Arkasında yayımlanmış bir dolu eserin yanı sıra yayımlanmamış müsveddelerden oluşan yaklaşık 40.000 sayfalık bir külliyat bırakan 20. yüzyıl fenomenolojisinin kurucusu olan Edmund Husserl, 8 Nisan 1859’da Çek Cumhuriyeti sınırları içinde Prostejov olarak bilinen, Moravia şehrinin Prossnitz kasabasında zengin bir Yahudi ailede, Adolf Abraham Husserl ile Julie Husserl Selinger’in dört çocuğundan ikincisi olarak dünyaya gelir.
1876-1878 yılları arasında Leipzig Üniversitesi’nde astronomi okur. Alman psikolog, filozof Franz Brentano’nun öğrencilerinden olur. Daha sonra Çekoslovakya’nın ilk cumhurbaşkanı olacak olan felsefe profesörü Thomas Masaryk danışmanlığında çalışmalarını sürdürür. Ayrıca bu yıllarda, ilk deneysel psikoloji laboratuvarının kurucusu olan Wilhelm Wundt’un felsefe konferanslarına katılır; Alman filozof Max Scheler ile dostluk kurar.
Descartes, Hume, Leibniz ve Kant felsefeleri dışında, bilhassa hocası Franz Brentano’nun felsefesinden, özellikle de onun “intentionalite öğretisinden” etkilenir. Ayrıca üniversite yılları boyunca; hocası olan Carl Weierstrass ve Leo Königsberger gibi isimlerin entelektüel zenginliğinden faydalanır.
İntentionalite (yönelimsellik): Zihnin bir şeyin, özelliğin veya vaziyetin üzerine eğilme, yerine geçme veya onları temsil etme gücü.
Edmund Husserl
1878-1882 yıllarında Berlin Üniversites ve Viyana Üniversitesi’nde matematik ve felsefe çalışır. “Varyasyon Hesaplamaları Teorisi” (Beitrage zur Theorie der Variationsrechnung) başlıklı doktora tezini Viyana Üniversitesi’ne teslim eder ve matematik alanında doktor ünvanını alır.
1884 yılında Matematik hocası Carl Weierstrass rahatsızlanması üzerine Husserl, Viyana Üniversitesi’nde doçent olarak çalışan yakın arkadaşı Masaryk’in tavsiyesi üzerine, Franz Brentano’nun yanına Viyana’ya gider ve Brentano’dan aldığı derslerde geleneksel felsefeyle tanışır. Viyana’da Brentano’yla felsefe çalışmalarını sürdürür ve ilgisini kesin bir biçimde matematikten felsefeye çevirir.
1886 yılında Viyana Yeni Ahit’i inceleyen Husserl, din değiştirmeye karar verir ve Hıristiyanlığı kabul eder. Adını Edmund Gustav Albrecht Husserl olarak değiştirir. Bir yıl sonra Sayı Kavramı Üzerine: Psikolojik Analizler” (Über den Begriff der Zahl: Psychologische Analysen) adlı doçentlik çalışmasını yayınlar.
Brentano ve Stumpf etkisi altında matematiği psikolojik bakış açısıyla ele aldığı “Aritmetik Felsefesi. Mantıksal ve Psikolojik Araştırmalar” (Philosophie der Arithmetik. Logische und psychologische Untersuchungen) adlı kitabını 1891 yılında yayımlar. 1886 senesinden 1891 senesine kadar olan dönem, Husserl’in “erken dönemi” olarak adlandırılır. Husserl’in 20.yy’da çığır açacak olan fenomenolojisinin ilk izlerine bu dönemde rastlanılmaktadır.
Soldan sağa; oğlu Gerhart, 1887’de evlendiği eşi Malvine, küçük oğlu Wolfgang, Edmund Husserly, kızı Elisabeth ve sağda Husserl’in kardeşi Heinrich ve eşi Klothilde, 1905
Fenomen en genel anlamda algının nesnesi, algılanan ya da bilince görünen gözlemlenebilir olay veya olgular olarak tanımlanmaktadır. Fenomenoloji ise; Alman filozofu Edmund Husserl tarafından kurulmuş olan bilincin çok çeşitli formlarıyla dini estetik, ahlaki her türlü doğrudan deneyimi analiz eden bilim olarak tanımlanır.
1901 yılında 16 yıl ders vereceği Göttingen Üniversitesi Felsefe Fakültesi’ne hoca olan Husserl, aynı yıl yayınladığı Logische Untersuchunge (Mantık Araştırmaları) eserinde fenomenoloji hakkındaki ilk görüşlerine yer verir. Mantık hakkındaki ilk görüşleri bir sonraki eseri olan 1913 yılında yayınladığı “Ideenzueinerreinen Phanomenologie und phanomenologischen Philosphie” (Saf Bir Fenomenolojiye ve Fenomenolojik Felsefeye İlişkin Düşünceler) adlı ikinci eserinde fenomenolojik bir boyut kazanır.
Soldan sağa: Edmund Husserl’in eşinin annesi, küçük oğlu Wolfgang, Husserly (1916’da Verdun muharabesi esnasında Fransa’da ölür), eşi Malvine Steinschneider (soldan 4.) kızı, büyük oğlu ve annesi, 1911
Husserl’e göre fenomenoloji bütün bilimlerin temelidir. Felsefe, psikoloji ve mantık için bu temel olma, doğrudan doğruyadır. Fenomenolojinin temel olması, öteki bilimler için dolaylıdır. Çünkü her bilimin bir obje alanı vardır. Her obje alanını ise bir öz ontolojisi karşılar. Böyle bir ontoloji yani bir öz ontolojisi, bütün bilimlerin temellerinde yer alır. Husserl’in fenomenoloji düşüncesi temelde aracısız, kesin bir bilgiye ulaşmaktır. Gündelik yaşamda sorgulanmaksızın verili kabul ettiğimiz gerçekliğin, bilincimiz tarafından nasıl inşa edildiğini anlamaya çalışmak için fenomenoloji, sistematik bir felsefi yöntem olarak karşımıza çıkmıştır. Bilimsel yöntemi insan bilincinin dışında bir inceleme nesnesi olarak alan bu yöntemde, toplumsal düşüncenin incelenme nesnesi olarak ele alınıp yaşam dünyası anlaşılmaya çalışılmıştır.
Husserl’in “yeniden şeylere dönelim” sloganıyla ortaya attığı fenomenolojik düşüncesi ile Sembolik Etkileşimci Teori’nin anlamaya yönelik bir sosyoloji düşüncesi paralellik gösteren bir durumdur. (Sembolik etkileşimcilik bireylerin yüz yüze tekrar eden anlamlı etkileşimler yoluyla toplumun yaratıldığını ve insan davranışının bu etkileşimlere odaklanarak açıklanabileceğini savunan kuramsal yaklaşımdır.)
Husserl fenomenolojiyi en başından beri felsefenin, bilimlerin ve insanlığın krizine çözüm yolu olarak kullanma amacındadır. Felsefe için özel bir araştırma alanının tanınmaması, sadece daha önce ortaya konmuş olan sistemlerin eleştirisi ile yetinilmesi, onu bir çıkmaza sokmuş, kısır bir duruma getirmişti. Husserl’in en büyük başarısı, felsefenin özel bir araştırma alanının var olduğunu göstermek olur. Husserl bunu sadece ileri sürmekle kalmaz, kendi araştırmalarıyla gösterir de. Husserl, “Var olan felsefelerden ya da onların eleştirisinden değil, fenomenlerden hareket etmeli“, “fenomenlere, şeylere dönmeli” demekle, felsefenin kendine has olan alanını gösterdi. Artık felsefe, eski sistemleri, onların eleştirisini ya da herhangi bir bilime yönelmeyi bırakarak, fenomenlere, şeyler alanına yönelecektir.
Fenomen ve fenomenoloji kavramlarıyla ne anlatılmak isteniyor? Bu kavramlar felsefe söyleminde birçok karışıklıklara neden olmuştur. Genel olarak, “fenomenoloji”yi fenomenlerin bilimi olarak göstermek, gelenekleşmiştir. Fakat bütün bilimler fenomenlerden söz ederler: Fizik, fizik fenomenleri, psikoloji psişik, sosyoloji sosyal, tarih bilimleri tarih fenomenlerini inceler. Her bilimin bir fenomen alanı vardır. Öyle ise fenomenolojinin sözünü ettiği fenomen ile bu fenomenler arasında ne fark vardır? Bu fark, fenomenolojinin tavrı ile bu bilimlerin tavrı arasındaki başkalıkta ortaya çıkar. Husserl’e gelinceye kadar fenomen kavramı olaylar, zaman ve mekân içinde olup bitenler için kullanılırdı. Fenomen deyince hic et nunc (burada ve şimdi) olan fenomenler anlaşılırdı. Husserl’in fenomenolojisinin göz önünde bulundurduğu fenomenler ise, öz (essentia) fenomenleridir.
Husserl’in olgunluk dönemi eseri “Düşünceler I: Saf Fenomenolojiye ve Fenomenolojik Felsefeye Yönelik Düşünceler”i (Ideen zu einer reinen Phänomenologie und phänomenologischen Philosophie) yayımlar.
Öz fenomenleri, real bir karakter taşımayan fenomenlerdir. Öz fenomeninin özelliği, refleksiyonlu bir tavra (fenomenolojik bir tavra) dayanmasıdır. Bu tavır, doğal tavırdan çok farklıdır. Onun tümüyle karşıtıdır. Bu tavrın öğrenilmesi ve ona alışılması gerekir. Yoksa her zaman fenomenolojik tavırdan, alışık bulunduğumuz doğal tavra düşmek tehlikesi vardır. Husserl’e göre, fenomenolojinin ortaya çıkması ve gelişmesinin gecikme nedeni budur.
Fenomenolojik tavırla araştırmalarına başlayan fenomenoloji, olay bilgisi değil, öz bilgisi elde etmeye çalışır. Fenomenoloji, öz bilgisi elde etmek için uyguladığı yönteme, “reduksiyon yöntemi” (ayıklama yöntemi) adını verir. Reduksiyon yöntemi ile fenomenoloji, psikolojik ve öteki fenomenlerden “saf öze”; başka bir anlatışla, empirik genellik hakkında bilgi sağlayan bir düşünmeden, özsel genelliğe varır. Bu bakımdan fenomenolojinin fenomenleri irrealdir. Fenomenoloji real fenomenlerin değil, reduksiyon yöntemi uygulanan fenomenlerin bilgisi, bir öz bilgisidir. Reduksiyon yoluyla temizlenen fenomenler, artık irrealitelerdir. İşte fenomenoloji real olayları değil, bu irrealiteleri “öz” olarak kavrar.
Husserl fenomenoloji hakkında birçok tanımlama yapar. Biz bunların en önemlilerinden birisini almakla yetineceğiz: “Fenomenoloji, apriori-betimleyen bir öz bilimidir. Fenomenoloji böyle bir bilim olarak kendisini her türlü teoriden uzak tutar.” Hiçbir şey öne sürmeden, hiçbir varsayıma dayanmadan araştırmalarına başlar. Teori ancak açıklamaların yapılacağı bir yerde ileri sürülebilir. Husserl’e göre teori deduktiv hareket etmek zorundadır. Yani bir teorinin ileri sürüldüğü yerde, bir temel ilkeden hareket edilir.
Açıklanması istenen şey, deduktiv olarak bu temel ilkeden çıkarılır. Fakat betimleyici bir bilim olan fenomenolojide, açıklanacak, deduktiv olarak çıkarım yapılacak hiçbir şey yoktur. Fenomenoloji ancak doğrudan ve temel verileri betimleyebilir. Fakat bu betimleme, empirik yani duyulara dayanan bir betimleme değildir. Bir öz betimlemesidir. Fenomenolojinin araştırma alanı, özlerin alanıdır. Fenomenoloji apriori bir bilim olduğundan, özleri kavrarken, onlardaki temel bağlılıkları kavrar. Bu nedenle bir öz alanı olan fenomenolojinin alanında, olay bilgisinin, rastlantısal olanın yeri yoktur. Bu alanda her şey öz bakımından belirlenmiş ve motive edilmiştir. Bunun için fenomenolojide sadece özle ilgili sorular ve bu gibi soruların yanıtları vardır. Olaylarla ilgili sorular burada sorulmaz ki, yanıtları olsun. Örneğin algı hakkında sorulacak soru, algının realitede bir karşılığının bulunup bulunmaması değildir. Burada ancak su sorulabilir: algı, algı olarak, hangi öz öğelerini içerir?
Edmund Husserl öğrencisi Martin Heidegger ile 1921
Husserl’e göre fenomenoloji bütün bilimlerin temelidir. Felsefe, psikoloji ve mantık için bu temel olma, doğrudan doğruyadır. Fenomenolojinin temel olması, öteki bilimler için dolaylıdır. Çünkü her bilimin bir obje alanı vardır. Her obje alanını ise bir öz ontolojisi karşılar. Böyle bir ontoloji yani bir öz ontolojisi, bütün bilimlerin temellerinde yer alır. Her deneysel ya da duyulara dayanan bilimin en son ve teorik temeli, öz ontolojisine dayanır. Örneğin doğa alanı için bütün doğa bilimlerinin köklerinin bulunduğu bir doğaöz-ontolojisi vardır. Aynı şey bütün bilimler için geçerlidir. Bu ontolojilerin henüz yapılmamış olması, önemli değildir. Bunlar birer postulat (bir fikre temel olarak alınan esas, ifade, prensip) olsalar bile, böyle genel bir öz ontolojisinin olması gerekliliği, ortadan kalkmaz. Böyle bir ontolojinin temeli fenomenoloji olduğu içindir ki, fenomenoloji bütün bilimlerin temelidir.
Bu bakımdan fenomenolojinin işi kolay değildir. Çünkü fenomenoloji kendi haklılığını kendi sağlamak zorundadır. Yani araştırmalarına hiçbir teori ve varsayıma dayanmadan başlamalıdır. Fenomenolojinin bir temel bilim olması bunu gerektirir. Bu nedenle, Husserl’e göre fenomenoloji bir philosophia prima (ilk felsefe) olmalıdır ve yapılması olası her felsefi eleştiri için temel hazırlamalıdır. Bütün bilimler dogmatiktirler. Bu yüzden fenomenoloji onlardan ne bir yardım ne de bir yarar bekleyebilir. Fenomenolojinin felsefe, psikoloji ve mantığın doğrudan doğruya, öteki bilimlerin dolaylı olarak temeli olması demek, onun bütün bu bilim alanlarına karşı yansız bir alan olması demektir.
Husserl’e göre, apriori (önsel, deneyden önce) olan fenomenoloji, çeşitli bilimlerin köklerinin bulunduğu nötr bir araştırma alanıdır. Bu düşüncede şu sav saklıdır: Fenomenoloji matematiğe benzer. Matematiğin kesin bilimlerde oynadığı rolü, fenomenoloji felsefe, psikoloji ve mantıkta dolaysız olarak; her real olan şeyin ve olayın bir özü olması bakımından da, bütün bilimlerde dolaylı olarak oynamak istiyor. Husserl’e göre fenomenoloji, bir şeyin, örneğin bir canlının herhangi bir durumunu değil bütününü; algıları algı olarak, yargıları yargı olarak, duyguları duygu olarak ele alır. Bunlardaki aprioriden ve onların koşulsuz genelliğinden söz eder. Bu tıpkı matematiğin sayılardan, geometrinin şekillerden söz etmesine benzer. Nasıl matematik geometri ve mekanik, kesin bilimlerin temeli ise; fenomenoloji de, felsefe, mantık ve psikolojinin temelidir. Yine nasıl geometri doğadaki ve mekândaki bütün şekiller hakkında geçerli ise, fenomenoloji de bütün bilim alanlarında geçerlidir.
1933 yılında Hitler’in Almanya yönetimine el koymasıyla, Yahudi atalarından ötürü hor görülen Husserl, ari ırktan olmayanların devlet hizmetinde çalışmalarını yasaklayan Nr.A.7642 kararıyla Freiburg Üniversitesi’ndeki görevinden alınır. Aynı yıl Heidegger, Freiburg Üniversitesi Rektörü olur ancak hocası Husserl’in görevinden alınmasıyla ilgilenmez; yalnızca üniversite kütüphanesini kullanması konusunda kolaylık sağlar.
1935 yılında yeni bir kanunla Husserl’in öğretim lisansı elinden alınır ve Alman vatandaşlığından çıkartılır. Ayrıca Almanya’da kitap yayınlaması da yasaklar. 1936 yılında James L. Adams, Husserl’i ziyaret ederek filmini çeker. 27 Nisan 1938’de Freiburg’da ölen Edmund Husserly’nin külleri de orada bir mezarlıktadır.
Düşüncesinin Fransa’daki başarısı ve Sartre üzerindeki etkisi ile tüm Alman düşünürleri içinde en fazla Fransız olan bir düşünür diyebileceğimiz Husserl, yoğun eleştirilere rağmen fenomenolojik yöntem düşüncesini geliştirmeye devam eder. Yaşadığı dönemde bilimsel bilgilerin psikolojizm ile beraber ilerlemesine büyük eleştiriler getirir. 1936 yılında yayınladığı “Krisis der Europaischen Wissenschaften und die Transzendentale Phanomenologie” (Avrupa Bilimler Krizi ve Transzendental Fenomenoloji) adlı eserin son değişimleri yansıttığı görülür.
Fenomenolojisi aracılığıyla Martin Heidegger, Jean Paul Sartre, Michel Foucault, Jacques Derrida ve Merlau-Ponty gibi isimler üzerinde etkili olmuş olan Husserl, ayrıca bugün hala geçerliliğini koruyan, Husserl ortodoksçuluğuna yakın bir akımın ilham kaynağı olarak Eugen Fink ve Roman Ingarden gibi isimlerin felsefelerine tesir eder. Husserl’in yetiştirdiği seçkin öğrenci grubunun içinde Karl Löwith, Aron Gurwitsch, Hans-Georg Gadamer, Günther Stern, Herbert Marcuse, Kazimierz Ajdukiewicz, Paul Ricoeur, Ludwig Landgrabe, Adolf Reinach, Rudolf Carnap, Alfred Schütz ve ayrıca Harvard’dan Marvin Faber ile Dorion Cairns gibi isimler bulunur.
Kaynak
Husserl’in Fenomenolojisinde Sembolik Etkileşimciliğin Kökenleri ve Din, Fenomenolojide Bedeb Problemi: Husserl, Sartre ve Merleau-Ponty’, Edmund Husserl- Kesin Bir Bilim Olarak Felsefe, Edmund Husserl-Kemal Ersözlü, Fenomenolojik Kavramları Bağlamında Edmund Husserl’in Düşünceleri, Franz Brentano ve Edmund Husserl Felsefelerinde Psikolojizm Sorunu