Türkler’in denizlerle tam olarak ne zaman ilgilenmeye başladığını belirtmek güç olsa da bu sürecin 1071’de Malazgirt Zaferi’nden sonra Selçuklu Türkleri’nin Ege sahillerine ulaşıp, Çaka Bey’in İzmir merkezli bir beylik kurmasıyla başladığını söylemek mümkündür. Fethedilen sahillerde kalıcı olabilmek için Anadolu kıyılarına yakın olan Ege adalarının ele geçirilmesi gerektiğini düşünen Çaka Bey; Sakız, Sisam ve Rodos adalarını hâkimiyeti altına aldı fakat 1096’da ölümünden sonra söz konusu adalar tekrar elden çıktı. Çaka Bey’in bu ilk deniz faaliyetlerinden sonra Ege Denizi çevresinde hakimiyet kuran Türk beyliklerinden Karesi, Saruhan, Menteşe ve Aydınoğulları beylikleri küçük donanmalar meydana getirerek denizcilik faaliyetlerini bir adım daha ileriye taşıdılar.
Kuruluşunda önemli bir karasal güç olarak tarih sahnesine çıkan Osmanlı Devleti, Karesi Beyliği’ni ilhakından sonra, onlardan ele geçirdiği donanmayla denizcilik faaliyetlerine başladı. Orhan Bey döneminde (1326 – 1362) Rumeli’ye yönelik askerî faaliyetler 1352’de oğlu Süleyman Paşa’nın Çimpe’yi ele geçirmesiyle ivme kazandı. Bu faaliyetler sonucunda Çanakkale Boğazı denetiminin Osmanlı hâkimiyetine geçmesi, Akdeniz ile Bizans’ın başkenti İstanbul arasındaki tek deniz ulaşım yolunun kontrol altına alınmasını sağladı. Bunun yanı sıra Rumeli’nin fethi için önemli ve stratejik bir yer ele geçirilmiş oldu.
Barbaros Hayreddin Paşa, Yunanistan’ın Metelin (Midilli) daha önceleri Lesbon diye bilinen Adası’nda dünyaya gelir.
“Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri, Midilli’yi kâfirlerin elinden fethedince adaya Türklerin yerleşmesini buyurdu. İlk yerleşenler arasında babam da vardı. Babam Yakub Ağa, bir sipahi oğlu idi, kendisi de sipahi idi. Selanik civarında, Vardar Yenicesi’nde tımarı vardı. Midilli’ye yerleşince şevketlü Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri’nin emriyle kendisine adada bir tımar verildi. Bu suretle, yeni dirliğine kavuşan babam, ada halkından bir kızla evlendi. Babam, yakışıklı bir yiğitti. Anam ona, dört oğul doğurdu. İshak, dört oğulun ulusu idi. Sonra ağam Oruç, sonra ben Hızır, sonra İlyas doğdular. Cenabı Hak her birimize uzun ömürler, nece cenkler ve zaferler ihsan buyurdu.” (Barbaros Hayreddin’in Paşa’nın Hatırları)
Hayreddin’in kardeşi Oruç, Barbarossa olarak bilinen ilk kişidir. Oruç’un lakabı olan barba rossa, İtalyanca kızıl sakal anlamına gelir, zira Oruç’un sakalı kızıldı; o ölünce bu lakap Hayreddin’e verilir. Hızır olan adı yerine “dinin hayırlısıˮ anlamına gelen “Hayreddin” ise Osmanlı Devletiʹne yaptığı hizmetlerden dolayı Yavuz Sultan Selim tarafından verilir. İspanyol bir tarihçi olan López de Gómara, Barbaros”u şöyle tanımlar: “Şişmanlamadığı zamanlarda neşeli bir mizacı vardı; çok uzun kirpikleri vardı. O peltek konuşurdu, birçok dil bilirdi ve her iki anlamda da çok acımasız, lüksü severdi.”
Barbaros Hayreddin Paşa (ressamı bilinmiyor, tahmini 16. yy)
Midilli adasının yerlilerinden anne Katerina ve Çömlekçi olan baba Yakup’un, Oruç ve Hızır (Barbaros), İshak isimli çocukları sahip oldukları gemilerle Akdeniz’de ticarete başlar. Kardeşler, korsanlık konusunda yeteneklerini keşfederler. Kardeşler, 1504 yılında Tunus’un güneydoğusunda yer alan Cerbe Adasına gelerek burada bir deniz üssü kurarlar. Denizde icra edecekleri gaza faaliyetleri için daha uygun bir yer arayan Barbaros kardeşler dönemin Tunus Hafsî Sultanı Mütevekkil Alâllah Ebu Abdullah Muhammed ile anlaşıp denizlerde elde edecekleri ganimetin beşte birini sultana vermek şartıyla Halkülvâdî (La Goletta) kalesine yerleştirilirler. Hıristiyan gemilerine, özellikle İspanyol gemilerine yönelik saldırıları onlara büyük miktarda ganimet getirir ve güçlerini birleştirdikleri Cezayir emirinin de dikkatini çekerler. Kısa süre sonra, Kuzey Afrika’daki İspanyol kalelerine cüretkar saldırılar başlatmak için kullandıkları yaklaşık bir düzine gemilik bir filoya komuta ederler. Oruç Reis’in, korsan gibi davrandığı tek dönem, Tunus Sultan ile anlaşıp, yağma gelirlerinin bir kısmını ona bırakarak ve Tunus bayraklı gemilere saldırmama sözü vererek Tunus’a ait bir limanı kullanma izni aldığı bu dönemdir.
Donanmasındaki bayrağında Yahudilerin Davud’un Yıldızı olarak bilinen altı noktalı Mühr-ü Süleyman sembolü bulunan Muhteşem Yahudi denilen Sinan Reis ve Barbaros Hayreddin, 1535
Gösterdiği çaba ve hırsıyla Mağrib’in Osmanlılaştınlmasında en çok emeği geçen kişi olan Oruç Reis, korsan sıfatıyla yetinmeyip, Kuzey Afrika topraklarını birleştirerek bir kral olma niyetindedir. Kardeşler, 1516’da ele geçirdikleri bir gemiyi dönemin padişahı Yavuz Sultan Selim’e hediye olarak göndererek; Osmanlı’nın desteğini arkasına alarak Kuzey Afrika’da toprak edinmeye başlarlar. Aynı yıl Cezayir Hükümdarı, Kral Fernando’ya ödemesi gereken vergilerden kurtulmak amacıyla Barbaros kardeşleri yardımına çağırır. Oruç Reis ve kardeşleri, Cezayirlilerin yardım talepleri üzerine önce Becaye’yi kuşattılar. Burada savaşırken Oruç Reis bir kolunu kaybeder. İspanyol saldırılarına karşı korunabilmek için Hızır ve Oruç Reis’in yönetimine giren Cezayirliler, 1516 yılından itibaren fiilen Osmanlı yönetimine girerler. Barbaros kardeşlerin Cezayir’i ele geçirmesi ve sonrasında Osmanlı Devleti’ne tabi olacak olmaları hem Kuzey Afrika’daki yerel hanedanlar üzerinde hem de bu sırada bölgede bir çok yeri işgal etmiş olan İspanyolları tedirgin eder. Oruç Reis, padişahın emrine girdikten sonra ise Tunus Sultanı Hafsı’nin himayesinden çıkacak ve fetih hareketlerine başlayacaktır.
Buradan kendi adlarına giriştikleri başarılı deniz seferleri ve bilhassa İspanyollara karşı kazandıkları zaferler hem Mağrib’te hem de Avrupa’da şan ve şöhretlerinin duyulmasına ve artmasına sebep olur. Cicel ve Cezayir şehrini İspanyollardan alan Oruç Reis, 1518 yılında Cezayir’in batısındaki Şerşel Kalesini alır ve kardeşi Hayreddin’i Cezayir şehrinde bırakarak Cezayir’in o yıllardaki en önemli şehri olan Tlemsen’e doğru ilerler. Oruç Reis 1518 yılında burayı alarak, İspanyolların kuklası olan hükümdar Ebu Hammu’yu devirir. Tlemsen ele geçirilince İspanyollar telaşlanır; çünkü Tlemsen o zamanlar en önemli şehirlerden biridir. Kuzey Afrika’daki İspanyol yayılmacılığına önemli bir darbe vurulur. Fakat İspanyollar büyük bir ordu ile karşı saldırıya geçer. İşte bu mücadeleler esnasında, 1518 yılında hem Oruç Reis hem de ağabeyi İshak Reis şehit olur. Oruç Reis’in kafası kesilerek Vahran’a daha sonra Madrid’e götürülüp teşhir edilir. Naaşı ise bölge halkı tarafından ve belki de Fas kralı tarafından geçici bir türbeye defnedilir.
Theodor de Bry, Barbaros Hayreddin Portresi
Artık Barbaros liderliği devralır. İspanyol baskısı karşısında yenilince; 1519 yılında, içerisinde esir ve hediyelerle dolu 4 gemiyi Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’e göndererek kendisinin ve ülkesinin Osmanlı Devleti’ne bağlılığını arz eder. Bu talebi memnuniyetle karşılayan Yavuz Sultan Selim, Barbaros’a bir sultanlık berâtı, mücevherlerle süslü bir kılıç, sancak ve bir hil’at gönderir. Ayrıca, 2.000 yeniçeri, birkaç top ve 4 gemi yollar ve Anadolu’dan istediği kadar asker toplamasına da izin verir. 1517 tarihinde Mısır’ın fethinden sonra Cezayir’in de Osmanlı topraklarına dahil olmasıyla Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki hâkimiyeti tahkim edici bir seviyeye ulaşır. Bu tarihten sonra Cezayir’de Osmanlı padişahı adına hutbe okutulup para bastırılır. Böylece Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’da yüzyıllar sürecek hakimiyeti resmi anlamda başlar.
Artık Barbaros’un ünü tüm İslam alemine yayılır. 1492 yılında İspanya’yı terk edip Osmanlı topraklarına gelen yahudi bir aileye mensup olduğu için lakabı “Muhteşem Yahudi” olan Sinan Reis ile Seydi Ali Reis’te Cezayir’e gelirler.
Barbaros Hayreddin Paşa Kanuni Sultan Süleyman huzurunda, Arifî Çelebî’nin 1558 tarihli Süleymanname adlı eserinden
Kanunî Sultan Süleyman dönemi, Osmanlı deniz gücünün, Akdeniz’in her tarafında kendini hissettirecek bir seviyeye ulaştığı bir dönemdir. Bu sırada, Avrupa’nın en büyük ve güçlü devleti olan İspanya’ya karşı karada yürütülen fetih faaliyetini denizlerde de sürdürmek ve Endülüs Müslümanları üzerindeki İspanyol baskısını ortadan kaldırmak hedeflenmiştir. Bu amaçla Kanunî, denizleri iyi bilen, uzun yıllar İspanya’ya karşı hem denizde hem de Kuzey Afrika’da savaşması nedeniyle onları yakından tanıyan Barbaros Hayreddin Paşa’yı İstanbul’a davet eder.
Kanuni’nin, Barbaros’u İstanbul’a davet etmesinin başka gerekçeleri de vardı. Büyük meblağlar karşılığında Fransa saflarını bırakan, 16. yüzyıl Avrupası’nın en büyük amirali olarak bilinen Andrea Doria’nın İspanyolların tarafına geçmesiyle, Akdeniz’de İspanya lehine bozulan dengeyi Osmanlı Devleti, Barbaros’u İstanbul’a davet ederek eşitlemeye çalışır. Kanuni’nin Barbaros’a yaptığı bu teklif Osmanlı’nın Kuzey Afrika’ya hakim olma yolunda bir hamle olarak yorumlanabilirse de; Barbaros Hayreddin hatıralarında, bu çağrıyı Osmanlı padişahının bir ihsanı olarak değerlendirir.
Barbaros Hayreddin’in batıda bir tasviri. Mızrağı, deniz gücünün bir alegorisi anlamına gelir.
Barbaros Hayreddin Paşa 1534 tarihinde, yüzlerce seçme esiri, faklı milletlerden ele geçirilen asilzadeyi, yüklü miktarda altın ve gümüş, kumaş vs. Kanuni’ye takdim etmek üzere yola çıkar. Paşa İstanbul’a ulaştığında, Kanuni Sultan Süleyman Doğu Seferi için Halep’tedir. Padişahın tahsis ettiği bir gemiyle 22 gün sürecek bir yolculukla Önce Mudanya’ya oradan da kara yoluyla Halep’e ulaşır. Karşılama merasiminden sonra Sadrazam tarafından Cezayir Beylerbeyiliği’ne atanır. İstanbul’a dönen Barbaros, Sadrazam İbrahim Paşa’nın teklifi ile Kanunî tarafından Osmanlı Donanması’nın kaptan-ı deryalığına getirilir. Bazı rivayetlerde Cezayir Beylerbeyi olarak atandıktan iki buçuk sene sonra kaptan-ı deryalığa getirildiği ifade edilse de; Barbaros’un Halep dönüşü Haliç Tersanesi’ne yerleşip yeni bir donanma inşa etmeye başlaması, aynı yıl bu makama atandığını gösterir.
1538 yılının ilkbaharında tarihin gelmiş geçmiş en büyük donanması oluşturuluyordu; İspanya, Almanya, Venedik, Portekiz, Ceneviz, Vatikan, Floransa, Malta gibi Avrupa devletlerine ait 600 gemiden meydana gelen bu büyük Haçlı donanmasının başına Kutsal Roma Germen İmparatoru Charles Quint (V. Charles) tarafından Cenevizli Andrea Doria getirilir. Bu büyük donanmanın asıl amacı, Cezayir Beylerbeyi, Kaptanıderya Barbaros Hayreddin Paşa komutasındaki Osmanlı donanmasını ortadan kaldırmaktı. Donanma, Avrupa ülkeleri için Akdeniz sularında büyük bir tehdit oluşturuyordu. 1538 yılının Eylül ayı başlarında, Haçlı donanmasına ait gemiler büyük bir saldırı için İyon Denizi’nde toplanmaya başladılar. Kötü haber çok geçmeden İstanbul’da divan-ı hümayuna, oradan da Eğriboz’da bulunan Barbaros Hayreddin Paşaya ulaşır. Osmanlı donanmasının Akdeniz’deki en önemli deniz üssü olarak bilinen Yunan sularındaki Preveze’yi topa tutmuş, limanda demirli gemilerden bir kısmı da sulara gömülmüştü.
Ohannes Umed Behzad, 1538 Preve Deniz Savaşı, 1866
Bunun üzerine Barbaros Hayreddin Paşa, yirmi parçadan oluşan bir filoyu donanma komutanlarından Turgut Reis’in emrine vererek, keşif için Adriyatik Denizi’ne gönderir. Turgut Reis, İyon Adaları’nın güneyindeki Zanta Adası açıklarına ulaştığında, Haçlı donanmasına ait kırk parçadan oluşan filoyu görerek düşmanın konumunu Barbaros’a iletir. Osmanlı donanması Eğriboz’dan çıkıp Mora kıyılarını takip ederek güneydeki Modon üssüne gelir. Onun yaklaştığını öğrenen Andrea Doria da, Preveze kuşatmasına son vererek, donanmasını kuzeyde yer alan Korfu’ya doğru çeker. Bunun üzerine Osmanlı donanması da, Arta Körfezi’nin kuzeybatı ucunda yer alan ve girişi dar bir boğazdan oluşan Preveze deniz üssüne girerek demir atar. Amiral Andrea Doria’nın da istediği buydu. Yapmış olduğu plana göre Türk donanması, güç bakımından daha üstün olan Haçlı donanmasına karşı açık denizde bir savaşa girmekten çekinerek, Preveze’de hapis kalacaktı. Haçlı donanması, Türk donanmasından üç kat daha güçlü konumdaydı. Barbaros Hayreddin Paşa, 27 Eylül Cuma günü amirallerini etrafında topladıktan sonra yaptığı görüşmelerde karşılarındaki düşmanın stratejisini, silah üstünlüğünü göz önüne alarak, Preveze’den çıkıp bu güçlü armadaya hücum edilmesini önerir. Ona göre, en büyük avantajları Türk gemilerinin üstün hareket kabiliyeti ve Türk
toplarının menzil üstünlüğü idi. O gece, bütün donanma hazırlanarak, 28 Eylül Cumartesi sabahı güneş doğmadan önce Preveze Boğazı’ndan çıkıp üssü terk eder ve güneş doğduktan birkaç saat sonra iki donanma karşı karşıya saf tutar.
Osmanlı donanması üç kanada bölünür. Orta kanattaki gemilere Kaptanıderya Barbaros Hayreddin Paşa, sağ kanattaki gemilere Salih Reis, sol kanattaki gemilere ise Seydi Ali Reis komuta eder. Turgut Reis ise arkada yer alan yedek kuvvetlerin başındaydı. Osmanlı donanması karşılarında toplanmış bulunan Haçlı gemilerini üç koldan top ateşine tutarak büyük bir taarruza geçer ve birkaç saat içinde de gemilerin yarısını Akdeniz’in sularına gömer. Amiral Andrea Doria hiç beklemediği bu durum karşısında daha fazla kayıp vermemek için savaş alanını süratle terk ederek, geride kalan sağlam gemilerini toplayıp Arta Körfezi’nden uzaklaşır. Denizcilik tarihinin en büyük savaşlarından biri olarak kabul edilen Preveze Deniz Savaşı da böylece, Barbaros Hayreddin Paşa’nın zaferiyle son bulur.
Nakkaş Nigâri’nin Barbaros Hayreddin Minyatürü
1522 yılında Rodos’un fethiyle Doğu Akdeniz, 1551 yılında da Trablusgarb’ın alınmasıyla Orta Akdeniz hakimiyetini tesis eden Osmanlı Devleti, Batı Akdeniz’de giriştiği seferlerle de varlığını hissettirir. Şüphesiz ki bu başarının elde edilmesinde ve Osmanlı Devleti’nin Akdeniz hakimiyeti mücadelesinde en büyük pay Barbaros Hayreddin Paşa’nındır. Osmanlı İmparatorluğu’nun gelmiş geçmiş en ünlü kaptanıderyası olarak bilinir. Zamanında, Osmanlı donanması Akdeniz’deki en büyük deniz gücü haline dönüşür. Türk denizciliğindeki köklü yapılanmanın temelleri de onunla beraber atılır.
Barbaros’un kazandığı en büyük zaferlerden biri de 70 yaşındayken, denizcilik yaşamındaki son seferi olan Fransa zaferidir. 5 Ağustos 1543 tarihinde müttefik Fransız gemileriyle beraber denize açılarak Nice önlerine gelen Barbaros Hayreddin, Kutsal-Cermen İmparatoru Charles Quint’in elinde bulunan kenti yaptığı başarılı bir kuşatmayla ele geçirerek 20 Ağustos’ta Fransa Krallığı’na teslim eder. Bu olaydan birkaç yüzyıl sonra, Fransız Deniz Kuvvetleri’nin en önemli deniz üslerinden birinin yer aldığı Toulon’un belediye sarayına, üzerinde Toulon Limanı’na demirli Osmanlı donanmasını gösteren görkemli bir tablo asılır. Barbaros’un anısını yaşatan bu resmin altındaki şiirin son dizesi şöyledir: “Bu gördüğünüz, hepimizin imdadına yetişen Barbaros ve ordusudur.”
Bu tarihten sonra, Osmanlı Cihan Devleti’nin kaptan-ı deryası (bahriye nazırı ve deniz kuvvetleri kumandanı) olan ve devrinin büyük millî kahramanı sayılan Barbaros Hayreddin, Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle hatıralarını denizci, şair ve yazar dostu Murad Çelebi’ye (Muradi) dikte eder. Gazavat-ı Hayreddin Paşa (Hayreddin Paşa’nın Gazaları) adını taşıyan bu kitap, Osmanlı literatüründe gazavatname tabir edilen türün, verdiği bilginin orijinalliği bakımından, en değerlisidir. Hem mensur hem de manzum olmak üzere iki şekilde kaleme alınmıştır. İstanbul, Vatikan, Berlin, Stuttgart, Kahire, Madrid, Paris, Londra kütüphanelerinde çeşitli yazma nüshaları bulunur. En eskisi Barbaros’un hayatında yazılan Vatikan nüshasıdır.
“Bu Araplar, cenk sanatını bilmez bir kavimdirler. Çölde çapulculuk yapmakla ordu hâlinde cenk etmeyi aynı şey sanırlar. Cenk sanatını bilen İspanyol kâfiri bile Türk leventlerine daima mağlup olagelmişken, hangi akılla bilinmez, bu Arap kabileleri olur olmaz yerde Türklerin karşısına çıkıp perişan olurlar. Zira onlarda insan canı gayetle değersizdir. Kulluklarını bilip tedbir alacakları yerde, “Her şey Allah’tandır,” deyip budalaca ölürler. Gerçi iyi ata binerler ve içlerinde cesur olanlar vardır. Ancak atlarının koşumları bile gayetle iptidaidir. İyi silahları yoktur. Olsa da kullanamazlar. Ateşli silahlarla araları iyi değildir. Sonra en büyük mağlubiyet sebepleri şudur ki, kitle hâlinde dövüşmenin kaidelerini asla bilmezler.” (Yımaz Öztuna, Barbaros Hayreddin Paşa’nın Hatıraları)
4 Temmuz 1546’da yaşama veda eden Barbaros’un Beşiktaş’ta bulunan türbesi Mimar Sinan tarafından yapılır. Uzun yıllar boyunca hiçbir Türk gemisi, bu büyük denizcinin türbesine onursal bir selam vermeden İstanbul’dan ayrılmaz.
Barbaros Hayreddin Heykeli, Beşiktaş, 1944, Hadi Bara ile Zühtü Müridoğlu’nun eseri
Büyük şair Yahya Kemal Beyatlı, Süleymaniye’de Bayram Sabahı şiirinde Barbaros Hayreddin Paşa’yı şu dizelerle destanlaştırır:
“Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar’dan mı? Tunus’dan mı, Cezâyir’den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi
Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;
O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?“