Menu

Ünlü Ressamlar: Theodore Jacques Ralli, Van Gogh, Morgan Weistling, Evgeny Lushpin, Oskar Kokoschka, Amedeo Modigliani



Dünyaca ünlü ressamlardan Theodore Jacques Ralli, Van Gogh, Morgan Weistling, Evgeny Lushpin, Oskar Kokoschka, Amedeo Modigliani’nin dünyaca tanınmış resimlerini sizler için analiz ettik.

Theodore Jacques Ralli, Resting in a Greek Monastery

Theodore Jacques Ralli, Resting in a Greek Monastery

Théodore Jacques Ralli, uzun yıllarını Fransa ve Mısır’da geçiren Yunanlı bir sulu boya ressamdır. Fransız Neo-Grec Okulu’nun önde gelen temsilcisi olarak tanınır. En bilinen eserleri oryantalist tablolarıdır. Özellikle dini ortamlarda, ağırlıklı olarak kadın figürleri çizen Ralli 1876’da ülkesine döner. Yunanistan’ın çeşitli bölgelerini özellikle kasabalarını ziyaret eder. Kırsal yaşam ve dini temalara ilgi gösterdiği resimlerinde, Yunan kültürünün etkisi yanında şiirsel bir eğilim görülür.

Bir anlık dalgınlık ya da dinlenme uykusunda (belki de manastıra uzun, yorucu bir yürüyüşten geldi) yakalanan kadının, zarif yüzü, canlı, renkli kıyafetleri aynı anda hem kutsallığın güzelliğini hem de güzelliğinin kutsallığını ifade eder. Göz kamaştırıcı bir ışıkla yıkanmış sadeliği barındıran dış mekan ve kadınla, mumlarla loş bir şekilde aydınlatılan koyu iç mekan arasında, güçlü bir tezat bulunur. Genç kadına omzunun üzerinden kasvetli cüppesiyle bakan keşiş; meraklı, kontrol edici, eleştiren bakışıyla izleyici ile resim arasında bir tür arabulucu görevi görür adeta. Kadın, biri resmin çerçevesi (mermer tahtın sınırı), diğeri tablonun çerçevesi olmak üzere iki bakış arasında sabitlenir.
Ralli’nin modellemesiyle, oymalı bir taş taht üzerine yaslanan genç kız, belirgin bir heykelsi kalite kazanır. Arka planın gevşek fırça darbeleri, uzaktaki keşişlerin etrafında erimiş gibi göründüğü için resmin gizemine ve belirsizliğine katkıda bulunur. Uykulu genç kızın kıyafetlerinin parlak tonları, arkadaki tahtın detaylarını öne çıkarır ve ona temayı güçlendiren bir malzeme kalitesi verir.

Manevi bir sessizlik ve romantik bir mistisizm içeren resim, ressamın tekniği, ince geçişleri ustaca kullanımı ve ayrıntılara gösterdiği özen ile (mermer sütunların ve işlemeli çantanın tasviri) dikkati çeker. Dengeli kompozisyon (iki figürün güçlü bir diyagonal çizgi boyunca merkezden nasıl saptırıldığına, aralarındaki boşluğa dikkat edin) renklerin uyumu, sağlam modelleme, resme nüfuz eden ihtişam ve asil zarafetle, bu dini sahne son derece etkileyici bir sanat eserine dönüşür.

Van Gogh, The Night Cafe, 1888

Van Gogh, The Night Cafe, 1888

Van Gogh’un kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplarda Gece Kafesi resmine dair satırlar:

Ağustos başı, 1888, Arles (Fransa)

Burada bunlara Gece Kahvehanesi diyorlar, oldukça yaygın bunlar, bütün gece açık kalıyorlar. Gece kuşları yatacak bir yer için paraları yoksa ya da herhangi bir yere kabul edilmeyecek kadar sarhoş olduklarında buraya sığınıyorlar. Aile yuvası, anavatan gibi birtakım şeyler galiba, bizim gibi ana vatansız da, ailesiz de olabilen kişilerin imgeleminde, gerçekte olduklarından çok daha çekici. Kendimi her zaman bir yerler, bir hedefe doğru yol alan bir yolcu gibi hissediyorum. Öyle bir yerin, bir hedefin var olmadığını kendi kendime söylediğimde ise gayet akla yakın, doğru geliyor bana.

8 Eylül, 1888, Arles

İnsanoğlunun korkunç tutkularını kırmızı ve yeşil boyalarla anlatmaya çalıştım. Oda kan kırmızısı ve koyu sarı, en ortada yeşil bir bilardo masası var; dört tane limon sarısı lamba, turuncumsu, yeşilimsi ışık saçıyor. Her yanda en yabanıl kırmızı ve yeşillerin çarpışması, çelişmesi görülüyor. Uyuklayan serserilerin figürlerinde, boş kasvetli odada, morda ve mavide… Bilardo masasının kan kırmızısı ve sarı-yeşil, örneğin, kontuvarın yumuşak XV. Louis yeşiliyle karşıtlık yaratıyor; kontuvarın üstünde pembe çiçek demeti var. Bir köşede nöbet tutar gibi duran ev sahibinin ak giysileri ise limon sarısına ya da açık, ışıklı bir yeşile dönüşüyor.”

Morgan Weistling, The Barn Dance,

 Morgan Weistling, The Barn Dance, 2012
Resimleri çok önemli müzelerde sergilenen ABD sanatçı Morgan Weistling, gerçekçi figüratif resimleriyle bilinir. Babası çok küçük yaşta ona nasıl çizileceğini ve hayal gücünü nasıl kullanacağını öğretirmiş. “Babam ve ben çizim yaparak birbirimize bağlandık ve birbirimizle resimlerle konuştuk” diye dile getirir çocukluk günlerini. Ailesi tarafından ressam olmaya güçlü bir şekilde teşvik edilir. Erken Amerikan öncü yaşamının resimleriyle tanınan Morgan Weistling, sanat kariyerine film afişi illüstratörü olarak başlar. 14 yıl sonra resimle uğraşmak için illüstrasyonu bırakır.
Geçmişin ruh halini ve atmosferini yakaladığı resimlerinde ışık çok önemlidir. Eserlerinde ağırlıklı olarak sizi tamamen başka bir çağa taşıyacak konular, Amerikan’ın batısı, iç savaş, Kızılderili temaları bulunur. Resimde, duyguyu aktaran yüz ifadeleri, doğal, parlak ışığın akıllıca kullanımı, öznel bir odak noktası ve hayal edebileceğimiz, derin bir hikaye anlatımı söz konusudur. Elinde fenerle bizi karşılayan genç kız ressamın kızı Brittany; zaten birçok resminde modeli olur. Dans eden çiftler, kemancı ve ahırdaki eğlenceyi seyretmeye gelen bir kedinin de yer aldığı eser; ahırın içindeki sıcaklık ve neşenin bir parçası olmak isteyen sanatçının, o an içeriye girdiği hissini uyandırır izleyende.
Evgeny Lushpin, Evenıng ın Annecy, 2015
Evgeny Lushpin, Evenıng ın Annecy, 2015
Moskova’da dünyaya gelen Evgeny Lushpin, representationalism, yani temsilcilik olarak bilinen akımın günümüzde önde gelen temsilcilerinden. Mekanların, şehirlerin gerçek olduğu ancak masalsı ve hayali öğelerle birleştirerek büyüleyici bir atmosferin yaratıldığı bir akım diye tanımlayabiliriz. Lushpin en beğendiği ressamları Pieter Bruegel, Andrew Wyeth, Hieronymus Bosch and Edward Hopper olarak sıralar.
Eserlerinin ana dokusu, Rus gerçekçilik sanat okulunun etkisini içeren natürmort ve manzara resimleridir. Sanatçı, İnce detayları yanılsamalı ışıklarla birleştirip, cazip hale getirerek özgün bir tarz yakalar. Dünyanın gürültüsünden uzak şehirler, evler, akşam ya da sabaha karşı gökyüzünün hayali ışıkları, kanalların, nehirlerin yer aldığı resimlerinde figürler ön planda değildir ve azdır. Eserlerinde yer alan şirin kasabalarda kanal boyunca, dünyaca ünlü şehirlerin sakin uzun caddelerinde, kimi zaman kar kimi zaman yağmur altında masalsı bir yolculuğa çıkarsınız. Lushpin şiir gibi resimlerinde, aydınlık ve karanlığın büyüleyici oyunu, zengin renk paleti ve yüzlerce ince ayrıntıyla, ışığın melodik senfonisini yaratır adeta.Güneydoğu Fransa’da yer alan Fransız Alpleri’nin incisi olarak adlandırılan Annecy’de bir akşam. Annecy Gölü üzerindeki yansımalar, pembe, mor, beyaz çiçekler, ışıkların yandığı pencereler, kuğular, akşamın rengi romantik bir atmosfer yaratır. Alpler’de arka plandan resme dahil olur. Hayal dünyanız güçlüyse, göl üzerindeki köprüde mutlu bir şekilde yürüyen insanların sakin konuşmalarının yanında, arka planda çalan tatlı melodinin sesini de hayal edebilirsiniz.
Oscar Kokoschaka, The Bıde of in Wind
Oskar Kokoschka, The Bride of the Wind, 1913-14
Dışavurumculuk akımının önemli ismi Oskar Kokoschka bu resminde Alma Mahler ve kendisini resmetmiştir. Besteci Gustav Mahler ile evli olan Alma ile tutkulu ilişkileri, bestecinin ölümünün ardından başlar. Alma’ya şöyle yazar: “Resim yavaş yavaş sona eriyor, ama her şey daha iyi oluyor. İkimiz de büyük bir dinginlik ifadesiyle, yarım daire şeklinde kenarda, rengarenk ışıklarla parıldayan denizi, su kulesini, dağları, şimşekleri ve ayı kucaklıyoruz.
Resimde dünya edebiyatının ölümsüz aşıklarına göndermeler bulunur. Ön çalışmalarında, kendilerini bir tekne içinde yatarken gösterse de; daha sonra dönen daireler içinde betimler. İki aşık, ceviz kabuğu gibi bir tür salın üzerinde evrensel okyanusta sürükleniyorlar; daha o zaman iki cins arasında bir savaşıma dönüşme ve bu nedenle su alıp batma tehlikesini içeren bir aşkın itirafıdır bu. Bu durum, iki figürün birbirine çelişik duruşlarıyla yüzeye aktarılmış. Güven içinde, derin bir uykuya dalmış Alma’nın yanında ressam uykusu kaçmış, kara kara düşünerek uzanmış, boşluğa bakıyor. Kokoschka ilişkilerinin geleceğini düşünerek yaptığı bu resimde kendi korkularını resimlemiştir adeta.
Şair arkadaşı Georg Trakl, Kokoschka bu eseri resmederken stüdyoyu ziyaret eder. Resimden aldığı esinle Gece adlı şiiri kaleme alır. Şair resme Die Windsbraut (Rüzgarın Gelini) adını verir.
“Zifiri yamaçların üstünden
Ölesiye esrik, dalıyor
Rüzgarın akkorlaşmış gelini”
Zeki, güzel Alma’nın hayran kitlesi bir hayli fazlaydı. 3 yıllık fırtınalı ilişkilerinde evlilik istemez. Hatta bir deliden çocuk sahibi olmak istemediği için kürtaj yaptırır. Hastaneden aldığı kanlı pamuğu gösterip, onun ilk çocuğu olduğunu söyleyerek işkence yapmaktan da çekinmez.

Ayrıldıktan sonra Alma’nın, Walter Gropius ile evlenmesi onu incitir. Derin bir umutsuzlukla Alma’yı kaybetmesine teselli olacağını düşünerek tıpkı eski sevgilisine benzeyen oyuncak bir bebek yaptırsa da; bir parti sırasında yok eder. Ardından Kokoschka savaşa (I. Dünya Savaşı) gider. Yaralandıktan sonra hastanede yatar; sinir krizi geçirir ve Viyana’ya döner. Alma evlidir, bir daha birbirlerini görmezler.

Amedeo Modigliani, Portrait de Jeanne Hébuterne au Collier,

Amedeo Modigliani, Portrait de Jeanne Hébuterne au Collier, 1916-17

Amedeo Modigliani; Lautrec, Picasso, Cezanne gibi sanatçıların eserlerinden etkilenmiş, Afrika heykelleri, Fovizm ve Kübizm’den esinlenmiş resimleri ile tanınır. Uzun boyunlar, hafifçe eğilmiş uzun başlar, düşük omuzlar, bazen açık bazen de kapalı badem gözler ve büzülü dudakları ile Antik Mısır resimlerini andıran portreleri ile bilinir. Çarpıcı bir yalınlıkla vurgular yapılan figürlerinde uyguladığı deformasyonlar ve lirik, duygusal yoğunluk ile hayranlık uyandıran kendine özgü benzersiz bir anlayışın sahibidir. Çoğunlukla tek bir figür barındıran eserleri, saf renkleri ve deforme edilmiş figürleri ile ekspresyonist anlayışla tuvale aktarılmıştır.

Fırtınalı aşkları, alkol tutkusu ve gece hayatına düşkünlüğü ile sanatını da hayat tarzı gibi uçlarda yaşayarak şekillendirmiştir. Kadınlar onu dayanılmaz şekilde çekici bulurken, ressamda kadınlara hayrandı. Bu nedenle kadın portreleri ve nü çalışmalarının eserlerinin merkezinde olması şaşırtıcı değil. Modigliani içkiyle haşır neşir olmasına rağmen eserlerinde içki sahnesi çok azdır.

Son aşkı Jeanne Hébuterne “Ruhunu görebildiğimde, gözlerini de çizeceğim.” dediği kadındır. 1917’de şair arkadaşı Zborovski’nin evinde tanışırlar. Jeanne’nin Katolik ailesi, Modigliani Yahudi olduğundan ilişkilerine karşı çıksa da; 1918’de kızları dünyaya gelir.

1920 yeni yılında hastalanır. Evden çıkmayınca, komşuları meraklanıp gider. Modigliani’yi bitkin halde Hébuterne’e yaslanmış, yatar şekilde bulur. Modigliani’nin yıllardır süren tüberkülozunun ilerlediği anlaşılır. 24 Ocak 1920’de henüz 35 yaşındayken hayata gözlerini yumar. Modigliani toprağa verildikten bir gün sonra hamile olan eşi Jeanne, 5. kattan atlayarak intihar eder. Öfkesi dinmemiş Hébuterne ailesinin, 1930’da Jeanne’ın mezarının Modigliani’nin yanına taşınmasına izin vermesine dek ayrı mezarlıklarda yatarlar.

Modigliani’nin mezar taşında “Mutluluk ve şöhret anında ölüm tarafından yakalandı“, Hébuterne’ninkinde ise “Sıradışı fedakarlığa dek sadık bir eş” yazmaktadır. Anne ve babasını 15 aylıkken kaybeden kızları Jeanne’yi, halası büyütür. 1958’de Modigliani: Man and Myth adında babasını anlatan bir kitap yazar.

Kaynak
Artvee-Resting In A Greek Monastery Theodoros Ralli (Greek, 1852-1909),, “Terrible Passions”: Vincent Van Gogh’s Nıght Cafe And Street Car Named DesıreWestern Art Collector- Februar 2017Bride of the wind Oskar KokoschkaAmedeo Modigliani, l’œil intérieurEvgeny Lushpin | Realist painter


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir