Oğuz Atay’ın 5 önemli eserini ve bu eserlerden etkileyici alıntıları sizler için derledik.
Aşk-ı Memnu dizisi 1975’te ilk kez yayınlandığında, Oğuz Atay televizyona verdiği röportajda şöyle der:
“Bir romanına verdiği addan da bildiğimiz gibi, Halit Ziya, hep kırık hayatları anlatmıştır, yani benim bugünkü deyimimle tutunamayanları anlatmıştır. Hayata tutunamayan, hayat karşısında genellikle hayal kırıklıklarına uğrayan insanları anlatmıştır. Bu yüzden, Halit Ziya’yı, kendi duyarlılığıma yakın buluyorum.”
1. Tutunamayanlar (1971)
Tutunamayanlar, Oğuz Atay’ın en çok tanınan yapıtıdır ve ilk eseridir. 1970 yılında TRT Roman Ödülü’nü kazanmıştır. İlk yayınlandığı dönemde bireysel bir roman olarak dönemin toplumsal roman anlayışına aykırı nitelikte olan eser, karmaşık yapısı ve kurgusunun kronolojik sırasının olmaması gibi nedenlerin de etkisiyle, yazarının beklediği kadar ilgi görmemiştir.
Otobiyografik öğeler taşır roman. Roman kahramanı Selim, annesi tarafından pamuklara sarılarak büyütülmüştür. Evden fazla çıkamadığı ve yaşıtlarının arasına karışamadığı için avuntuyu kitaplarda, çocuk dergilerinde bulmuştur.
Yıldız Ecevit “Ben Buradayım” adlı Atay’ın yaşamını, eserlerini anlattığı kitabında şöyle der: “Oğuz’un yaşamının ilk yıllarında geçirdiği zatürre, tekrarlama olasılığı yüksek olan ağır bir hastalıktır. Bu hastalıktan sonra küçük Oğuz’un tüm çocukluğu, oğlunun sağlığından endişe eden(…) bir annenin sıkı denetimi altında geçer. Hareketleri engellenir, yaz günlerinde bile içine giydirilen fanila sürekli değiştirilir, koşmasına, terlemesine izin verilmez.”
Yazarın üniversite arkadaşlarından olan Ural Özyol’un intiharından etkilenmesi üzerine böyle bir eyleme kitabında yer verdiğini söylemek de mümkündür. Kitapta Selim, Turgut’un üniversiteden çok yakın ve yeniliğe açık bir arkadaşıdır, bu yönü ve hayatını sonlandırış şekliyle Oğuz Atay’ın arkadaşı Ural Özyol ile Selim Işık benzeşir. Kitabın ithaf kısmında “Ural’ın hatırasına” ibaresinin bulunması bu varsayımı doğrular niteliktedir.
“Unutulacaklardır. Bir gün bütün değer yargıları değişecek ve yargılananlar yargıç, eziyet edenler de suçlu sandalyesine oturacaklardır ve onlar o kadar utanacaklar, o kadar utanacaklardır ki utançlarının ve suçlarının ağırlığı yüzünden ayağa kalkamayacaklardır.”
“Mahkemede, suçlu sandalyesinde, bilerek ya da işledikleri suçu bilmek zahmetine katlanacak kadar dahi düşünmediklerinden bilmeyerek, eziyet eden, hor gören, aşağılayan, ihmal eden, aldırmayan, unutan, kötüleyen, alay eden, (…) değer vermeyen, kalbi temiz olmayan, (…) her zavallıdan daima bir rütbe, bir kademe, bir sınıf yukarıda olanlar, (…) her zaman ve her yerde her sınıftan ve her ideolojiden ve her düşüncede insanlar arasında daima ön safa geçerek aslan payını kendine ayıranlar ve ayırır ayırmaz insanlarla aralarına aşılmaz duvarlar örenler, (…) insanları insanlardan ayıranlar, arkadaşlık dostluk sevgi ile uzatacakları sıcak bir elleri olmayanlar, yani elsiz gözsüz akılsız kalpsiz ve kansız gerçek sakatlar yani onlar onlar onlar… karşımıza oturacaklar (…) Ve biz onlara diyeceğiz ki, hesaplaşma günü geldi. Şimdiye kadar yalnız din kitaplarında yargılandınız. Biz fakirler, zavallılar, yarım yamalaklar, bu kitapları okuyup teselli bulurken içinizden güldünüz.”
2. Tehlikeli Oyunlar (1973)
Atay, bu romanında gene bireyin iç dünyasındaki problemleri, çevresiyle uyumsuzluğunu, bunalımlarını anlatır. Tehlikeli Oyunlar, Tutunamayanlar’ın bittiği yerde başlar. Tutunamayanların kahramanı Turgut Özben yaşadığı hayatın içinden çıkıp gider, Tehlikeli Oyunlar’da Hikmet Benol ise yaşadığı düzeni terkederek, bir gecekondu mahallesine yerleşir.
1971 yılında yapılan bir söyleşide bir roman daha yazdığını söylüyor Atay:
“Sanırım bu romanın kahramanı da tutunamıyor. Bu konudaki yakınmalarını pek ciddiye almıyorum. Selim (Tutunamayanlar’ın baş kahramanı) kadar haklı değil galiba. Hikmet de (yeni romanın kahramanı) bunun farkında olacak ki; tatsız sıkıntılarını dindirmek için oyunlara başvuruyor. Kitabın adı ‘Tehlikeli Oyunlar’ olacak.”
“Çocukluğun biteceğini bilseydim, her ne pahasına olursa olsun oynardım; ben de hiç olmazsa ihanet ederdim […] haini oynardım, korkağı oynardım, fakat oynardım; kimse beni sahneden çıkaramazdı. Büyüyünce bu rolleri oynamak pek hoş olmuyordu.”
“İnsanlardaki zavallılığı, önce çocuklar seziyor galiba. Delileri de önce onlar kovalar. Eğilip yerden taş alan yüzlerce deli birden gördü kafasında; yüz milyonlarca çocuk, on binlerce deliyi kovaladı. Salim’le iyi geçinmeliyim. ‘Saçmalama’ diye homurdandı içeri girerken.”
3. Bir Bilim Adamının Romanı (1975)
Oğuz Atay’ın biyografik romanı olan Bir Bilim Adamının Romanı’nın kahramanı Mustafa İnan, yazarın diğer eserlerinde üzerinde durduğu aydın anlayışına yakın olmasına rağmen, diğer kahramanlardan çok daha ayrıcalıklıdır. Oğuz Atay’ın İstanbul Teknik Üniversitesi’nden hocası olan Mustafa İnan, Oğuz Atay’ın romanlarındaki tek olumlu kahraman.
Bir Bilim Adamının Romanı’nda, kişilik, kültür, zekâ ve dünya görüşü açısından içinde bulunduğu toplumun çok daha üstünde bir birey olan Mustafa İnan’ın yaşamı anlatılır. Mustafa İnan, Oğuz Atay’ın ideal aydın portresidir. Zaten romandaki onaylayıcı anlatımda, hocasına duyduğu saygıyı gösterir.
Bu roman, TÜBİTAK tarafından gençlerin bilime özendirilmesini teşvik etme amacıyla başlatılan bir proje kapsamında yazılmıştır.
“İlkokul sıralarından başlayarak ‘kendi bacağından asılan koyun’ felsefesiyle yetiştirilenlere asla itibar etmeyeceksin. Onların arasından ülkeye yararlı birinin çıktığı görülmedi. (…) Ve hiçbir zaman düzen bozukluğunu mazeret göstermeyeceksin. Başarısızlıklarını bozuk düzenin sırtına yüklemen belki seni rahatlatır, fakat kurtarmaz. Elbette dünyayı tanıyacaksın ve kendi ülkenin durumu üzerinde düşüneceksin. Bir aydından zaten başka türlü bir davranış beklenir mi?”
“Yukarıdakilere kaç defa yazdım. Asistan olmuyorlar, doçentlerim kaçıyor, şu geçim zorluğunu kaldırın dedim.(…) Düşünmek çok enerji isteyen bir iştir. Düşünmek çok zor bir spordur. Futbolcuların kondüsyonu için bu kadar para harcanırken bizleri neden kötü kondüsyona mahkûm ediyorsunuz?”
“Ayrıca belki bizler, yani sizlerin tanımadığı bilim takımı, arada bir Macarları 3-1, Rusları 2-0 yeniyoruz da kimsenin haberi bile olmuyordur. Taçtan gelen topun ofsayt olmadığını bilen kalabalıklar biraz böyle şeyleri de öğrenmeli. Türk güreşi durmadan gerilerken, Türk bilimi durmadan ilerliyor, bunu duyurmalıyız herkese; yabancı sahalarda aldığımız göğüs kabartıcı sonuçları herkese iftaharla ilan etmeliyiz.”
4. Oyunlarla Yaşayanlar (1975)
Oğuz Atay’ın tüm romanlarında, öykülerinde ana düşünce olan oyun, bu türdeki kitabında terimsel anlamıyla karşımıza çıkıyor. Bu kitap, Oğuz Atay’ın yazdığı tek tiyatro oyunudur. Devlet ve Şehir Tiyatroları’nda sahnelenmiştir. Atay’ın Oyunlarla Yaşayanlar’ının, ilk iki romanı olan Tutunamayanlar ve Tehlikeli Oyunlar’la bir üçleme niteliği taşıdığı söylenir. Söz konusu eserler birbirleriyle yalnızca biçimsel yapıları ile bütünleşmekle kalmazlar, içerdikleri motif örgüsü de neredeyse aynı ilmeklerle dokunmuştur. Atay’ın romanları gibi yazdığı bu oyun, Türk Tiyatrosu için yeni bir nefes olarak karşılanır.
“Coşkun: Ben de büyük meseleler yüzünden harcamış olmak isterdim hayatımı. Küçük dertler yüzünden harcamış olmak istemezdim hayatımı. Küçük dertler yüzünden yıpranıp gitmek istemezdim. Üstelik bazı şeylerin, mesela zavallı milletimin farkına varmaya başlıyordum. Ben de bir eski zaman piyesi olsaydım. Modern oyunların modern kahramanları gibi silik bir hayat yaşamasaydım. Belki de işi başından yanlış tuttum. Bence keman dersleri almaya devam etmeliydim. Başımdan büyük işlere giriştim. Gülünç olma pahasına, kendime göre çok ciddi işlere giriştim.(…) Son kozumu oynuyorum aziz dostum ve bana pahalıya mal olsa da ancak bir kişiyi ağlatabiliyorum. Tabii ben biraz…ucuza…mal oldum…faturamı ödemediler. İnsanlığa…bir şeyler…bırakabil..dim mi dersiniz….görevimi…yapabildim mi?…
“Cemile: Oyun oyun. Biraz da gerçek oyunlarla ilgilensen iyi olur. Mesela benim para kazanmak, evi geçindirmek için sahneye koyduğum şu dikiş dikme oyunlarımla, Ümit’in her sınıfı iki yılda geçme oyununu düzeltsen biraz. Ya da paralarını içkiye yatırma oyununu adam etsen. Erken emekli olma oyununun bize neye mal olduğunu düşünsen!”
5. Korkuyu Beklerken (1975)
Oğuz Atay’ın tek öykü kitabıdır. Atay tüm kitaplarında olduğu gibi öykü kitabında da ironiyi oldukça fazla kullanmıştır. Hatta edebi bir tarz olarak benimsemiştir. Oğuz Atay’ın Türk öykücülüğüne kazandırdığı en önemli yenilik ironidir.
Oğuz Atay’ın kahramanları genellikle aynı karakterde insanlardır. 8 öyküden oluşur kitap. Öyküler: Beyaz Mantolu Adam, Unutulan, Korkuyu Beklerken, Bir Mektup, Ne Evet, Ne Hayır, Tahta At, Babama Mektup, Demiryolu Hikayecileri – Bir Rüya.
Oğuz Atay, Kafka’yı çokça okumuş ve ondan etkilenmiş bir yazardır. Zaten günlüklerinde,Kafka’nın Yuva adlı öyküsünden etkilendiğini kendisi itiraf eder. Bu etkiyi en iyi yansıtan eserlerinden biri de Korkuyu Beklerken adlı hikâyesidir. Korku, Kafka’da olduğu gibi Atay’da da belirgin ana düşüncedir. Sonuç itibariyle, Kafka’nın Yuva’sı ile Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken adlı hikayeleri aynı temayı benzer şekilde işleyen iki farklı hikâyedir. Korkuyu Beklerken adlı eseri ise, Atay’ın korku duygusunu en açık şekilde ifade ettiği eseridir.
“Sonra, birden o zarfı gördüm. Koridorda bulunan tanıdık eşyanın dışında tek yabancı şey olduğu için, onu hemen gördüm: Rafın üstünde duruyordu. İçine oda kapılarının anahtarları konulduğu için vazonun yeri orasıydı, taşı bittiği için bir aydır kullanamadığım çakmak da bıraktığım yerdeydi; tuvalete giderken yanıma aldığım bir kitap, kırık olduğu için salona alınmayan heykel, bin iki yüz liralık hesabımın olduğu bankadan yılbaşı hediyesi sigara tablası (onun içine sigaramı yalnız, ayakkabılarımı giyerken koyardım)…Hepsi yerli yerindeydi. Demek ki, üstü yazılı olmayan bu zarf yeniydi. (Bu “demek ki”ler beni her zaman rahatlatırdı.) Fakat ben oraya zarf koymazdım. Çünkü zarfım yoktu evde. Çünkü kimseye mektup yazmazdım. Çünkü kimse bana mektup yazmazdı. Korktum.”
“Aile içinde yapılan nişan törenindeki kalabalıktan anladığıma göre, bir sürü akrabam olacaktı. Sonra ikimiz baş başa yemekler filan yedik. Bu arada başka çiftlerin de baş başa yemek yediklerini fark ettim ilk defa. Ben de artık, yemekten sonra kızı evinin kapısına kadar götürüp öpenlerden biri olmuştum…”
“Yabancıları da sevmezdim ayrıca. Yabancı ülke temsilcilerini hiç. Bunlar bana, vatandaşlarımı kandırmak için gönderilmiş gibi gelirdi. Casus filan demek istemiyorum. Yabancı ülkelerde yaşama hasreti içinde kıvranan vatandaşlarımı azdırmak için gönderilmişlerdi sanki bunlar.”
Kaynak
turkischstudies.com, turkoloji.edu.com, sosyalaraştırmalar.com, ankara.edu.com
Yorum Yap