Osmanlı’da çay, 19. yüzyılın başlarında aktarlarda satılmaya başlamasıyla başlar. O zamana kadar kahve içilir, çaysa hiç bilinmezdi. İlk çay tiryakileri devlet memurlarıyla ve Avrupa’da çayla tanışmış kişilerdi. Adana valisi Seyyid Mehmet İzzet Efendi, ziyaretine gelenlere ikram ederken, çay içme alışkanlığını Çukurova’da yaygınlaştırır. Mehmed İzzet Efendi, 1878 yılında Çay Risalesi adlı bir kitapta yayımlar. 1883 yılında Yûsufî’den çevrilen ve Mısır’da basılan ikinci bir Çay Risalesi kitabı yayımlanır. Ahmed Muhsin Ebü’l-Hikmet ise 1890 yılında yazdığı Meyvenâme adlı eserinde, çayın insan sağlığı üzerindeki faydalarını yazar.
Mehmed İzzet Efendi’nin Çay Risalesi
Türkiye’de çay yetiştirilmesi için ilk çalışmalar 1888 yılında başlatılmış. Bazı kaynaklara göre Japonya’dan, bazılarına göre de Çin’den getirilen tohumlarla Bursa, Uludağ’da bahçe kurulmak istenmiştir. 1892 yılında yayımlanan, Mudanya Kaymakamı Hasan Fehmi Bey’in Coğrafya-yı Sınai ve Ticaret adlı kitabında; 1888 yılında Uludağ’da yetiştirme denemeleri yapılan çayın, Ticaret Bakanı Esbakı İsmail Paşa tarafından Çin’den getirtildiği kaydedilir. Ancak bu girişim başarısızlıkla sonuçlanır. 1894 yılında bir daha denenir ve yine başarısız olur.
Osmanlı Sarayı’nda 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başı, Avrupa’da olduğu gibi çay içme adeti yaygınlaşır. Özellikle Halife Abdülmecid döneminde çay saatleri alışkanlık haline gelir. Bu çay saatleri için pasta, bisküvi, çikolata siparişi verildiği arşiv belgelerinde görülür. Bu dönemde çay servisi yapmak için Japon menşeili çay takımları kullanılır. Bunlar, 1893 yılında Beyoğlu’nda açılan Nakamura Shoten adlı mağazadan temin edilir. Mağaza çalışanı Yamaha Torajiro’nun, Yıldız Sarayı’nda Sultan II. Abdülhamid huzurunda çay seramonisi yaptığı biliniyor. O yıllarda eski İstanbul konaklarında genellikle varlıklı ailelerde, konuklara çay semaverde hazırlanıp telkâri denilen gümüş muhafazalar içinde porselen fincanlarla servis yapılırdı.
Türkiye’de çay tarımı ile ilgili girişimler 1917 yılından sonra gelişir. Batum’a incelemeler yapmak üzere gönderilen heyette bulunan Prof. Ali Rıza Erten benzer ekolojiye sahip olan Doğu Karadeniz kıyılarımızda da çay bitkisinin yetiştirilebileceğini açıklar, çay dış alımı için ödenen paranın yüksekliğine de değinen Erten, Rize bölgesinde çay tarımının yapılmasını önerir. Ancak Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan öncelikli olaylar nedeniyle Ali Rıza Erten’in raporu o zaman için dikkate alınmaz. Devam eden dönemde işsizlik ve yoksulluk nedeniyle Doğu Karadeniz bölgesi insanlarının yurdun değişik yerlerinde çalışma zorunda olmaları ve ailelerinden uzakta yaşamaları bölgede iş alanlarının yaratılmasını zorunlu hale getirir. Sorunun çözüme kavuşturulması ve bölge insanlarına gelir kaynağı yaratılması için o günlerde Türkiye Büyük Meclisi’nde önemli görüşmeler yapılır ve sonunda 6 Şubat 1924 tarihinde “Rize Vilayeti ile Borçka Kazasında Fındık, Portakal, Mandalina, Limon ve Çay Yetiştirilmesi” adı altında 407 sayılı kanun kabul edilir.
Kanunun yürürlüğe girmesinin ardından Rize’de “Bahçe Kültürleri İstasyonu” adı altında kurulan birime işleri organize ve kontrol etmesi amacıyla görevlendirilen Ziraat Mühendisi Zihni Derin tarafından Batum’dan getirtilen çay tohumları ile çay fidanı üretimine başlanır. Zihni Derin tarafından Rize’nin Müftü mahallesindeki bir bahçede 20 kilogram mahsul elde edilir. Bunu takiben 1937 yılında Zihni Derin basit bir imalathanede çay üretimine başlar; 1938 yılında ilk çay hasadını yapar ve ilk siyah çayını üretir. 1947 yılında Rize’nin Fener mevkiinde kendi adı verilen ilk çay fabrikası üretime başlar. Çay tarımının gelişmesiyle birlikte Rize’nin Mapavri ilçesinin adı Çayeli, Trabzon’un Kadahor ilçesinin adı da Çaykara olarak değiştirilir.
1930’lar Çay Kutusu
On dokuzuncu yüzyılın ortalarında çayhaneler açılmaya başlar; burada çay masalara semaverle getirilir. Çaya olan tutkusu nedeniyle “çaycı” denilen Basra Valisi Mehmed Arif Bey, 1912 yılında Çay Hakkında Malumat adlı eserini yayımlar. İstanbul’da çaya ilgi, İstanbul’a yerleşmiş İranlıların ve Şii Azerilerin açtığı çayhaneler ile artar. 1877-1878 savaşı sonrasında İstanbul’a göçen Balkan ve Rus göçmenlerin de, çay içme alışkanlığının yerleşmesinde önemli rolü olduğu bilinir. Salâh Birsel, Kahveler Kitabı’nda, Direklerarası’nda Hacı Reşit’in Çayevi’nden söz eder. Buraya gelenler arasında Şinasi, Ahmet Rasim, Cenap Şahabettin, Muallim Naci, Şeyh Vasfi, Neyzen Tevfik vardır. Bu mekânın gediklisi Ahmet Rasim’dir. Hacı Reşit’in Çayevi’nde bazı akşamlar edebiyatçılar sırası ile şiir okur, birbirleri ile yarışırlar. Hacı Reşit’in Çay Evi’nde çayı limonlu içmek yasaktır. Duvarda şu yazar:
Çay-ı mâ hoş-güvâr ü şirin est
Çün lebilal-i yâr renginest
(Çayımız lezzetli ve tatlıdır, çünkü sevgilinin lal dudağı rengindedir.)
Aynı semtte Harputlu Mehmet Ağa’nın, Hacı Mustafa’nın ve Yakup’un çay evleri de ünlüdür. Yakup’un Çayhanesi’ne Refik Cevad Ulunay ve Meşrutiyet’i izleyen günlerden itibaren de Neyzen Tevfik uğrar olmuştur. Çayhane geleneği 1940’lara kadar korunmuş. Sonra Beyoğlu’nda pastane ve kıraathaneler dönemi başlayınca, çayhaneler tarihin tozlu raflarında unutulmak üzere yerlerini alır. Ancak, çayhaneler döneminde iyice yayılmış olan çay içme alışkanlığı evlerde ve kahvehanelerde devam eder
Münir Nurettin Selçuk, Sadettin Kaynak, Neyzen Tevfik, Abdülbaki Gölpınarlı, Ali Nihat Tarlan, Mükrümin Halil gibi isimlerin uğrak mekânı olan Yavru’nun Çayhanesi’de meşhur yerlerdendir.
Kaynak
Salâh Bey Tarihi’nin Edebiyatçı Mekanları, Demlikten Süzülen Kültür Çay – Deniz Gürsoy Çayın Tarihçesi, Osmanlı İmparatorluğu Ve Japonya’da Çay Kültürü