Dünyaca ünlü ressamlar Hugh Goldwin Rivière, Jean-Léon Gérôme, Juan Manuel Blanes, Olga Suvorova, Ivan Aivazovsky’nin resimlerini sizler için analiz ettik.
Hugh Goldwin Rivière, The Garden of Eden, 1901
Hugh Goldwin Rivière, Kraliyet Akademisi üyesi olan hayvan resimleriyle tanınan Briton Rivière’in oğluydu. Portre ressamı olarak bilinen H.G. Rivière, tarihi veya efsanevi konularla, günlük yaşamdan çağdaş sahneleri de resimlerinde ağırlıklı olarak konu edinir. İngiliz şairler Christina Rossetti ve Alfred Tennyson’ın 1893 ve 1904 yılları arasında Kraliyet Akademisi’nde sergilenen şiirlerini de resimlemiştir.
Rivière’nin, Viktorya dönemi romantizmini tasvir eden, bir de suluboya kopyası bulunan bu resmi benzersizdir. Resim, yağmurlu bir günde, Londra’da bulunan Kensington Bahçeleri’nin Lancaster Kapısı’ndan geçen genç bir çiftin birbirlerine duydukları aşkla anlam kazanır. Sabit bakışları, soğuk şehrin kasvetini onlar için cennete dönüştüren aşklarının derinliğini gösterir adeta. Resmin ismi, dini bir vurgu yapar. Zira Musevilik ve Hristiyanlıkta yer alan cennetin karşılığıdır Eden’in Bahçesi.Ülkemizde fazla bilinmese de, batı dünyasında çokça araştırılmıştır. Hatta Kristof Kolomb’un en büyük ruyası Eden’i bulmaktir.
Çift, park korkulukları ile şehir taksilerinin hareketli alanından; küçük park çitleri ile doğal dünyadan izole edilmiş adeta. Park korkuluklarının ötesindeki loş, sisli yol, taksiler ve yalnız figürler resmin ismini yalanlar gibi. Yapraklarını dökmüş ağaçlar, ıslak zemin ve koyu renk giysiler giymiş çiftimiz, bize mevsimin kış olduğunu düşündürüyor. Parkta yürümenin günü ve zamanı değil belli ki; ancak aşıklar gün içinde birbirlerini görebilmek için kısa bir zaman yaratmışlar gibi.
Sahnenin ışığını ve atmosferini aktaran hoş gri, yeşil, mavi tonlar, izleyene, kasvetli bir havanın aşkla bakan bir çift için nasıl güzel görünebileceğini anlamasına da yardımcı olur. Resimdeki figürler, Rivière’in baldızı Beatrice Langdon-Davies ve mimar nişanlısı Percy Silley’dir. Çift, resim tamamlandıktan kısa bir süre sonra evlenirler. Elini tuttuğu sevgilisinin biz görmesek de aşkla bakan ifadesi, genç kadının yüzünün mutlulukla aydınlanmasına neden olur ki; resmi farklı kılan da budur.
Jean-Léon Gérôme, The Carpet Merchant, 1887
Oryantalist tarzın önemli temsilcilerinden olan Fransız ressam, heykeltıraş ve öğretmen Jean-Léon Gérôme, Osmanlı döneminde sanat eğitimi için Fransa’ya giden birçok sanatçıya öğretmenlik de yapmıştır. Bunlar arasında, Osman Hamdi Bey ve Şeker Ahmet Paşa gibi ünlü ressamlar da bulunur. İstanbul’a ilk kez 1853’te gelen sanatçı, 1856 yılındaki ilk Mısır gezisine çıkar. 1863 ve 1864’te de Suriye, Filistin ve Mısırı kapsayan bir gezi daha yapar. Osmanlı sosyal hayatından ve seyahatlerinde şahit olduğu Arap kültüründen etkilenir ve bu temalarla çizdiği resimler Fransa’da çok ilgi görür. Fransa’da kültür sanatla ilgili binden fazla kurumu yöneten Institut de France’a üye kabul edilir, Fransız nişanına layık görülür.
Halı Tüccarı resmi, sanatçının 1856’daki Kahire seyahatinde gördüklerinden etkilenerek yaptığı resimlerden biridir, mekan Kahire’deki Halı Pazarı’nın avlusu. Minneapolis Institute Of Arts’da bulunan Halı Taciri adlı tablonun adından da belli olduğu üzere bir halı tüccarının halı satışı sahnelenir. Halı tüccarı ve müşterilerin sahnelendiği bu tabloda da arka planda asılı halde olmasına rağmen yine halı ön plandadır. Büyük ebatlı halı tasvirinin beyaz renkli orta alanında, XVII. yüzyıl klasik devir Uşak halılarında görülen salbekli iri bir madalyon yer alır. Afyon Başmakçı ve İran Heriz halıları ile de benzerlikler gösterir.
Hayatın içinden bir kesit, konu, parlak renk ve ayrıntılara gösterilen özen, Gérôme’un Halı Tüccarı tablosunu, ikonik bir oryantalist tuval yapıyor. Gérôme’un gerçekçiliğinin en güzel yanı, özne ile izleyici arasındaki engeli kaldırmasıdır. Pek çok resminde, aslında olup biteni izleyen biri olarak kendinizi resmin içinde hissedebilirsiniz. Resimle ilgili her şey mekan, halıların dokusu, ışık vs. inandırıcı. Gérôme, arka planın renklerini susturarak, ön plandaki figürlerde renklerin yoğunluğunu gündeme getirmesi, derinlik ve atmosfer yaratmış. Bu durum, kompozisyonda inandırıcılık ve 3 boyutlu bir efekt yaratır.
Juan Manuel Blanes, An episode of yellow fever in Buenos Aires, 1871
Uruguaylı ressam Juan Manuel Blanes (1830 -1901), Realist akıma mensup bir sanatçıydı. Buenos Aires’te bir sarıhumma salgınının patlak vermesi, bu en tanınmış çalışmasına ilham kaynağı olur.
1800’lerin ortalarında Buenos Aires’te sarı humma salgını baş gösterir; ancak en kötüsü Ocak 1871 yılında olandı. Bir çok insan ölür ve çok daha fazlası şehirden kaçarak uzaklaşır. Nedenlerini sıralarsak: Aşırı nüfus, kötü sağlık koşulları, yetersiz içme suyu ve insan atıklarının yeraltı sularına karışması yanında; et fabrikalarından gelen kirli suların, sıcak hava ile hastalığın bulaştıran sivrisineklerin çoğalmasına neden olmasını sıralayabiliriz.
Önümüzde duran resim, izleyende karışık duygular uyandırır. Sanatsal olarak çok etkileyici olmakla birlikte, konusu itibariyle çok acı. Kasvetli bir odaya giriyoruz ve orada ölüme tanıklık ediyoruz. Sarıhumma salgını nedeniyle ev ev gezen sağlık komisyonu başkanı ve doktorlar, fakir olduğu anlaşılan bir eve adım atmış. Üzgün bakışları yerde annesinin memesini emmek isteyen küçük bebeğe sabitlenmiş. Kapının arkasındaki karanlıkta yer alan yatakta, sadece bedenin bir kısmı aydınlatılan babanın ölü bedeni uzanıyor. İki doktorun arkasında, gözünden yaş akarken burnunu kapatan bir doktor görülüyor. Hemen önünde, muhtemelen komşu ya da o semtte oturan bir genç. Ancak bakışı çok etkileyici, izleyenin ruh halini yansıtıyor. Kapı eşiğindeki sürahi üzerindeki ekmek, sepette dikkate alınırsa, gencin ekmek satıcısı olduğunu da düşündürüyor. Komisyon başkanının hemen yanındaki genç ise, yerde yatan genç anne ve bebeğine bakmamak için bakışlarını farklı bir yöne çevirmiş. Yerdeki bardak, kaşık, sol tarafta bir kısmı görünen mangal, battaniye evdeki karanlık ve kasvetli havayı destekleyen detaylar.
Blanes tablosunu, kapıda görünen 2 doktorun anısına yapmış. Doktorlar, Sarıhumma Halk Komisyonu başkanı ve yardımcısı Roque Pérez ile Manuel Argerich (soldaki). Şehri herkes terk ederken, bu iki doktor komisyon kurup, çalışmalarına devam etmişler. Ne yazık ki her ikisi de bu hastalıktan hayatlarını kaybederler.
Olga Suvorova, In Rembrandt’s Memory, 2015
Olga Suvorova, 1966’da St. Petersburg’da dünyaya gelir. Petersburg Güzel Sanatlar Akademisi’nde sanat eğitimini alır. Sanatçı olmasında, ressam olan annesi Natalya ve babası İgor Suvorova’nın etkisi büyüktür.
Suvorova sanatı ile ilgili olarak şunları söyler: “Yaratıcılığım üzerindeki en büyük etki Pre-Raphaelcilerdir. John William Waterhouse ve Edward] Burne-Jones, dini temalar üzerine resimler yapma konusunda beni etkiledi. Leon Bakst’ı çok beğeniyorum, özellikle de tiyatro kostümleriyle ilgili eskizlerini. Gustav Klimt’i de unutmamalıyım. Adele Bloch Bauer’in Portresi’ndeki gibi, altın ve pitoresk görüntülerinin etkileşimini tasvir etme yeteneğini takdir ediyorum. Aynı zamanda oldukça dekoratiftir. İtalyan Rönesansına derinden hayranım. Botticelli benim favorim. Dante’nin İlahi Komedyası için yaptığı çizimler bana Piero’nun Rüyası’nı çizmem için ilham verdi.”
Ön-Rafaelciler, dini duyarlılıkla, orta çağ ruhunu, orta çağ ustalarının eserlerinden daha rahat anlaşılır bir şekilde yansıtırlar. Orta çağ konularından etkiler taşıyan sembolik ve alegorik kompozisyonlar, bu akımda sıklıkla görülür.
Suvorova, tanınabilir bir stile sahip. Eserlerini bir kez gördükten sonra, sanatta uzman olmayan bir izleyici bile onun resimlerini tanır. Renk cümbüşü içindeki resimlerinin neşeli coşkusu, ruhunuzu yaşam enerjisiyle doldurur. Rönesans ustaları dirilse, kendi sanat koleksiyonlarını oluştursalardı; eserleri muhtemelen Suvorova’nın tablolarına benzerdi. Pudralı yüzleriyle süslü kostümleri içinde gurur ve kibirle bakan figürleri; mücevherler, işlemeler, müzik aletleri, çiçekler ve kuşlarla tamamlanan bir sahnenin yıldızı gibidirler. Venedik maskeli balosunu ya da operasını çağrıştıran kostümleriyle, tembel bir zarafet içinde duran figürlerin yanında köpekler, gizemli kediler, büyüleyici kuşlar, şahane çiçekler; eserlerinin olmazsa olmazıdır. İlginç olan Suvorova’nın böylesi bir harikalar diyarını, yağmurların bol olduğu güneşin az görüldüğü gri bir gökyüzüne sahip Neva nehrinin kıyılarında yaratmış olmasıdır.
Ivan Aivazovsky, Tempest, 1855
Ayvazovski’nin, eskiz ve krokileri Çar I. Nikola nın ilgisini çeker ve Petersburg Çarlık Güzel Sanatlar Akademisi’ne kabul edilir. Salvador Rosa, Claude Lorrain ve deniz ressamı Thedore Gudin’den etkilenen sanatçı bir süre sonra sarayda çalışan deniz ressamı Philippe Taneur’un yardımcısı olur. Yurt dışına gönderilir, 4 yıl boyunca İtalya, Fransa, İngiltere, Hollanda ve Malta da incelemeler yapar. Dönüşünde, Deniz Bakanlığı’na 1. Ressam sıfatı ile ataşe olarak atanır. Abdülmecid, Abdülaziz ve Abdülhamid dönemlerinde İstanbul’a gelip saray için resimler de yapar.
Genellikle değişim, kargaşa, umutsuzluğun sembolü olan fırtına; Romantik sanatçıların yapıtlarını, yoğun duygularla doldurmaları için mükemmel bir konuydu. Aivazovsky, bu eserinde olduğu gibi fırtınaların en etkilisini, canlı bir etkiyle tasvir eder. Fırtınalı deniz manzaralarının bir hayranı da, Dostoyevski’ydi. Aivazovsky hakkında şunları yazar: “Fırtınalarında, izleyiciyi şaşırtan heyecan ve etkileyici bir güzellik var. Fırtınanın sonsuz çeşitliliğini tasvir ederken, hiçbir şey abartılı görünemez.”
Aivazovsky, 1850’lerde fırtınalı denizleri boyamakla giderek daha fazla ilgilenmeye başlar. Fırtına adlı bu resmi de bu döneme ait. Aivazovsky, güçlü dalgaların çarptığı, öfkeli alevlerin sardığı, arkasında tekin olmayan bir kulenin göründüğü, batmakta olan gemiyle izleyiciyi hem dehşete düşürmek hem de korkutmak ister gibi. Arka planda dalgalarla mücadele eden başka bir gemide bu etkiyi kuvvetlendirir. Sanatçıya göre deniz, doğayı ve onun yıkıcı iradesini ve gücünü temsil eder; bu da insanoğlunun kırılganlığının ve ölümlülüğünün altını çizer. Bununla birlikte, tuvalin sağ alt köşesinde, bir cankurtaran botunda gemi enkazından kaçan birkaç gemici ise kompozisyona bir iyimserlik katar. Muhtemelen bu, insanlığın boyun eğmez ruhunu ve en korkunç durumda bile hayatta kalma iradesini gösterir. Lacivertin farklı tonlarının egemen olduğu kompozisyonun, ön planındaki dalgaların şeffaflığı etkileyici.
Kaynak
Arşiv Belgeleri Işığında Osmanlı Sarayında Nişanlarla Takdir ve Taltif Edilen Ressam Ayvazovski’nin Bilinmeyenleri / In The Lights of Archival Documents Some Unknown Facts About Aivazovsky The Famous Painter, Forgotten Taonga Māori in Russia: The 1820 Visit of the Bellingshausen – Lazarev Expedition to Queen Charlotte Sound, Juan Manuel Blanes, An Episode of Yellow Fever in Buenos Aires, 1871, Un episodio de fiebre amarilla en Buenos Aires. Juan Manuel Blanes, 1871 An episode of yellow fever in Buenos Aires. Juan Manuel Blanes, 1871, Oryantalist ressam Jean-Leon Geromé’nin Tasvirlenmiş Türk El Dokumaları, The Garden of Eden Hugh Goldwin Riviere (1860-1956)