Türk mimarlık tarihinin en büyük ismi şüphesiz Mimar Sinan’dır. Mimar Sinan (1489 – 1588), sadece Osmanlı mimarisinin değil, dünyanın da en büyük mimarlarından birisidir. Kimliği, doğup büyüdüğü zaman ve coğrafi sınırların çok ötesine geçen bu büyük mimarın eserleri de mensubu bulunduğu imparatorluğun büyüklüğüne yaraşır bir sahayı kaplamakta, birçok ülkeyi içine alan geniş bir coğrafya çağının şahidi olmaya ve yaşamaya devam etmektedir.
Mimar Sinan’ın Hayatı‘nı anlattığımız yazımıza da göz atmanızı öneririz.
1579, Nakkaş Osman’ın minyatürü, Mimar Sinan Kanuni Sultan Süleyman’ın türbesinin inşaatının başında, elinde mimarların kullandığı ölçü aleti ile
Mimar Sinan’ın eserlerinin sayısı ile ilgili farklı bilgiler mevcuttur. Döneme ait kaynakların karşılaştırılmasıyla ona ait eser listesini 452’ye kadar yükseltmek mümkündür. Ancak, bu listeyi onun ömrü yanında yayıldığı geniş coğrafyayı, devrin ulaşım ve teknolojik imkanları ile üstlendiği görevleri dikkate alarak değerlendirmek gerekir. Yaklaşık 100 yıl yaşayan Mimar Sinan, bu kadar eserin her birini bizzat kendisi inşa etmemiş, ayrıntılarla bire bir ilgilenmemiştir. Bazı yapıların sadece planlarını çizmiş, projeleri değerlendirmiş, Reis-i mimârân, yani mimarbaşı olarak süreçleri yardımcıları vasıtasıyla denetlemiş ve yönetmiştir. Bu durum, Osmanlı İmparatorluğu’nun organizasyon başarısı kadar Mimar Sinan’ın organizasyon, sevk ve idaredeki başarısını da göstermektedir. Aynı zamanda, bu dönemde onun takdirini kazanmış, yüksek seviyede iş yapabilen başka mimarlar da varlığını göstermiştir. Dâvud Ağa ve Sedefkâr Mehmed Ağa bunlardan sadece ikisidir.
Mimar Sinan ve Barbaros Hayrettin Paşa, 1535
Mimar Sinan, öne çıkan kimliğiyle bir mimar olarak bilinmektedir. Fakat sadece mimarlık onu tanımlamaya yetmez. Aynı zamanda bir mühendis, iyi bir lojistikçi, şehir tasarımcısı, planlamacı, yöneticidir. Bunun en önemli kanıtı eserleridir. Mimar Sinan, sadece yaşadığı devirde ve inşa ettiği eserde yaşamamaktadır. Osmanlı ve dünya mimarisinde Sinan Çağı vardır. Aynı şekilde Osmanlı mimarisinde daha yaşarken güçlü bir Sinan Okulu da kurmuştur. Böylece Mimar Sinan talebeleri ve eserleriyle Osmanlı mimarisinde etkisini ve sonraki asırlarda da yol göstericiliğini sürdürmüştür.
1. Haseki Camii ve Külliyesi
Haseki Külliyesi, 1960
Çeşitli kaynaklara göre günümüzde Ukrayna sınırları içinde yer alan, o dönemde Lehistan hakimiyetinde bulunan Rohatyn bölgesinde, fakir bir Katolik papazın kızı olarak doğan Hürrem Sultan’ın gerçek adı Alexandra Lisowska’dır. Batılı kaynaklarda Rvziae, Roza, Rosanna, Rossa, Roxelana (Rohatinli bakire) adlarıyla anılır. Osmanlı kaynaklarında Haseki Sultan olarak geçer.
Hürrem, sevinçli, şen, güler yüzlü, gönül açan anlamına gelir. Hürrem Sultan, hayırsever bir hanım sultan olarak İstanbul, Edirne, Mekke, Medine ve Kudüs’te yapılar inşa ettirir. Bunlardan biri de Haseki Hürrem Sultan Külliyesi’dir. Eski adıyla Avratpazarı (Haseki) semtinde yer alır. Külliye, bir caminin çevresinde yapılmış medrese, imaret, sebil, kitaplık, hastane gibi yapıların tümüne denir.
Haseki Külliyesi cami, medrese, darüşşifa, sıbyan mektebi ve imaretten (yoksullara ve medrese öğrencilerine yiyecek dağıtan kurum) oluşur. Avratpazarı isminin, pazarda kadın kölelerin satılmasından kaynaklandığı öne sürülse de, kadınların alışveriş yaptığı bir pazar yeri olmasından dolayı bu ismi aldığı kimi kaynaklarda belirtilir. Osmanlı tarihçisi İbrahim Peçevi ve Evliya Çelebi, Kanuni’nin eşine gösterdiği nezaket dolayısıyla külliyenin burada yapıldığını belirtirler. 1538’de Sinan’ın mimarbaşı olduktan sonra yaptığı ilk eser olan Haseki Camii, tek kubbeli ve kare planlı olarak inşa edilmiştir.
2. Şehzade Mehmet Camii ve Külliyesi
Şehzade Mehmet Camii (Sébah & Joaillier Fotoğrafı)
Kanuni’yle Hürrem Sultan’ın dört oğlunun en büyüğü olan Şehzade Mehmet, Kanuni’nin en sevdiği çocuklarından biriydi. 1543’te Macaristan seferinden dönen Kanuni, 22 yaşındaki Mehmet’in geçirdiği bir hastalıktan dolayı ölüm haberini aldığında çok üzülür ve oğlunun anısını ebedileştirmek amacıyla bir külliye yapılmasını emreder. 16. yüzyıl tarihçilerinden Celalzâde Mustafa Çelebi, Tabakâtü’l-Memâlik ve Derecâtü’l-Mesâlik (Memleketlerin Tabakaları ve Mesleklerin Dereceleri) adlı eserinde, Şehzade Mehmet Külliyesi planının mimar ve mühendisler tarafından Kanuni Sultan Süleyman’a sunulduğunu ve Kanuni’nin Mimar Sinan’ın projesini beğendiğini belirtir.
Mimar Sinan’ın tasarladığı ilk selâtin (padişahlar, şehzadeler, hanım sultan ve valide sultanlar tarafından yaptırılmış olan yapılar) külliyesi olan Şehzade Mehmet Külliyesi, semte de ismini vermiştir. Sinan, Şehzade Camisi’nin dış mimarisinde de daha önce görülmemiş bir eleman kullanarak yeniliğe gitmiştir. Kapalı ibadet mekanının iki yanında revaklar (üstü örtülü ve önü açık yer, sundurma) düzenleyerek ağır kitle etkisini hafifletmiş ve yan revakların ortasına yerleştirdiği girişlerle de planın merkeziliğini vurgulamıştır. 1548’de tamamlanan Şehzade Camisi ile kendi üslubunu ortaya koymaya başlayan Sinan, aynı zamanda hem anıtsal mimarinin hem de Osmanlı klasik mimarisi olarak tanımlanan bir dönemin yolunu açmıştır.
Külliyede medrese, tabhane (misafirhane), kervansaray, cami, Şehzade Mehmet ve Rüstem Paşa türbeleri ortak bir avlu duvarı içerisinde yer alırken, sıbyan mektebi ve imaret, külliyenin güneyinde, ayrı bir duvarla kuşatılmıştır.
3. Süleymaniye Camii ve Külliyesi
Süleymaniye Camii, 1900’ler
Yavuz Sultan Selim ile Hafsa Sultan’ın oğulları olan Sultan I. Süleyman, Kanuni unvanıyla tanınsa da bu sıfat 18. yüzyılda ilk defa Dimitrie Cantemir’in Osmanlı tarihinde geçmiş, daha sonra 19. yüzyılda Osmanlı tarihçileri tarafından benimsenerek yaygınlık kazanmıştır.
Dönemin Batılı yazarları ise onu Muhteşem (Magnifique, Magnificent) veya Büyük Türk (Grand Turc) lakaplarıyla anarlar. Bazı kaynaklar, lüks düşkünlüğünden dolayı Batı’da Muhteşem lakabıyla anıldığını belirtse de, Kanuni ilerleyen yaşıyla birlikte sofuluğa varan bir hayat tarzını benimsemiştir. Müzik dinlemeyi, şarap içmeyi bırakmış, altın ve gümüş yemek takımlarını kaldırtmıştır. Kanuni uzun saltanatı döneminde siyasi başarıları yanında hayırseverliği, vakıfları ile de öne çıkmış ve pek çok abidevi eser yaptırmıştır.
Külliyede yer alan, Sinan’ın 1551-1557 yılları arasında yaptığı, kalfalık eserim dediği Süleymaniye Camii ortada kalan kubbe, köşelerdeki kubbelerle aynı genişlikte tutarak, yan bölümleri iç mekanla birleştirilmiştir. Böylelikle iç mekanda mistik bir ferahlık ve genişlik etkisi yaratmıştır.
17. yüzyılda İstanbul’a gelen Josephus Grelot anılarında “Kanuni Sultan Süleyman düşmanlarına karşı kazandığı zaferlerin anısını yaşatmak ve geleceğe ölümsüz bir anıt bırakmak için camiye adını verdi. Müslüman mimarisinin en başarılı örneklerinden olan bu caminin içi de dışı kadar güzeldir. Çoğu cami gibi, hemen hemen kare plana göre yapılmıştır. Ortada yer alan kubbesi Ayasofya’nınkinden hiç de geri kalmaz… Ayasofya’dakiler gibi yapılan dış fil ayaklarında ya da payanda kemerlerinde, çatıya çıkmaya yarayan küçük birer merdiven vardır.” der.
1573’te İstanbul’a gelen Philippe du Fresne-Canaye “Cami her ne kadar çok büyük, çok sayıda sütunla taşınmış ve Ayasofya kadar mozaiklerle işlenmiş değilse de, gene de çok güzel; çünkü kentin her yerinden görülebilecek kadar yüksek bir yerde kondurulmuş. Öyle ki, caminin dört minaresi İstanbul’daki bütün diğer yapılardan önce görülebiliyor.” der.
1655’te İstanbul’a gelen Jean Thévenot “Ayasofya modellik yaptığı için, Süleymaniye’nin de ona epey benzediğini söyleyebilirim. Burası, içi kandillerle dolu büyük bir cami.” der.
4. Mihrimah Sultan Camii ve Külliyesi (Üsküdar – Edirnekapı)
Mihrimah Sultan Camii (Üsküdar)
Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan’ın kızları Mihrimah Sultan, Kanuni’nin hayatta kalan tek kızı olması dolayısıyla babası tarafından çok sevilir. Sarayla yakın ilişki içinde bulunan Diyarbakır Beylerbeyi Rüstem Paşa ile evlendirilir. Rüstem Paşa’nın vezir-i azam olmasıyla, Mihrimah Sultan iktidarını daha da pekiştirir.
Dönemin kaynaklarına göre oldukça büyük bir servete sahip olan Mihrimah Sultan, son derece dindar ve hayırseverdi. Yine dönemin kaynaklarında ihtiras ve dindarlıkta eşiyle yarıştığı belirtilir. Oldukça geniş bir imtiyaza sahip Mihrimah Sultan’ın kaleme aldığı mektuplar, diplomaside hatırı sayılır bir ağırlığa sahip olduğunu gösterir. Mihrimah Sultan için Mimar Sinan, iki külliye inşa eder: Biri Üsküdar iskelesindeki külliyesi, bir diğeri de şehir siluetindeki padişahlara özgü konumuyla ön plana çıkan Edirnekapı’daki külliyesidir.
Mimar Sinan’ın eserlerini banilerinin (kurucu) kişiliklerine, statülerine uygun şekilde yaptığı bilinir. 1546-48 yılları arasında yapılan İskele Camii de denilen, Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’nde de bu özelliği görmek mümkün. Gerçekten de yapı, bir padişah kızına yakışan zarafet ve sadeliği ile Üsküdar’a damgasını vuran eserlerdendir. Geometrik düzenlemeden kaçınan bir plana göre yapılmıştır. Mimar Sinan’ın oldukça erken eserleri arasında bulunan cami, onun yarım kubbe ile genişletilmiş ana mekan esasına göre yaptığı bir sürü eser arasında, üç yarım kubbesiyle kendine özgü bir plana sahiptir.
Mihrimah Sultan Camii (Edirnekapı), 1960’lar
Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan külliye ve camisinin anıtsal yapısı ile estetik tasarımı, Üsküdar’daki Mihrimah Sultan külliyesini gölgede bırakır. Yalnız Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’nde çifte minare, Edirnekapı’da tek minare kullanılmıştır. Bazı kaynaklarda, Kanuni’nin ölümü üzerine tahta geçen II. Selim’in henüz tamamlanamayan cami inşasındaki bazı konularda etkili olduğu iddia edilir. Sinan Çağı kitabında Gülru Necipoğlu, Sultan II. Selim’in kıskandığı ablası Mihrimah Sultan’ı, statü simgesi sayılan birden fazla minare kullanma ayrıcalığından yoksun bıraktığını iddia eder. Bu uygulama, kişisel nefrete ilaveten, Mihrimah’ın gerileyen statüsünün de işaretidir. Üsküdar’daki yapı inşa edilirken, kendisini çok seven babası Kanuni ve eşi vezir-i azam Rüstem Paşa hayattaydı.
1566-70 yılları arasında yapıldığı tahmin edilen Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii ile Sinan’ın eşzamanlı olarak tasarladığı Rüstem Paşa ve Kara Ahmet Paşa Cami’leri arasında bazı benzerlikler vardır. Bu üç yapıda da bir merkezi baldaken (kubbe ya da piramit çatıyla örtülü, kare, çokgen ya da daire planlı, sütunlarla taşınan küçük açık alan), dikdörtgen planlı iç mekan ile yan mahfiller kullanılmıştır. Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii anıtsal ölçeklerdeki kubbesi, sadrazamların camilerini geride bırakmakla birlikte, Sinan’ın bir hanım sultan için inşa ettiği en geniş ve yüksek kubbeli cami olma özelliğini taşır.
5. Rüstem Paşa Camii
Rüstem Paşa Camii
Çeşitli kaynaklarda Rüstem Paşa’nın, 1500’lü yılların başında Saraybosna yakınlarındaki bir köyde doğduğu ve burada çobanlık yaptığı belirtilir. Hırvat, Boşnak, Sırp veya Arnavut olduğuna dair kayıtlar da bulunmaktadır. Genç yaşta devşirilir ve iç oğlan olarak saraya getirilir.
Rüstem Paşa, Venedik Balyosu Bernardo Navagero’ya nasıl yükseldiğini özetle şöyle anlatır: “Kanuni Sultan Süleyman’ın elindeki bir şey pencereden düşer, padişahın yanında bulunanlar düşen eşyayı yakalamak için merdivenlerden inerken Rüstem pencereden atlar ve bu acarlığıyla padişahın gözüne girer. Daha sonra da Hürrem Sultan’ın yönlendirmesiyle kızları Mihrimah Sultan ile evlenir.”
Süleymaniye Camii, şehir siluetinde tepede yer alırken, Mimar Sinan 1562’de tamamlanan Rüstem Paşa Camisi’ni onun altına yerleştirilmiş, böylece sanki bir hiyerarşi yaratmaya çalışmıştır. Caminin olduğu Tahtakale semti, vaktiyle İstanbul’un en yoğun ticaret bölgesinin ortasında bulunuyordu. Gülru Necipoğlu Sinan Çağı adlı eserinde bir finans dehası olarak tanımlanan Rüstem Paşa’nın camisini, payitahtın en hareketli limanının ticari faaliyetlerinin göbeğinde inşa edilmesinin tesadüf olmadığını iddia eder.
Cami, altta gelir getiren tonozlu dükkanlar bulunan yüksek bir altyapı üzerinde inşa edilmiştir. Böylece hem kazanılan yerin ticari potansiyelinden faydalanılmış, hem de yapının görünürlüğü arttırılmıştır. Sinan’ın Üsküdar’da inşa ettiği Mihrimah Sultan ve Atik Valide (Nurbanu) Cami’lerinde olduğu gibi, bu camide de çifte revak uygulaması yer alır. Yalın dış beden duvarları, yüksek kemerler içine yerleştirilmiş çok katlı pencerelerle hareketlendirilmiştir.
6. Selimiye Camii ve Külliyesi
Selimiye Camii, 1900’lü yılların ilk çeyreğinde
1568-1574 yılları arasında yapılan, Mimar Sinan’ın 80 yaşında yaptığı ve ustalık eserim dediği anıtsal yapı dünya mimarlık tarihinin baş yapıtlarındandır. Sinan’ın Rüstem Paşa Camii ile başladığı sekizgen deneyimi (büyük kubbeyi sekiz adet taşıyıcı ayak üzerine oturtması), Selimiye Camii ile doruk noktasına ulaşmıştır.
Külliye, Sultan II. Selim’in emriyle yaptırılmıştır. Çok uzaklardan dört minaresi ile göze çarpan yapı, kurulduğu yerin seçimiyle, Mimar Sinan’ın aynı zamanda usta bir şehircilik uzmanı olduğunu da göstermektedir. Mimarlık tarihinde en geniş mekana kurulmuş yapı olarak nitelenen Selimiye Camii’nin kubbesi Ayasofya ile kıyaslanır. Ayasofya’nın kubbesi, Selimiye’nin kubbesinden büyüktür, zaten Mimar Sinan, Ayasofya büyüklüğüne yakın bir kubbe tasarlasa da bir yarış içerisine girmemiştir. Camiye girenler muhteşem kubbeyi ve mihrabı, büyük ayakları, yarım kubbeleri ve kadınlar mahfelini taşıyan narin sütunların üzerindeki narin kemerlerin altından cami sınırlarının ötesine uzanan sonsuzluğu fark eder. Alışılmışın aksine, büyük kubbenin tam altına yerleştirilmiş alçak, yaygın müezzin mahfelinin iki yanından mihraba ilerleyince mekanın sağa ve sola doğru genişlediğini görür. Mimar Sinan, Selimiye’de tüm cami plan şemalarından farklı olarak hemen hemen tüm geometrik formları kullanmıştır.
7. Piyale Paşa (Tersane) Camii
Piyale Paşa Camii
Hırvat asıllı Piyale Mehmet Paşa, Macaristan’daki Tolna şehrinde bir ayakkabıcının oğlu olarak dünyaya gelir, devşirildikten sonra Kanuni Sultan Süleyman’ın sarayında yetiştirilir. Kanuni paşayı, oğlu Şehzade Selim’in kızlarından olan, torunu Gevherhan Sultan’la evlendirir. Kısa sürede kaptan-ı deryalığa yükselir. 1574’te tamamlanan Piyale Mehmet Paşa Camii’nde, Mimar Sinan arkaik bir plan tipini yeniden yorumlayarak, camiyi erken Osmanlı devri ulu camileri gibi altı kubbeli olarak inşa etmiştir. Külliye olarak inşa edilse de günümüze yalnızca cami ve türbe erişebilmiştir.
Caminin görünümü, kaptan-ı derya olan Paşa’nın geçmişine gönderme yapılarak inşa edildiğini akla getiriyor. Öyle ki, caminin üst yapısının dalgalı görünümü, dalgalı denizleri andırır. Bazı kaynaklar kadırgaların muhafaza edildiği Haliç Tersanesi’nin kemerli tonoz dizileri arasında görsel bir ilişki kurmak istediğini belirtir. Diğer eserlerinden farklı olması nedeniyle, yapıyı başka bir mimarın yaptığı iddia edilse de, Mimar Sinan gözetiminde başka bir mimar tarafından yapılmış olabileceğini söylemek daha doğru olur.
Caminin merkezindeki iki anıtsal granit sütun, iç ve dış revaklarda sıralanan sütunlar, Paşa’nın çıktığı seferlerden, Akdeniz ve Kuzey Afrika’daki yapılardan toplayıp getirdiği parçalardır. Gülru Necipoğlu, Sinan Çağı adlı kitabında camiyle ilgili yaygın bir rivayeti aktarır. Piyale Paşa, cami planını savaş gemisini benzer bir biçimde çizmiş, yapı tamamlandıktan sonra ise minaresine çıkarak kendisini gemi üzerinde, denizdeymiş gibi hayal edermiş.
8. Atik Valide Nurbanu Sultan Camii ve Külliyesi
Atik Valide Sultan Camii
Atik Valde’den İnen Sokakta
İftardan önce gittim Atik-Valde semtine,
Kaç def’a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti
Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti;
Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,
Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;
Bakkalda bekleşen fıkarâ kızcağızları
Az çok yakından sezdiriyor top ve iftarı.
Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün;
Bir top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün.
Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,
Bir nurlu neş’e kapladı kerpiçten evleri.
Yârab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!
Yahya Kemal Beyatlı
Nurbanu Sultan’ın çeşitli kaynaklarda Venedik idaresindeki Paros Adası’nın valisi Nicolò Venier ile karısı Violante Baffo’nun kızı olduğu ve 1537’de Barbaros Hayrettin Paşa’nın Adalar Seferi sırasında esir alındığı, cariye olarak saraya sunulduğu belirtilmektedir. Başka bir iddiaya göre ise Venedik idaresindeki Korfu Adası’nda bir Grek ailenin kızı iken, 1537’deki savaşta esir alındığı ve adının Kali olduğu belirtilmektedir. Rivayetler çok, bir başkası ise Korfu’da Venedikli soylu ve zengin bir aile olan Quartani’lere mensup olduğudur.
Eşi II. Selim’in döneminde iktidarı pekişse de, oğlu III. Murat’ın 1574 yılında tahta çıkışıyla asıl kudretine kavuşur. Cami ve külliye önceleri Yeni Valide ismiyle anılmakla birlikte, 18. yüzyılın başında Üsküdar meydanına Gülnûş Emetullah Sultan’ın bir cami külliyesi yaptırmasıyla birlikte Toptaşı’ndaki yapılar Atik Valide (eski anlamına gelir) ismiyle anılmaya başlar.
Külliye, cami, medrese, kervansaray, darülkurra, darülhadis, sıbyan mektebi, imaret, darüşşifa, Halveti tekkesi ve bugün özgünlüğünü kaybetmiş bir hamamdan meydana gelmektedir.
Mimar Sinan, bu camide Kara Ahmet Paşa (Topkapı) ve Sokollu Mehmet Paşa (Kadırga) Cami’lerindeki plan anlayışını uygulamıştır. Bağımsız yan ayakları kullanarak Selimiye’deki bağımsız ayakların mekânsal etkilerini beğendiğini göstermiş, Sokollu Mehmet Paşa Camii’ndeki altyapıya uyum sağlamak amacıyla deforme edilen köşe tromplarını (bir yapının bir bölümünü tutan köşe kubbesi) burada geometrik yarım daireler olarak tasarlamıştır.
Kaynaklarda caminin üç aşamalı olarak inşa edildiği, bu inşa süreçlerine bağlı olarak yapının genişletildiği belirtilir. İlk aşaması 1571-1574 tarihleri arasında yapılır. 1574 ile 1578 yılları arasındaki ikinci aşama Nurbanu Sultan’ın Valide Sultan’lığa terfi ettiği döneme denk gelir. Bu dönemde ikinci bir revak ve selatin yapılarına özgü olan ikinci bir minare eklenmiştir. Fakat statü simgesi mimari elemanlara sahip olmakla birlikte, caminin anıtsal ölçülerde olduğu söylenemez. Kızı İsmihan Sultan ve damadı Sokollu Mehmet Paşa’nın Kadırga’daki ve görümcesi Mihrimah Sultan’ın Edirnekapı’daki kubbesiyle kıyaslandığında, Valide Sultan’ın kubbesi nispeten küçük kalır. Genellikle caminin üçüncü aşaması Sinan’a değil de, halefi Mimar Davud Ağa’ya atfedilir. Doğan Kuban Osmanlı Mimarisi adlı kitabında Sinan’ın bütün mimari geçmişini unutarak, üç şerefeli modelinin ileri bir aşaması olan Sinan Paşa Camii plan şemasının daha kötüsünü burada uygulamış olamayacağını ileri sürer.
9. Sokollu Mehmet Paşa Camii
Sokollu Mehmet Paşa Camii, 1979
Asıl adı Bayo olan ve Ortodoks Sırp kökenli olduğu iddia edilen Sokollu Mehmet Paşa, Bosna’nın Vişegrad kazasına bağlı bir köyden devşirilir. İmparatorluğun en güçlü adamlarından biri olarak Balkanlar’dan Hicaz’a kadar uzanan birçok eser yaptırmıştı. Bunlardan biri de Eyüp’te yer alan, türbe, medrese ve darülkurradan (Kuran okuma yeri) oluşan Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi’dir, ki yine Mimar Sinan’ın eserdir. Üç padişaha (Kanuni, II. Selim, III. Murat) Sadrazamlık eden Paşa, II. Selim’in kızı İsmihan Sultan’la evlenir. 1579’da Bosnalı bir derviş tarafından hançerlenerek öldürülür. Azapkapı’daki Cami, Paşa’nın kaptan-ı derya iken genişletmiş olduğu Haliç Tersanesi’nin yanında yer alır. Caminin bu konumu paşanın zaferlerle dolu denizci geçmişine göndermede bulunur gibi…
1578 yılında tamamlanan Sokollu Mehmet Paşa Cami, planlar ve mimari detaylar konusunda yine Sinan’ın yaptığı Rüstem Paşa ve Selimiye Camileri ile benzerlikler göstermektedir. Çok sayıda pencerelerin yer aldığı perde duvarlar, Sinan’ın klasik-sonrası üslubunun öncüsüdür. Azapkapı’daki bu cami, Selimiye’nin vezir-i azamlık makamına uyarlanarak küçültülmüş bir örneğini temsil eder adeta.
10. Kılıç Ali Paşa Camii ve Külliyesi
Kılıç Ali Paşa Camii (Sébah & Joaillier, 1888 – 1910)
Güney İtalya’nın Calabria (Kalabriya) bölgesindeki köyünden papaz olmak için Napoli’ye giderken, Osmanlı korsanlarına esir düşen Kılıç Ali Paşa daha sonra kaptan-ı deryalığa kadar yükselir. 1581’de tamamlanan cami, Sinan’ın diğer kaptan-ı deryalar için yapmış olduğu Sinan Paşa Camii ve Piyale Paşa Camii’nden daha iddialıdır. Camide, büyük usta Mimar Sinan, vezirliğe yükselememiş olsa da, bânisinin olağanüstü itibarını yansıtır.
Eserde kullanılan dört ayaklı baldaken sistemi, iki yarım kubbe ile desteklenen, ana kubbesi ve pencereli tympanum kemerleri (daire veya üçgen dekoratifli kapı girişlerindeki duvar yüzeyleridir, süs veya heykeller içerir) gibi mimari detaylar, öteden beri yalnızca selatin camilerinin imtiyazı olmuştur. Selatin camilerinin inşaatları için Kılıç Ali Paşa birçok kere imparatorluğun farklı yerlerinden mermerler ve sütunlar toplaması için de görevlendirilir. Topladığı bu malzemeleri, yaptırdığı yapılarda da kullanmış olmalı. Caminin iç mekanında kullanılan somaki sütunlar, buna örnek verilebilir. Paşa, cami inşa edilirken süslemelerle de bizzat ilgilenir. Venedikli zanaatçı Bailo Barbarigo’dan camisi için, altın yaldızlı ahşaptan cam fanuslu iki fener sipariş eder. Bu siparişte Vezir-i Azam Sokollu Mehmet Paşa’ya gönderilen fenerlerle aynı olmasını özellikle belirtir.
Don Kişot’un dünyaca ünlü yazarı Cervantes 5 yıllık esareti sırasında, Kılıç Ali Paşa Camii inşaatında işçi olarak çalışır.
Camii denizden kazanılan, doldurulan alan üzerine inşa edildiğinden, halk denize batabileceği endişesiyle içeriye girmekten korkar. Edwin Grosvenor, Constantinople adlı eserinde Sinan’ın halkı yapının sağlamlığına ikna etmek için cümle kapısının iki tarafına döner sütunçeler (duvara yapışık sütun şeklinde mimaride kullanılan bir inşaat tekniği) yerleştirdiğine dair yaygın bir rivayeti aktarır. Mimar Sinan “Bu silindirler yerlerinde döndüğü sürece, caminin kıl kadar kıpırdamadığının kanıtı olacağından, rahatça içine girebilirsiniz” der.
Caminin Ayasofya ile benzerliği inşa edildiğinden beri ününün bir parçası olur. Derinlemesine plan tipi, merkezi kubbeyi iki yarım kubbeyle birleştiren üstyapısı, merkezi kubbenin dört ağır kemer payandalarla desteklenen kübik kaidesi, merkezi iç mekanla bütünleşmeyen yan galeriler, bu benzerlikleri görebileceğimiz yerlerdir. Sinan, Ayasofya’dan esinlenirken yapının planında bazı değişiklikler yapma gereği de hissetmiştir, ayrıca Ayasofya’nın devasa boyutlarını küçültmek yoluyla, onu yaptıranın statüsüne uyarlamıştır.
Kaynak
Büyük Usta Mimar Sinan, Mimar Sinan ve Edirne Selimiye Camii, Selimiye Camii, Şehirlerin Sultanı Edirne, Eski İstanbul Fotoğrafları
Yorum Yap