UNESCO, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’dür ve 1946 yılında kurulmuştur. Görevi örgüte üye olan ülkelerde eğitim, bilim ve kültür alanında çalışmalar yürütmektedir. Bu çalışmalar içerisinden bizim en çok duyduğumuz ülkemizde de 2014 yılı itibariyle artık 13 adet olan tarihi mirasları koruma altına alma faaliyetidir.
Zaman zaman duyduğumuz gibi maalesef ülkemizdeki tarihi eserler, gelecek yıllarda yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. En önemlisi de kültürel ve doğal mirasa yönelik tahribatın sadece doğal bozulmadan kaynaklanmayıp, değişen sosyal ve ekonomik koşullar ile daha da tehlikeli boyutlara ulaşıyor olmasıdır.
Tarihi değerlerimizi, yok olma riski altında olma nedenlerini ve 2014 yılında eklenen 2 yeni tarihi mirasımızı inceleyelim.
1. İstanbul’un Tarihi Alanları (1985)
M.Ö. 7. yy.da kurulan İstanbul’un, kuzeyde Haliç, doğuda İstanbul Boğazı ve güneyde Marmara Denizi ile çevrili kısmı günümüzde “Tarihi Yarımada” olarak anılmaktadır. Yüzyıllarca farklı kültürlere, uygarlıklara ve imparatorluklara başkentlik yapmış eski bir şehir dokusuna sahip olması sebebiyle UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilmiştir.
Tarihi Yarımada UNESCO Dünya Miras Listesi’ne 4 ana bölüm olarak dahil edilmiştir. Bunlar, Hipodrom, Ayasofya, Aya İrini, Küçük Ayasofya Camisi ve Topkapı Sarayı’nı içine alan Arkeolojik Park, Süleymaniye Camisi ve çevresini içine alan Süleymaniye Koruma Alanı, Zeyrek Camisi ve çevresini içine alan Zeyrek Koruma Alanı ve Tarihi Surlar Koruma Alanı’nıdır.
Kaçak inşaatlar, uygulanamayan koruma projeleri, bayındırlık kapsamındaki tarihe ve kültüre saygı duymayan girişimler, trafik ve kirlilik yüzyıllardır sadece boğazın değil bağladığı kıtaların da incisi olan yarımadayı tehdit etmektedir.
2. Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası (Sivas) (1985)
Divriği ve civarında en erken yerleşim Hititler Dönemi’ne kadar uzanmaktadır. Yöre, Mengücekoğullarının yönetimi altında olduğu dönemde Ahmet Şah ve eşi Turan Melek tarafından cami ile birlikte 13.yy.da yaptırılmıştır. İslam mimarisinin bu başyapıtı iki kubbeli türbeye sahip bir cami ve ona bitişik bir hastaneden oluşmaktadır. Yapılar, mimari özellikleri ile özgün bir başyapıt oluşunun yanı sıra, sergilediği zengin Anadolu geleneksel taş işçiliği örnekleri sebebiyle UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilmiştir.
Yıllar boyunca önemli bir güvenlik önlemi alınmaması sebebiyle avize, şamdan, halı gibi taşınabilir parçaları birer birer çalınmıştır. Çatlak onarımı gibi bazı ufak tadilat işlemleri yapılmıştır, ancak kalıcı ve kapsamlı bir proje ile müdahale edilmemiştir.
3. Göreme Milli Parkı ve Kapadokya (Nevşehir) (1985)
Kuzeyde Kızılırmak, doğuda Yeşilhisar, güneyde Hasan ve Melendiz Dağları, batıda Aksaray ve kuzeybatıda Kırşehir ile sınırlanan Kapadokya bölgesi Kalkolitik Dönemden beri devamlı yerleşim alanı olmuştur. Alanın en önemli özelliği, Erciyes Dağı ve Hasan Dağı tüflerinin, rüzgar ve su aşındırması sonucunda oluşan olağanüstü kaya şekilleri ve kışın ılık, yazın serin olan ve bu nedenle her mevsim için uygun iç iklim koşulları taşıyan kayaya oyma mekanlardır.
Göreme, özellikle 7-13. yüzyıllar arasında baskılardan kaçan Hıristiyanların yerleşmesiyle Hristiyanlığın önemli bir merkezi haline gelmiştir. UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan alanlar içinde, Göreme Milli Parkı, Derinkuyu ve Kaymaklı Yeraltı Şehirleri, Karain Güvercinlikleri, Karlık Kilisesi, Yeşilöz Theodoro Kilisesi ve Soğanlı Arkeolojik Alanı yer almaktadır.
4. Hattuşaş (Boğazköy) – Hitit Başkenti (Çorum) (1986)
Hattuşaş (Çorum, Boğazköy), Hitit İmparatorluğunun başkenti olarak Anadolu’da yüzyıllar boyu çok önemli bir merkez olmuştur. M.Ö. 1700’lerde Kuşşara şehrinin kralı Anitta tarafından alınan Hattuşaş, yine Anitta tarafından yıkılmıştır. Yazılı kayıtlarda Anitta ilk Hitit kralıdır. Yaklaşık yüzyıl kadar sonra şehir, I. Hattuşili tarafından tekrar kurularak 400 yıldan uzun bir süre hüküm sürecek olan bir uygarlığın başkenti haline getirilmiştir.
Yapılan kazılarda 5 farklı kültür katmanı ortaya çıkmıştır. Bu katmanlarda Hatti, Asur, Hitit, Frig, Galat, Roma ve Bizans dönemlerine ait kalıntılar bulunmuştur. Günümüzde görülebilen ve büyük çoğunluğu Büyük Kral IV. Tudhaliya dönemine ait olan kalıntılar arasında tapınaklar, kraliyet konutları ve surlar bulunmaktadır. Hitit uygarlığının başkenti olması sebebiyle UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilmiştir.
5. Nemrut Dağı (Adıyaman) (1987)
Adıyaman’ın Kahta İlçesi’nde 2150 metre yüksekliğindeki Nemrut Dağı yamaçlarında hükümdarlık yapmış olan Kommagene Kralı I. Antiochos’un tanrılara ve atalarına minnettarlığını göstermek için yaptırdığı mezarı, anıtsal heykelleri ve benzersiz manzarası ile Helenistik Dönemin en görkemli kalıntılarından birisidir.
Anıtsal heykeller doğu, batı ve kuzey teraslarına yayılmıştır. Doğu terası kutsal merkezdir ve bu nedenle en önemli heykel ve mimari kalıntılar burada bulunmaktadır. Yunan ve Pers kültürüne ait eşi bulunmaz heykellerdir. İnsanoğlunun kültürel – tarihsel sürecine ve yaratıcığılına tanıklık eden özgün bir başyapıt niteliğinde olması sebebiyle UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilmiştir.
Doğa şartlarına iki bin yıldır dayanan 8-10 meterlik heykellerde artık çatlaklar ve ayrılmalar oluşmaya başlamıştır.
6. Xanthos-Letoon (Antalya – Muğla) (1988)
Fethiye’ye 46 km. uzaklıkta, Kınık köyü yakınlarında bulunan Xanthos, Antik Çağda Likya’nın en büyük idari merkezi idi. M.Ö. 545’te Perslerin egemenliğine girene kadar bağımsız olan kent, bundan yaklaşık olarak yüzyıl kadar sonra tamamıyla yanmıştır. Bu yangından sonra şehir tekrar inşa edilmiş, hatta M.Ö. II. yy.da Likya Birliğinin başkenti olma görevini üstlenmiştir.
Xanthos’a 4 km. uzaklıkta bulunan Letoon, Antik Çağda Likya’nın dini merkezi konumundaydı. Bu kutsal alanda Leto, Apollon ve Artemis tapınakları ile birlikte, bir manastır, bir çeşme ve Roma Tiyatrosu kalıntıları bulunmaktadır. Artemis ve Apollo’nun annesi Leto’ya adanmış olan en büyük tapınak, batıda bulunan ve peripteros tarzında yapılmış Leto Tapınağıdır ve 30.25 m’ye 15.75 m. büyüklüğündedir. Yerleşen her uygarlığın inşa ettirdiği yapılarda Likya gelenekleri, Helenistik ve Roma dönemi etkilerini göstermesi sebebiyle bu merkezler 1988 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınmıştır.
7. Pamukkale-Hierapolis (Denizli) (1988)
Çaldağı’nın güney eteklerinden gelen kalsiyum oksit içeren suların oluşturduğu görkemli beyaz travertenler ve geç Helenistik ve erken Hıristiyanlık dönemlerine ait kalıntılar içeren Hierapolis arkeolojik kenti, antik çağlardan bugüne kadar ulaşan en çarpıcı merkezlerden biridir. Denizli’ye 2 km. uzaklıkta bulunan bu alan, ayrıca çok çeşitli rahatsızlıklara iyi geldiğine inanılan şifalı suları ile de ünlüdür.
Antik kentin M.Ö. II. yüzyılda Bergama krallarından II. Eumenes tarafından kurulduğu, adını ise Bergama’nın kurucusu Telephos’un eşi Heira’dan aldığı sanılmaktadır. Eski kaynaklara göre metal ve taş işlemeciliği, dokuma kumaşları ile ünlü olan kent, Büyük Konstantin döneminde Frigya bölgesinin başkentliğini yapmış, Bizans döneminde Piskoposluk merkezi olmuştur.
Olağanüstü nitelikte ve güzellikteki doğal oluşumu ve kültürel-tarihsel açıdan son derece önemli ve özgün nitelikler içeren bir arkeolojik dokuya sahip olması sebebiyle alan UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer almaktadır.
8. Safranbolu Şehri (Karabük) (1994)
Karadeniz kıyılarını, Batı, Kuzey ve Orta Anadolu’ya bağlayan yol üzerinde yer alan tarihi Safranbolu Şehri, coğrafi konumu nedeniyle çok eski devirlerden beri yerleşim görmektedir. 14. yy.ın başlarından bu yana Türklerin hakimiyetinde olan Safranbolu, özellikle 18. yüzyılda Asya ve Avrupa arasındaki ticaretin önemli bir merkezi olmuştur.
Türk kentsel tarihinin bozulmamış bir örneği olan bu şehir, geleneksel şehir dokusu, ahşap yığma evleri ve anıtsal yapılarıyla bütünü sit ilan edilmiş ender kentlerden biridir. İnsanoğlunun kültürel – tarihsel sürecine ve yaratıcılığına tanıklık eden özgün bir başyapıt niteliğinde olması sebebiyle UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilmiştir.
9. Truva Antik Kenti (Çanakkale) (1988)
Truva, dünyadaki en ünlü antik kentlerden birisidir. Truva’da görülen 9 katman, kesintisiz olarak 3000 yıldan fazla bir zamanı göstermekte ve Anadolu, Ege ve Balkanların buluştuğu bu benzersiz coğrafyada yerleşmiş olan uygarlıkları izlememizi sağlamaktadır.
Truva’daki en erken yerleşim katı M.Ö. 3000-2500 ile erken Bronz Çağı’na tarihlenmektedir, daha sonra sürekli yerleşim gören Truva katmanları M.Ö. 85 – M.S. 8. yüzyıla tarihlenen Roma Dönemi ile sona ermektedir. Truva, bulunduğu coğrafi konum nedeniyle burada hüküm süren uygarlıkların diğer bölgelerle ticari ve kültürel bağlantıları açısından daima çok önemli bir rol üstlenmiştir.
Homeros tarafından yazılan İlyada destanında tasvir edilen Truva ile kazı bulguları arasında şaşırtıcı benzerlikler bulunmuştur. Bu durum Truva savaşlarının gerçekten yaşandığına dair bir ispat olmuştur.
10. Edirne Selimiye Camii ve Külliyesi (Edirne) (2011)
İstanbul’un fethinden önce Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olan Edirne’nin en önemli anıtsal eseri olan ve şehrin siluetini taçlandıran Selimiye Camii ve Külliyesi, 16. yy.’da Sultan II. Selim adına yaptırılmıştır. Teknik mükemmelliği, boyutları ve estetik değerleriyle döneminin ve sonraki zamanların en muhteşem eseri olan Camii ve Külliye, Osmanlı mimarlarından en önemlisi Sinan’ın Ustalık Dönemi eseri, mimarlık sanatının en görkemli örneklerinden biri ve insanın yaratıcı dehasının bir başyapıtı olarak kabul edilmesi sebebiyle UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilmiştir.
İnce ve zarif 4 minareye sahip büyük kubbesiyle görkemli Camii, iç tasarımında kullanılan ve döneminin en iyi örnekleri olan taş, mermer, ahşap, sedef ve özellikle çini motifleri ve ince işçilikleri ile kubbe ve kemerlerindeki kalem işleri, mermer döşemeli avlusu ve yapıyla bağlantılı el yazması kütüphanesi, eğitim kurumları, dış avlusu ve arastası ile bir sanat türünün zirvesini temsil etmektedir.
11. Çatalhöyük Neolitik Kenti (Konya) (2012)
İnsanlığın gelişiminde önemli bir evre olan yerleşik toplumsal hayata geçişle birlikte, tarımın başlangıcı ve avcılık gibi önemli sosyal değişim ve gelişmelere tanıklık eden Çatalhöyük Neolitik Kenti, Güney Anadolu Platosu’nda yaklaşık 14 ha.lık bir alan üzerinde yer almaktadır. İki höyükten oluşan Çatalhöyük Neolitik Kenti’nin daha uzun olan Doğu Höyüğü, M.Ö. 7400 ve 6200 yılları arasına tarihlenen 18 Neolitik yerleşim katmanından oluşmaktadır. Söz konusu katmanlarda, yerleşik hayata geçişi ve sosyal örgütlenmeyi simgeleyen duvar resimleri, heykeller, rölyefler ve diğer sanatsal öğeler yer almaktadır. Bu özellikleriyle Çatalhöyük, aynı coğrafyada 2000 yıldan fazla bir süredir var olan köylerden kentsel hayata geçişin de önemli bir kanıtıdır.
Çatalhöyük’teki içlerine çatılardan girilen birbirine bitişik evler ile sokağı olmayan yerleşim farklı bir özellik sergilemektedir. Ortadoğu ve Anadolu’da diğer Neolitik alanlar bulunmuş olmasına rağmen, Çatalhöyük Neolitik Kenti, yaşayan toplumun yoğunluğu, kalıntıların boyutu, güçlü sanatsal ve kültürel gelenekler ve zaman içindeki sürekliliğin benzersiz bileşimi ile olağanüstü evrensel değer taşımaktadır. Bu sebeple UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilmiştir.
12. Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı (İzmir) (2014)
Helenistik, Roma, Doğu Roma ve Osmanlı Dönemlerine ait katmanları içerisinde barındıran Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı, Kibele Kutsal Alanı, Pergamon (çok katmanlı kent), Tavşan Tepe, İlyas Tepe, Yığma Tepe, İkili, X Tepe, A Tepe ve Maltepe Tümülüsleri olmak üzere dokuz bileşenden oluşmaktadır.
Kale Dağı’nın tepesindeki antik Pergamon yerleşimi anıtsal mimarisiyle Helenistik dönem şehir planlamacılığının en iyi örneğini temsil etmektedir. Athena Tapınağı, Trajan Tapınağı, Helenistik dönemin en dik tiyatro yapısı, kütüphane, Dionysos Tapınağı, Zeus Sunağı, Heroon, agora ve gymnasion yapıları bu planlama sisteminin ve dönem mimarisinin en seçkin örnekleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Helenistik Bergama Krallığının başkenti olan kent, önemli bir eğitim merkeziydi. Daha sonra Roma İmparatorluğu’nun Asya Eyaleti başkenti olan Bergama, döneminin en önemli sağlık merkezlerinden Asklepion’a ev sahipliği yapmıştır. Çevresindeki kültürel peyzaj ile birlikte Helenistik ve Roma Dönemlerine ait pek çok istisnai örneği içerisinde barındıran kent, özellikle Roma ve Doğu Roma dönemlerine ait katmanlar üzerinde yayılmış olan Osmanlı dönemi mimarisine ait pek çok cami, hamam, han ve ticari merkez ile de önemini korumuştur. Saydığımız bu özellikleri sebebiyle Kültürel Peyzaj kategorisinde UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilmiştir.
13. Bursa ve Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğunun Doğuşu (2014)
Dünya Miras Komitesinin 38. Dönem Toplantısında Kültürel kategoride Dünya Miras Listesine alınan “Bursa ve Cumalıkızık: Osmanlı İmparatorluğunun Doğuşu” Dünya Miras alanı, Orhangazi Külliyesi ve çevresini içine alan Hanlar Bölgesi, Hüdavendigar (I. Murad) Külliyesi, Yıldırım (I. Bayezid) Külliyesi, Yeşil (I. Mehmed) Külliye, Muradiye (II. Murad) Külliyesi ve Cumalıkızık Köyü olmak üzere altı bileşenden oluşmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğunun ilk başkenti olarak kurulan ve külliyelerle şekillenen Bursa’nın tarih boyunca sahip olduğu önemli ticari rolü, kentteki büyük hanlar, bedesten ve çarşılarla ortaya konulmaktadır. Hanlar Bölgesi 14. yüzyıldan bu yana kent ekonomisinin kalbi olmuştur. Erken dönem Osmanlı kentine istisnai bir örnek olan Bursa’nın kentleşme modeli, daha sonra kurulan Osmanlı-Türk kentlerine örnek teşkil etmiştir.
Cumalıkızık Köyü ve çevresindeki diğer vakıf köylerinin, payitaht Bursa’nın kent merkezindeki hanlar ve külliyelerle ekonomik ilişkileri, Osmanlı’nın bütün kurumlarıyla bir beylikten imparatorluk haline dönüşmesine önemli bir katkı sağlamıştır.
Bursa ve Cumalıkızık bugün hala yaşayan ticari kültürü ve kente oldukça yakın kırsal yaşamın devamlılığı ile birlikte erken dönem Osmanlı yaşam şekli ve vizyonuna iyi bir örnek teşkil etmektedir.