Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud rüyaları “bilinçaltına giden kraliyet yolu”, ABD’li psikiyatr Aaron Temkin Beck “psikolojik biyopsi”, Alman psikolog Wilhelm Maximilian Wundt rüyaların “normal geçici bir delilik” olduğunu belirtmiştir. Analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung ise rüyaları “doğanın sesi” olarak değerlendirmiştir. Kant ve Schopenhauer ise rüyayı sırasıyla “bir deli uyanık rüya görücüdür” ve “rüya kısa süren psikozdur ve psikoz uzun süren bir rüyadır” şeklinde belirtmişlerdir.
Rüyaların önemini vurguladıkları bu ifadelerin dışında Freud ve Jung rüyalar hakkında tanımlamalara da yer vermişlerdir. En yaygın tanımlamalardan birisi Freud’a aittir. Freud rüyaları, bilinçdışında gizlenen isteklerin bilinç düzeyindeki anlatımı olarak tanımlamıştır. Jung ise rüyaları egonun isteklerinden, arzularından, niyetlerinden ve bilinçli hedeflerinden bağımsız irade dışı bir işleyiş olarak tanımlamaktadır.
Rob Gonsalves, Phenomenon Of Floating
Rüyaların yaklaşık %80’i ise uykunun beş farklı döneminden biri olan Rapid Eye Movement (REM) sırasında ortaya çıkmaktadır. Yapılan araştırmalar REM döneminin uyku sırasında ortaya çıkan bir bilgi işleme dönemi olduğunu göstermektedir.
Neredeyse herkes rüya görür ve rüyaların hatırlanması genellikle uyanıklık sırasındaki bir dönemde veya REM (hızlı göz hareketlerinin olduğu) döneminin sonundadır. İnsanlar hızlı göz hareketlerinin olmadığı Non-REM (NREM) olarak adlandırılan dönemde de, rüya görürler ancak bu rüyalar daha az hikayesel olmakla birlikte içerikleri de tuhaftır. Ortalama bir yetişkin uyumaya hazır olduğunda rüyaya dalar ve düşüncelerle bağlantısı kaybolur ancak bu sırada görülen beyin dalgalarının deseni uyanık düşüncelere benzerdir.
Uykunun dört bölümünün her biri karakteristik beyin dalgalarına sahiptir ve bu dalgalar her aşamada biraz daha yavaşlar. Ayrıca, her bölümde solunum ve kalp hızının giderek yavaşlaması sonrasında bir kişinin faal durumda olduğunu söylemek zordur. Non-REM dört bölüm boyunca insanların zihinsel aktivitesi devam etmektedir ve bu zihinsel aktiviteler daha çok rüya olarak nitelendirilir. Non-REM uykusu boyunca oluşan zihinsel aktiviteler kolayca hatırlanmaz, canlılık ve görsellik düşüktür, rüya gibi değildir ve daha çok düşünceye benzer, düşüncelere göre uyanık yaşantıyla daha doğrudan ilişkilidir ve REM uykusu boyunca meydana gelir.
Rob Gonsalves, Flower Eclipse
Rüyalar ve rüyaların anlamları üzerinde çok uzun yıllar, hatta binlerce yıl uğraşılmış ancak üretilen birçok teori zamanla işlerliğini kaybetmiştir. Çağdaş yazarlar arasında bazı varsayımlar hâkimdir ve temel ortak nokta rüyaların bir anlamı olduğu yönündedir. Rüyaların bir anlamı olduğunu ortaya koymaya çalışan hipotezler ise şöyle özetlenebilir:
- Rüyalar arzuların yerine getirilmesidir ve rüyalar uykunun koruyucularıdır. Aslında burada bahsedilmek istenen Freud’un rüyalarla ilgili olarak yaptığı açıklamalardır.
- Rüyalarda bir sorun çözme girişimi vardır. Bu fikir ise Fransızlar tarafından ayrıntılandırılmıştır.
- Rüya gören kişi rüyanın açık içeriğindeki psikolojik süreçlerin tamamının farkında değildir, yani rüyalar bilinçaltından çıkar.
- Rüyaların içeriği, bireyin uyanık düşünceleriyle sürekli olarak ilişkilidir. İlaç veya madde kullanımının da rüya içeriğini etkilediği düşünülmektedir.
Rob Gonsalves, Light Flurries
İnsan zihninin karmaşıklığı gerçek manada rüyalara da yansımıştır. Rüyalar hala açıklanması zor bir konu olarak psikoloji biliminin ilgisini çekmektedir. Çünkü rüya üzerine sistemli bir biçimde deney yapamazsınız. Rüyaların oluşmasına neden olamazsınız. Rüyaların kendi içerisinde özerk bir yapısı vardır. Şu anki teknoloji itibariyle görüntülenemezler ve rüya oluşurken üzerine gözlem yapılması mümkün değildir. Bu yüzden rüyalar üzerine oluşturulan bütün tezler yanlışlanmaya devam edebilir çünkü bireysel deneyimler söz konusudur.
Rüya sürecini anlamak için, rüyayı başlatan fiziksel değişimlerin oluştuğu uykuyu incelemek gerekir. Ortalama bir günde bir bebek 17 saate kadar uyumaktadır. Yetişkin bireylerde ise uyku süreci 10 ile 6 saat arasında değişmektedir. Hayatımızın neredeyse 3/1’i ya da 4/1’i uykuda geçmektedir. Fakat bu uyku sürecinin tamamında rüya görmüyoruz, toplam uykunun %20’si civarında rüya görüyoruz. Uyku sürecinde, bilincimizin tamamıyla yok olması değil, değişmiş bir bilinç durumuna geçildiği düşünülmektedir.
Rüya nedir sorusuna, her disiplinin özelinde yanıt aramaktadır. Psikoloji sözlüğünde rüya: “REM uykusu sırasında, ancak diğer zamanlarda da gözlenen öykümsü imajlar, hisler, algılar dizisi. Ya da uyku sırasındaki zihinsel etkinlikler; uykuda kurulan hayaller; nın uyku sırasındaki sembolik dışavurumlarıdır” şeklinde tanımlanmıştır.
Rob Gonsalves, Deluged
Rüya Olgusunu Açıklayan Kuramsal Yaklaşımlar
1) Freud ve Rüyalar (Psikodinamik Yaklaşım): Rüyalarla ilgili genel tıp literatüründe başka çalışmalar olsa da nörofizyolojik açıklamaları da kullanarak psikolojik açıklamaların, psikoloji literatürüne baktığımızda rüyalarla ilgili ilk yazıların Sigmund Freud ile yazılmaya başladığını söyleyebiliriz. Freud’a göre rüyaların en önemli fonksiyonları, istek ve arzuların görüntüsel bir biçimde rüyada tatmin edilmesi şeklindedir ki bu bir zorunluluktur. Freud’a göre rüya oluşturan şey, bir arzudur ve o arzunun tatmini, rüyanın kendisiyle mümkün olur. Rüyanın her zaman bir kaygı veya korku ya da sızlanma olmadığını anlamak için çocukların rüyalarına bakmak gerekir. Fakat Freud geleneksel öğretilerde var olan rüyaların gelecekten haber verebileceği konusuna karşı çıkmaktadır. Bu noktada Jung ile ayrışmaktadırlar.
2) Jung ve Rüyalar (Analitik Yaklaşım): Jung ise rüyaların gelecekten haber verme, tanrıdan bir mesaj taşıma gibi fonksiyonları olduğuna inanıyordu. Jung’a göre rüyalar semboller yoluyla bir şeyi gizlemeye çalışmaz, onun içerdiği zengin içeriği anlayabilmek için çaba sarf etmemiz gerekir. Ayrıca Jung rüya yorumunda, objektif (nesnel) ve sübjektif (öznel) yorum olmak üzere 2 tür yorum yapar. Objektif yorumda rüyada çıkan kişi, yer ya da olaylarla kişinin ilişkisi anlaşılmaya çalışılır. Subjektif (öznel) yorumda ise simgeler, kişiler ve durumlar rüya görenin belirli yönlerini temsil eder.
Jung ile Freud arasında bir karşılaştırma yaparsak rüyalara yaklaşımla ilgili olarak, Freud’a göre rüyanın doğası; istek ve arzuların tatmini için gizil bir deneme yolu ve bastırılmış istek ve arzuların bir biçimde rüya ile açığa çıkmasıdır. Jung’a göre ise; rüya ile psişenin gelişmemiş kısımlarını ifade etmeye ve onları kompanse etmeye çalışırız. Ayrıca arketipleri açığa çıkarmak için uğraş olabilir. Rüya kesin bir biçimde psişenin kendini gerçekleştirme yolundaki en büyük yardımcısıdır. Freud’a göre rüyanın en önemli görevi rüyayı korumak iken, bu Jung’a göre; kişinin uyanıkken ki kişiliği ile tutumlarını dengelemeye yada telafiye çalışır.
Freud’a göre rüyanın oluşum mekanizması, rüya çalışması iken Jung’a göre bu mekanizma sembolizasyon olarak çalışır. Ayrıca Freud’a göre bu sembollerin işlevi istek ve arzuları saklamak iken Jung’a göre bu bir biçimde açığa çıkarmak ve ifade etmektir. Freud ve Jung arasında rüya yorum yöntemleri arasında da ciddi farklar mevcuttur. Freud, rüya yorumunda serbest çağrışım ve sembollerin yorumlarına başvururken, Jung, ampflikasyon (rüya göre kişinin rüyalarından hareketle rüyadaki sembol ve mesajları ele alıp birey için ne anlam ifade ettiğini tespit etme sürecidir.) yöntemini, aktif hayal kurmayı, rüya serileri şeklinde yorumlamayı, sembollerin arketipsel çağrışımlarındaki geniş anlamlılık üzerine yöntemler kullanmıştır.
Rob Gonsalves, Community Portrait
3) Davranışçı Yaklaşım Ve Rüya: İnsan davranışlarının ancak gözlemlenebilen yönlerine odaklanarak psikoloji bilimine hizmet eden bu yaklaşım, esasında rüya gibi direk gözlemlenemeyen soyut bir konuya çok ilgi göstermemiştir. Skinner’e göre rüya ne gizil bir arzu ve istek silsilesi ne de anılardan kaynaklanan bir süreçtir. Rüya daha çok gerçekte görmediğin, olmayan şeylerin görülmesi sürecidir, şeklinde adlandırır. Bu yüzden rüya esnasında da davranışın ancak bedenimizdeki değişimlerinin gözlenebileceğini ifade eder. Rüyalar bir biçimde geçmişte yaşadığımız edimsel veya klasik koşullanmaların geçmişten gelen bir örneği olarak tariflenir. Hayatımızda değişimlerin ya da davranışlarımızın rüyalarımıza nasıl yansıdığı davranışçılar için bir konu olabilir. Halihazırda davranışçı yaklaşıma göre rüya bir hafıza değil, uyku esnasında insanın dış dünyaya ya da çevresine verdiği bir tepkidir. Davranışçı yaklaşıma göre rüyadaki organizma ile uyanık durumda ki organizma aynıdır. Fakat davranışçıların rüyadan uzak kalmalarının esas sebebi rüya içeriğini anlamada daha özel tekniklerin geliştirilip kullanılması gereğidir ki bunu diğer yaklaşımları tercih eden psikologlar daha öznel deneyimler üzerinden çalışırlar. Fakat davranışçı psikologlar daha objektif yöntemlerin gerektiğine ve öznel deneyimin bir davranışı anlamadaki yetersizliğine inanırlar. Ayrıca davranışçılar, rüyanın kişinin gözlemlenebilen dış davranışlarından ziyade organizmanın bedeninin içinde bir yerlerde gerçekleştiğini ileri sürerler. Bu sebeple rüya onlar için gözlenemez bir olgudur. Davranışçı psikoloji geleneksel gözlem metoduna yeni eklemlemeler ve daha yeni teknikler geliştirmelidir aksi halde yetersiz kalacaktır
Sonuç olarak davranışçılar; rüya kavramından mümkün olduğunca uzak durmaya çalışmışlardır. Çünkü rüyanın kişisel bir deneyim olduğundan ve görülen rüyanın objektif bir biçimde kanıtlanamaması ve gözlemlenememesi bugün dahi bilimsel açıdan mümkün değildir. Rüyaya dair insanların hatırladıkları da yetersizdir, çünkü bir biçimde zayıf anılardır.
Rob Gonsalves, Making Angels, 1991
4) Bilişsel Psikoloji ve Rüya: Aaron Temkin Beck, kuramın alt yapısını oluşturduğu ilk çalışmalarında depresyondaki danışanların rüyalarında da bilişsel hatalar olduğunu belirlemişti. Beck psikanalizin, depresyonun içe dönük düşmanlıktan kaynaklandığı görüşünü desteklemek için depresyonu olan hastalardan rüyalar topladı ve onları yorumlayarak işe başladı. İlk çalışmalarında Beck, depresyondaki bireylerin rüyalarında kendilerini bir kaybeden olarak gördüklerini buldu ve bu psikanalitik teoriyi destekler gibiydi. Ancak takip eden çalışmalar psikanalitik teorideki çelişkiyi gösterdi ki depresyondaki bireylerin rüyaları içedönük düşmanlık yerine bilinçli düşüncelerini yansıtıyordu. Araştırmalarını bir kenara bırakmak ve psikanalitik kariyerine devam etmek yerine depresyonun doğası üzerine sistematik araştırmalara girişti ve sonunda bilişsel terapinin doğmasını sağlayarak yirminci yüzyılın en etkili terapistlerinden biri olmayı başardı.
Beck bilişsel teorisinde rüyalarla otomatik düşünceleri fikirlerle ilişkili olduğunu, irrasyonel düşüncelerin süreç boyunca devam ettiğini ifade eder. Beck’e göre bilişsel şemalar rüyalara yansır ve aynı zamanda psikiyatrik sendromlardaki hatalı şemalarda rüyalarda ortaya çıkar.
1953 yılında Aserinsky &Kleitman’ın rüya çalışmaları açısından dönüm noktalarından birisi olan REM uykusunu keşfi alanda büyük ses getirmiştir. Çocuklarla çalışan bu iki bilim insanı, çocukların dikkatinin dağılması ile başlayan uyku sürecini araştırıyorlardı. Bebeklerin uykuya yenik düştüklerinde, göz kapaklarındaki hızlı hareketi gözlemlediler ve bu hızlı göz hareketleri süresince bebeklerin rüya gördüğü tezini oluşturdular. Bu çalışmayı desteklemek için bebeklere rüya görüp görmediklerini soramayacakları için yetişkin denekler buldular ve bu yetişkinlerin göz kapakçıklarına elektrotlar yerleştirdiler. Bu işlem elektroensefalogram (EEG) ölçümlerinden oluşmaktadır.
Buna göre:
1. Evre; 8-12 Hertz düzeyinde Alfa dalgası düzeyindedir ve en hafif uyku evresidir.
2. Evre: 12-16 Hertz düzeyinde daha keskin yükseliş ve inişlerin olduğu ve Delta düzeyine geçilen daha yoğun olan
3. ve 4. Evreler ki 1-2 megahertz düzeyinde derin uykudan uyanmanın daha zor olduğu dönemler olarak tarif edilir.
5. evre ise hızlı göz hareketlerinin olduğu REM uykusu evresidir ki; bu evrede beynin son derece aktif olduğu fakat motor hareketlerin ve duyusal girdinin olmadığı evre olarak tanımlanır.
Uykunun 5 evreden oluştuğu ve bir gecede 5-6 kez bu döngünün tekrarladığı düşünülmektedir. Bir başka görüşe göre Uyku 4 evreden oluşmaktadır. En hafif uykudan daha derin uykuya doğru ilerleyen bir döngüden bahsedilmektedir. Gece boyunca kendini tekrarlayan bu döngü 5 veya 6 kez tekrarlanmaktadır. Rüya esnasında hareket etmeyiz çünkü beyin bir biçimde vücudumuzu kısmi bir felce uğratarak bizi korumaktadır.
Rob Gonsalves, The Weaving of A Spring Dream
5. Bilişsel-Davranışçı Yaklaşım: Rosner, Lyddon ve Freeman (2004) bazı iddiaları baz alarak rüya çalışmasını bilişsel-davranışçı yaklaşıma entegre ettiler. Bu çalışmaya göre bilişsel çarpıtmalar ve otomatik düşünceler rüya içeriğinde belirgin olacaktır. Böylece klinisyen ve hasta hatırlayabildikleri düşünce ve inançların gerçekliğini inceleyebilecek ve sonuçta daha fazla gerçeklik tabanlı düşünme ile bozuk algıların yeri değiştirilebilecektir. Bilişsel model rüya görmeyi kişiye özel bir durum olarak ve rüyayı da hastanın kendi görünümünün dramatizasyonu olarak görür.
Knaus’e göre paradoksal rüyalar depresyonun sık rastlanılan belirtilerindendir. Uykunun REM dönemi rüya görmeyle ilgilidir. Uykunun bu dönemi için gizlilik depresyonu olmayan uyuyanlara göre daha kısadır ve bu depresyonla ilişkilidir. Depresyonun yükselmeye başlamasıyla uykunun ilk yarısı boyunca daha fazla negatif rüyalardan uykunun ikinci yarısı boyunca daha az negatif rüyalara doğru rüya düzeninde değişiklikler meydana gelir. Anksiyete bozukluklarında ise Deffenbacher (1998) uyku bozuklukları başladıktan sonra anksiyete rüyalarıyla karşılaşılabileceğini ve bu rüya içeriklerinde günün kaygı temalarının tekrarlanabileceğini ifade etmektedir. Rüya içeriklerinde meydana gelen değişikliklerle ilgili olarak kendini rapor etme ve REM dönemi çalışmalarının uykunun son periyoduna doğru her günkü olaylardan gerçek üstü fantezilere doğru tema değişikliklerinin olabilmektedir.
Rob Gonsalves, Firefly Constellation
6. Rüyaya Gestalt Yaklaşım: Gestalt terapistleri farklı yollardan rüyalarla ilgilenmişlerdir. Perls rüyaların rüya gören kişinin yansımalarıyla karakterize olduğunu ifade eder. Gestalt yaklaşımında rüya elemanlarının yeniden uyum sağlanması için tasarlanmasının yanı sıra Perls tarafından rüyalar aynı zamanda varoluşsal mesajlar olarak da düşünülür. Rüyalar rüya görenin şimdiki veya genel yaşantısıyla ilgili özet açıklamalar içerir ve rüya mizanseni bu özetlemeleri açıklamayı amaçlamaktadır.
Gestalt yaklaşımında duyumlar, konumlar ve arzular genellikle çocukların dünyasında ham madde olarak tutulur. Fenomenolojik olarak deneyimlenir veya rüya materyali için yaratıcı enerji sağlar. Rüya işlemi gestalt oyun terapisi boyunca çocukların ifadelerine yardımcı olur ve bitmemiş işleri, korku ve öfke gibi duyguları için yeni stratejiler geliştirir.
7. Rüyaya Varoluşçu Yaklaşım: Varoluşçu rüya çalışması kişinin motivasyonlarının ve dünya ile ilişkisinin anlaşılmasında işbirliğiyle yapılan bir girişimdir. Rüyaların danışanlar için anlamı tanımlanır ve açıklanır; ancak rüyalar anlamın dışında bir sistem olarak asla yorumlanmaz. Rüyaların bir diğer özelliği ise değerlerimizi ve endişelerimizi ifade ediyor olmasıdır. Rüyalar gerçekliğin her boyutu üzerinde dünya ile olan ilişkiyi gösterir. Varoluşçu yaklaşımın etkin terapilerinde rüyalar çok değerli yardımlar sağlar. Hastanın derinde yatan sorunlarını ortaya çıkarırlar ve bunu yaparken görsel benzetmelerden yararlanırlar.
8. Rüyaya Transpersonal Psikolojinin Yaklaşımı: Abraham Maslow ile başladığı öne sürülen, hümanist psikoloji ekolünden doğduğu varsayılan bu ekol, insanın aşkın yönleriyle ilgilenen, dini ve mistik konuları psikoloji ile harmanlayarak bilimsel yöntemlerle incelemeye çalışan bir psikoloji ekolü kabul edilmektedir. Transpersonal psikoloji insanı, sürekli gelişime açık, büyük bir potansiyele sahip aşkın ve kutsal bir varlık olarak kabul eder. İlgilendiği konular olarak, farklı bilinç durumları, psiko-spiritüel krizler, üst bilinç durumları, istisna deneyimler, mistik deneyimler, farklı dinlerdeki ibadet uygulamalarının insan üzerine etkisi, haller, meditasyon, rüyalar, merhamet, fedakarlık ve diğer konular olarak dikkati çekmektedir.
Kaynak
Rüya Temaları Ölçeği (RTÖ) Geliştirilmesi: Geçerlilik Ve Güvenirlik Çalışması, Rüyaların Sosyal Temsilleri, Lüsid Rüyanın Nörobiyolojik Ve Klinik Etkileri