Menu

İpek Yolu, Baharat Yolu, Eflak-Boğdan, Erdel, Podolya Gibi Tarih Derslerinde İsmi Geçen Kavramlar



Ünlü yazar Stefan Zweig, Macellan’ın yaşam öyküsüne “Başlangıçta baharat vardı.” cümlesiyle başlar. Dünyanın kaderini değiştiren kâşiflerin en önemlilerinden biri olur Macellan. Keşiflerin amacı, Doğu’ya, Hindistan’a giden bir yol bulmaktı. Zira Avrupa’nın yaşamsal derecede önem verdiği malların, baharatların, ipeğin ve daha pek çok ticari ürünün kaynağıydı Doğu. Bu yollardan en önemlisi İpek Yolu’ydu.

İpek Yolu

İpek Yolu: İki büyük uygarlık olan Çin ve Roma İmparatorluğunu birbirine bağlayan bir yol olarak ortaya çıkmıştı İpek Yolu. Bu bağ yoluyla iki devlet arasında hem mal, hem de fikir alış verişi yapılabiliyordu. Bu alış veriş sırasında Doğu’ya yün, altın ve gümüş, Batı’ya da ipek gönderiliyordu. Bu yolun tek özelliği yalnızca mal alış-verişinin yapılması değildi. Bu yolla Nasturilik ve Budizm’de, Çin’e taşınıyordu. Harita üzerinde doğu-batı arasında adeta bir kuşak gibi görünen bu yol, tarihte büyük savaş ve rekabetlerin yaşandığı bir coğrafyayı kapsar. Bu nedenle, İpek Yolu üzerinde birçok askeri ve siyasi olaylar olmuş, bu durum da ticaret ve ekonomiyi doğrudan etkilemiştir.

Zheng Baizhong, A New Chapter of the Maritime Silk Road,

Zheng Baizhong, A New Chapter of the Maritime Silk Road, 2017

İlk görkemli çağını, Çin’de MÖ 206-MS 220 yılları arasında hüküm süren Han Hanedanı zamanında yaşar İpek Yolu. Han Hanedanı’nın önce Fergana kentini ele geçirmesi, küçük prenslikleri birleştirerek imparatorluğa katması bu bölgede istikrarın hakim olmasını sağlar. Böylece Çinli tüccarlar ipeklerini kervanlarla korkusuzca Pamir Dağlarının eteğindeki Taş Kule’ye getirirler. Romalı tüccarlar onları burada beklemektedir. Değerli ipek, Antiochia’ya (Antakya) doğru çıkacağı yola burada başlar. Sian kentinden başlayan yol, 6400 km uzunluğundadır. Çin Seddi’ni kuzeybatı yönünde izledikten sonra Taklamakan Çölü’nün yanından ilerleyip Pamir dağlarını geçer. Kervanlar bu yolu aştıktan sonra Afganistan’ı da geçer ve Doğu Akdeniz kıyılarına ulaşırlardı. Mallar burada gemilere yüklenirler ve deniz yoluyla Batı kentlerine ulaşırdı. İpek Yolu’nun tümünü geçen yolcular çok az sayıdaydı. Mallar genellikle aracılar arasında aktarılarak taşınırdı. Günümüzde de İpek Yolu’nun geçtiği yerlerde seyahat edildiğinde, o dönem insanlarının seyahatleri, taşıdıkları mallar ve emtia hakkında izler bulunabilmektedir.

İpek Yolu Hakkında Kitap

Çin’i, Orta Asya’dan batıya bağlayan tarihi kervan yoluna İpek Yolu ismini ilk veren Alman Coğrafyacı, Wolfram Karl Ludwig Moritz Hermann Freiherr von Richthofen’dir. Çin kaynaklarına nispetle, oldukça geç döneme ait kaynaklar olmalarına rağmen İpek Yolu tabirinin yalnız Avrupalı kaynaklar tarafından kullanılmış olması, Haçlılar ve İpek Yolu kavramlarının arasındaki ilişkiye dikkatleri çeker. Çinliler bu yolu hiçbir zaman bu adla anmamıştır. Richthofen’in öğrencisi Sven Hedin, Çin hakkında kaleme aldığı bir yazısında İpek Yolu’ndan ve Makedonyalı ipek taciri Marinus’un İpek Yolu haritasından söz etmektedir. İpek Yolu’nu ilk geçen kişi, bilindiği kadarıyla Makedonyalı tacir Maies Titianus olup, Yunan coğrafyacılarından Tyrus Marinus (M.S. 70-100) ve sonra Ptolemaeus (M.S 100-170) İpek Yolu’nu, Titianus’un tariflerine göre tanıtmışlardır. Kısacası, bu yol boyunca en çok taşınan ticaret malı Çin’den getirilen ipek olduğu için yola bu ad verilmiştir.

Baharat Yolu

Baharat Yolu: Baharat günümüzden binlerce yıl önce Doğu ülkelerinde kullanılıyordu. Orta Çağ Avrupası’nda, soyluların sofralarına da girince çok önemli bir ticaret ürünü haline geldi, ama pahalı olması nedeniyle ancak varlıklı kimseler satın alabiliyordu. Baharatlar Avrupa’da yetişmediğinden ticaret yolları aracılığıyla Avrupa’ya getirilirdi. Oldukça pahalı olduğundan genellikle zenginler, soylular tarafından tüketilirdi. Etin bozulmasını önlemek , yemeklere tat katmak için kullanılmasının yanı sıra eczacılık, parfüm yapımında da kullanılmaktaydı.

Aslında tarçın, kakule, zencefil ve zerdeçal satışına dayanan baharat ticaretine Çinliler; milattan önce başlamıştı. Baharat, Doğu’dan Avrupa’ya iki ayrı yoldan gelirdi. Bunlardan biri Orta Asya üzerinden geçen İpek Yolu’ydu; ancak İpek Yolu asıl olarak ipeğin taşındığı yoldu. Diğer yol ise, Hindistan ve Seylan’dan (Sri Lanka) Kızıldeniz’deki Akabe Körfezi’ne, Yemen kıyılarına ya da Basra Körfezi’ne gelen Baharat Yolu’ydu. Hindistan’dan başlayan Baharat Yolu’nun, bir kolu Basra Körfezi üzerinden Akdeniz’e, diğer kolu ise Kızıldeniz-Mısır üzerinden Akdeniz’e uzanır. Akdeniz’e gelen ürünler, limanlarda gemilere yüklenerek Avrupa’ya taşınırdı. Bu kıyılardaki limanlarda gemilerden boşaltılan baharat, kara yoluyla Fenike ve Filistin kıyılarına, Mısır’da İskenderiye’ye ve Karadeniz’e ulaştırılırdı. Sonra yine deniz yoluyla Avrupa’ya taşınırdı.

https://www.leblebitozu.com/wp-content/uploads/2021/11/İpek-Yolunda-Kervanlar.jpg

Yavuz Sultan Selim döneminde 1517’de Mısır fethedilerek, Baharat Yolu’nun kontrolü Osmanlı Devleti’ne geçer. İpek ve Baharat yollarının Osmanlı kontrolünde olması nedeniyle Avrupalı devletler doğuya uzanan kendi kontrollerinde ticaret yolları bulmak için 15. ve 16. yüzyıllarda Coğrafi Keşifleri başlatırlar. Keşifler sonucu Avrupalıların yeni ticaret yolu bulmasıyla, İpek ve Baharat yolları ve Akdeniz limanları önemini kaybeder. 1869 tarihinde Süveyş Kanalı’nın açılması sonucu, Akdeniz ve Kızıldeniz arasında deniz yolu bağlantısı sağlanmasıyla Hindistan’a ulaşım zaman ve mesafe kısalır. Avrupalı devletlerin bu yolu kullanmasıyla Akdeniz tekrar önem kazanır.

Ribat_ı Şerif Kervansarayı

Ribat-ı Şerif Kervansarayı (1114/1115 tarihli kervansaray, Selçukluların Merv valisi Abu Tahir bin Sadeddin bin Ali el-Kumi tarafından İran Nişabur-Serahs yolu üzerinde yaptırılır.)

Bu yollarda seyahat her zaman zor olmuştur. Özellikle İpek Yolu’nun geçtiği bölgedeki çöller, kervanların yolculuklarını daha da güçleştiriyordu. Kervanlar yolculuk sırasında yazın sıcaktan kaçınmak, diğer mevsimlerde ise konaklanması gereken yere gündüz varmak için, gündüzden çok gece yol alırlardı. Geceleyin ortaya çıkan korkunç çöl cinleri söylentisi her zaman kervanlarda kulaklara fısıldanırdı. Ne var ki, Asya çöllerinin korkunç sıcağı, cinlerden daha ölümcüldü. Bu yüzden tüccarlar korkularını unutur, geceleri yol alırlardı. Bunun yanında, çölde çıkan kum fırtınaları kervanların durmasına neden olurdu. Tüccarların geçtiği yolda yaşanan tehlikeler yalnızca doğal tehlikeler değildi. Yol üzerinde pusuya yatmış hırsızlar, yağmacılar, çeteler her zaman bulunurdu. Taşıdıkları ipek, değerli taşlar, baharat, tütsüler, porselen gibi değerli mallarını bu tehlikeden korumak için tüccarlar kalabalık olarak yolculuk ederlerdi.

Kervanlarda insanları ve yüklerini at, deve ve katırlar taşırdı. Ancak genellikle, zor koşullarda yük taşıyabilen çölleri geçerken dayanıklı yapısıyla tüccarlara güven veren develer tercih edilirdi. Kervanlar genellikle kervansaraylarda konaklamayı tercih ediyorlardı. Kervansaraylar, eşkıyalara karşı sağlam, kale gibi binalardı. Ancak her yerde kervansaray yoktu. Dışarıda konaklamak gerektiğinde, su kenarları tercih edilir ve yolcular çadırlarda veya ağaç altlarında açıkta konaklardı.

Eflak-Boğdan Prenslikleri Haritası

Eflak-Boğdan: Eflak günümüzde Romanya sınırlarında, Boğdan ise bugünkü Moldova sınırları içerisinde yer alır. Balkanlar ve Doğu Avrupa bölgesinde yer alan Eflak-Boğdan, gerek siyasi ve stratejik gerekse ekonomik, iaşe ve lojistik açından Osmanlı Devleti için önem taşıyan bir bölgeydi. Tahıl, et, yağ, daha sonra da zeytinyağı, sabun, pirinç Eflak-Boğdan eyaletleri, Tuna iskeleleri, Karadeniz’in Rumeli yakası, Trakya, Anadolu’nun Kocaeli ve Karesi vilayetlerinden gelirdi. Buralarda bir aksaklık olursa Kırım, hatta Mısır’dan sağlandığı bilinir.

Eflak; Tuna ile Karpatlar arasında, Boğdan ise; Tuna ile Karadeniz arasında kalan ovalık bölgeler için Osmanlı döneminde kullanılan yer isimleridir. Devlete ait kayıtlarda bu iki yer için “Memleketeyn” (iki devlet, iki ülke) ifadesi de kullanılmıştır. Eflak’ın Osmanlılarla ilk teması 1368 yılında Vidin meselesi sırasında olmuştur. Bu dönemde Tırnovo Bulgar Çarı ve Osmanlı’nın müttefiki olan Ivan Aleksandır, Türk kuvvetleriyle beraber Vidin’e saldırsa da alamaz. 1386 yılında, Eflak voyvodası olan Ulu Mircea olarak bilinen Mircea Cel Mare, Osmanlılarla uzun bir mücadeleye girişir. 1389 yılında Kosova Savaşı’nda, Sırplara yardımda bulunan Mircea’yı cezalandırmak için Yıldırım Bayezid 1394 yılında yaptığı seferde Mircea’ı yenerek onu tahtını terk etmek zorunda bırakır. Daha sonra Macarların yardımıyla tahtını geri alsa da, 1396 Niğbolu Savaşı’ndan sonra tekrar Osmanlı hakimiyetini kabul eder. Ancak Mircea, Osmanlı’nın tüm düşmanlarına destek olur. Timur’a karşı yapılan Ankara Savaşı’na katılır; Fetret Dönemi’nde kendisine damat olan Musa Çelebi’ye büyük destekler verir daha sonra Düzmece Mustafa isyanına yardımda bulunur. Nihayet 1417 yılında, Çelebi Mehmed’in Eflak üzerine yaptığı seferden sonra, yeniden Osmanlı hakimiyetini kabul eder.

Boğdan bölgesiyle Osmanlıların ilk teması ise yine Çelebi Mehmed zamanında olur. Eflak vergiye bağlandıktan sonra Boğdan topraklarına girilir, Akkirman kuşatılır fakat alınamaz. Bu bölgede ilk müstakil devleti kuran voyvodanın isminden dolayı Osmanlılar bu bölgeye Boğdan demişlerdir. Voyvoda; Eflak, Boğdan ve Erdel beyleri için kullanılan unvan olup, Slavca “asker” anlamındaki “voy” ile (voyska) “sürmek” anlamındaki “voda’dan (vodity) sözcüklerinden meydana gelir; asker sürücü anlamındadır.

Çelebi Mehmed

Çelebi Mehmed (I.Mehmed), 16. yüzyıldan kalma bir el yazmasından minyatür

Bu tarihlere kadar bölgede hüküm süren bağımsız Eflak ve Boğdan, bu süreçten sonra Osmanlı Devleti’ne bağlı haraç ödemek suretiyle itaatlerini bildiren imtiyazlı birer beylik olurlar. Çoğu zaman Avusturya başta olmak üzere Avrupalı devletlerle ittifaklar yapan bu beyliklerin, Osmanlı Devleti’nden defalarca ayrılma girişimleri söz konusudur. Osmanlı Devleti, siyasi, toplumsal ve dini yapılarını muhafaza etmelerine izin verdikleri bu beyliklerin başındaki voyvoda unvanlı yöneticileri, yerli aristokrat aileler arasından seçerek göreve getirmiştir. Ancak 18. yüzyılın başlarında yaşanan siyasi gelişmelere paralel olarak, Eflak ve Boğdan voyvodalarının Avrupalı devletlerle gizli işbirliği kurmaları sebebiyle, bu usul uzun bir dönem kesintiye uğramıştır. Osmanlı Devleti yöneticileri bölgedeki gelişmelerin, hakimiyeti sağlama konusunda bir tehdit oluşturabileceği kaygısıyla, Eflak ve Boğdan’ın yönetimi için yerli voyvodalar yerine, İstanbul’un Fener semtinde oturan itibarlı ailelerden seçtikleri kişileri bu göreve getirmeye başlar.

Boğdan

Kırım Savaşı sırasında önce Rusya (1853-54), ardından da Avusturya (1854-56) birliklerince işgal edilen prensliklerin güvenliği, 1856 yılında Paris Antlaşması ile Avrupalı büyük devletlerin garantisi altına alınır. Osmanlı Devleti’nin egemenliği resmi olarak devam ediyor olsa da, ordusu her türlü müdahale hakkını yitirmişti. 24 Ocak 1859’da Eflak ve Boğdan birleşerek tek bir ülke haline gelirler. Daha sonra bu birlik 1866’da Romanya adını alır. Romanya, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’na (93 Harbi) Rusya’nın yanında katılmasının bir ödülü olarak, 1878 Berlin Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nden resmen ayrılarak bağımsız bir ülke olur.

https://cumhuriyetciyorum.files.wordpress.com/2019/08/podolya.jpg

Podolya (Kamançe): Günümüzde Ukrayna’nın güneybatı ve orta batısını kapsayan tarihi bir bölgedir. Leh dilinde Kamieniec Podolski, Ukraynaca Kamjanec’ Podil’s’kyj, Rusça’da Kamenets-Podolski adlarıyla anılır. Dinyester nehrinin sol taraftan aldığı kollarından biri olan Smotriç suyunun kıyısında kurulmuştur. Tarihi XI. yüzyıla kadar gider; XIV. yüzyılda Litvanyalılar tarafından alınan Kamaniçe 1430 yılında Polonya Krallığı’na dahil edilir.

1669’da Ukraynalı Petro Doršenko’yu, himaye altına aldıktan sonra IV. Mehmed’in (Avcı Mehmed) başında bulunduğu Osmanlı ordusu Lehistan seferine çıkar. 27 Ağustos 1672’de Podolya’nın merkezi olan Kamaniçe dokuz gün süren kuşatmadan sonra zapt edilir; böylelikle Osmanlı Devleti egemenliğinde Podolya Eyaleti kurulur. Bu fetih, Osmanlılar’a Boğdan ve Kırım Hanlığı üzerindeki kontrollerini güçlendirme imkanı verir. Böylece Kazaklar’ın, Karadeniz’e saldırılarının da önüne geçilmiş olur. 18 Ekim 1672’deki Bucaş ve 17 Ekim 1676 tarihli İzvança Antlaşması, Osmanlı’nın Podolya üzerindeki hakimiyetini tesis eder. Ancak 1699 tarihli Karlofça Antlaşması ile Podolya Osmanlılar tarafından Lehistan’a bırakılır.

Osmanlı Haritası

Besarabya: Prut ve Dinyester nehirleri arasında yer alan bölge, bugünkü adıyla Moldovya. Besarabya terimi bölgeyi yöneten Eflaklı Basarab ailesinden gelir. Bu terimi ilk kullananlar 15. yüzyılda bölgeyi ele geçiren Osmanlılardı. Besarabya, Osmanlılar zamanında Boğdan Prensliği’nin bir parçasıydı. 1812 yılında Rusya, bu bölgeyi egemenliğinin altına alınca Besarabya adını kullanmaya başlar. Besarabya, 1918 yılında Rusya’dan ayrılarak Romanya’ya katılır. Ancak 1945 yılında SSCB, Besarabya’yı tekrar ele geçirir ve Moldova Cumhuriyeti haline getirir. 1991 yılında ise Moldova Cumhuriyeti, SSCB’den bağımsızlığını kazanır.

Erdel Haritası

Erdel (Transilvanya): Ağzı kuzey-batıya doğru açık bir V şeklindeki Karpat dağları, Romanya’yı böler. Bu silsilenin batı tarafındaki topraklar Transilvanya’dır. Bugün Romanya’nın kuzeybatısında Transilvanya denilen bölgenin Osmanlılar dönemindeki adı Erdel’dir. Türk kaynaklarında Erdil veya Erdelistan şeklinde de geçer. Gerek bu adlandırma gerekse Romence’ye geçen Ardeal veya Ardealul kelimesi Macarca asıllı olup “orman ötesi” anlamına gelen erdely kelimesine dayanır. Bugün Romanya’nın kuzeybatısında yer alan bir eyalet durumunda bulunan bölge uzun yıllar Macaristan’ın idaresinde kalır ve 1920 yılında Romanya’ya katıldıktan sonra Latince “ormanlar ötesi ili” demek olan Transilvanya adını alır.

Transilvanya Romenler bakımından, daha çok Avusturya-Macaristan çekişmeleri ile anılan bir bölge olmaktadır. Aynı şekilde bölge Osmanlı-Macaristan ilişkileri bakımından da mutlaka göz önünde bulundurulması gereken bir yerdir. Erdel’in Osmanlı akınlarına hedef olması, Osmanlı-Macar ilişkilerinin ilk devresine rastlar. I. Murad dönemindeki  ilk mücadeleler I. Bayezid ve I. Mehmed zamanında Erdel’e kadar uzanır. Bundan sonra Erdel’in Macar yöneticilerinin, Eflak beyleriyle ittifak kurmaları, Osmanlı padişahlarının da Erdel ve Eflak beylerini birbirine karşı kullanmaları gibi birtakım siyasi manevralar söz konusudur.

Erdel, 1526 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Mohaç Muharebesi ile Osmanlı’ya bağımlı hale gelir ve 1683 yılına kadar Erdel Prensliği adıyla iç işlerinde serbest, dış işlerinde Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı özerk bir devlet olarak yaşar. 1683 yılında Osmanlı’nın II. Viyana Kuşatması’nda yenilmesinin ardından 1691 yılında Macaristan ile birlikte Avusturya Arşüdüklüğü’nün eline geçer. Filliyatta olan bu durumun resmileşmesi ise 1699 yılında yapılan Karlofça antlaşması ile gerçekleşir. Muhtariyeti kaldırılarak, Avusturya’nın bir parçası haline getirilir. Habsburg ailesinin prensliği şeklinde, bir vali tarafından idare edilen bir eyalet olur. Bu durum, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına kadar devam eder. 1848 ihtilalleri sebebiyle Erdel meclisi, Erdel’in Macaristan’a ilhakına karar verir. 1867 yılında Avusturya-Macaristan Devleti kurulunca; Erdel’de bu devletin bir parçası olur. 1918’da ise Erdel’in Rumen halkı, Romanya ile birleşmeye karar verir ve bu durum 1920 yılında yapılan Trianon Antlaşması ile kesinlik kazanır.

Lehistan

Lehistan: Osmanlıların, günümüzdeki Polonya’ya verdiği isimdir. Zaten Polonyalılar da bazen kendileri için Lechia adını kullanırlar. Baltık’dan Karadeniz’e uzanan sahada, XIV. yüzyıldan itibaren kuvvetle varlığını hissettiren, Lehistan, Altınordu’nun batı kanadının mirasçısı olarak Doğu Avrupa tarihinde büyük bir rol oynamıştır. Lehistan ile Osmanlılar arasında özellikle Ukrayna ve Eflak – Boğdan sınırlarında hâkimiyet kurma amaçlarında ciddi bir rekabet yaşanmıştır. İki taraf birbirleriyle genellikle doğrudan savaşı değil, dolaylı araçları kullanmışlardır. Bu bakımdan, Lehistan’ın Osmanlı politikasında Kazaklar, Osmanlı’nın Lehistan politikasında ise Kırım Hanlığı temel unsurlar olarak yer aldılar. Osmanlılar ile Lehistan arasında bu siyasi rekabetin yanı sıra, her türden ticaret ve teknik işbirliği de gerçekleşmiştir. Bu işbirliği, iki ülkenin jeopolitiğinin ortaya çıkardığı zorunluluk idi. Osmanlı’ya tabi Eflak – Boğdan prenslikleri ile bunlara sınır konumundaki sancaklar ve Lehistan Osmanlı ile ticaretinde büyük bir yer tutmuşlardır. Türkler büyük tarihin yükünü omuzladıkları dönemlerde Lehistan ile siyasi, askeri, iktisadi ilişkilere girmişlerdir. Lehistan’ın Özü (Dinyeper) ve Turla (Dinyester) hattı boyunca Karadeniz’e kadar uzanan alanda hakim olduğu süreçte bu ilişkiler en dinamik boyuta tırmanacaktır. Lehistan ilk dönemlerden beri bu bölgelerden her türlü emtiayı ithal ediyor ve karşılığında kendi kıymetli taşlarını ihraç ediyordu. Sedef bunlar arasında idi. Lehistan ile Osmanlı arasındaki ticaret, antlaşmalarla kurallara bağlanmıştı. Bu kurallar günümüzde arşiv kayıtlarından ayrıntılarıyla takip edilebilmektedir.

Osmanlı-Lehistan İlişkileri

Türk–Leh ilişkilerinin iktisadi ve ticari boyutu, yapılan yetersiz araştırmalara rağmen, siyasi ilişkilerin de önüne geçmektedir. Bahis konusu jeopolitik sistem, Küçük Asya’yı Kuzey alemi ile tarihin her döneminde aktif ticari ilişkilere maruz bırakmıştır. Eski Doğu Roma zamanında kurulmuş bulunan bu iktisadi–ticari bağ, Osmanlılar zamanında da güçlü bir şekilde sürdürülmüştür. Türkiye ile Lehistan arasındaki ticaret, dolaylı, dolaysız; karadan, yani Balkanlar yolu üzerinden ve XVIII. yüzyılın ikinci yarısında da, Karadeniz limanlarının ticarete açılmasıyla denizden ve karadan yapılır. Ticareti yapılan mallar: Kumaşlar, şallar, arap atları, meyva, tatlı, şekerleme, kokular, merhemler, oymalı ve kakmalı eşyalardı. Büyük bir hayranlık uyandıran bu mallar çok beğenilir. Doğu’dan gelme bu eşyalar, Avrupa’da yeni moda olan koleksiyon merakını Lehistan’da başlatır. O zamana kadar silah ve koşum takımları toplamakla yetinen kültürlü asilzadeler, Türkiye’den ithal edilen porselen ve lake eşya, arkeolojik değeri olan başka eşyalar, örneğin Türk mezar taşları, Türk paraları, Türk minyatürleri, muskaları ve özellikle el yazmaları kitapları bu koleksiyonlarda yer almaya başlar.

Buradaki ticareti, bu bölgenin asli ülkeleri olan Eflak, Boğdan ve onlara yakın olan güney ve kuzey şehirlerinin ürünleri oluşturuyordu. Bu ürünler, buğday, balık, havyar, sığır, deri ve balmumundan oluşuyordu. İkinci kategoriyi, Bursa, Ege Denizi ve diğer Türk hâkimiyet alanlarına ait ürünler oluşturuyordu. Bunlar Bursa’nın ipekli kumaşları, pamuk, halı ürünlerinden oluşuyordu. Üçüncü kategoriyi Flanders, İngiltere, Floransa, Silezya, Polonya gibi batı ülkelerine ait pamuklu kumaşlar, merkezi Avrupa ve Güney Almanya’ya ait metal işlemeli ürünler oluşturuyordu.

Prusya

Prusya: Prusya bugünkü Almanya’nın kökeni olan bir devlettir. Günümüzde Kuzey Almanya toprakları çevresinde kurulmuş olan Branderburg Dükalık’ı, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun bir parçasıydı. Başkenti bugün Polonya ile Litvanya arasında yer alan Kaliningrad’dı. 1701-1713 yılları arasındaki İspanya Veraset Savaşı sırasında; İngiltere, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu, Hollanda, Portekiz, ve Savoya Dükalık’ı ile birlikte savaşa katılır. Bu ittifak, Fransa karşısında zaferi kazanan taraf olur. Ardından imzalanan Utrecht Barışı ile Brandenburg Dükalık’ı krallık statüsü kazanır. Bu tarihten itibaren hem ismi, hem de başkenti değişir. Başkenti Berlin olurken, ülkenin ismi de Prusya Krallığı olarak anılmaya başlar.

Prusya Devleti bu dönemde, Osmanlı Devleti’nin beylikler üzerinde hâkimiyet kurup güçlenmesine benzer şekilde, Avusturya’nın, Alman Devletçikleri üzerindeki üstünlüğünün zayıfladığı yıllarda, Fransızlarla savaşarak Alman topraklarında düzeni sağlayarak Alman Konfedarasyonu’nu kurar. Alman Konfederasyonu 1866 yılına kadar devam eder. Yerine Prusya’nın aynı tarihte savaşa giriştiği Avusturya’yı yenmesiyle, Kuzey Alman Konfederasyonu (Norddeutscher Bund) kurulur. 1870/71’de Fransa’ya karşı yapılan savaştan zaferle çıkılmasının ardından, 18 Ocak 1871’de Prusya Kralı I. Wilhelm’in Alman Kayser’i ilan edilmesiyle ulusal birlik nihai aşamada tamamlanır. Aynı yıl yürürlüğe giren anayasada, 25 devlet tek tek sıralanarak devletin federal niteliği kayıt altına alınır.

Birinci Dünya Savaşı’nın neden olduğu iç huzursuzluklar, 9 Kasım 1918 tarihine gelindiğinde II. Wilhelm’in başında bulunduğu Hohenzollern Hanedanı’nın yönetimden uzaklaştırılmasına ve Alman tarihinde ilk defa cumhuriyet rejiminin kurulmasına yol açar. Yeni devlet, 19 Ocak 1919’da yapılan seçimlerin ardından Ulusal Meclis’in ilk oturumunu, Berlin’deki Reichstag yerine Türingiya eyaletinin Weimar şehrinde gerçekleştirmesinden dolayı sembolik olarak Weimar Cumhuriyeti resmi olarak Alman İmparatorluğu adını kullanır.

Standportrait der Kaiser Wilhelm I., 1

Standportrait der Kaiser Wilhelm I., 1880

İkinci Dünya Savaşı sadece Hitler iktidarına son vermekle kalmayıp aynı zamanda Almanya’nın yazgısını yeniden şekillendirmiştir. İlk etapta ülke, merkezi Londra’da bulunan Avrupa Danışma Komisyonu’nun 12 Eylül 1944’de imzaladığı bir protokolle üçe bölünür; Yalta Konferansı’nda (4-11 Şubat 1945) Fransa’nın da işgal güçlerine dahil edilmesi ve bu bağlamda 26 Temmuz 1945’de çıkartılan bir ek protokolle bu sayı dörde çıkar. Alman Ordusu’nun  8 Mayıs 1945’te kayıtsız şartsız teslim olmasının ardından da 5 Haziran’da imzalanan Berlin Deklarasyonu ile ülkenin yönetimi resmen müttefiklerin eline geçer. Hem Federal Almanya Cumhuriyeti hem de Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin temelleri 1945- 1949 yılları arasını kapsayan bu işgal döneminde yatar.

Osmanlı Devleti’nin gücünü giderek yitirmeye başladığı 18. yüzyılda, Avrupa’da güçlenmeye çalışan Prusya Krallığı münasebette olduğu Batılı devletlerden biri olur. Osmanlılar önceleri Avusturya, Fransa ve Rusya’nın tepkisini üzerine çekmemek için, Prusya ile bir ittifak yapmaktan kaçınmakla beraber, 27 Temmuz 1761 tarihinde imzalanan dostluk ve denklik anlaşması ile yüzyıllardır pek çok devlete tanıdığı imtiyazları Prusya Devletine de tanır ve bu tarihten itibaren iki devlet arasında ekonomik, siyasi ve kültürel etkileşim geniş kapsamlı olarak başlar. 1774’te Kırım’ın kaybedilmesinden sonra ise, Osmanlılar, daha yakın temasta kalabilmek için Prusya’dan askeri yardım sağlama yoluna giderler.

Osmanlı-Prusya ilişkilerini sıralarsak; 1761 yılında, Prusya Elçisi Kont Carl E. Rexin ile Osmanlı Sadrazamı Koca Ragıp Paşa arasında İstanbul’da ilk Dostluk ve Ticaret Antlaşması imzalanır. Bu antlaşma uzun bir süre  sonra, Sultan Abdülmecid döneminde 22 Ekim 1840 tarihinde güncellenir. 20 Mart 1862 ve 27 Eylül 1862 tarihli antlaşmalar ile de Osmanlı-Prusya ticari münasebetleri gelişerek devam eder. Tüm bu antlaşmalardan daha kapsamlı olarak parafe edilen 27 Eylül 1890 Ticaret Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman ticari etkinliğini mutlak hale getirir ve Almanya’yı diğer devletlerden bir adım öne taşır.

Kaynak
Haçlılar ve İpek Yolu Baharat Yolu, İpek Yolu, Kral YoluDoğudan Batıya Ticaret Yolu, İpek Yolu15 ve 16. Yüzyıllarında İran İpek Yolu’nda KervanlarBâb-ı Âlî’nin Avrupa’ya Çevrilmiş İki Gözü: Eflak ve Boğdan’da Fenerli VoyvodalarTürkiye İle Romanya Arasında Siyasi İlişkilerin KurulmasıSultan IV. Murad’ın Erdel Prensi I. George Rakoçi’ye Yazdığı BeratOsmanlı-Lehistan İlişkilerinde Savaş, Diplomasi Ve TicaretXVIII: Yüzyılda Lehistan Uygarlığında GFörülen Türk EtkileriAlman Federalizminin Tarihsel Süreçte GelişimiOsmanlı-Prusya Münasebetleri (1808-1871)


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir