Raffaello Sanzio, Michelangelo, Rembrandt, Francisco Goya ve daha birçok ünlü yabancı ressamın 20 önemli tablosunu derledik.
Bu yazımızda yer veremediğimiz tabloları listelediğimiz Bilmeniz Gereken 23 Tablo yazımıza buradan ulaşabilirsiniz. Sitemizdeki arama özelliğini kullanarak ressam adlarını aratabilir, onlarla ilgili hazırladığımız yazıları okuyabilirsiniz.
1. Hieronymus Bosch (1450 – 1516) – Hollanda
Rönesans’ın kuzey temsilcilerinden biri olarak tarihe geçti. Muhteşem alegorik, mistik ve fantastik işlere imza attı. Tablolarında melekler, şeytanlar, canavarlar, hiç görülmemiş yaratıklar çizdi. Sonraki kuşaklarda anlaşılacak sürrealizm akımının öncülerindendir.
Bu eserinde, sol taraf cennet, orta kısım dünya, sağ taraf ise cehennemi tasvir eder. Sol tarafta ortada duran tanrı, bir elinde tutuğu Havva’yı, uykudan yeni uyanan Adem’e takdim etmekte. Havva’nın ardındaki tavşan doğurganlığı, Adem’in ardındaki ejderha ağacı ise sonsuz yaşamı temsil etmektedir.
Tuin Der Lusten (Zevkler Bahçesi), 1503-1504, Museo Nacional Del Prado, Madrid
Resmin orta kısımda ise çöküşten önceki geçici, eğlendirici, yozlaşmayı gösterir. Bu tuhaf eğlenceler ve cinsellik içinde kaybolmuş figürler, aslında kendilerini bekleyen cehennem azabından habersiz bir şekilde yozlaşmakta ve günah işlemektedir.
Resmin orta kısımda ise çöküşten önceki geçici, eğlendirici, yozlaşmayı gösterir. Bu tuhaf eğlenceler ve cinsellik içinde kaybolmuş figürler, aslında kendilerini bekleyen cehennem azabından habersiz bir şekilde yozlaşmakta ve günah işlemektedir.
Sağ taraftaki cehennem ise sıradışı ve absürd görünümleri resmetmiştir. Burada her günah ayrı ayrı cezalandırılmaktadır. Örneğin gurur, prensin tahtı altında uzanan kadının, bir zebaninin kalçasındaki aynada kendi aksini görmesi, öfke, ağaç adamın yanında kurtlar tarafından yenen şövalye gibi… Tablonun yapıldığı yıllarda, günahın nedeni ve erdemin kaybedilişinin yegane nedeni, şehvet ve cinsellik olarak görülür. Bu nedenle, cinsellik, günaha teşvik eden ve cezalandırılmaya da neden olan diye resmedilmiş.
Resimdeki 2 panel kapatılınca tablo kare şeklini alır ve farklı bir resim karşımıza çıkar. Dünya, kristal bir küre şeklinde betimlenmiş, yeni oluşmakta olan yeşillikler görülür. Resmin sol köşesinde ise dünyayı yaratmakta olan tanrı görülür. Üstte İncil’den bir alıntı yazar “O konuştu ve oldu, o emretti ve durdu” yazar.
2. Raffaello Sanzio (1483 – 1520) – İtalya
İtalyan Rönesansı’nın önemli ressamlarındandır. 16 yaşında yaptığı Havva’nın Yaratılışı ve Trinite tablolarıyla dikkat çekti. Ama en ünlü eserlerinden biri Bakire ve Çocuk‘tur. Michelangelo ve Da Vinci’nin figür ve kompozisyonlarından etkilendi. Resmettiği teolojik, felsefi, lirik tablolarda hep bir sakinlik hakimdir.
Atina Okulu freskinde, eski yunan filozoflarını tasvir eder. Ama geri plandaki bina Yunan mimarisinden çok eski Roma mimarisi tarzında resmedilmiştir. Tam ortadaki 2 kişiden çıplak ayaklı, yaşlıca olan Platon’dur ve elinde eseri Timaeus. Hemen yanında bir adım gerisinde iyi giyimli olan ise öğrencisi Aristotales, elinde eseri Ethics vardır. Resmin solunda zeytin yeşili giysi içinde olan ise Sokrates’tir. Resmin sol alt köşesinde oturan elindeki deftere yazmakta olan Pisagor’u temsil eder. Merdivenlere gelişigüzel oturan ise Diyojen’dir. Resimde 59 figür yer alır. Hepsi de geometri, felsefe, astronomi, matematik dallarında çalışmış büyük bilim adamları ve felsefecilerdir. Eserin en önemli yanı Rönesans’ın çıkış noktası olan Klasik Yunan felsefe, sanat, bilim dünyasına ait bu çok önemli isimleri bir arada resmetmesidir. Ressam çok genç yaşta, 37 yaşında soğuk algınlığından hayatını kaybetti.
School Of Athens (Atina Okulu), 1509, Vatikan Sarayı, Roma
3. Michelangelo Merisi Da Caravaggio (1571 – 1610) – İtalya
Soyadını doğduğu köyden alan ressam, ışık ve gölge kullanımıyla barok akımın en özgün sanatçılarındandır. Önceleri kendi portreleri başta olmak üzere, ölü doğa, meyve resimleri yaptı. Doğalcılığının yanı sıra ışık ve renklerinde neredeyse realizm akımının etkileri görülür. Son dönem eserlerinde dinsel sahneler resmetti.
The Death Of Virgin (Meryem’in Ölümü), 1604 – 1606, Louvre Müzesi, Paris
Tam bir ustalık eseri olan bu tablosu, Caravaggio’nun ışık ve gölge konusunda dahiyane olduğunun, resimsel düzlemi dramatik bir şekilde ele alışının göstergesidir. Bu tablosunda çağdaşlarından farklı olarak gölgelere önem vermesi, dramatik anı teatral sahne gibi algılaması tabloyu önemli kılar.
Caravaggio’nun Eserleri ve Hayatı
4. Rembrandt Harmenszoon Van Rijn (1606 – 1669) – Hollanda
Hollanda’nın önemli ressamlarındandır. Bir dönem yaptığı başarılı portreleriyle tanındı. Dönemindeki sanatçılardan farklı olarak geçmişi değil, devam eden hayatların hikayesini resmetti. Tutkulu ve meraklı olduğu için, farklı konuları resmetti.
Rembrandt’ın Gerçekliğiyle Büyüleyen 30 Eseri
The Night Watch (Gece Bekçileri), 1642, Rijks Müzesi, Amsterdam
Gece Bekçileri ise, kalabalığın içinde dinamik ve hareketli bir grup portresi olarak dikkat çeker. Yüzbaşı Frans Banning Cocq ve Teğmen Willem van Ruytenbuch komutasındaki şehir muhafızlarının (flemenkçe Kloveniers denir) gece devriyesinin anlatıldığı tablonun en önemli özelliği, ışık oyunları sayesinde esrarlı bir hava yaratılmış olmasıdır. Yüzbaşı Cocq gruba liderlik etmekte hemen yanındaki sarı giysili teğmen Ruytenbuch ona eşlik etmekte.
Aslında tabloyu ressam yaptığında gece değil, gün ışığında betimlemiştir. Restorasyonlarda sürülen vernik ve kir yıllar içinde koyu siyah bir tabaka oluşturmuş, adına da geceyi ilave etmişler. Yeniden yapılan restorasyonla gerçek açığa çıkmış. Aslında olayın gün ışığında yaşandığı anlaşılmış. Tabloda Barok tarzın en önemli özelliklerinden ışık gölge karşıtlığının, ressam tarafından ustaca kullanılması sayesinde, tüm figürler canlıymış gibi algılanır.
Resimde tek kadın figürü, parlak sarı renkli elbisesiyle, silahşörün arkasındaki küçük kızdır. Resimde bolca semboller kullanılmıştır. Kızın belindeki kemerde bu askeri birliğin sembolü olan, büyük pençeli bir ölü tavuk ve yine birliğin sembolü tabanca (flemenkçede Klover denilir) asılıdır. Kızın elindeki gümüşten kadeh de (goblet) yine birliğin sembollerinden biridir. Yüzbaşının asası, tüfek, sancak ve mızrağın sola, teğmenin asası, tüfek ve bir başka mızrağın sağa eğik duruşlarındaki paralellik resimde ilginç bir düzen yaratıyor. O dönemde Hollanda’da askeri birlikleri, muhafızları resmetmek çok yaygındı.
5. Francisco Goya (1746 – 1828) – İspanya
Portrelerle tanınan Goya’nın eserlerinde modern sanatın ilk adımlarını görürüz. 40 yaşında Kral IV. Carlos’un emrine girdi, saray ressamı oldu. Güney İspanya yolculukları sırasında geçirdiği rahatsızlıktan dolayı sağır oldu. Karamsar mizacı tablolarına da yansıdı. Bunalım, zulüm, travmaları konu etmeye başladı.
Francisco Goya’nın Eserleri ve Hayatı
The Third Of May 1808 (3 Mayıs 1808), 1814, Prado Müzesi, Madrid
Fransız askerlerinin İspanya işgalinden etkilenen Goya, 3 Mayıs 1808 adlı eserini yaptı. Bu tablosunda işgali ve savaşı resmetti. Tablonun koyu renkli iç karartıcı ortamı Fransız askerlerinin duruşu ile daha da bunaltıcı bir hale geliyor. Fransız askerleri ile kurbanların çok yakın mesafede durmaları gergin atmosferi daha da arttırıyor. Yerde kanlar içinde yatan direnişçinin hemen yanında ayakta duran bir diğer direnişçi korku içinde gözlerini kapatıp sıranın kendisine gelmesini beklerken, diğeri nefretle yumruklarını sıkmakta, bir başkası ise yumruk yaptığı ellerini ısırmakta.
Kalabalığın ortasında teslim olan figür eserin odak noktasıdır. İsa’nın çarmıha gerilişinin imgesidir bu. Dikkatli bakılınca sağ elinin ortasında İsa’nın Stigmatalarından birini görebiliriz. Resmin ışık kaynağı fener bu figürün yüzünü aydınlatmaktadır. Goya bu eserini 1808’de Fransızların Madrid’i işgali sırasında, Napolyon’un askerlerine direnen ve çaresiz kalan İspanyollar’ın anısına resmettiğinden tablo tarihe de ışık tutmaktadır.
6. Caspar David Friedrich (1744 – 1840) – Almanya
Dramatik sahneleri, karmaşık duyguları ve esrarengiz atmosferleri resmetmesiyle ünlüdür. Doğanın hem sakin hem de coştuğu anları tuvaline yansıtan sanatçı, genç Alman ve İskandinav sanatçıları derinden etkiledi. Bir dönem eserleri unutulsa da 1900’lerin başında popülerliğini yeniden kazandı.
The Wonderer Above The Sea Of Clouds (Bulutların Üzerinde Yolculuk), 1818, Kunsthalle, Hamburg
Bu eserinde sisli bir havada, kayalıkların üzerinde sırtı dönük bir erkeği tasvir ediyor. Bu figürün kendisi olduğu düşünülüyor. Resmin her yerini kaplayan sis, ileride bulutlarla bütünleşmiş görünüyor. Resimdeki dağlar Almanya’nın Saksonya ve Bohemya bölgelerinde yer alan Elbsandsteingebirge dağ grubudur. Geniş bir perspektife sahip manzaranın karşısında figür düşüncelere dalmış, adeta büyülenmiş gibi durmaktadır. Muhtemelen gelecek üzerine düşünmektedir. Figürün sırtını dönmüş olması izleyeni dışlayan bir tavır değildir, tam tersine her ikisinin de aynı yerden aynı bakış açısına sahip biçimde manzaraya hakim olmasını sağlar. Genellikle eserlerinde insan kullanmayı tercih etmeyen bir ressamdır.
7. John Constable (1776 – 1837) – İngiltere
Kendisinden önce gelen sanatçıların ve gerçeği yansıtmayan resimlerine karşın, çevresini ve doğayı olduğu gibi ve canlı resmetmeyi başardı. Bulutlara neredeyse hareket kazandırdığı ve kullandığı renklerin sıcaklığıyla adeta gerçekmiş gibi algılanan tablolar, ününün yayılmasını sağladı. Kendi tarzında boyadığı kesik fırça darbeleri ve renk karışımları uslubunu oluşturdu.
The White Horse (Beyaz At), 1819, Frick Koleksiyonu, New York
Beyaz At adlı eser sanatçının üslubunu tam olarak ortaya koyar. Hareketli kıvrımlar ve gerçekmiş gibi renklendirdiği sahne ile ressam, sanat tarihine adını yazdırmayı başardı. Tabloda, Suffolk ile Essex, eyaletleri arasında Stour nehri üzerinde bir kır manzarasını betimlenmiştir. Aynı yeri Saman Arabası tablosunda farklı açıdan resmetmiştir. İncelikle düşünülmüş gökyüzünün karanlıktan aydınlığa açılan rengi, kümelenmiş bulutlar, çimenler ve ağaçların verdiği düzen hissi eserde huzur dolu bir atmosferi yaratır. Constable kendinden önceki klasik peyzaj tekniğinin dışına çıkmış, simetrik bir görüntü elde etmekle uğraşmamıştır. Sıra dışı renk tekniği ile, hafızasında kalan çocukluğunun geçtiği yerleri resmetmeye çalışmıştır.
8. Leonardo da Vinci (1452 – 1519) – İtalya
Resimdeki kadın Cecilia Gallerani. Zengin asil bir aileden gelmiyor, Milano dükü Ludovico Sforza’nın yanında çalışan babası sayesinde, dükle tanışır. Güzelliği, eğitimi, şiir sevgisi ile dükü etkiler ve onun metresi olur, ona bir çocuk doğurur. Dük onu sever sevmesine ama soylu bir aileden biriyle evlenir. Da Vinci Dük’ün emrinde çalıştığı için muhtemel ki dükün isteğiyle bu resmi yaptı.
Leonardo da Vinci’nin 15 Tablosu Hakkında Mutlaka Bilmeniz Gerekenler
Lady with an Ermine (Kakımlı Kadın), 1489-1490, Czartoryski Museum, Polonya
Resim yapıldığında Cecilia 15- 16 yaşlarında. Cecilia, contrapposto denilen vücudun 4’te 3’ünü gösterir şekilde resmedilmiştir. Gövde sola dönükken, başı sağa dönmüş. Saçı o dönem moda olan coazone denilen tarzda yani ortadan ayrılıp, çenede birleşip geride uzunca örgü, başında ince bir tülbent ve alnında bantlarla tamamlanmış. Elbisesi oldukça sade ama boynundaki simsiyah taşlı kolye takı, dükü işaret eden bir sembol. Çünkü oldukça esmer teni olan dükün takma adı the Moor, yani mağrıbi anlamında .
Resimdeki en dikkat çeken şey ise kakımdır. Evcil ve kürk yapımında kullanılıyor. Kakım asalet, temizlik simgesi olarak görülür çünkü tüylerini kirletmemek için avcılardan kaçarken canı pahasına pis yerlere girmez. Resme kakımın konması Cecilia’ya bu sıfatları uygun gördüğü için olabilir. Kakım sanatta, hamilelik, doğum sembolü olarak da kullanılır. Belki resim yapıldığında Cecilia hamileydi. Yanı sıra da kakım, Dük’ünde üye olduğu şövalye birliği Kakım Tarikatı’nın da sembolü. Resimdeki en etkili öğelerden biri de, Cecilia’nın biraz büyük görünse de, kakımı zarifçe kavrayan ince, uzun parmaklı elleridir. Yüzündeki detaylar da çok etkileyicidir.
9. James Abbott Mcneill Whistler (1834 – 1903) – ABD
Kariyerine asker olarak başlayan Whistler, resme ilgisi başlayınca Paris’e yerleşti. Japon tarzında yapılmış tabloların taklitlerini yaptı. Daha sonra Londra’ya yerleşti. Anı anlattığı harmoni kompozisyonlarda kullandığı tonlamalarıyla kendi tarzını yakalamayı başardı. Duygusal ve ahlak konularının ağır bastığı tabloları gelecekteki birçok İngiliz sanatçıyı etkiledi.
Whistler’s Mother (Whistler’ın Annesi), 1871, Musée d’Orsay, Paris
Bu tablosu ressamın en bilinen bu tablosu, renk geçişleri ve fırça darbeleriyle ön plana çıkar. Baskın renkler siyah, gri ve beyaz olan tabloda profilden görünen, elleri dizlerinde ve ayaklarının altında ahşap bir destek olan annesi, Anne McNeil Whistler’ı resmetmiştir. Kadının son derece sade giysisi, sıkı toplanmış saçları, beyaz bonesi, kol dantelleri, mendili, dindar ve tutucu yaşam tarzını yansıtırken, dönemin Victorian tarzı giyimi de göstermektedir. Duvarda Whistler’ın bir başka resmi asılıdır.
Annesinin yüzündeki ciddi, duygusuz ifade dikkat çekicidir. Bunun nedeni muhtemel ki, genç yaşta eşini kaybetmiş ve 3 çocuğunu farklı ülkelerde yaşayarak büyümüş, Amerikan iç savaşına tanıklık etmiş bir kadın olmasından ileri gelmektedir. Eser Victorya Dönemi Mona Lisa’sı olarak addedilir. Ressam eserde modelin ikincil unsur olduğunu aslolanın şekil ve renk düzenlemeleri olduğunu söylemiş, bu nedenle eserinin adını Gri ve Siyah Düzenleme koymuştur. Ama daha sonra, model annesi olduğu için Whisler’s Mother diye bilinir olmuştur.
10. John William Waterhouse (1849 – 1917) – İngiltere
Waterhouse, bu eser Viktorya dönemi ünlü şairlerinden Tennyson’un aynı isimli şiirinden esinlenerek yapmıştır. Shalott Leydisi, Shalott adasında bir kulede hapis olarak yaşamını sürdürmektedir. Kuleden dışarıya baktığında lanetlenecektir. Dış dünya ile iletişimi dışarıyı gösteren kuledeki aynadır. Aynadan gördüğü şövalyeye aşık olur ve ayna çatlar, lanetlendiğini anlar. Bir kayığa binerek, şövalyeye ulaşmaya çalışacaktır. Bu ölüme yolculuktur onun için.
The Lady of Shalott (Shalott Leydisi), 1888, Tate Britain, Londra
İşte ressam leydinin nehirde yol aldığı zamanı resmetmiştir. Leydinin yüzündeki ifade, ölüme yolculuk ettiğini bilmesinden kaynaklanan bir acı, ızdırap dolu bir ifadedir. Kayığın önündeki 3 mumdan 2’si sönmüştür. Bu sembolde Leydi’nin yaşamının sonunun geldiğini anlatır. Mumların önündeki haç ölümden sonraki yaşama vurgu yapar. Suda yüzen yapraklar hüzünlü bir anlam katsa da, o dönemde cinsel arzularına gem vuramayan, baştan çıkan kadını temsil eder. Leydi de arzularına karşı koyamayıp sonunu hazırlamış, tıpkı suda yüzen solgun yapraklar gibi savrulacaktır. Leydinin elinde tuttuğu zincir, arka planda kuleye bağlıdır. Zincir aslında lanetin sembolüze etmektedir. Gevşek bir şekilde tuttuğu zinciri bıraktığında özgürleşecektir.
11. Georges Seurat (1859 – 1891) – Fransa
Resim sanatına getirdiği yenilikler sayesinde büyük ressamlar arasında yerini aldı. Renklerin bölünmesi ve optik karışıma dayalı yeni izlenimciliğin kurucularından oldu. İlk yapıtlarında klasizimden ve Chevreul’un renk teorilerinden etkilense de, sonra kendi özel renk karışımlarını ve fırça darbelerini buldu. Eserlerinde çoklu bir renk geçişi yakalayarak sanki fotoğrafa bakıyormuşçasına canlı anları resmetti. Yaşadığı dönemde tercih edilmese de daha sonra öncü olmuş.
Yeni İzlenimcilik (Neo Empresyonizm) Akımı, Ressamları ve Eserleri
Bathing At Asnieres (Asnieres’te Yıkananlar), 1884, Londra Ulusal Galeri, Londra
Seurat, renkleri bir palette doğrudan karıştırmak yerine fırça ile tek tek noktalar halinde tuvale aktarmayı seçmiştir. Bu şekilde farklı renklerdeki noktaların doğru kombinasyonla bir araya getirildiğinde değişik renk tonlarının elde edileceğini görmüştür. Ressamın öncülük ettiği Noktacılık akımı ile resme uzaktan bakıldığında renkler birbirine karışıyor, ikinci tonlar elde edilebiliyordu. İlk uygulamaları bir hayli tepki çekse de, daha sonra, ressamın renkleri, çağdaş renk teorisinin de ilk örneklerinden biri kabul edilmesini sağlamıştır. Bu tablosunda, sanayinin gelişmesiyle ortaya çıkan işçi sınıfının tatil merkezi haline gelen Asnieres’de yüzen ve dinlenen işçileri resmeden Seurat, burjuva ve çalışan takımının farklı zevklerine dikkat çeker.
12. Mary Cassatt (1844 – 1926) – Fransa
Domestik konularda çalışmaları olan Cassatt pastel ve yağlı boya çalışmalar yaptı. Öğretmenlerinden Thomas Eakins’in teknikleri, ressamın kendi stilini yakalamasında etkili oldu. Fransa’da dört empresyonist kadından biri olan sanatçının, bir annenin kızını yıkadığı sahneyi anlatan bu tablosu resim tarihindeki, geleneksel ev halini anlatan en önemli eserlerden biri oldu. Konusu ve perspektifi Japon resminden esinlenilerek yapılan eserde sanatçı, annelik duygusunu resmeder.
The Child’s Bath (Çocuğun Banyosu), 1893, Art Institute of Chicago
13. Thomas Gainsborough (1727 – 1788) – İngiltere
Resim ikili bir portre gibi görünse de aslında ressam, iki farklı resmi bir araya getirmiştir. İlki çiftin portresidir. Diğeri ise sağ tarafı kaplayan peyzajdır. Resimdeki çift ressamın çocukluk arkadaşlarıdır. Peyzaj ise ressamın doğup büyüdüğü Suffolk bölgesindeki Sudbury kasabasıdır. Resim, çiftin evliliklerini kutlamak, mülklerini sergilemek amacıyla ressama sipariş edilmiş.
Mr And Mrs Andrews (Bay ve Bayan Andrews), 1750, National Gallery, Londra
Bay Andrews elinde tüfeği, yanında av köpeği ile sanki avdan yeni dönmüş, ama umursamaz bir ifadeyle resmedilmiş. Bayan Andrews ise rokoko tarzda bir bankta, zarif, kırılgan, şık kıyafetler içinde ki onlar, yaşantısındaki refahın da göstergesi. Elleri kucağında birleşmiş ama kucağı boş bırakılmış belki de daha sonra doğacak çocukları için boş bırakılmış olabilir. Manzara da çiftin arazileri, ekinlerini, hayvanlarını gösterir. Bayan Andrews’in yanında evlendikleri kilisenin çan kulesi beyaz bir şekilde parlar. Bay Andrews soylu değil ama zengin bir ailenin çocuğu. Bayan Andrews ise ticaretle uğraşan soylu bir aileye mensup. Yanı sıra ressam, Bay Andrews sayesinde Oxford’da okumuş, dar zamanlarında ona borç vermiş. Bay Andrews’in bakışları ve duruşundaki mağrur ve küçümseyici ifade bundan olabilir.
14. Marc Chagall (1887 – 1985) – Fransa (Rus Kökenli)
Birçok akımdan etkilenmesine rağmen kendi tarzını oluşturmuş bir ressamdır. Favoizm, kübizm, sembolizm akımlarını sentezleyerek, gerçeküstücülük akımının temellerini atmıştır. Rusyadaki köyünün hatıraları, yahudi olduğu için o inanışa ait öğeler, resimlerinde hep yer almıştır. Picasso “Matisse’den sonra renkten anlayan tek ressam” diye nitelemiş Chagall’ı. Gerçekten de resimlerinde renkler hep ön plandadır.
La Mariee (Gelin), 1950, Özel Koleksiyon
Gelin adlı tablosunda gri, lacivert, koyu mavi renklerle geceyi çağrıştıran hüzünlü bir görüntü vardır. Resimde öne çıkan tek figür gelindir. Arka planın soğuk renklerinin yanında gelinin giysisi son derece parlak ve canlıdır. Başından aşağıya inen duvağıyla gelin olduğunu vurgular ressam. Elindeki çiçek demeti sanki resmi izleyenlere uzatılmış gibidir. Gelin öylesine çarpıcı biçimde öne çıkartılmıştır ki, adeta izleyen onunla evleniyormuş hissine kapılır. O dönem geleneğine göre hayvanlar insanlarla birlikte resmedilirdi. Chagall’da bunu uygulamış resminde. Viyolonsel çalan keçi, ressamın çocukluğundaki kırsal yaşamı sembolize eder. Keçinin yanında yöresel kıyafetli bir adam klarnet çalar. Üsteki balık ise ringa balığıdır. Ringa balığı deposunda çalışmış olan babasını hatırlatan bir figürdür. Birçok resminde vardır. Balık elindeki aletle adeta müziği yöneten orkestra şefi gibidir. Resmin arka planındaki evler de düğünün olduğu köy ya da kasabadır, sağ üst köşedeki küçük kilise de düğüne çağrışım yapmaktadır.
15. Sir Frederic Leighton (1830 – 1896) – İngiltere
Leighton bu tablosuyla önde klasik pozda figür ve arka planda mavili, parlak denizle seyredenleri büyüleyici bir atmosfere sokar. Denizin üzerinde batan güneşin parlak ışığı, mevsimin yaz ve havanın sıcak olduğunu hissettirir. Havanın etkisiyle antik bir balkonda, divanda kumaşlar arasında, kendinden geçmişçesine uyuyan kızın elbisesindeki çarpıcı renk çok etkileyicidir. Resmin sağ üst köşesindeki zakkum çiçeği zehirli olması nedeniyle, uyku ve ölümü çağrıştırır. Resmin adı ise kızın elbisesinin rengi ve mevsime dair göndermelerdir.
Flaming June (Haziran Alevi), 1895, Museo De Arte De Ponce, Ponce
Bazı kaynaklara göre Leighton bu resminde Tiziano ve Giorgione’nin yaptığı uyuklayan tanrıça figürlerine öykünmektir. Ama onlar tanrıçaları çıplak resmetmişlerdi. Leighton ise bulunduğu dönemdeki katı ahlak kuralları nedeniyle, tepki görmemek için giysi ile betimlemiştir. Ama dikkat edilirse vücut hatları tül gibi elbise içinden çok net görülmektedir. Figürünü tül gibi giysi ve çarpıcı rengiyle çekici bir şekilde betimlemiştir. Ressam renk ustası ve Klasikçi bir ressam olduğunu bu resmiyle kanıtlamıştır.
16. Diego Rivera (1886 – 1957) – Meksika
Frida Kahlo’nun eşi, fırtınalı ilşkileri ile de bilinir. Frida’nın ünlü bir ressam olmasında büyük katkısı tartışılmaz. Bu ilişki hem sanatlarını beslemiş, hem de yıpratmış. 2 evlilik ve bir boşanma geçiren bu ilişki Frida’nın ölümüne dek sürmüş.
The Flower Seller (Çiçek Satıcısı), 1942, Özel Koleksiyon
Çiçek Satıcısı tablosunda Meksika’ya özgü kıyafetler içinde bir kadını resmetmiş. Küfedeki çiçekler Meksika’ya özgü Kalla Zambağıdır. Birçok resminde vardır, muhtemelen Meksika’yı hatırlatmak için yapmaktadır. Küfenin arkasında, birazdan ağırlığı kadına bırakacak olan bir adam var. Sadece elleri, çıplak ayakları ve hasır şapkasının bir parçası görünmektedir. Rivera’nın bir diğer özelliği tekrarlardır. Çok sayıda tekrarlanmış çiçekler, kadının elbisesindeki desen, küfenin örgü deseni buna örnektir. Sıkı bir komünist olan Rivera, resimde işçi sınıfının yaşadığı zorluklarıda anlatmak istemiş, seyreden de bunu düşündürmek istemiştir. Çiçek muhtemel ki zengin bir evde olacak ama o güzellikleri taşıyanların hayatı hiç de öyle değil. O ağır yükü taşımak zorunda. Hayatta kalabilmek için üst sınıflara hizmet etmek, çalışmak zorunda. Kadının yere doğru bakışı da kabullenişin ifadesi. Resimde çiçeklerin dizilişi, kadının duruşu, arkadaki adamın ayakları ve elleri resimde bir denge oluşturur ki resimdeki uyumun nedeni de budur. Karanlık arka planın tam zıttı beyaz- sarı renkli görkemli zambaklar seyredeni hemen etkiler.
17. Francesco Hayez (1791 – 1882) – İtalya
Hayez, İtalyan romantizm akımının en önemli ressamlarındandır. Öpücük adlı eseri de, romantizmin en görkemli örneğidir. Ressam karakterleri ön plana çıkarmadan öpüşmeyi resmin ana karakteri yapmıştır. Erkeğin kadını tutuşu ve bir ayağını merdivene koymasıyla sanki birazdan hızla gidecek izlenimi veriyor. Kadının da sol eliyle sevgilisini kavrayışından, bu gidişe engel olmayacağını bildiği hissini verir. Her iki sevgili bu gizli öpüşmenin biteceği, birazdan ayrılacakları düşüncesiyle, tutkulu ama bir o kadar ürkek sarılmışlardır. Resmin solunda karanlık giriş ve yere yansıyan gölge sanki çifte yaklaşmakta olan tehlikeli birisi olduğunu düşündürür resmi seyredende.
The Kiss (Öpücük), 1859, Brera Sanat Galerisi, Milano
Bazı sanat tarihçilerine göre resimde alegorik bir anlatım vardır. Çiftin üzerindeki elbiseler (yeşil, beyaz, kırmızı, mavi) Fransız ve İtalyan bayrağının renkleridir. Bu öpüşme bu 2 ülkenin İkinci Bağımsızlık Savaşı olarak bilinen savaştaki birlikteliğini anlatır. Bu 2 ülke Avusturya İmparatorluğu’na karşı birlikte savaşmıştır.
18. Dante Gabriel Rossetti (1828 – 1882) – İngiltere
Persepone, Yunan mitolojisinde, mevsimlerin değişimini açıklayan mitin başkahramanı. Toprağın hasadın tanrıçası Demeter’in kızıdır. Bir gün ölüler diyarı tanrısı Hades tarafından kaçırılır, yeraltı krallığına hapsedilir. Annesi kızını kurtarmak için tanrılar tanrısı Zeus’a yalvarır. Zeus’un bir şartı vardır. Yeraltındayken hiç meyve yememiş olmalıdır. Oysa Persepone altı tane nar tanesi yemiştir. Bu yüzden Zeus onun yılın altı ayında Hades’in eşi olarak yeraltında kalmasına, yılın diğer yarısında da yeryüzüne annesinin yanına dönmesine karar verdi. Böylece Persepone yeraltındayken sonbahar ayları yeryüzündeyken ilkbahar oluyor.
Proserpine, 1874, Tate Britain, Londra
Ressam Rossetti bu mitolojik öyküyle kendi hayatı arasında paralellik kurmuştur. Resmindeki model saplantılı bir şekilde aşık olduğu ortağı olan William Morris’in eşi Jane Morris’tir. Mutsuz evliliğinden koparmaya çalıştığı Jane Morris’i Persepone ile özdeşleşmiştir. Eserinin anlamını yazılarında açıklayan Rossetti, Persepone’yi yeraltındaki sarayın karanlık koridorlarında yürürken yeryüzüne açılan bir aralıkla karşılaştığı anda resmettiğini söylemiştir. Bu açıklıktan gelen ışık koridorun duvarına vurmaktadır. Elindeki bir kısmı yenmiş nar çektiği cezanın sebebidir. Arkadaki sarmaşık hafızasındaki hatıraların bir işaretidir. Sol altta yanan tütsü ise tanrıçanın ölümsüzlüğüne ait bir sembolüdür. Persepone’nin yere dökülen elbisesi kıvrılan sarmaşıkla paralellik gösterir. Elbisesindeki mavi renk kadının hüzünlü mavi gözlerinde tekrarlanmıştır.
19. Edward Hopper (1882 – 1967) – ABD
Edward Hopper en ses getiren ve Amerikan sanatını en popüler eseri sayılan Gece Kuşları’nda, 40’lar Amerika’sında bir lokantadan görünümü resmetmiştir. Amerikan kültüründe Diner denilen küçük lokantalardandır. Kendisinin de yaşadığı New York Greenwich Village’de iki caddenin kesiştiği yerdeki Diner’den esinlenmiştir.
Nighthawks (Gece Kuşları), 1942, Art Institute of Chicago
Eserde lokanta karanlık sokaklara karşıtlık oluşturacak şekilde parlak bir florasan bir ışıkla aydınlatılmıştır. Lokantanın hemen üstünde bir sigara markasının reklam tabelası görülür. Sokak lambaları ve lokantadan gelen ışık, gece karanlığının hissedildiği arka plan, arkadaki boş dükkan ve yazarkasası sinematografik bir görüntüdür adeta. Havanın sıcak olduğu düşünülebilir, gerek lokantadaki insanların giysisi, gerekse karşı binadaki tüm pencerelerin açık olması bunu düşündürüyor. Eser oldukça yalın ve dingin bir kompozisyon oluşturmuştur. Üç müşteri ve barın ardında çalışan kişi birbirlerinden tamamen kopuktur. Her biri kendi düşüncelerinde kaybolmuş gibidir. Ressamın modern şehir yaşamının insanları yalnızlaştırdığı temasını işlediği düşünülebilir.
20. Oskar Kokoschka (1886 – 1980) – Avusturya (Çek Asıllı)
Rüzgarın gelini adlı eser ressamın kendi hayatını anlatır. Kokoschka kendisini, 2 yıl fırtınalı aşk yaşadığı Alma Mahler’le sarılmış olarak betimlemiştir. Alma Mahler, besteci Gustav Mahler’in dul eşidir. Gustave Mahler öldükten sonra tanıştığı Alma’yla tutkulu bir beraberlikleri olur. Ressamın sahiplenici tutumu, yoğun ilgisi Alma’yı bıktırmış ve ayrılmışlar. Ama Kokoschka takıntılı bir aşık, çünkü ayrıldıktan sonra ona benzeyen bir manken-bebek yaptırıp yanında taşıyor bir süre.
The Bride of the Wind (Rüzgarın Gelini), 1913-1914, Kunstmuseum Basel, Basel
Bu resim ilişkilerinin son döneminde yapılmış. Ressamın donuk tekdüze renkleri kullanması tabloyu tuhaf gizemli bir kompozisyon haline getiriyor. Çiftin üzerinde yattıkları obje, sanki bir deniz kabuğu ya da gemi enkazı ve dalgalı okyanusta yüzmekte. Alma’yı son derece huzurlu, dingin bir şekilde betimlerken, kendisini gergin, kaygılı bir şekilde resmetmiş. Onun bu duruşu gerçek hayattaki kuşkuları, kaygılarının tabloya yansımasıdır aslında. Alma’nın yüzü, teni pürüzsüzken, ressamın vücudu ve yüzü darbeler almış gibi lekeli. Vücutlarda uygulanan farklı renk ve biçim uygulaması, karakter farklılıklarını açığa çıkarmıştır. Etraftaki dalgaların hırçın, vahşi hali koyu renkli fırça darbeleriyle belirgin hale getirilmiş. Yaşadıkları fırtınalı ilişkiyi tabloda böyle canlandırmış ressam. Dışavurumculuk akımının en önemli temsicilerinden Kokoschka bu resmiyle, duygularını, ruhsal durumunu seyredene açıkça anlatmıştır.
Kaynak
http://sanatabasla.blogspot.com.tr/, Start Art
gerçekten çok güzel bir derleme olmuş elinize sağlık
bilgi için teşekkürler
Detaylı bilgilendirmeden dolayı teşekkürler