Einstein, 20. yüzyılın başlarında geliştirdiği kuramlarıyla ilk kez kütle ile enerjinin eş değerliliğini kanıtlamış, ayrıca uzay, zaman ve kütle çekimi üzerine tümüyle yeni düşünme yolları önermiştir. Özellikle görelilik ve kütle çekimi kuramları, Newton’dan sonra fizik alanında yeni bir çığır açmış, bilimsel ve felsefi araştırmaları baştan aşağı değiştirmiştir.
Einstein kardeşi Maja ile
Albert Einstein, Almanya’da 1879’da Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Dokuz yaşına kadar konuşma sorunu yaşadı, az ve yavaş konuşuyordu, ayrıca içine kapanık bir çocuktu. Ailesi kaygılansa da daha sonra bunun gereksiz olduğu anlaşılacaktı. Beş yaşında amcasının aldığı pusuladaki gizem onu çok etkiledi. Pusulanın iğnesi neden hep aynı yönde dönüyordu?
12 yaşında okuduğu Öklid’in geometri kitabı, matematik sevgisini artırdı. Bir kitap dolusu problemi büyük bir hızla çözse de, 13 yaşında Immanuel Kant’ın Salt Aklın Eleştirisi adlı eserini okusa da, 17 yaşında kendi çabalarıyla Yüksek Matematik ve Teorik Fizik Temellerini kavrasa da, okulu hiçbir zaman sevmedi.
Babasının işleri kötü gidince aile Milano’ya göç etti. Okulu nedeniyle Einstein Almanya’da kaldı. Okuduğu Alman okulunda öğretmeninin “Sen asla birşey olamayacaksın Einstein!” sözü üzerine okulu bıraktı. Zürih Teknik Üniversitesi’ne girmek istedi ama matematik, fizik dışında yabancı diller, botanik, zooloji bilgisi eksik olduğundan alınmadı, ama o yılmadı başka bir liseye devam etti ve 19 yaşında Zürih Teknik Üniversitesi’nin Matematik ve Fizik öğretmeni yetiştiren bölümüne girmeyi başardı.
Pansiyoner olarak kaldığı evin kızı Marie’ye aşık olsa da, Einstein 1896’da sınıftaki Sırp asıllı Mileva’ya aşık olunca Marie’yi terk etti. Einstein 1900’de mezun oldu. Mileva, 1902’de hamile olduğunu öğrendi. Einstein ve ailesi evlilik öncesinde bebeği istemedi. Mileva, kendi ailesinin yanına gidip doğum yaptı. Lieserl adlı kız çocuğunun ne olduğu halen bilinmiyor. Öldüğü veya evlatlık verildiği sanılıyor. Einstein, 21 yaşını doldurunca İsviçre vatandaşlığına geçti. 1902 yılında İsviçre Patent Dairesi’nde teknik asistan olarak işe girdikten 1 yıl sonra da Mileva ile evlendiler. İki oğulları oldu.
1905, Einstein’ın hayatının en verimli yılı idi. Bu nedenle, Einstein’ın mucizevi yılı denilmiştir. Bir yıl içerisinde Annalen der Physik Dergisi’nde yayınladığı dört makale, modern fizik anlayışında devrim yaratmıştır. Bu makaleler fotoelektrik etki, Brown hareketi, özel görecelik ve kütle-enerji eşitliği üzerineydi. 3 yıl sonra önce Bern Üniversitesi’nde akademik kadroya girdi, daha sonra Zürih Üniversitesi’nde doçent oldu. 1911 yılında Prag Alman Üniversitesi’nde Teorik Fizik Profesörü oldu. Aynı yıl güneşin çekim gücünün yıldızların ışığını bükeceğini hesapladı. Bunun doğruluğu, 1919’daki güneş tutulması sırasında kanıtlandı. The Times gazetesi bu haberi “Bilimde Devrim-Evrenin Yeni Teorisi” diye duyurdu.
Einstein 1913’te Prusya Bilimler Akademisi’ndeki kabulü nedeniyle Almanya’ya taşındı. Aslında Mileva ile konuşabileceği ortak ilgi alanları olsa ve evliliklerinin ilk yılları huzurlu geçse de, daha sonra farklı bir boyut kazandı. Almanya’da teyzesinin kızı Elsa ile gönül ilişkisine girecek ve eşine birlikte yaşamak için uyması gereken şartları sıralayacaktı. Evde onun sözü geçecek, şefkat beklemeyecek, elbiseleri ve odası temiz olacak, masasını yalnız o kullanacak, sus dediğinde susacak, sorularına hemen cevap verecek, sitem etmeyecekti.
Albert Einstein eşi Mileva Maric ile
Mileva bu duruma kısa bir süre dayandı ve daha sonra çocuklarıyla İsviçre’ye döndü, ciddi psikolojik rahatsızlıklar geçirdi. Çok zor da olsa 1919’da boşanabildiler. Şizofreni tedavisi gören küçük oğlu Eduard, İsviçre’de bir bakım evinde hayatını geçirdi ve 1965’te hastanede öldü. Mileva ise felç oldu ve 1948’de öldü. Büyük oğlu Hans Albert, annesi ve babasının okuduğu Zürih Politeknik’te mühendislik okuduktan sonra ABD’de University of California Berkley’de profesörlük yapmıştır. 1973 yılında ABD’de hayatını kaybetmiştir.
Mileva İsviçre’ye döndükten sonraki dönemde Einstein, ciddi sağlık problemleri yaşadı ve bakımını 2 çocuklu dul kuzeni Elsa Lowenthal üstlendi. 1919’da boşandıktan sonra Elsa ile evlendi. Elsa, anaç ve koruyucuydu. Bilimle ilgisi yoktu. Elsa’yı tanıyan film aktörü Chaplin ondan, “Çok canlı, kıvrımları olmayan bir kadındı. Büyük bir adamın karısı olmaktan sahiden hoşlanıyordu ve bunu saklamaya çalışmıyordu. Çekici bir coşkuya sahipti.” diye bahsetmişti. Einstein, evlilikleri ölene dek sürse de Elsa’ya karşı da ilgisini kaybetti, birçok aşk macerası yaşamaktan geri kalmadı.
Einstein, Mileva’nın onun çalışmalarına yaptığı katkıyı hiçbir zaman açıkça teslim etmedi, karısı da böyle bir istekte bulunmadı. Bununla beraber yirminci yüzyılın başlarındaki bazı mektuplarında makalelerimiz diyerek karısının rolüne atıfta bulunmuştu. Örneğin, bir mektubunda “İkimiz birlikte bağıl hareket üzerine çalışmamızı başarılı bir şekilde sona erdirdiğimizde çok mutlu ve gururlu olacağım.” diye yazmıştı. Einstein’ın bilimsel çalışmalarına devam ederken Mileva çocuklarını yetiştirmek için akademik kariyerine son vermiştir.
1921 yılında Einstein Nobel Fizik Ödülü’ne layık görülmüştür. O dönemde görelilik hala tartışmalı görüldüğü için, ödül fotoelektrik etkisini açıklaması nedeniyle verilmiştir. ABD’de, 1933’te ders verdiği dönemde Hitler, Yahudi öğretim üyelerini işten attı. Einstein, ölüm listesindeydi ve başına 5000 dolar ödül konulmuştu. Bir Alman dergisi onun için “Henüz asılmadı.” diye yazdı. Yahudiler’in yazdığı kitaplar yakılınca, Einstein ve bazı Yahudi bilim adamları ABD’ye iltica etti. Bu dönemde Yahudi profesörler için Türk Hükümeti’ne 1933’te mektup yazıp onlara iş istedi. Atatürk’ün işe aldığı Yahudiler, modern üniversite sisteminin temelini attı.
İnsanlık tarihinin en yaratıcı zekalarından olduğu daha sağlığında kabul edilen Einstein, tutkuyla müziğe bağlıydı. Einstein iyi bir kemancıydı. Mozart, Bach ve Schubert en sevdiği bestecilerindendi. Dünyaca ünlü bir fizikçi olduğunda onun için müziğin fizik kadar önemli olduğunu söyleyecekti: “Benim için müzik insanlardan bağımsız olmanın yoludur.”
12 yaşında geleneksel din inancından koptu. Bir yandan da tamamen kişiler üstü belli belirsiz bir kozmik din inancını sürdürür. Daha sonra kendisine bu konu hakkında soru sorulduğunda insanlarla ilgilenen bir Tanrı olmadığına ama tıpkı Spinoza gibi, evrenin bir yaratıcısının olabileceğine inandığını söylemişti.
Albert Einstein ve ikinci eşi Elsa
Einstein, tahtaya bir şeyler yazarken düşünceleri içinde kaybolabiliyordu. Birkaç dakika sonra sanki bir trans halinden çıkmış gibi başka bir şeyden bahsetmeye başlıyordu. Bu durumu şöyle açıklar: “Düşünceler sözel halde oluşmazlar. Hemen hemen kelimelerle hiç düşünmemişimdir. Önce düşünce oluşur, sonra bunu kelimelere dökerim.”
Einstein araştırmaları, bilime katkılarının yanında belki de hayatının en büyük hatasını yapmıştır: Atom Bombası. Elsa 1936 yılında öldükten sonra Einstein’a kardeşi Maja, üvey kızı Margot, sekreteri ve evini idare eden Helen Dukas baktı. 1949’da felç geçirip yatalak olduktan sonra 1955’te öldü.
Einstein öldükten sonra beyninin 1,5 kiloluk sinir dokusu, Dr. Thomas Harvey tarafından 1955 yılındaki otopsi sırasında, dehasıyla ilgili ipuçları bulabilmek amacıyla çıkarılmıştı. Beyninden alınan örnekleri inceleyen nörologlar, ilgi çekici özelliklere rastladılar. Örneğin, düşünce için gerekli sinirleri besleyen gliyal hücre sayısının fazla olduğunu belirlediler. 1999 yılında Kanada, McMaster Üniversitesi’nden uzmanların yaptığı araştırmalarda da, Sylvian fisürünün (yarığı) gelişmiş ve alt parietal lobunun normale göre yüzde 15 daha geniş olduğu tespit edildi. Uzmanlar, gelişmiş Sylvian fisürünün, beyindeki bilgi alışverişini kolaylaştırdığını, parietal lobun ise, matematikle ilgili yeteneği ve uzay-mekan bağlantısı kurma yetisini arttırdığını belirtiyorlar.
Kaynak
Einstein’ın Düşleri – Alan Lightman, Einstein Biyografisi – Michael White & John Gribbin, reitix.com