Ünlü İrlandalı yazar Samuel Beckett’ın hayatını, kitaplarını, kitaplarından alıntıları ve sözlerini derledik.
Martin Esslin’in Absürt Tiyatro olarak adlandırdığı akımın en önemli yazarı olarak da bilinen İrlandalı yazar Samuel Beckett, kendi sözcüklerinin ağırlığında bir yazardı, eserlerinde hayatın anlamsızlığını, gülünçlüğünü tarif etmeye çabalamış, sessiz, takıntılı ve yalnız bir kişilikti.
“…Evdekiler benim mutlu olmam için ellerinden geleni yaptılar. Ne yazık ki mutluluk yeteneğim yoktu. Bazen yalnız hissederdim kendimi, durup dururken sıkılırdım…”
Samuel Beckett, bu dünyanın anlamının peşinden koşmuşlardan biri. Ama o şöyle diyor: “Bu dünyanın anlamı olduğu aslında bizim bir kuruntumuz. Biz bu dünyanın, bu dünya üzerinde yaşayan bizim yaşamlarımızın bir anlamı olduğunu varsayıyoruz, ama aslında böyle bir anlam yok. Bu anlam arayışı bizim dünya üzerinde kendi varoluşumuzu anlamlı kılma çabalarımızın bir uzantısı. Biz böyle bir anlamı bulmaya zorunluyuz, yoksa anlamsız olduğunu kabul edersek her şeyin, bu saçma varoluş durumuna katlanamayız, yaşam bizim için bir cehennem halini alır, nitekim de bu yakıcı sorunun peşine düşenlerin yaşamları bunaltıcı bir cehennemdir.”
Beckett, iflah olmaz hiçlik duygusuna karşın, “Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil.” diyebilen biri. İkinci Dünya Savaşı’nda Fransızların Nazilere karşı örgütlediği direnişe destek verecek kadar eylemci ve mücadeleci bir kişiliğe de sahipti.
Karısı Suzanne Dechevaux-Dumesnil
Beckett’ın yoğun bir kara mizahla beslenmiş olan yapıtları, insan deneyiminin ve insan bilincinin işleyişinin paha biçilmez belgeleridir. Yazın yaşamını esasen üç aşamada incelemek mümkündür. İlk dönemde İrlandalı yazar James Joyce ile tanışması neticesinde Joyce’un eserlerindeki etkisi büyüktür. Bu dönem yazdığı öykü kitabı Aşksız İlişkiler ve ilk romanı Murphy, Joyce esintileri taşımaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki ikinci dönemde, sanatının öznel olması ve tamamıyla kendi iç dünyasından kaynaklanması gerektiğini düşünmeye başlayan Beckett, en bilinen eserlerini üretmeye başlayacaktır: Molloy, Malone Ölüyor, Adlandırılamayan. Son dönemde ise Beckett, 1950’lerdeki eserlerinde de belirgin olan yoğunluğa daha da fazla yöneldi ve bu durum minimalist olarak anılmasına sebep oldu.
1. Sıradan Kadınlar Düşü
Sıradan Kadınlar Düşü’nde kitabın kahramanı Belacqua ile Beckett arasında paralellik kurmak mümkün. Bu nedenle, Sıradan Kadınlar Düşü, otobiyografik bir romandır. Beckett, roman kahramanı Belacqua’yı ve onun kadınlarla olan ilişkisini anlatır. Beckett sık sık konudan uzaklaşır, öyle ki artık anlatılan Belacqua mı, yoksa yalnızca yazarın konuşması veya bilinç akışı mı, bilinemez. Beckett’in bu ilk romanı yazıldığı yıl (1932) basılmaz, kusursuz ama neticede uygunsuz denilir. O yıllarda Beckett Dublin Üniversitesi’ndeki işinden istifa edip Paris’e gelmiştir ve Sıradan Kadınlar Düşü yazarının ölümünden üç yıl (1992) sonra basılabilir.
“Ve öylece, bedenin büyük durgunluğu içinde, o yaz akşamı yeşil adacıkta ruhunu ilk kez menteşelerinden kopardığında, bacakları ve yiyecek bir şeyi de olmadan üzgün ve dingindi, bir ağaç gibi sessiz, bir sessizlik sütunu. Pinus puella quondam fuit. Alas fuit! O, her zaman var olmasını sağlardı, mest olmuş halde, bir ozanın ruhu gibi, gölge düşürmeden, kendisi bir gölgeye dönüşüp…”
2. Aşksız İlişkiler
1933 Samuel Beckett’ın hayatında kötü bir yıldı. 3 Mayıs’ta, boynundaki bir kistin alınması için ameliyat geçirirken, kuzeni ve ilk gerçek aşkı Peggy Sinclair Almanya’da 22 yaşında veremden ölür. O, Sıradan Kadınlar Düşü kitabındaki Smeraldina-Rima karakteridir. Kısa bir süre sonra babası Bill Beckett kalp krizi geçirerek 62’sinde hayata gözlerini yumar. Aşksız İlişkiler, yazarın böylesi zor bir dönemine aittir. 1934 yılında basılmış kısa öykülerden oluşan kitabıdır. Kitapta yazarın daha önce yazdığı ancak yayınlatamadığı Sıradan Kadınlar Düşü kitabından alıntılar da vardır.
“Belacqua iyice dinlenmiş olarak uyandı, yeni bir günle savaşmaya hazırdı. Gençlik yıllarında okuduğu Hardy’nin Tess’inde bir tümcenin altını çizmişti: Acılar artık düşünülmez olduğunda uyku vakti gelmiştir. Hayret! Kısa bir süre şarkı söyledi, birasından içti, bir gözyaşı damlası süzüldü gözlerinden, rahatlattı kendini. Yaşam böyle işte.”
“Başıboş dolaşarak geçirilen yıllar bir uyuma ve bir unutuştur, gururlu bir ölü nokta.”
3. Murphy
Kitap, anlatıcının fahişe olan metresine duyduğu arzularını bastırma çabalarını ve aklın karanlığına mutlak kaçış arzusunu anlatıyordu. Bu gerilim, anlatıcının bir gaz patlaması sonucu atomlarına ayrılmasıyla çözülüyordu. Murphy bir anti-kahramandır. Belli bir eğilimden geçmiş olan Murphy yalnız ve edilgendir. İşsizdir, tek mutluluğu sallanan bir koltuğa kendini çırılçıplak bağlamak, iç dünyasına çekilip orada yolculuklara çıkmaktır. Sevgilisi Celia bir fahişedir. Bedensel bir aşkla sevildiği ve dış dünyaya ait olduğu için Murphy’nin reddetmek istediği bir kadındır. Murphy, peşini bırakmayan dış dünyadan kaçarken, sığındığı akıl hastaları tarafından dışlanır. Yapıtın trajikomik öyküsü bu çelişki etrafında gelişir.
“Böylece Murphy kendini bir beden ve bir us olarak ikiye bölünmüş hissediyordu. Görünürde bir iletişim vardı aralarında, yoksa ortak bir şeye sahip olduklarını nasıl bilebilirdi. Ama usunu bedeninden soyutlanmış hissediyordu ve ne iletişimin hangi yoldan sağlandığını ne de iki deneyimin nasıl olup da birbirlerinin alanlarına taştığını anlayabiliyordu. İkisin de birbirinden bağımsız olduğuna inanıyordu.”
“Sonuçta karşılaşılan yalnızca sessizliktir, kötü gizlenen ve kötü ifade edilen şey arasındaki, beceriksizce söylenen yalan ile zorunlu yalan arasındaki şu kırılgan ayrım.”
4. Watt
Watt, Beckett’in II.Dünya Savaşı sırasında Roussillon’da saklanırken yazdığı bir romandır. Bu roman savaşa ilişkin bir şey içermez, daha az coşkulu bir üsluba sahiptir. Romanda, insan hareketleri, matematiksel permütasyon gibi kurgulanmıştır. Gülmeyi bile bilmeyen bir adam olan Watt, sessiz sinema komikleri gibi yürümektedir. Yaşamdaki her şeye bir de kendisi ad verdiği için, en sıradan işler için bile, örneğin köpeğe yemek verilmesi gibi bir iş için zihninde olası bütün biçimleri gözden geçirip en akla uygun biçimde, yeniden kurması gerekmektedir. Beckett, Watt’ta insan zihninin saçmalığını acımasızca teşhir etmektedir.
“Hayır, bütün bu şeyler, bazı şeylerin hiçbir anlam taşımamayı sürdürdükleri gibi hiçbir anlam taşımasalar, yani sonuna dek anlamsızlıkta direnseler, asla söz edemezdi bunlardan. Çünkü hiçten söz etmenin tek yolu ondan sanki bir şeymişçesine söz etmektir; aynen Tanrı’dan söz edebilmenin tek yolunun ondan sanki bir insanmışçasına söz etmek olduğu gibi bir bakıma, bir süre için öyledir elbette ve bizim insan bilimcilerimizin bile ayırdına vardıkları gibi, bir insandan söz edebilmenin tek yolu da ondan sanki bir beyaz karıncaymışçasına söz etmektir.”
5. Malloy
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Beckett kısa bir süre Normandiya’daki St. Lo kasabasına yerleşip İrlanda Kızılhaçı’nda görev yaptı. İşte o dönemde 1946-1949 arasında, 1950’lerin başlarında basılacak olan roman üçlemesini kaleme aldı: Molloy, Malone Ölüyor ve Adlandırılamayan.
Bu romanlar Fransızca olarak yazılmış ve hemen ardından önemli değişikliklerle İngilizce’ye çevrilmişlerdi. Molloy, koltuk değnekleriyle kent dışında bir çukurun dibinde fiziksel çöküşünün tamamlanmasını beklerken modern insanın metafizik serüvenini dile getirir. Bu üçlemede yarı-deli, ağır fiziksel çöküşler yaşayan ve hareket etme yetileri kısıtlanmış erkek karakterlerin ölümü beklerken gün doldurmak için sayıkladıkları monologlardan ibarettir. Söz konusu karakterler toplumun dışında yaşayan, ruhsal ve bedensel açıdan sakatlanmış, fiziki dünyaya bazen zar zor sürebildikleri bir bisiklet, bazen uzun bir sopa, bazen de sallanan sandalyeyle tutunan kişilerdir. Edebiyat eleştirmenlerince Beckett’in sanatının doruk noktası kabul edilir Malloy, Malone Ölüyor ve Adlandırılamayan.
“Ve örtünün üstündeki ellerim, daha şimdiden buruşmaya başlamış ellerime bakıyorum, benim değil artık onlar, kolum yok benim, bir çift bu, örtüyle oynuyorlar, belki de aşk oyunları bunlar, belki birbirlerinin üstüne çıkacaklar. Ama çok sürmüyor bu, yavaş yavaş kendime çekiyorum onları, oh direniş başlıyor. Kimi zaman, ayaklarım için de aynı şey oluyor, onları, biri parmaksız, biri parmaklı halde yatağın ucunda gördüğüm zaman. Ve bu, ayrıca üstünde durulmaya değer bir noktadır. Çünkü bacaklarım, az önceki kollarımın yerini tutan bacaklarım, şimdi, kaskatı ve son derece duyarlıdır ve onları, hani bir bakıma kazasız belasız duran kollarım gibi unutamamalıydım. Bununla birlikte unutuyorum ve benden uzakta, birbirlerini gözleyen çifte bakıyorum. Ama ayaklarımı, böyle oldukları zaman kendime çekmiyorum, çünkü yapamam bunu, onlar, benden uzakta, gerçi az öncekine oranla daha uzakta, ama yine de uzakta, öylece kalakalıyorlar.”
6. Malone Ölüyor
Kitap ilk olarak 1951’de Fransa’da Malone Meurt ismiyle yayınlanmıştır. Yaşlı ve felçli olan Malone, ölüme, bedeninin karar vermesini beklerken yaşamdan elinde kalan tek gücü kullanır. Kendi kendine anlattığı gerçekle düş arası öykülerle, ölüme gidişinde bilincini, bedeninin çöküşüne tanık kılar.
“Bu arada kendime öyküler anlatacağım, becerebilirsem. Eski öykülerin benzeri olmayacak bunlar, işte böyle. Güzel de olmayacak bu öyküler, çirkin de, gösterişsiz olacaklar, çirkinlik de güzellik de heyecan da taşımayacaklar artık, bu öykünün anlatıcısı gibi yaşamdan yoksun olacaklar. Ne dedim ben? Önemi yok bunun. Bana büyük haz vereceklerini umuyorum bu öykülerin, belli bir haz vereceğini. Haz duyuyorum. İşte bu, yeterince şeye sahibim, alacağım ödeniyor, hiçbir şeye gereksinimim yok. Bu arada şunu söylememe izin verin, hiç kimseyi bağışlamıyorum. Onların hepsine rezil bir yaşam, sonra da cehennem ateşi ve dondurucu soğuklar diliyorum, bir de geleceğin iğrenç kuşakları arasında saygın bir ad. Bu akşamlık bu kadar.”
7. Adlandırılamayan
Beckett’in Molloy ve Malone Ölüyor ile başlayan üçlemesinin son kitabı olan Adlandırılamayan, isimsiz ve hareketsiz bir başkahramanın monoloğundan ibaretti. Somut bir konu ve mekan yoktur. Diğer karakterlerin Mahood ve Worm gerçekten var olan farklı kişiler mi yoksa anlatıcının farklı yüzleri mi oldukları tartışmalıdır. Çok uzun kesintisiz cümlelerden oluşan roman sonuna kadar umutsuz bir havada ilerler.
“Her şey sonunda nasıl da düzeliyor; sabrın sonu selamet demişler, zaman her derdin ilacı bu düzelmenin nedenlerinden biri de dünyayı artık dönmez, zamanı artık geçmez kılan, acıları sona erdiren dönüp duran şu dünya, hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey anlamadan yalnızca beklemeniz gerekiyor, bir şey yapmak bir işe yaramıyor, elinize bir şey geçmiyor, her şey düzeliyor, hiçbir şey düzelmiyor, hiçbir şey asla bitmeyecek, bu ses asla susmayacak, burada yalnızım, ilk ve son kişiyim, kimseye acı çektirmedim, kimsenin acılarına bir son vermedim, kimse gelip benim acılarıma son vermeyecek, hiçbir zaman gitmeyecek onlar, yerimden kımıldamayacağım hiçbir zaman, huzur nedir bilmeyeceğim hiçbir zaman.”
8. Godot’yu Beklerken
Beckett’e asıl ün getiren 1949’da yazdığı ve 1954’te yayımlanan Godot’yu Beklerken oldu. Birbirlerine Gogo ve Didi diye seslenen Vladimir ve Estragon adında iki avare, kırlarda bir yol üzerinde yapraksız bir ağacın dibinde buluşurlar. Adı İngilizce God’ı (Tanrı) ya da Charlie Chaplin’in Fransızca’daki lakabı Charlot’u anımsatan Godot’nun gelmesini beklemektedirler. Godot gelmeye söz vermiştir. New York Times’a verdiği röportajlara bakılırsa absürd tiyatronun bu baş yapıtı, Beckett ile SuzanneDechevaux-Dumesnil’in (karısı) Roussilon’da yaptığı sohbetlere dayanıyordu.
“Boş konuşmalarla zamanımızı harcamayalım! (Bir an, şiddetle) Fırsat varken bir şeyler yapalım! Her gün birilerinin bize ihtiyacı olmuyor. Aslında özellikle bize ihtiyaç duymuyorlar. Başkaları da daha iyi olmasa bile, aynı derecede bizim yaptıklarımızı yapabilirlerdi. Kulaklarımızda çınlayan şu yardım çığlıkları bütün insanlığa yöneltilmiş! Ama burada, zamanın bu anında, istesek de istemesek de bütün insanlık biziz. Çok geç olmadan bundan yararlanalım! Zalimce bir alın yazısının bize layık gördüğü iğrenç güruhu hakkıyla temsil edelim! Ne dersin? (Estragon hiçbir şey söylemez) Kollarımızı kavuşturup yardım etmenin iyi ve kötü yanlarını hesaplarken cinsimize kötülük etmediğimiz doğru. Kaplan hiç düşünmeden hemcinsinin yardımına koşar ya da çalılıkların kuytularına siner. Ama sorun bu değil. Sorun burada ne yaptığımız. Ve cevabı bildiğimiz için mutluyuz. Evet, bu uçsuz bucaksız karmaşada kesin olan tek bir şey var. Godot’nun gelmesini bekliyoruz. Ya da gecenin çökmesini.”
Merhaba yaşayan en iyi sair ve kadın yazarlardan ols özle ayse çiçek içinde sizden bir yazı bekliyorum