Menu

Oktay Akbal’ın Eserleri ve Hayatı



28 Ağustos 2015’te kaybettiğimiz değerli edebiyatçımız Oktay Akbal’ın eserlerinden alıntıları derledik.

Türk Edebiyatı’nda öykü, roman, anı, deneme gibi birçok dalda pek çok yapıtlar veren üretken Oktay Akbal, ülkemizin ilk gerçekçi romancılarından Ebubekir Hazım Tepeyran’’ın torunudur. İlk öykü kitabı Önce Ekmekler Bozuldu 1946’da yayımlandı. Savaş yıllarının ezik, tedirgin kent insanının konu edildiği bu öykülerde, kendi yaşam öyküsünden izler, güçlü bir sevgi birikimi, hüzünlü bir duyarlık egemendir.

oktay akbal öyküleri, oktay akbal hayatı, oktay akbal kimdir

“Ben barış günlerinde lise öğrencisiydim. Günün erken saatlerinde kalkmam gerekirdi. Bense her sabah geç uyanırdım. Acele acele kahvaltımı eder, giyinir, sokağa fırlardım. Caddeden gitmek hoştur, insan başkalarını seyreder, tramvayların gidiş gelişlerini görür, vitrinlere bakar, gazetelerin başlıklarına, dergilerin kapaklarına göz atar. Ama ben kestirme olduğu için arka sokaklardan gitmek zorundaydım. Okul zaten uzakta değildi. Büyük kapıdan geçer geçmez kapıcı başını sallardı, zil henüz çalınmıştır, anlardım. Hemen merdivenlerden tırmanıp sınıfa koşardım. Biraz sonra öğretmenimiz cebir dersine başlardı. Günün ilk dersi daima iyi dinlenir, cebir de olsa… Teneffüslerde arkadaşların ellerinde resimli, bol sayfalı dergiler görülürdü. Sinemadan, güzel kızlardan, iyi cins bacaklardan bahseden yazılar okunur, resimlere bakılırdı. Haftanın maçları üzerinde bahse girişilir, Fener’in mi, Galatasaray’ın mı kazanacağı üzerinde tartışılırdı. Neler düşünürdük? Neler hayal ederdik? Tabiî herkesin hayali kendi boyuna boşuna göredir. Bizler lise öğrencileriydik, hayallerimiz vardı elbette. Dünyayı anladığımızı, herşeyi bildiğimizi sanıyorduk. Hele aşk, her zamanki gibi içimizdeydi. Zaten o günler aşkın yeryüzünde saltanat sürdüğü günlerdi. Aşkın gene var olduğunu söyleyenler var, ama yalan. Aşk artık yok. Aşk yeryüzünden kalktı. O, kurşuna dizilen rehineler, üssüne dönmeyen pilotlarla beraber dünyamızdan uzaklaştı.”

(Önce Ekmekler Bozuldu)

Oktay Akbal, Önce Ekmekler Bozuldu kitabı için bakın neler söylemiş:

“Önce Ekmekler Bozuldu, 1946’da yayınlanan ilk kitabım. Annemin sattığı Tophane’deki evin parasıyla bastırmıştım. İki yüz liraya bin beşyüz tane. Her biri altmış kuruş. Kendim dağıtmıştım. Şehzadebaşı’ndaki tütüncü, altmış kuruş fiyatı çok görmüştü. “Kim alır bu paraya?” demişti; yine de hatır için camın önüne koymuştu. Kapağını Fahir Onger çizmişti. Önce Ekmekle Bozuldu daha kalın olabilirdi, ama dergilerde çıkmış başka öyküleri, düzyazı parçalarını kitaba almamıştım. Kendime göre bir seçme yapmıştım. On sekiz, yirmi yaşlarındaki genç bir yazarlık heveslisinin duygusal seslenişleri. Tam altmış yıl önceden… Bilmem günümüz okurlarına bir şeyler duyurabilecek mi? Hiç değilse 40’lı yılların bir belgesel anısı sayılsın isterim. O İkinci Dünya Savaşı’na girdik gireceğiz kuşkuları içinde çırpınan bir İstanbul’da yazmak, yaratmak tutkusuna kendini kaptırmış 18-20 yaşlarındaki bir gencin yaşantıları, düşleri, aşkları, umutları…”

oktay akbal öyküleri, oktay akbal hayatı, oktay akbal kimdir

Salâh Birsel, Orhan Veli, Orhon M. Arıburnu, Fethi Naci, İlhan Arakon, Sabih Şendil, Oktay Akbal, Naim Tirali (soldan sağa)

Akbal’ın öykü ve roman, denemelerine baktığımızda şiirsel bir anlatış, lirik bir temayla karşılaşırız. Toplumsal sorunları anlatırken bile aynı sıcaklıkla kavrar kelimeler cümleler bizleri. Roman ve öykülerinde genel toplumsal sorunlar yanında özellikle insanların ruhsal derinliklerine giren gizemli yaşamlarını, hüzünlerini, hayallerini de işler Oktay Akbal.

“Cevat Çapan’ın hazırladığı Aşk Şiirleri denemesini okurken bu aşk olaylarını anımsadım. Aragon, “Mutlu aşk yoktur” der. Mutlu ya da mutsuz, iki insan birbirlerine bir süre için de olsa, görünmez bir bağla yakınlaşmışsa, yeter! Gerisi önemsizdir. Menderes’i seven kadının sözleri, İSKİ davasının sanığı ve genç eşi, aşk denen gücün varlığını kanıtlıyorlar bizlere…” Ben, bir öykümde aşksız insanları anlatmaya kalkmıştım. Aşksız insanların oluşturduğu bir toplumun mutluluk nedir bilemeyeceğini, aşkın yalnızca bir kadınla bir erkeğin yaşadığı bir yüce duygu olmayacağını… Bir toplumun bireylerinin birbirlerini sevmeleridir aşk. Sait Faik’in “Bir insanı sevmekle başlar her şey” dediği gibi… Aşklar yalnız sevinçlerle değil, acılarla da yüceleşir. Aragon’un yazdığı doğrudur. Acılar, özlemler aşkın tadı tuzudur. Belki de böyle olduğu için eşsizdir, ölümsüzdür:

“Acılara batmamış bir aşk söyle bana
Yıkmamış kıymamış olsun bir aşk, söyle
Bir aşk söyle sararıp soldurmamış ama
İnan ki senden artık değil yurt sevgisi de
Bir aşk yok ki paydos demiş gözyaşlarına
Mutlu aşk yok ki dünyada
Ama şu aşk ikimizin, öyle de olsa.”

(Şarkılarına Kadar Mahzun kitabından – Aşka Saygı)

oktay akbal öyküleri, oktay akbal hayatı, oktay akbal kimdir

2012 yılı Sevgililer Günü’nde Cumhuriyet Gazetesi’ndeki yazısında “14 Şubat geldi geçti. Ben sevdiğime bir şey alamadım. Dedeler gününde yaşadığım için değil, anılarımda sevgilime bir tek gün değil, tüm yaşantımı verdiğim için… Yine de, kutlu olsun sevgililere, sevgi denen gücü gerçekten yaşayanlara, yaşatanlara…” der.

Daha önce yayınladığımız 12 Şairin 12 Şiirine İlham Olmuş Özel Kadınlar yazısında da bahsettiğimiz gibi Özdemir Asaf’ın Lavinia şiirini yazdığı akrabası Mevhibe Hanım’a hayrandır. Hikayelerindeki Hisya odur.

“Fakat ne demek burda bir insanı sevmekle bitiyor her şey. Burda, yani bizim toplumumuzda… Bizim toplumumuzda sevi iyi karşılanmaz nedense. Alışmamışız sevmeye, sevilmeye ondan mı? Sevenin güçsüz olduğuna inandığımızdan mı? Seven açıktır her türlü yumruğa, darbeye. Karşı koymaz da ondan. Hele yakınları, sözde dostları, sözde onu sevenler, sevdiklerini iddia edenler böyle bir seviye katlanamazlar hiç! Neden sevmiştir o dost? Öyle, birdenbire bir sevinin tutkusuna kaptırmıştır kendini! Bir insana, tek bir insana döndürmüştür yönünü, her şeyini! Her şeyi onda bulmuştur. Bunu anlamazlar işte! İlle de kendilerine benzeyecek o seven kişi bir yere gelmişse, tükenmiş olmalı. Bir yaşa, bir noktaya varmışsa, yeni bir aşamaya girişmemeli. Yeni bir atılım yapmamalı. Görevler, ödevler, bağlar, kayıtlar, kuşkular, toplum baskıları hepsi hepsi o sevenin karşısına dikilmeli.

Ama her şey bir insanı sevmekle başlar… Buna inanmalıyız, burda her şey bir insanı sevmekle bitmez, bitmeyecek demeliyiz, bunu gerçekleştirmeliyiz. Yenmeliyiz umutsuzlukları.. Sevi, insanoğluna doğanın en büyük armağanıdır, en güçlü yanıdır, ölmezliğe ulaştıran niteliğidir. Öyleyse her şeye, herkese karşın, seviden yana olacağız. Bir insanı sevmekle başlar, hiçbir şey bitmez, diyeceğiz. Her zaman.”

(İstinye Suları kitabından – Sevgiye Övgü)

oktay akbal öyküleri, oktay akbal hayatı, oktay akbal kimdir

Oktay Akbal, birçok değerli dünya edebiyatı eserini de Türkçe’ye çevirmiştir. Bununla ilgi Akbal şöyle der:

“Gençliğimde pek çok kitap çevirdim. Camus’dan, Sartre’a, Kessel’den, Seminon’a daha başkalarına. Çeviri yapan kişi her şeyden önce kendi dilini en ince ayrıntılarına kadar bilmelidir. Bir Latin atasözü “Çevirici bir haindir” der. Özellikle şiir çevirileri apayrı bir nitelik ister, çevirenin şair olmasını.”

Şiir niçin yazılır? Kişi durup dururken şair olmaya niye kalkar? Bir iç itiliş midir, bir duygunun başkaldırışı mıdır? Hep sormuşumdur. “İçimizde hiç şiir yazmayan var mı? diye!…Toplantılarda özel karşılamalarda, utana sıkıla da olsa el kaldırmayanı yoktur. Herkes şiir yazmıştır. Şiir sandığı dizeleri karalamıştır. Şiir bir gerçeklikten doğmaz, ille de bir amacı, bir ereği olsun diyemeyiz. Öylesi de var elbet. Ama çoğu kişi,özellikle gerçek bir şair istediğini yazar. Ne demiş Pasnernak “Bize yol göster…” diyenlere : Ben yol mol göstermem. Şair yağmurda yaprakların sesini duyuran bir rüzgar gibidir.”

(Kanatlı Sözler Uçar Mı?)

Oktay Akbal’ın Garipler Sokağı 1950 TDK Roman Ödülü, Suçumuz İnsan Olmak 1958 TDK Roman Ödülü, Berber Aynası 1959 Sait Faik Hikaye Armağanı, Senin Adın Aşk 1993 Sedat Simavi Ödülü, 2000 yılında Oktay Akbal’’ın tüm romanları Orhan Kemal Roman Ödülü almıştır.

oktay akbal öyküleri, oktay akbal hayatı, oktay akbal kimdir

“Garipler Sokağı iki mezarlık arasında tozlu, çamurlu yollarlarla uzanan bir sokaktır. Burda her meslekten insan vardır. Manav, kasap, kunduracı, arabacı, memur, ustabaşı, amele, işçi kız, dul, ihtiyar, çocuk… Burda herkes sabahın erken saatlerinde işine gider akşam olunca ellerinde yiyecek poşetleriyle evlerine dönerler. Gündüzleri gürültü, patırtı eksik olmaz. Kadın dedikoduları, çocuk sesleri birbirine karışır. Her evde bir zanaat erbabı yetişmiştir. Kadın, erkek, çocuk herkes elleriyle bir şeyler yapmasını bilir. Akşamları işten dönenler sokak ortasındaki kahvede buluşur. Bu sokakta kavga hiç eksik olmaz. Kavgalar tatlılıkla bastırılınca sokak tenhalaşır. Sokağın ortasındaki kahvede iyi günlerde sandalyeler sokağı boydan boya kaplar. Tavla, iskambil, domino, kumar oynanır, bol bol küfürler edilir.”

(Garipler Sokağı)

Oktay Akbal, kendi yaşam deneyimlerinden, çocukluk anılarından yola çıkan, küçük kent insanını da göz ardı etmeyen duygulu öyküler yazmıştır. Bunlar toplumsal olaylarla ilgili gözlemlere değil, anılara ya da düşlere dayalı, içe dönük hikayelerdir. Akbal hikayeleri, Behçet Necatigil’in deyişiyle “Konulu hikâyeler değil de, belli konular çevresinde oluşan anılar toplamıdır.”

“Sadako Sasaki… Hiroşimalı binlerce küçük kızdan biri. 1945’te iki yaşındaymış. Yaralanmamış, hastalanmamış. Okuluna gidiyormuş güzel güzel. Yıllar geçmiş, Sadako, kentinin her gün biraz daha düzeldiğini, yeni yapılar yapıldığını görmüş. On iki yaşındayken birden hastalanmış. Radyasyonun vucutta yarattığı onulmaz bir hastalıkmış bu. Doktorlar, uzmanlar incelemişler, kurtuluş olmadığını anlamışlar. On ikisindeki Sadako ölecek!… Kendi de biliyor bunu! Ama bir Japon geleneğine göre kağıttan bir turna kuşu yapan kişinin dileği muhakkak gerçekleşir! Sadako’ya oyalanması için bu inancı veriyor çevresi. Mektuplar alıyor bu konuda. Sadako, hasta yatağında başlıyor kağıttan turnalar yapmaya.”

(Hiroşimalar Olmasın)

oktay akbal öyküleri, oktay akbal hayatı, oktay akbal kimdir

“Birden kendimi, doğma büyüme İstanbullu olarak, bu kentte, bu sevdiğim kente yabancı duyuverdim… İstanbul köylüsü olduk hepimiz, eski İstanbullular! Bir avuçtuk bir zamanlar, tramvayların İstanbul’unda, taksilerin sayılı olduğu, insanların birbirine yabancılık duymadığı bir kentte yaşardık… Sonra İkinci Dünya Savaşı yılları… Anadolu’dan İstanbul’a kopup gelenler. Hacı ağaları ile, yoksulları ile… Anadolu İstanbul’u ele geçirmişti. İster beğenelim, ister beğenmeyelim, buydu gerçek.”

(Akşam Kuşları kitabından – İstanbul Köylüsü)

Kaynak
Ahmet Rodoplu, Turkisch Students


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir