Kırgız Edebiyatı denince ilk akla gelen, 20. yüzyılın önemli yazarlarından Cengiz Aytmatov, 12 Aralık 1928’de Manas’ın (Manas Destanı) karargahının bulunduğuna inanılan Talas Vadisi’ndeki Şeker Köyü’nde dünyaya gelir. Babası devlet adamı, annesi ise öğretmendir.
Ailenin dört çocuğundan ilki olan Cengiz Aytmatov’un çocukluk hatıralarında babaannesi Ayımkan önemli bir kahramandır. Yazarın babaannesi, Kırgız gelenek göreneklerine bağlı bir hanımdır. Halk türkülerini, ağıtları, masalları çok iyi bilir. Cengiz Aytmatov babaannesi Ayımkan’ın masallarını ve türkülerini dinleyerek büyür. Aytmatov’un büyük bir yazar olmasının sebeplerinin başında, milli kaynaklarından olabildiğince beslenmesi gelir. Yaşadığı bölgenin kültür zenginliğinin yanında, ailesinin ilgisinin de etkisi büyük olmuştur.
Babası Törekul Aytmatov ve annesi Nagima Aytmatova
Babası, Cengiz Aytmatov henüz dokuz yaşındayken, 1937 yılında Türklüğü ve Türk birliğini desteklediği için halk düşmanı suçlamasıyla gözaltına alınır ve ailesi ondan bir daha haber alamaz. İçlerinde zamanın Kırgızistan başbakanın da bulunduğu 137 kişiyle birlikte 1938’de gizlice öldürülürler. Kırgızistan’da Çön Taş denilen yerdeki eski tuğla fabrikasına gömülürler. Ancak, yıllar sonra 1991’de bugün adına Atabeyit denilen toplu mezarlar ortaya çıkarılır.
Cengiz Aytmatov, annesi, babası ve kardeşiyle
Babaları tutuklandıktan sonra Cengiz Aytmatov ve kardeşlerine amcaları Rıskulbek bakar. “Rıskulbek amcam çok zeki ve eğitimliydi. Anlatılanlara göre bana Cengiz ismini Rıskulbek amcam vermiş. Bu da onun tarihi iyi bildiğini gösterir. Çünkü Kırgızlar çocuklarına tarihteki büyük insanların ismini vermeyi gelenek haline getirmişlerdir.” der. Ancak, amcası da Stalin’in hışmına uğrayacaktır, 1937 yılının sonlarına doğru tutuklanır ve bir daha haber alamazlar.
Cengiz Aytmatov, annesi ve kardeşleriyle
İkinci Dünya Savaşı başladığında henüz 14 yaşında olmasına rağmen ağır görevler üstlenir. Rusça okuyup yazabildiği için köy sekreterliğine getirilir ve daha sonra vergi memurluğu yapar. Okuma-yazma bildiği için cepheden gelen ölüm haberlerini ailelere iletme görevi de ona verilmiştir. Anlattığına göre, en zor görevlerinden biri, savaşta çocukları veya eşleri ölen kişilere yakınlarının ölüm haberini vermekti. Aytmatov, daha sonraki yıllarda yazacağı eserlerinin pek çoğunda savaşın acımasızlığını, soğukluğunu daha çok cephe gerisindekilerin yaşadıklarıyla anlatacaktır.
Cengiz Aytmatov ve bale sanatçısı Bubusara Beyshenalieva
Savaştan sonra Kazakistan’daki Cambıl Veteriner Teknik Yüksekokulu’ndan ve devamında da Kırgızistan Tarım Enstitüsü’nden mezun olur. 1953 yılında veterinerlik diplomasıyla iş hayatına atılır. 1952 yılında ilk eseri Gazeteci Çocuk Dzyuyo adlı hikayesi yayınlanır. Savaş sonrası açlık ve sefalet çeken Japonya’daki çocukların kaderini, hayatını gazete satarak idame ettirmeye çalışan küçük çocuk Dzyuyo vasıtasıyla anlatmaktadır.
“Sabah gazeteleri! Gazeteler, gazete! ‘Son haberleri öğrenmek için acele edin’ diye bağırıyordu Dzyuyo, iki geniş sokağın kavşağında durarak. On dört yaşındaki Japon çocuğunun sesi sokak gürültüsü arasında kayboluyordu. Ama Dzyuyo yorulmak nedir bilmiyor, gazetelerini satmayı bitiriyor, bir süre sonra elinde ve çantasında yeni çıkmış bir tomar gazeteyle aynı yerde beliriyordu. Beli sızlıyor, eli ve ayakları dinlenmek istiyordu. Dzyuyo güçsüz, söz geçiremediği parmaklarıyla cebindeki bir miktar bozuk parayı karıştırdı. Annesi bu parayla yarın pazardan doymalarına bile yetmeyecek kadar az miktarda pirinç ve beyaz turp satın alacaktı.”
Aytmatov’un savaş trajedisini anlatan en çarpıcı, en gizemli, en çok tartışılan ve insanı farklı düşüncelere, farklı yorumlara sevk eden eseri ise 1957 tarihli Yüz-Yüze adlı romanıdır. Otobiyografik bir eser olarak da nitelendirilebilecek özelliklere sahip olan Yüz-Yüze romanındaki karakterler gerçektir ve savaştan kaçan kendi köylüsü olan İsmail’in öyküsüdür. Bu eserinde de olduğu gibi, Aytmatov’un pek çok eserinin kahramanları kendi köylülerinden oluşmaktadır.
“Bu katliamdan ancak kendini koruyanlar sağ çıkar… Rüyamda bile görmediğim, ata-babalarımın bile görmediği dünyanın öbür ucundaki savaşa neden gideyim. Ne olursa olsun, kendi ayağımla ölüme gidemem, yaşanacak bir günlük ömrüm kalmışsa, onu evimde, istediğim gibi yaşayarak geçiririm.”
Aytmatov’u dünyaya tanıtan, bir bakıma başyapıt olarak da nitelendirilen 1958’de yayımlanan Camiyla/Cemile‘yi Moskova’daki Uluslararası Maksim Gorki Edebiyat Enstitüsü’nde okurken yazmıştır. Louis Aragon’un, dünyanın en güzel aşk hikayesi dediği, eserin ilk ismi Müzik‘tir. Bu ismin, Daniyar ile Cemile’nin çalışırken söyledikleri aşk türkülerinin ezgisinden yola çıkarak verildiği şüphesizdir. Yazarın konusunu gerçek hayattan aldığı eser, insanın iç yaşama ve coşku hali olan aşkın, dışarıdan evlilik, gelenek ve toplum değerleri gibi birçok öğeyle baskılanmaya ve kuşatılmaya çalışılmasını hikaye eder. Ancak, romanında savaş konusu bu kez arka planda yoğun bir şekilde işlenmektedir. Cemile ilk yayımlandığı dönemlerde, Kırgız yazarları tarafından Kırgız geleneklerine aykırı, sosyalist realizm ilkelerine de uymadığı gerekçesiyle ağır eleştirilere uğrar.
“Cemileeee! diye bağırdım yine, peşlerinden gitmek için ırmağa koştum. Yüzüme buz gibi damlalar çarptı. Elbisem sırılsıklam olmuştu, ama önüme bile bakmadan koşuyordum. Ayağım takıldı, kapaklandım. Başımı kaldırmadan bir süre yattım orada; gözlerimden sıcak yaşlar akıyordu. Karanlık, omuzlarıma abanmıştı sanki. Fundaların yaktığı ağıtı duyar gibiydim. Cemile! Cemile! diye hıçkırdım. O iki insana, en yakınım, en sevdiğim insanlara güle güle diyordum. Orada, yerde yatarken ansızın anladım, seviyordum Cemile’yi. Evet, Cemile ilk aşkımdı benim, çocukluğumun aşkıydı. Islak kollarımın arasına gömdüm başımı, kalkmadım. Sadece Cemile’yle Daniyar’a değil, çocukluğuma da güle güle diyordum.”
Kalemini değerlerin yaşatıldığı bir dünya tasarımı kurmak ve insanın evrensel sorunlarını işlemek için kullanan Cengiz Aytmatov’un romanlarında öne çıkan tabiat unsurlarından biri de topraktır. Aytmatov anlatılarında toprak, insanı dünyanın ve hayatın anlamıyla ilgili farkındalıklara davet eden bir güç olarak karşımıza çıkar. 1963 tarihli Toprak Ana romanı, savaşların sebep olduğu yıkımın eleştirisini ve insanların mücadelelerini toprağın diliyle ve şahitliğiyle aktarır.
“Bir ananın mutluluğu, milletinin mutluluğundan doğuyor, aynı kökten olan ağacın dalları gibi bir kökten geliyor. Kaderi de onun kaderiyle bir oluyor. Çektiğim bütün acılara, hayatın bana indirdiği korkunç darbelere rağmen bugün de bu düşüncedeyim. Ne olursa olsun, milletim yaşıyor, ben de yaşıyorum…”
“Saban izine bir çekirdek, bir tohum tanesi atın, size yüz katını vereyim, küçük bir fidan dikin kocaman bir çınar vereyim! Evler kurun, temel olayım! Üreyin, çoğalın, hepinize güzel bir barınak olayım! Derinim, yükseğim, büyüğüm, ucum bucağım da yok. Hepinize yeterim ben. Sen de bana, insanlar savaşmadan yaşayamaz mı diyorsun Tolgonay. Bu bana bağlı değil ki. Siz insanlara, niyetinize, irade ve bilgeliğine bağlı.”
Cengiz Aytmatov’un eserleri aracılığıyla dünya, Kırgızistan’ı, Kırgızları, Issık Gölü’nü, Tanrı Dağları’nı öğrendiler. Sadece Kırgızistan’da değil, birçok ülkede çocuklarına Cengiz, Daniyar, Cemile, Asel, Tolgonay, Düyşön isimlerini veren aileler olmuştur. Cengiz Aytmatov eserlerini Kırgızca ve Rusça yazmıştır.
Cengiz Aytmatov, eşi ve çocukları
Cengiz Aytmatov’un Kızıl Cooluk Calcalım (Al Yazmalım) adlı hikayesi, uçarı bir kişiliğe sahip İlyas ile Asel’in saf aşkını, evlenmelerini ve bir süre sonra yollarının ayrılmasını konu edinir. II. Dünya Savaşı sonrası Kırgızistan coğrafyasından ve yaşayışından derin izler taşıyan hikaye, Anadolu coğrafyasına ve Türk insanına uyarlanarak 1977 yılında Selvi Boylum Al Yazmalım adıyla Atıf Yılmaz tarafından sinema filmi olarak çekilmiştir.
Aytmatov, eserini yazdığı dönem zootekni uzmanı olarak çalışır. Kırgızistan yaklarını çiftleştirip yeni bir inek yetiştirmeyi düşünür. Kırgızistan’da yaklar sadece Tanrı Dağları’nda (Narın) bulunur. Yola çıkar, Dolon’da bir gece konaklamak zorunda kalır. Yol kenarına yolcular için yapılmış çok eski bir evde geceler. Bir köşede iki şoför sarhoş bir şekilde sohbet ederler. Cengiz Aytmatov’a verilen yatak bu iki şoförün yatağının yanındadır. İşte bu sırada Cengiz Aytmatov istemeden de olsa sarhoş şoförün hayat hikayesini dinlemek zorunda kalır. Kamyon şoförü, Dolon’da sevdiğinin yaşadığını, buradan geçerken her seferinde onu gördüğünü, ancak kızın yüzüne bile bakmadığını, ona nasıl aşık olduğunu, kısacası yaşadığı aşk hayatını baştan sona kadar anlatır. Selvi Boylum Al Yazmalım hikayesi, Aytmatov Tanrı Dağları’na yolculuk yaparken doğar. 1963 yılında içinde bu hikayenin de bulunduğu Dağlardan ve Steplerden Hikayeler adlı kitabıyla Lenin Edebiyat Ödülü’nü kazanır.
“Beni bekleyeceğini düşündüğüm için koştum buraya. Kolundan tuttum. Atla içeri, Asel, gezelim biraz. Sevinçle kabul etti. Bir anda ikimiz de bambaşka insanlar olmuştuk. Bütün kaygılarımız, üzüntülerimiz uçup gitmişti. Yeryüzünde ikimizden, mutluluğumuzdan, yerden, gökten başka bir şey yoktu. Kapıyı açıp önce onu bindirdim, sonra direksiyonun başına geçtim. Düştük yola… Nereye gittiğimizi, niçin gittiğimizi düşünmüyordum bile. Bunun ne önemi olabilirdi ki? İkimiz yan yana olduktan, bazen göz göze geldikten ellerimiz birbirine dokunduktan sonra daha ne isterdik! Asel başımdaki asker kasketini düzeltti. İki yıl kadar giydim bu kasketi.”
1970 tarihli Beyaz Gemi, Aytmatov’un edebiyat aleminde geniş akisler uyandıran, verilmek istenen mesajla yaratılan tiplerin büyük bir uyum sağladığı eserlerinden biridir. Romanın kahramanı yedi sekiz yaşlarında bir çocuktur. Aytmatov, çocuğun saf ve temiz dünyasından, hayatın acı ve çıplak gerçeğine uzanan bir roman kurgusu yaratır. Ona göre, çocukluk, gelecekteki insan karakterinin tohumudur. Çocukluk, gerçek ana dili öğrenmeye ve çevresindeki insanlarla, tabiatla ve özellikle kültürle bağlarını hissetmeye başladığı dönemdir. Geçmişi temsil eden dede ile geleceği temsil eden çocuk arasında dramatik bir ilişki kurarak insan duygu ve düşüncelerine kendine has yorumlar getirir. Aytmatov, Beyaz Gemi ile destan, efsane ve masal gibi unsurlar eserlerinde yer alır.
“Ama sen yüzüp gittin. Hiçbir zaman balık olamayacağını biliyor muydun? Issık-Göl’e kadar yüzemeyeceğini, beyaz gemini göremeyeceğini ve ona ‘Selam Beyaz Gemi, ben geldim, ben!’ diyemeyeceğini biliyor muydun? Çay boyunca yüzüp gittin çocuğum. Şimdi ben sana yalnız şunu söyleyebilirim: Çocuk kalbinin, çocuk ruhunun bağdaşamadığı her şeyi reddettin. İşte beni teselli eden de budur. Bir şimşek gibi yaşadın sen. Bir defa çaktın ve söndün. Şimşeği çaktıran göktür. Ve gök ebedidir. İşte budur beni teselli eden. Bir başka tesellim daha var: İnsandaki çocuk vicdanı, tohumdaki öz gibidir. Ve o öz olmadan tohum filizlenmez, gelişmez. Yeryüzünde bizi neler beklerse beklesin, insanoğlu doğdukça ve öldükçe, insanoğlu yaşadıkça, hak ve doğruluk denen şey de var olacaktır… Sana, senin sözlerini tekrarlayarak veda ediyorum: Merhaba Beyaz Gemi, ben geldim!”
Baltık Filosu ile Bubusara Beyshenalieva ve Aytmatov
1980 tarihli Gün Olur Asra Bedel’de geleneklerini korumaya çalışan insanları anlatır. Romanda, komünizm sırasında yaşanan anılar, insanların kutsal saydığı şeylerin yok sayılması, aşkın sorgulanması, sosyal ve kültürel sorunların bir özeleştirisini sunar okura. Aytmatov, romanında geçmişin efsaneleriyle geleceğin bilim kurgusunu harmanladığı çok özel bir teknik kullanır.
Cengiz Aytmatov, 1990 yılından itibaren SSCB’nin ve Kırgız Cumhuriyeti’nin diplomatik işlerinde görev alır. 16 Mayıs 2008’de Tataristan’da iş seyahatindeyken rahatsızlanan yazar, Almanya’nın Nürnberg şehrine götürülür, tedavi gördüğü hastanede 10 Haziran 2008’de hayata gözlerini kapar. Kırgız halkının çok sevdiği evladının heykeli, 30 Ağustos 2011’de Bişkek’teki Ala-Dağ Meydanı’ndadır.
Kaynak
Cengiz Aytmatov ve Orhan Söylemez’in Eseri, Hatıralar Işığında Cengiz Aytmatov ve Eserleri, Aytmatov’un Eserlerinde Savaşın İzleri