, başta Nietzsche olmak üzere, pek çok filozof ve araştırmacıya konu olmuştur. Kadın düşmanlığına felsefi bir boyut getirdiği Kadınlar Üstüne Denemesi’nde şöyle der:
“Doğa, kadını varlık amacında başarılı olması için, tıpkı diğer yaratıklar gibi gerekli silahlarla donatır. Ancak her zaman olduğu gibi tutumludur ve söz konusu silahları yalnızca gereken süre için verir, sonra geri alır. Erkekle çiftleştikten sonra, zaten taşıdığı döl açısından tehlikeli olabilecek kanatları dökülen dişi karınca gibi, kuşkusuz aynı nedenle kadın da bir-iki doğumdan sonra tüm güzelliğini yitirir.”
Şöhret, kadınların Schopenhauer’a daha fazla ilgi göstermesini sağladıkça filozofun kadınlarla ilgili düşünceleri de yumuşar. Önceden, “Kadınlar, çocuk gibi, aptal ve basiretsiz, yani tek kelimeyle koca birer bebek oldukları için, özellikle ilk çocukluk dönemimizde bize bakıcılık ya da öğretmenlik yapmaya çok uygundurlar” diyen filozof artık kadınların egolarından vazgeçebilme ve kavrama yeteneklerinden söz etmeye başlamıştır. Schopenhauer’ın felsefesine hayran olan ve Napolyon’un soyundan gelen çekici bir kadın heykeltraş, Elisabet Ney, 1859’un Ekim ayında Frankfurt’a gelerek bir ay kadar filozofun evinde kalır ve onun bir büstünü yapar.
“Bütün gün evimde çalışıyor. Ben öğle yemeğinden dönünce kanepeye oturup birlikte kahve içiyoruz. Evliymişim hissine kapılıyorum.”
Schopenhauer gençlik yıllarından itibaren pratik hayata adapte olmakta zorlanmıştır. Bu uyum sorununun kökeninde onun karamsar yapısı ve asabi ruhu yatmaktadır. Kendisine aşılmaz duvarlar örmüş ve bu ördüğü duvarlar onun tamamen iç dünyasına yönelmesine sebep olmuştu. İçinde yaşadığı ortamın sürekli ona kötülük vereceğini düşünmekte, bu sebeple kendisini dış dünyadan soyutlayarak endişe içinde beklemektedir. Yatak odasında daima bir silah bulundurmakta ve sahip olduğu değerli şeyleri odasının gizli bir bölmesinde saklamaktadır. Daha da ileri giderek berberin usturayla boğazını keseceğini düşünerek berberde tıraş olmaktan korkar.
Filozofun hiç aksatmadığı bir günlük rutini vardır. Sabahları 3 saat yazı yazar, 1 saat flüt çalar, sonra beyaz kravatını takarak lokantada öğle yemeğine gider. Çok iştahlıdır. Yemek yerken büyük beyaz peçetesini yakasına takar ve çevresindekilerle hiç ilgilenmez ama kahve içerken ara sıra diğer müşterilerle sohbet eder.
Schopenhauer bir dizi kaniş besleyip en yakın dostluklarını onlarla kuracaktır. Ona göre hayvanlarda, insanların sahip olmadığı bir zarafet ve yumuşakbaşlılık vardır. Üç sularında köpeğini de alarak Main Irmağı kıyısında 2 saatlik bir yürüyüşe çıkar, yürürken sürekli bir şeyler mırıldanır. Akşam operaya ya da tiyatroya gider. Geç gelenlerin, durmadan hareket edenlerin ve öksürenlerin çıkardığı seslerden deliye döner, en kızdığı ve dayanamadığı şey gürültüdür.
“Uzun zamandır şuna inanıyorum. İnsanın dayanabileceği gürültü miktarı ile zihinsel yetileri arasında bir ters orantı vardır. Kapıyı eliyle yavaşça kapatmak yerine gürültüyle çarpan bir insan yalnızca terbiyesiz değil; aynı zamanda bayağı ve dar görüşlüdür.”
1860 ilkbaharında soluk almakta güçlük çeker ve beslenme rejimiyle sağlığının yüz yıl yaşamasına imkan vereceğini ileri sürmesine rağmen 21 Eylül günü 72 yaşında akciğer embolisinden hayat gözlerini kapar.
Kaynak
Schopenhauer’da Sanat ve Duygu, Arthur Schopenhauer: Biyografi, Schopenhauer’da Sanatın Anlamı Üzerine, Merhamet ve Devlet: Schopenhauer, Arthur Schopenhauer’ın Felsefesi, Schopenhauer: Yaşamı ve Felsefesi