Tarihin en eski dönemlerinden beri salgın hastalıkların var olduğu bilinir. Bu salgın hastalıklar, meydana geldikleri bölgelerde göçlere neden olup, bu göçlerle tarihin akışını yeniden şekillendirmiştir.
Antik Çağ’da Hipokrat öncesi dönemde salgın hastalıklar bireyleri toplum dışına iten dışlanma sebebidir. Eski çağlardan günümüz kadar olan süreçte ise salgın hastalıklar toplumlarda yarattığı sosyal ve kültürel tahribatla birlikte, tanrı tarafından gönderilen bir musibet olarak algılanmıştır. Biyolojik bir olgu olan salgın hastalıkların insanlık tarihinden bile daha önce varolduğu kabul edilir; özellikle arkaik toplumlarda çiçek, frengi, sıtma ve cüzzam gibi tüm bulaşıcı hastalıkların genel olarak veba hastalığı olduğu düşünülür.
Tournai’de veba kurbanlarının gömülmesi, Aziz Martin Manastırı’ndan minyatür detay, 1349(?)
“Ey Tanrıların büyük üstadı, ey yiğit Enlil! Ah, nasıl olur da sen körü körüne tufan yaptın? Onun suçunu suçluya yüklet! Kelepçesini gevşet ki etini kesmesin. Yine kelepçesini çek ki daha gevşek olmasın. Senin yaptığın bu tufan yerine, bir insan kalkıp insanları azaltsa daha iyiydi! Senin yaptığın bu tufan yerine, bir kurt kalkıp insanları azaltsaydı daha iyiydi! Senin yaptığın bu tufan yerine, veba tanrısı kalkıp insanlara bulaşsaydı daha iyiydi! Ben büyük tanrıların açığını, gizini açığa vurmadım! Aklı olan bir düş gösterdim. O, böylece tanrıların gizini öğrendi. Şimdi onun için bir karar vermek sana düşer.”
Antonio Zanchi, The Plague in Venice, 1665-66
Veba hakkında kayıtlara geçen ilk salgın, M.Ö. 14. yüzyılda Hitit uygarlığında görülür. 20 yıl boyunca veba salgınının devam ettiğini yazan tabletlerde, veba duasında, Hitit halkının vebadan dolayı kırıldığı yazmaktadır. M.Ö. 2100- 1200 yılları arasında egemen olan Hitit Uygarlığı’nda, tanrıların ihmal edilmesi, onlara karşı işlenen suç ve günahlar ile ölü ruhların rahatsız edilmesi, hastalıkların sebebi arasında gösterilir. Hititlerin en büyük kralı kabul edilen I. Şuppiluliuma’nın M.Ö. 1345 yılında ve onun ardından tahta çıkan büyük oğlu II. Arnuvanda’nın da bir yıl sonra vebadan ölmesi, bu dönemde veba hastalığının yaygın ve şiddetli olduğunu gösterir.
Nicolas Poussin, The Plague of Ashdod, 1630
Tarihçi Thukydides, M.Ö. 431-404 yılları arasında Atina ve Sparta ile bu iki siyasi yapıya bağlı müttefikler arasında gerçekleşen Peloponnesos Savaşı’nda büyük bir salgın yaşandığını yazar. Thukydides’in aktarımlarının doğruyu tam olarak yansıtmadığını söyler bazı araştırmacılar. Kent nüfusunda büyük bir azalmanın yaşandığını ileri sürmüştür, ancak bu iddiayı destekleyecek kaynaklar bulunmamaktadır. Askeri gelişmeler analiz edildiğinde de, Atina’nın gücünde bir azalma olmadığı, tersine farklı bölgelerde birbirinden bağımsız operasyonlar yapabilecek kabiliyete sahip olduğu görülmektedir. Tüm bunlara ek olarak, Atinalıların günlük yaşantısında da önemli bir değişim yaşanmamıştır.
Thukydides bizzat hastalığa yakalanmış olması sebebiyle salgın konusunda abartılı ifadeler kullanmıştır ki, bu durumun muhtemel nedeninin yaşadığı travmadan kaynaklandığı kanısındayız. Thukydides, salgının en fazla toplumun üst kesimlerini etkilediğini belirtmesi yanında, savaş nedeniyle Atina kent merkezine sığınmak zorunda kalan mültecileri de hakir görmektedir. Sonuçta Thukydides’in vermiş olduğu bilgiler ve Atina’da ortaya çıkartılan buluntular ışığında tifo kaynaklı bir salgının yaşanmış olduğu kesin olmakla birlikte, sanılanın aksine yıkıcı olmadığı görülmektedir.
“Tapınaklarda ölenlerin cesetleri hiç kimse tarafından kaldırılmıyordu. Salgın öylesine yayılmıştı ki insanların tanrısal ve kutsal şeylere karşı olan saygılarında azalma meydana gelmişti. Mezarlar ve cenaze törenleri ile ilgili gelenekler ortadan kalmaya başladı.”
Baldassarre Calamai, Scene of the plague in Florence, 1348
Ortaçağ Avrupa’sının en büyük salgınlarından olan veba, ilk olarak 6. yüzyılda ortaya çıkan ve Jüstinyen Vebası adıyla bilinen salgındır. İkinci büyük veba ise 14. yüzyılda görülen ve Kara Ölüm (Der Schwarze Tod) diye adlandırılan salgındır. Orta Asya’da ortaya çıkan bu salgının hangi yolu takip ederek Avrupa’ya ulaştığı konusu tartışmalıdır. Bazı kaynaklara göre salgın ilk olarak Orta Asya’da görülmüş ve Anadolu yolunu takip ederek İtalya’ya geçmiştir. Diğer bir kısım kaynaklara göre ise veba, Kefe’den (Kırım) gelen Cenevizlilerin 1347 yılında deniz yolunu takip ederek İtalya’ya gelmesiyle Avrupa’ya taşınmıştır. Sonraki yıllarda da salgın deniz ve kara yoluyla Fransa’ya, Endülüs’e, İspanya’ya, İngiltere’ye, Hollanda’ya, Avusturya’ya ve İskandinav ülkelerine yayılarak, bütün Avrupa’yı sarmıştır. 1347 tarihinde başlayan salgın 1358 yılında Rusya’da son kurbanını almasıyla geçici bir süre durağanlaşmıştır. Üçüncü veba dalgası ise, 1361 yılında, kaynakların ifadesiyle Çocuk Veba adıyla yeniden ortaya çıkmış ve 15. yüzyılın ilk yarısında doruk noktasına ulaşmıştır. 17. yüzyılın sonlarına doğru başlayan ve 18. yüzyılda da devam eden dördüncü veba salgını 14. yüzyıldaki salgın kadar geniş bir alana yayılmıştır.
Orta Çağ’da yaşanan veba salgınlarında, bir günah keçisi arayışı, özellikle 1347-1348 yıllarında Yahudi katliamları ile sonuçlanır.
Michel Serre, Chevalier Roze at La Tourette, 1658
Veba hastalığının nedenlerinin uzun süre bilinmemesi, öne sürülen sebeplerin ise genellikle dini faktörlü olması, insanları bu hastalığa tıbbi çözümler bulmak yerine, kilise merkezli çözüm arayışına itmiştir. Veba karşısında rahiplerin, vaizlerin ve kardinallerin çaresiz kalması ve o dönemdeki doktorların hastalığın geçici olduğuna inanması sebebiyle salgın gittikçe yayılmıştır.
16. yüzyılın son dönemleri ile 17. yüzyılda veba salgınlarının çok yoğun olduğu İngiltere’de, Tarihçi Keith Thomas’a göre, mutlu insanların vebaya yakalanmayacağı inancı yaygındır. Hastalıkların zihinsel durumlar nedeniyle olduğu ve bu yüzden irade gücüyle iyileştirebilecekleri şeklinde gelişen teoriler, bir hastalığın fiziksel kaynağının anlaşılmadığını da gösterir.
Hastalığın sebebi ancak 19. yüzyılın sonlarında teşhis edilmiştir. Pastör’ün öğrencisi İsviçreli Alexandre Yersin ve Japon Kitasato Shibasaburō tarafından 1894 yılında (eş zamanlı) veba mikrobunun keşfedilmesiyle hastalığın lenf bezlerinde oluştuğu ortaya konmuştur. 1898 yılında ise Paul Louis Simond hastalığın kesin olarak nasıl bulaştığını açıklamıştır.
Jules-Elie Delaunay, The Plague in Roma, 1869
Avrupa topraklarını terk ettikten sonra veba, özellikle Osmanlı coğrafyasında yani Balkanlar’da, Anadolu’da ve Arap yarımadasında görülmeye başlar. Daha sonra Avrupa’da olduğu gibi alınan etkili önlemler sonucunda Osmanlı topraklarında da etkisini kaybetmeye başlar. 1820’lere doğru veba salgınlarının durgunlaştığı 19. yüzyılın ilk çeyreği kolera salgınlarının başladığı yıllardır. 1700-1850 yılları arasında neredeyse aralıksız hafif, orta ve şiddetli salgınlara sebep olan veba, 19. yüzyılın ikinci yarısında yerini şiddetli kolera salgınlarına bırakmıştır.
Alfred Johannot, Le duc d’Orléans visitant les malades de l’Hôtel-Dieu pendant l’épidémie de choléra, 1832
Günümüze kadar olan salgın hastalıkları şöyle sıralayabiliriz:
1. Tifus (M.Ö 429 – 426)
2. Çiçek (165 – 189)
3. Veba (541 – 542)
4. Viral kanamalı ateş (1545 – 1576)
5. Kızamık (1592 – 1596)
6. Sıtma (1600 – 1650)
7. Leptospirosis (1616 – 1619)
8. Sarı humma (1648)
9. Influenza (1732 – 1733)
10. Dengue ateşi (1778)
11. Kolera (1816 – 1826)
12. Epidemik tifus (1847 – 1848)
13. Trypanosomiasis – uyku hastalığı (1896 – 1906)
14. Tekrarlayan ateş (1946)
15. Poliomyelitis (1971)
16. Meningitis (1996)
17. SARS – Severe acute respiratory syndrome (2002 – 2003)
18. Chikungunya virus (2006)
19. El-ayak-ağız hastalığı (2008)
20. MERS – Middle East respiratory syndrome (2012)
21. COVID-19 (2019 – 2020)
Kaynak
Bulaşıcı Hastalıklarının Yayılımında Tahmininde Deterministik Modellerin Kullanılması, Geçmişten Günümüze Veba Hastalığı ve Kollektif Bilinç: Çağımızın Vebası Söyleminin Kökenleri, Thukydides’in Aktarımına Göre Atina Salgınının Gerçek Etkileri, Avrupa’da Veba Salgını ve Veba Salgınında Din Faktörü: (Viyana Faktörü), Birinci Dünya Savaşı Esnasında Anadolu’daki Salgın Hastalıklar ve Ermeniler, Tarihte Görülen Bulaşıcı Hastalık Salgınlarından Alınan Dersler