Şu sıralar tüm caddelerde gördüğümüz yılbaşı ağaçlarının eski Türkler’den günümüze uzanan tarihini özetledik.
1. Noel Baba’nın gündelik hayata girişi ilk kez 1863 yılında ABD’de olmuştu. Thomas Nast adlı bir grafikçi, yoksullara, ihtiyaç sahiplerine yardım eden bir Hristiyan azizinden esinlenerek beyaz sakallı tonton bir dede resmi çizmiş ve bu resim Harper’s Weekly adlı bir derginin 3 Ocak 1863 tarihli kapağında yayımlanmıştır.
Thomas Nast’ın çizdiği ilk Noel Baba
2. Nast’ın siyah-beyaz Noel Baba figürünü, renklendiren kişi ise 1924 yılında, kapitalist tüketimin sembol içeceği Coca Cola için reklamlar tasarlayan İsveçli grafikçi Haddon Sundblom oldu.
3. Sundblom’un kırmızı-beyaz elbiseli Noel Baba’sını güleç yüzüyle sekiz ren geyiğinin çektiği kızağa bindirmek ve bu kızakla çocuklara hediyeler dağıtmasını sağlamak (böylece Coca Cola’yı çocukların dünyasına iyice sokmak) ise, bir başka reklam yazarının işiydi. 1939’da Denver Gillen’in çizgileri ve Robert May’in şiirinden oluşan ve içinde kızakla dolaşan neşeli Noel Baba figürü taşıyan broşür o yıl tam 2.4 milyon basılıp dağıtılmıştı.
4. Türkiye’nin Noel Baba ile tanışması ise 1950’lerin başında olmuşa benziyor. 1951-1955 arasında Noel Baba figürlü posta pullarının basılmasıyla başlayan furya, 5 Ocak 1958 tarihli Hürriyet gazetesinde Vasfi Raşit Seviğ tarafından şöyle eleştiriliyordu: “Zamanla Noel Yortusu aynı adı taşıyan hayali bir ihtiyar yarattı. Bu uzun beyaz sakallı ihtiyar baba, Noel gecesinde uslu çocuklara oyuncaklar hediye eder…”
5. Noel Baba ile birlikte tanıştığımız bir diğer adet de yılbaşında çam ağacı süslemek. Ünlü Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ bunu şöyle açıklıyor: “Çam ağacı süslemek tamamıyla Türk adetidir. Eski Türklerde yerin göbeğinden göğe kadar bir ağaç tasavvur ediliyor. Bu hayat ağacı. Sümerlerde de var. Bir ucunda göktanrısı duruyor. Türklerde güneş kutsal ama tanrı olarak kabul edilmiyor. 22 Aralık’ta güneş yeniden fazla olarak dünyayı aydınlatmaya başlayacak. Günler uzamaya başlayacak. Türklerin Göktanrısı gün ile geceyi tanzim ediyor gökte. Sözde gün ile gece sürekli münakaşa halinde. 22 Aralık’ta gün geceyi yeniyor. Bunu Türkler, Nargudan (nar=güneş; tugan-dugan=doğan) “Doğan Güneş” diye kutluyorlarmış. Türkistan’da bir ağaç varmış, akçam, ve bu akçam başka yerde yetişmiyormuş. Akçam getirip eve koyuyorlar, akçamın altına o sene Tanrı onlara güzel şeyler verdi, güzel bir yaşam verdi diye Tanrı’ya hediyeler koyuyorlar. Dallarına da ertesi sene için Tanrı’dan niyaz ettikleri şeyler, adak olarak istedikleri şeyler için paçavra veya kurdela koyuyorlar. O günlerde büyük bayram, şenlik yapıyorlarmış. Aileler toplanıyor, büyükler varsa ziyaret ediliyor, özel yemekler yeniliyor, güzel elbiseler giyiliyor. Bu adet Türkler yoluyla Avrupa’ya geçti. İmparator Konstantin (324-337) zamanında toplanan İznik Konsili’nde, pagan adeti görülen bu adeti İsa’nın doğuşu olarak kabul edelim diyorlar ve bu adet Hristiyanlara geçiyor. Ama ağaç süsleme pek yok, 16. yy’da (1605) Almanya’da başlıyor, daha sonra Fransa’ya geçiyor ve dünyaya yayılıyor.”
6. 16. yüzyılda, Almanya’da 24 Aralık’ta Adem’le Havva Yortusu’nda, cennet bahçesini temsil eden bir oyunun sahnelendiği, oyunun ana dekorunu ise üzerinde elmalar bulunan bir çam ağacının oluşturduğu biliniyor. Daha sonraki dönemlerde, Almanya’daki Hristiyanlar, Komünyon’daki kutsanmış ekmeği sembolize eden mayasız ekmek parçalarının asıldığı ağaçları evlerine koymaya başladı. Zamanla ekmek dilimlerinin yerini çörekler, mumlar aldı.
7. Noel Ağacı’nın Osmanlı’da yapılanı ise nahıl. Osmanlı döneminde gelin ve sünnet alaylarında üzerlerinde balmumundan hayvan, yemiş, çiçek figürleri, değerli taşlar, altın ve gümüş yapraklar, ipek mendiller, renkli ve yaldızlı kağıttan süslemeler olan yapılara nahıl denirdi. Nahılların biçimi erkeklik gücünü, üzerlerindeki yemişler ise gelinin döl gücünü, süslemeler ise nahıl sahibinin zenginliğini simgelerdi. 1524’te Makbul/Maktul İbrahim Paşa’nın düğünündeki nahıllardan biri 60 bin, diğeri 40 bin parçadan oluşmuştu. Bazı nahılların boyu 24 metreyi, tabanının çapı beş altı metreyi bulurdu. Bu büyüklükteki nahılların dar sokaklardan geçirilmeleri zor olduğu için, bazen evlerin çıkıntılı bölümleri ya da tamamı yıkılırdı.
Surname-i Vehbi’de Levni’nin çizdiği nahıllar. Şair, Seyyid Vehbi’nin nazım ve nesirle karışık olarak anlattığı Nakkaş Levni’nin de minyatürleştirdiği , III. Ahmed’in şehzadelerinin sünnet düğününün anlatıldığı aynı zamanda 18. yüzyılın tüm esnaf loncaları ve eğlencelerini de belgeleyen, orijinali Topkapı Sarayı’nda olan eser.
8. Osmanlı Dönemi’nde yılın başlangıç ayının adı Muharrem’di. Faruk Nafiz Çamlıbel şöyle diyor: “Hicri yıla girdiğimizi biz esaslı olarak Muharrem’in onuncu gününde anlardık. Aşure günü dediğimiz Muharrem’in onunda bir hayli asır evvel Kerbela vakası olmuş ve son peygamberin torunu Hüseyin şehit edilmişti. Böyle yürekler acısı bir vakanın yıldönümüne tesadüf eden bir günde ağzımızın tadını yerine getirmek için, kazanlarda pişirilen ve kaselerle dağıtılan aşureler kafi gelmezdi. Bu yüzden biz, Hicri yılın ilk ayına matem hazırlığı ve gözyaşıyla adım atardık.”
9. Saray mensuplarının Miladi yılbaşı kutlamalarına katılımı ilk kez 1 Ocak 1829 günü, II. Mahmud döneminde olmuştu. O yılbaşı, İstanbul’daki İngiliz elçisi, Haliç’teki bir gemide büyük bir balo düzenlemişti. Baloya Osmanlı devlet adamları da davet edilmişti. Davetliler yatsı namazını Tersane Divanhanesi’nde kıldıktan sona sandallarla gemiye gitmişler ve sabaha kadar eğlenmişlerdi.
II. Mahmud
10. 1853-1856 Kırım Savaşı yıllarında İstanbul’a gelen yabancı askerler yılbaşı adetinin yaygınlaşmasına katkıda bulundular. II. Meşrutiyeti izleyen (1908) yıllarda yılbaşı kutlamaları aydın kesim arasında yayılmaya başladı. İstanbul’da kadın ve erkeğin beraber yılbaşını kutladığı ilk mekanın açılışını Enver Paşa’nın yaptığı söylenir.
Fausto Zonaro’nun fırçasından Enver Paşa
11. Refik Halit Karay şöyle diyor: “Mütareke yılbaşılarına kadar bizler, saat 12’yi çalarken ışıkların söndürülmesi düzenbazlığını bilmezdik; limandaki vapurların da bu merasime düdük çalarak katılmalarını işgal senelerinde öğrenmiştik. Esasını ararsanız, Müslüman halkı Beyoğlu tarafına alıştıran da haraşolar (Beyaz Rus kadınlar) oldu… Arkasından gelen garblılaşma hareketi, kaç-göçün kalkması, balolara rağbet, bize yılbaşı geceleri sabahlama adetini de kabul ettirdi. Ama dikkat ediniz: Bu adetin sadece eğlence tarafını almışızdır. Zira bizdekinin Hristiyanlardaki gibi dinle alakası yoktur, hayır ve hasenat işlemekle de, hele bir hafta evvel gelen Noelle de! Tuhafı şudur ki, tek geleneğimize dayanmayan bu yeni adete, yani yılbaşı sabahlamasına, bütün adet ve bayramlarımızdan fazla gayretle, dört elle sarılmış haldeyiz! Meğerse lazımmış. Bakalım şehirden köye de gidecek mi?”
12. Ahmet Rasim de şöyle diyor: “Evvelleri biz Türkler yılbaşı günlerinde başımızı sokmadığımız yer kalmazdı… Galata, Beyoğlu, kısacası Ortodoks takvimini tutan milletlerin cümlesine kendimizi davet ettirir, sabahlara kadar eğlenirdik. O ne hovardalık rezaleti, ne sefahat gecesi idi! Aşağıda, yukarıda ne kadar genelev varsa, kapılar çekilir, her gazino, kahve, her koltuk (meyhanesi) bir kumarhane. Her sokakta çalgı, saz eğlencesi, çengi, köçek… Her evin odasında bir ziyafet sofrası… Üstünde hindiler, yemişler, rakılar, biralar, etrafında türlü türlü erkekler… Evin birinden çık ötekine gir… Kumarhanenin birinde yutul, ötekinde kazan!… Fuhuşa, sarhoşluğa ait hangi ve kaç türlü vasıta varsa hepsi ayakta, bildiğimiz karnavallar, yahut eski Roma’nın satürnalleri burada akşamleyin dirilir sabahleyin can çekişirdi…”
13. Miladi Takvim’in kabul edildiği 1925 yılını 1926’ya bağlayan gün tatil günü olmadığı için, eğlence yapılamamıştı. Ama bir yıl sonra 1926 yılını 1927’ye bağlayan Cuma günü ilk kez yılbaşı kutlaması yapıldı. Elektrik İdaresi’nin saat tam 12’de kentin bütün ışıklarını bir dakika söndürmesi geleneği de o yıl başladı. 1935 yılında “Bütün medeni milletlerce tatil günü olarak kabul edilen 31 Aralık öğleden sonrasıyla 1 Ocak günlerinin uygulanmakta olan tatil günlerine eklenmesi” teklifi kabul edilir.
Kaynak
Radikal – Ayşe Hür