Bu yazımız, Atilla Birkiye’nin yazdığı, Sabahattin Ali’nin roman ve hikayelerindeki kavram, tema, karakterler, karakterler arası ilişkiler, olay örgüsü, çatışmalar, karşıtlıklar gibi yazınsal öğeleri deneme tarzında ele alıp yorumladığı Sabahattin Ali’nin Yapıtlarını Sevme Sözlüğü kitabından yararlanılarak hazırlanmıştır.
Kitaptaki başlıklardan bazıları şöyle: Acımak, aşk, ayrıntı, çevre, doğa, evlilik, fedakârlık, gözyaşı, ironi, kadın, kasaba, kıskançlık, mağara, melankoli, oturak, ölüm, platonik, şeytan, taşra, üzüntü, vapur, yalnızlık, zaman. Biz bunlardan 10 tanesini sizler için seçtik.
Sabahattin Ali hakkındaki diğer yazılarımızı da okumanızı öneriyoruz.
Sabahattin Ali Şiiri Olduğunu Bilmediğiniz 10 Meşhur Şarkı
Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sından 15 Muhteşem Alıntı
Sabahattin Ali Sözleri ve Alıntıları
Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’undan 5 Muhteşem Alıntı
Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan’ından 15 Etkileyici Alıntı
Objektifinden 9 Fotoğrafla Sabahattin Ali’nin Fotoğrafçı Kimliği
Sabahattin Ali’nin Hayatı ve Eserleri
Aile
Kürk Mantolu Madonna’nın ilk bölümünde, başlarda anlatılan Raif Efendi’nin ailesi betimleme, inandırıcılık açısından etkileyicidir. Nazım Hikmet’in çok sevdiği, beğendiği bölümdür bu.
George Dmitriev, Fresh Breeze
“Kürk Mantolu Madonna, ben bu kitabı hem sevdim, hem kızdım. Evvela niçin kızdığımı söyleyeyim. Kitabın birinci kısmı bir harikadır. Bu kısmın kendi yolunda inkişafı, yani bir küçük burjuva ailesinin içyüzünü tahlili öyle bir haşmetle genişlemek istidadında ki, insan buradan ikinci kısma geçerken, elinde olmayarak, yazık olmuş, bu çok orijinal, çok mükemmel başlangıç ve imkan boşuna harcanmış, keşke bu başlangıç harcanmasaydı, diyor. Ben başlangıcı okurken yani Berlin’e kadar olan pasajı, senin benim anladığım manadaki realizmine hayran oldum.” (Nazım Hikmet, Mayıs 1943, Bursa Cezaevi)
Romanda, orta sınıf küçük burjuva ailesinin ev yaşamını ayrıntılarıyla anlatımı, onların sınıfsal konumlarını çok iyi belirtir. Burada geniş bir aile vardır, çekirdek aile değildir, çekirdek aile olsa belki sorun olmayacaktır! Raif Efendi ile karısı Mihriye arasında bir sorun görmeyiz. Tam tersine ikisi de evde sömürülendir. Aralarında sessiz bir dayanışma olsa da var olan durumu değiştirmemektedir. Geniş ailenin bireyleri de büyükten küçüğe az çok acımasızdır aslında. Onların açısından Raif Efendi eve bakması gereken, ama bunun dışında lüzumsuz bir adamdır.
George Dmitriev, Moon and Waves
“Hasta adam, “Şuraya oturuverin canım!” diyerek yatağın ayakucunu gösterdi. Şöyle iliştim. Karşımdakinin sırtında, dirsekleri delinmiş, alacalı bulacalı, yünden örme bir kadın hırkası vardı. Başını karyolanın beyaz demirlerine dayamıştı. Elbiseleri benim bulunduğum tarafta, karyolanın ayakucunda üst üste asılmış duruyordu. Odayı gözden geçirdiğimi hisseden ev sahibi: “Ben burada çocuklarla beraber yatarım… Odayı darmadağın ediyorlar… Zaten küçük ev, sığamıyoruz da…” dedi. “Kalabalık mısınız?” “Eh, epeyce! Bir yetişkin kızım var; liseye gidiyor. Bir de sizin gördüğünüz… Sonra baldızım ve kocası, iki kayınbiraderim… Hep beraber oturuyoruz. Baldızımın da çocukları var… İki tane… Ankara’da ev derdi malum. Ayrı çıkmaya imkan yok…” Bu sırada dışarıda ikide birde zil çalıyor, gürültüden ve bağıra bağıra konuşmalardan eve aile efradından birinin geldiği anlaşılıyordu.” (Kürk Mantolu Madonna)
George Dmitriev, Old Lighthouse Crete
Alegori
Yazar, Sırça Köşk hikayesini önce Sabiha ve Zekeriya Sertel’e okumuş. Kaygılarını dile getiren Sabiha Sertel’e su testisi su yolunda kırılır demiş. Hikayenin yer aldığı kitap 1947’de yayımlanır, kısa bir süre sonra da Bakanlar Kurulu kararıyla toplatılır. Bir yıl sonra da kendisi dehşetengiz bir cinayete kurban gider. Sırça Köşk kitabı ancak 1987’de tekrar basılır. Asım Bezirci bu kitapla ilgili olarak şöyle der: “Elbet demokrasinin boğulduğu böyle bir ortamda açık eleştiri yapmak güçtür. Bundan ötürü Sabahattin Ali örtülü eleştiri yolunu seçer. Alegorik masallar anlatır.”
Yazar, öyküde sosyalist, hatta komünist toplumu imleyecek kadar eşitlikçi bir toplum çiziyor başlangıçta. Boş gezmeyi iş yapmaktan çok seven üç kafadar, o ülkenin baş şehrine gelir ve insanlarını bir sırça köşk mavalıyla kandırır. Burada yaşayan insanlar da kötülükten, kurnazlıktan uzak, bu anlamda saf, katışıksız insanlar. Üç kafadar, onlara sonunda sırça bir köşk yaptırır. Ancak köşk ezenlerin, sömürenlerin yeri, kurumu olur. Böylece şehrin adaletli düzeni bozulur, sınıflar oluşur. Yönetici-üst sınıflar, yönetilen-alt sınıfları her zaman olduğu gibi burada da ezer, sömürür.
George Dmitriev, The Fog From The Ocean, Cabo Da Roca
“Halk sırça köşkün enkazını çabuk temizlemiş, dünyada onsuz da yaşanabileceğini anlayarak eski hayatına dönmüş, işini yine arasından seçtiği adamlara gördürmüş, ama sırça köşkün kötü hatırasını uzun zaman zihninden çıkarmamış. İhtiyarlar çocuklarına ondan bahsederlerken, şu nasihatı vermeyi unutmazlarmış:
“Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız.. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter…” (Sırça Köşk)
George Dmitriev, Moonlit Night On The Aegean Sea
Aşk
Sabahattin Ali’nin aşkı yazışı, ele alış biçimi, sarsıcı ama çok büyük sözler etmeden, gösterişin dışında yalın bir şiir anlatır gibi. Değirmen öyküsündeki tutkulu çingene Atmaca, bir kolunu kesip atar, çünkü sevdiği kızın bir kolu yoktur.
“Çiçeklerin açtığı mevsimde, senin kollarına yaslanan ve çiçekler kadar güzel kokan bir vücutla uzak su kenarlarında oturmak ve öpüşmek, yoruluncaya kadar öpüşmek hoş şeydir… Seni gördüğü zaman zalimce başını çeviren mağrur bir dilberin kapısı önünde ve ay ışığı altında sabaha kadar dolaşmak, bunu candan arkadaşlara ağlayarak anlatmak, söz aramızda gene hoş şeydir. Fakat sevgili bir vücutta bulunmayan bir şeyi kendisinde taşımaya tahammül etmeyerek onu koparıp atabilmek, işte adaşım, yalnız bu sevmektir.” (Değirmen)
George Dmitriev, Moonlight On Sea
Bir başka öyküsü Bir Aşk Masalı’nı, Binbir Gece Masalları’ndan el almış gibidir, onu çağrıştırır. Ülkenin hükümdarı güzel Melike’nin sarayının karşısında oturup günlerce bekleyen kederli aşık Derviş’in içini yakan derdi, yüreğini saran hasreti anlatılır. Kendisine olan kör sevdasını anlayan Melike, söyle o da senin olacak deyince sapsarı kesilen Derviş, bir ah çekerek son nefesini verir.
“Başmabeyinci esefle başını sallayıp, “Ne talihsiz adam!” demiş. “Tam muradına ereceği anda öldü!” Gözlerini dervişin yüzünden ayırmayan melike, “Sus!” demiş. “Ondan daha talihli insan var mı? Asıl bahtiyar, bir ömür boyunca hasretini çektiği şeye kavuşan değil, ona erişeceğini anladığı anda, saadetinin en yüksek noktasında bir ‘Ah!’ diyerek düşüp ölebilendir.” (Bir Aşk Masalı)
George Dmitriev, At Rocks
İstasyonda ayrılıyorlar. Raif babasının ölümünden dolayı ülkesine dönecek. Maria Puder, Prag’a annesinin yanına gidiyor, hastalık henüz tam geçmemiş. Raif ağzını açıp bir şey söyleyemiyor, işte o ayrılık anı:
“Maria Puder son birkaç dakika zarfında biraz sükunetini kaybetmişe benziyordu. Bunu tespit edince memnun oldum. Onun hiç sarsılmadan gittiğini görmek, beni herhalde pek üzecekti. Mütemadiyen elimi tutup bırakıyor, “Ne manasız şey?.. Ne diye gidiyorsun sanki?” diye söyleniyordu. “Asıl sen gidiyorsun, ben daha burdayım!” dedim. Bu sözümü fark etmemiş göründü, kolumdan tuttu. “Raif.. Şimdi ben gidiyorum!” dedi. “Evet.. Biliyorum!” Trenin hareket saati gelmişti. Bir memur vagon kapısını örtüyordu. Maria Puder, merdiven basamağına atladı, sonra bana eğilerek yavaş bir sesle, fakat tane tane, “Şimdi ben gidiyorum. Fakat ne zaman çağırırsan gelirim..” dedi. Evvela ne demek istediğini anlamadım. O da bir an durdu ve ilave etti, “Nereye çağırırsan gelirim!” Bu sefer anlamıştım. Ellerine sarılmak, öpmek için atıldım.” (Kürk Mantolu Madonna)
George Dmitriev, The Honey Waterfall In Spring
Esinlenme
Ayşe Sıtkı’ya Sinop’tan yazdığı 6.7.1933 tarihli mektupta, Maria Puder karakterinin esinlenmesini okuyoruz. Almanya’dayken tanıştığı bir kadına ziyadesiyle aşıktım diyor. 28 namıyla anılıyormuş. Sinemaya, müzelere gidişlerini unutmamış, kadının yüzüne dalıp dalıp gidermiş ve şöyle diyor: “Aşık olduğum kimseler arasında bana bu kadın kadar iyi muamele edeni olmamıştır. Parmağının ucunu bile koklatmadığı halde beni kırmaz, aramızda genişlemeyen ve daralmayan muayyen bir mesafe muhafaza etmesini gayet iyi bilirdi..”
Kimilerine göre Maria Puder, adı Lili olan, kürk giyen, Taksim’de Camlı Köşk’te kadınlardan kurulu Macar Orkestrası’ndaki bir kemancıdır. Bunun yanında eşi Aliye Ali, kitaptaki bazı diyalogların kendisiyle Sabahattin Ali arasında geçtiğini söylüyor. Kuşkusuz yazarın kafasının içini bilemeyiz. Belki her ikisi, belki başkaları, aslında çok da önemi yok.
Yazarın yapıtlarının içine arkadaşları, akrabaları, tanıdıkları hep girer. Ayşe Sıtkı’ya yazdığı aynı mektupta daha önce Yozgat’tayken şarkı söyleyen adı Melek olan bir kızdan söz eder. Kentin erkeklerinin kıza olan aşkını ve gecede on kez Bahçelerde haşlama/Haşlamayı taşlama şarkısını söyletirdiklerini yazar. Bu şarkıcı kız ise Hanende Melek hikayesinde ortaya çıkar.
“Demek şimdiki de sensin ha?” dedi. Melek hiçbir şey söylemedi. İki kadın bir müddet bakıştılar. Garson sarhoşu kapının iç tarafına, duvarın dibine bıraktı. Küçük kız kapının bir kenarında hala ağlıyor ve ara sıra burnunu çekiyordu. Damların kenarından tek tük damlalar düşüyor ve boğuk sesler çıkararak sokağın çamurlarına gömülüyordu. Melek yavaşça elindeki çantayı açtı, içinden dört beş altın bilezikle bir çift küpe aldı. Kendisine hayretle bakan sıska kadına uzatarak, “Alın bunları… Bunlar sizin galiba…” dedi. Sonra başını azıcık önüne eğerek, “Bana bunları boşuna vermişti…” diye ilave etti. Gitmek için döndü. Kapının kenarına dayanmış duran küçük kızı gördü. Kendini tutamayarak onu kolundan yakaladı ve çekti, sırsıklam saçlarından tuttuğu başını göğsüne bastırdı. Sonra eğildi, şaşkın şaşkın kendine bakan kızın yaşlardan ve yağmurdan ıslanmış yüzünü sıkı sıkı öptü.” (Hanende Melek)
George Dmitriev, Boats Be Asleep
Gözyaşı
Kuşkusuz ağlamanın, yani gözyaşı dökmenin farklı halleri, farklı nedenleri var. Örneğin Sabahattin Ali’nin aynı başlık altında topladığı beş şiirinden, üçünde geçen gözyaşı ve farklılıklar.
Hapishane Şarkısı III
Gönülde eski sevdalar,
Gözümde dereler, bağlar,
Aynada hayalim ağlar,
Geçmiyor günler, geçmiyor.
Hapishane Şarkısı IV
Bir gün şu damdan çıksam,
Gelip önüne diz çöksem…
Ağlayıp içimi döksem…
Anlatsam sana halimi…
Hapishane Şarkısı V
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül, aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma…
Sanki bu Hapishane Şarkıları’nı bütünleyen, yine aynı yıl (1933) yazılmış başka bir şiiri:
Gurbet Hapishanesi
Bahtım dağları aşırdı,
Yâdelde dama düşürdü.
Yine gözlerim yaşardı
Gurbet hapishanesinde.
George Dmitriev, Mountain River Adir-Su
İntihar
Kürk Mantolu Madonna’da, Maria ona aşık olmadığını söyler. Raif’in içine girdiği psikolojik durumu tahmin etmek zor olmasa gerek. Büyük bir yıkımdır Puder’in kalbi o derinden yaralayan sert tokatı. Sonrasında Raif, Berlin bulvarlarında, sokaklarında saatlerce yürür, intiharının hayalini kurar. Alman yazar ve şair Kleist ile sevgilisinin intihar ettikleri Wannsee Gölü’nün kıyılarına kadar gelmiştir. Raif’in bilinçdışı yüzeye çıkmış olmalı, dolayısıyla yazarın da başka bir hüneri. Gelelim kurguladığı dramatik sahneye:
“Gece, tam onun Atlantik’te numara yaptığı sıralarda, kendisini telefona çağırmak, rahatsız ettiğim için af diledikten sonra, kısaca veda ederek, mikrofon başında kafama bir kurşun sıkmak, ne güzel olurdu! Bu müthiş sesi duyunca, evvela ne olduğunu anlamayarak bir müddet duracak, sonra deli gibi “Raif! Raif!” diye bağırıp benden bir cevap almaya çalışacaktı. Yerde son nefesimi verirken ihtimal ki, bu sesleri de duyar ve gülümseyerek ölürdüm.. Ömrünün sonuna kadar beni unutamayacağını, kendimi kanla hatırasına bağladığımı anlayacaktı.” (Kürk Mantolu Madonna)
George Dmitriev, At Sunset
Mektup
Kürk Mantolu Madonna, İçimizdeki Şeytan ve diğer eserlerinde kahramanları mektup yazar. Sabahattin Ali de epeyce mektup yazmıştır, ister istemez kalem, yazınsal gerçeklikten gerçeğe kendiliğinden geçiyor. Yazarın Ankara’dayken nişanlısı, ki bir ay kadar sonra evlenecekler, Aliye Hanım’a yazdığı mektubu okuyalım. Nişanlılık aşamasındaki mektuplar, aralarındaki aşkın da sesi.
“Çok Sevgili Aliye,
Sana neler yazayım ki sen neşe içinde yüzesin. Ben neşeyi senden öğreneceğim. Hayat ve felaketler beni o kadar gülmekten ve neşeden uzaklaştırdı ki kendimi, senin getirdiğin bu saadet dünyası içinde bile şaşkınlıktan kurtaramıyorum. O kadar talihin kahrına uğramışım ki hayatta bana da mesut olmak nasip olabileceğine inanamayacağım geliyor. Evde iki resmini de karşıma alarak saatlerce bakıyorum ve saadet beni adeta sarhoş ediyor. Sevinçten ağlamak istiyorum.
Ben son zamanlarda her şeyden ümidimi kesmiş, kendimi gülen, oynayan hayattan ayırarak birkaç türlü kitabın arasına atmış bulunuyordum. Sen bu karanlık ömrümün içine bir sevinç ışığı gibi, kurumaya yüz tutan ekinlerine can veren bir nisan yağmuru gibi birdenbire geldin. Ben bu kadar bol hayat ve saadet yağmuru altında kendimi unutmuş gibiyim. Şimdi ömrümün bir tek gayesi var: bir gün evvel sana kavuşmak, seni kollarımın arasına almak, güzel, temiz yüzüne saatlerce hiç doymadan bakmak. Ancak o zaman tam neşeli, senin istediğin gibi olabileceğim. Senden ayrı, senden uzak bulunurken benden nasıl neşeli şeyler istiyorsun? Bana yaz Aliye’ceğim. Sayfalarca mektuplar yaz. Her şeyden, hayattan, insanlardan, bahardan, kendinden bahset. Asıl sen bana neşe var… Ben buna muhtacım. Seni binlerce defa kucaklar, güzel gözlerinden, dudaklarından öperim.” (3 Nisan 1935)
George Dmitriev, Morning At Sea
Metin Erksan’ın unutulmaz filmi Sevmek Zamanı’ndaki boyacı Halil’in köşke art arda gidip resmi izlemesi, Kürk Mantolu Madonna’da Raif’in galeriye gidip gidip resmi izlemesine benziyor. Tabloyu gördüğü akşam, gazetede bunun bir otoportre olduğunu okuyunca, kuşkusuz Raif’in duygu dünyasında da bir farklılaşma olacak. Yazıda resim, Andreas del Sarto’nun Madonna delle Arpie tablosundaki Meryem Ana tasvirine benzetiliyor. Ertesi sabah resim kopyalarını satan bir mağazada adı anılan tabloyu bulur ve kötü bir baskı olmasına rağmen, onun üzerinde benzerlikleri, farklılıkları araştırır. Ne var ki gözlerini kapayıp kurduğu hayallerinde otoportre sahibi ulaşılmazdır.
Sabahattin Ali’nin resim yeteneği olduğunu, ilk gençlik yıllarında bir şeyler çizdiğini, resmettiğini biliyoruz. Yazarın esini ne/nedir bilmiyoruz, ancak Raif Efendi’nin bize aktardığıyla, hele bir de o dokunaklı aşk öyküsü eklenince, bir yerlerde var olan bir resim olmalı.
“Öyle ya, ressam kendi resmini yapmış olduğuna göre, bu harikulade kadın aramızda dolaşmakta, siyah ve derin gözlerini toprağa veya karşısındakine çevirmekte, alt dudağı biraz büyükçe olan ağzını açarak konuşmakta, hülasa yaşamaktaydı. Onu herhangi bir yerde görmek mümkün olabilirdi… Bu ihtimali düşününce ilk duyduğum his, büyük bir korku oldu. Benim gibi hayatında hiç macerası olmayan bir erkeğin ilk defa böyle bir kadınla karşılaşması hakikaten korkunç olurdu.” (Kürk Mantolu Madonna)
George Dmitriev, At Dawn Return
Sevmek
Sabahattin Ali’nin çağdaşlarından büyük hikayeci Sait Faik de her şeyi sevmekle başlatır. Sabahattin Ali de sevmeyi iki biçimde ele alabiliriz. Birincisi kurmacanın içinde sevmek, kişilerin birbirlerini ya da birinin ötekini sevmesi; ikincisi anlatıcının kişilere sevgiyle bakması. Anlatıcı yazarın maskesidir görüşünden iz sürersek, pekala yazardan gelen bir özellik olduğunu söyleyebiliriz.
“Bu eksik sana değil, bana ait. Bende inanmak noksanmış. Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana aşık olmadığımı zannediyormuşum. Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar. Ama şimdi inanıyorum. Sen beni inandırdın. Seni seviyorum. Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum.” (Kürk Mantolu Madonna)
George Dmitriev, Evening Motive
Şeytan
Bir Skandal hikayesi, İçimizdeki Şeytan romanının işaret fişeği gibidir. Hikayenin başında anlatıcıdan, yani Nurullah’tan şunları okuruz:
“Sevgilime değil, aşka, beni sarsan, serseri yapan, vukuat çıkartan bir aşka aşıktım. İçimde boş durmayı hiç istemeyen; mütemadiyen kımıldayan bir şeytan vardı ve bu şeytan, eskiden beri, iş bulamadığı ve beni mektepten attıracak veya karakolda geceletecek bir vakaya sevk edemediği zamanlar hiç olmazsa birisine aşık ederdi… Ama kime olursa olsun…” (Bir Skandal)
George Dmitriev, Through Clouds
Yumruk
Kuyucaklı Yusuf’un ilk yumruğu bizi bir kez daha gerçeğe götürüyor. Sabahattin Ali’nin Edremit’teki çocukluk arkadaşı, Kuyucaklı Yusuf romanına da giren Ali Demirel şunları anlatır:
“Mahallede ve okulda her zaman birlikte olmamız sebebiyle samimiyetimiz çoktu. Kendisinden iki yaş küçük olmama rağmen, vücutça ondan daha iri bir yapıya sahip olmam sebebiyle bana bir ağabey gözüyle bakardı. Ben de onu mahalledeki ve okuldaki arkadaşların kötü ve rahatsız edici davranışlarından korurdum. Güzel yakışıklı sessiz bir çocuktu. Bu özelliklerinden dolayı, bir gün arkadaşlarımızdan Şakir’in saldırısına uğradı. Ve tesadüf eseri, olayı görmem ve müdahale etmem bu saldırıyı sonuçsuz bıraktı.”
Sabahattin Ali, anılarından, yaşam öyküsünden okuduğumuz kadarıyla kavga etmeyen, uysal bir çocukmuş. O zamanlar yalnız kalmayı ve kitapları severmiş. Anlaşılan o ki, çocukluğunda Şakir’e atamadığı ya da atmak istemediği o yumruğu, Kuyucaklı Yusuf romanında Yusuf’a attırıyor. Bu yumruk, romanda olay örgüsünü belirleyen önemli motiflerden biridir.
“Şakir, yüzüne dökülen ve yağlı yağlı parlayan uzun saçlarını fesinin altına sokmaya çalışarak bu tarafa döndü: “Kim ülen itoğlu?” Elini alışkın bir hareketle arka cebine götürdü. Fakat tam bu sırada Yusuf’un pek dayanılacak gibi olmayan yumruğunu suratına yiyerek yere yuvarlandı. İhsan iki kolu ile Yusuf’u sımsıkı sarmış, onu teskine çalışıyordu. Etme gözünü seveyim, Yusuf bak, sarhoş işte! Ben şimdi alır götürürüm. Yusuf silkindi ve yerdekine iki tekme daha savurdu. Fakat derhal koşup gelen Muazzez’le Ali kendisini çekip götürdüler.” (Kuyucaklı Yusuf)
George Dmitriev, Two Elements
Yorum Yap