Tanzimat Edebiyatı’nın en önemli yazarlarından Abdülhak Hamid Tarhan, 1852’de Bebek’te dedesi Hekimbaşı Abdülhak Molla’ya ait olan Hekimpaşa Yalısı’nda dünyaya gelir.
Hamid’in kaleme almış olduğu hatıralarından, Hekimbaşılar soyundan gelmesinin kendisine sağladığı avantajlar kolaylıkla anlaşılır. Yazar, çevresinde döneminin ünlü edebiyatçıları, fikir adamları ve siyasetçileri ile yetişir. Abdülhak Hamid Tarhan, 1863 yılında ağabeyi Nasuhi Bey ile Paris’e gider. Yanlarında eğitim hayatında önemli bir yeri bulunan Hoca Tahsin Efendi ve lala Ömer Bilal Ağa da vardır. Hâmid burada bir buçuk sene kadar özel bir okulda okur.
Paris’te bir yıl kaldıktan sonra ise para sıkıntıları başlamıştır. Bunun üzerine lala çalışmaya başlar, Nasuhi Bey İstanbul’a döner, Hoca Tahsin Efendi sefarethaneye yerleşir, Hâmid ise okuldan alınır. Para sıkıntısı, alacaklıların şikayeti üzerine karakola düşmelerine bile sebep olur. Sonunda borç alınarak Viyana’ya ve oradan da Varna yoluyla İstanbul’a dönerler. Borç alarak borçları kapatmak ise bütün hayatında kesesiyle arzularını bir türlü denkleştiremeyen şairde bir alışkanlığa dönecektir. Bu büyük Tanzimat şairinin bütün ömründe gördüğü yegane sistemli eğitim, Fransa’daki bir buçuk senelik tahsildir. Fransa dönüşünde bir süre Robert Kolej’e gittiyse de, asıl öğrenimini o yıllarda, aydın aile çocukları için ciddi bir tahsil şekli olan özel hocalardan görecektir.
Abdülhak Hâmid, 1865 yazında Tahran büyükelçiliğine atanan babasının yanında İran’a gider. Arapça, Fransızca dersleri alır, Farsça öğrenmeye başlar. Hâmid burada, İran Edebiyatı’nı tanıma fırsatı bulmuş, kuvvetli dil ve edebiyat kazançları sağlamıştır. Babası 1866’da ölünce İstanbul’a döner. Maliye ile Şûrâ-yı Devlet Mektubî Kalemlerinde memuriyete başlar. Mektubî kalemlerinin, Hâmid’in Ebüzziya Tevfik, Samipaşazade Sezai ve Baha Bey gibi devrin edebiyatçılarıyla arkadaşlık etmesini sağladığı için birer okul yerine geçtiği söylenebilir. Daha sonra arkadaş olduğu Namık Kemal’i birinci üstad, Recaizade Mahmut Ekrem’i ise ikinci üstad olarak anacaktır.
Abdülhak Hâmid, 1874’te ilk eşi Fatma Hanım ile Edirne’de Nasuhi Bey’ in konağında evlenir, on üç yaşındaki karısıyla birlikte İstanbul’a döner. Tanışma ve evlenmeleriyle ilgili değişik hatıralar anlatılır. Zira Hâmid, evlenmek isteyip, kimseyi beğenmemekte, akşam evet dediğine, sabah hayır demektedir. Ancak, evlendikten sonra çok mutludur, hep bu saadeti kaybetme endişesi içinde yaşar. Hatıralarında, “Beraber gezerken düşecek diye tutacak oluyordum. Uyurken bir akşam uyanmayacak, ölecek gibi duruyordu. Güldüğü zaman güzelliğini uçacak sanıyordum” diye anlatır. Abdülhak Hamid’in Hüseyin ve Hâmide adında iki çocuğu olur. Bu yıllar, Hâmid’in eserlerini peş peşe yazdığı yıllardır. Garam (manzum şiir ya da manzum hikaye de denilebilir), Sardanapal, İçli Kız, Sabr-ü Sebat gibi tiyatro eserlerini yazar.
Fatma Hanım
Abdülhak Hamid’in Paris yaşamını yeniden deneyimlemesi, 1876 yılında Paris Sefareti İkinci Kâtipliği göreviyle gerçekleşir. Eşi ve çocukları İstanbul’da kalır. Abdülhak Hamid, Paris’te bulunduğu sürede yaşadıklarını, Paris sokaklarını, semtlerini, eğlence merkezlerini, tiyatrolarını ve mezarlıklarını edebî eserlerinde de çeşitli vesilelerle anlatır. İki yıldan fazla süre kaldığı Paris’in, genç, çapkın bir diplomata verebileceği bütün imkanlardan fazlasıyla faydalanır. Burada yaşadıklarını anlattığı Divaneliklerim (Belde) adlı manzum eserinde, 19. yüzyıl Paris yaşamına ait mekânları ve otobiyografik unsurları betimleyerek kurgulamıştır. İçerik olarak, hayat ve gerçek dünya anlatılır, Hâmid’in şiirimizde başlattığı asıl yenilik budur.
Şanzelize
Git de bir kere gör seyâhatle
ne kadar hoştur âh o Şanzelize
Anda gerdûne-i zarife süvâr
ne kadar hoş geçer Alis Huvar
Rıza Tevfik ile
Hâmid, iki yıldan fazla kaldığı Fransa’da, Fransız Edebiyatı’nı da yerinde inceleme fırsatını bulur. Edebiyata daha çocukken heveslenen ve Fransa’ya gitmeden önce yazdığı Macera-yı Aşk ve ona şöhret sağlayan Duhter-i Hindû gibi tiyatro eserlerini yazan Hâmid, Paris’te Nesteren ve Tarık (Endülüs Fethi) adlı oyunları yazar.
Ne hoş eyler muhabbeti tarif
Şu garîb bülbül âşiyânında;
Ben de gûyan idim zamanında
Âşiyanımdı bir nihâl-i zarîf.
Gezdiğim demde gülistanlarda
Beni yâdındır eyleyen taltîf
Duyarım nefhanı hafif hafif
Rüzgâr estiği zamanlarda
(Hamid’in Türk Edebiyatı’nda şöhret kazanmasını sağlayan Duhter-i Hindu oyunun başında yer alan Tagannum adlı şiir)
Şu viraneye sen de hayretle bak
Meliken gibi çeşm-i ibretle bak
O vaktiyle pür-feyz ü ümran imiş
Mehâsinle meşhûr-ı devrân imiş
Ne hâle getirmiş anı bak zaman
Bugün bir büyük makber olmuş heman
Neden çünki şâhânı gaddar imiş
Ehâlis-i menhusu murdar imiş
Hamiyyetde bî-behre himmetde hiç
Sadâkatde hiç istikâmetde hiç
(Nesteren)
Biri halk tarafından sevilen, diğeri sevilmeyen iki hükümdarın kavgasını anlattığı Nesteren adlı oyunun konusu II. Abdülhamit ve V. Murat arasında benzerlik gösterdiği için görevden alınır, Paris’ten döner. Hâmid, bu süre içinde önce Edirne’ye gider, Sahra adlı eserini yazar ve Tezer, Eşber, Bir Sefilenin Hasbıhâli adlı eserlerini de tamamlar.
Sahra
Bir zamanlar karargâhım idi
Bedeviler gibi beyâbanlar;
Buna mucib de iştibâhım idi;
Nasıl imrar-ı vakt eder anlar.
Belde halkında görmedin hayfa
Gördüğün ünsü ehl-i vahşette!
Bedevîler sukûn u rahatte;
(Bu şiiri Türk Edebiyatı’nın ilk pastoral (doğayı anlatan) şiir örneğidir. Kitabın içinde yer alan manzumelerde şekil ve uyak düzeni, serbest ve yenidir.)
Süleyman Nazif, Cenap Şahabettin, Abdülhak Hamid, Sami Paşazade Sezai, Mehmet Akif Ersoy, Mithat Cemal Kuntay
Hâmid’in ağabeyi Rize’de mutasarrıf olarak görevlendirilir. Kendisi de Berlin konsolosluğuna tayin edilir, ancak gitmek istememektedir. Çaresiz ailesini Rize’ye, ağabeyinin yanına bırakarak Karadeniz üzerinden görevinin başına gitmeyi planlar.
Ziyaret
Şimdi biz doğrulup denizde yola
Bakarız dûrdan Sivastopol’a
Görünür fevkinizde bir peyker.
İngilizle Fransıza aid,
Şu müzeyyen mezarlar zâid,
Size gökten iner fer ü zîver!
O vatandır ki öyle çehre-nûma
Gün batarken ne hoş durur, güyâ
Titrer evlâdı üstüne mAder!..
Elvedâ ey biraderân-ı vatan,
Elvedâ ey dilâverân-ı vatan,
Âh, ey müminîn-i dinperver!
Karadeniz’de bulunduğu yıllarda Sivastopol’u, Kırım Savaşı’nın yapıldığı yerleri gezerken İngiliz ve Fransız askerlerinin mezarlarını görüp, şehitlerimizin mezarının olmadığını, bir çukura atılıp üstlerinin örtüldüğünü görünce üzülen Hâmid, bu manzumeyi yazar.
Berlin’e yola çıkar, Odessa’ya gelince vazgeçer ve Hariciye’ye cinnet geçirdiğini yazar. Rize’ye geri döner ve kısa süre sonra Poti (Gürcistan) konsolosluğuna atanır. Poti’de bir süre kalsa da, geçim sıkıntısı şikayetiyle başka bir yere tayinini ister ve Golos (Yunanistan) konsolosluğuna tayin edilir ve 3 yıl kalır. 1883’te Bombay konsolosluğuna tâyin edilince, verem olan karısına havasının yarayacağını düşünerek bu görevi kabul eder. 3 yıl kaldığı Bombay’da doğanın güzellikleri coşkun şiirleri için ilham kaynağı olur. Ancak Fatma Hanım’ın durumu kötüleşince İstanbul’a doğru dönüş yoluna çıkarlar. Fatma Hanım, İstanbul’a varamadan Beyrut’ta vali Nasuhi Bey’in konağında hayatını kaybeder (1885). Şair, Beyrut’ta kaldığı kırk gün boyunca her gün Fatma Hanım’ın mezarını ziyaret eder ve ünlü Makber’i yazar. Makber’in yayımlanması ile ünü imparatorluk sınırlarına çıkar. O güne kadar düzyazı alanındaki eserleriyle tanınan Hamid, şairliği ile anılır olur. Bu şiirinde aile mutluluğu, eşinin meziyetlerini anlatır, ki bu aile mahremiyetinin şiirimize ilk girişidir. Yanı sıra, insan ve tanrı ilişkisi üzerinde de uzun uzadıya durur.
Makber
Eyvah! Ne yer, ne yar kaldı,
Gönlüm dolu âh u zâr kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden
Gitti ebede gelip ezelden.
Ben gittim, o hâksâr kaldı
Bir gûşede târmâr kaldı
Baki o enîs-i dilden, eyvâh!
Beyrut’ta bir mezar kaldı.
Yârimdi o, yoktu bir rakîbi,
Olmuş idi ruhumun tabîbi.
Şimdiyse elinde yok ifaetm,
Lâkin onadır hep ihtiyacım.
Bir gün dedi ıstırap içinde:
“Ben ölmeye gelmişim bu Hind’e”
“Ölmek” dedi, kahkahayla güldüm.
Duydum ki fakat içimden öldüm.
Ettik biz o anda, nim zinde,
Nefretle veda Hind ü Sind’e,
“Kaldım mı” demişti yolda bir gün,
Hind’in bu uzak denizinde … “
Geçti iki gün Aden’de tebsiz,
Bir ruze idi, o yani şebsiz.
Doktor sevinir, mariz rahat,
Herkeste meserret-i ifakat.
Sakindi deniz, vapur taabsız,
Gülmez misiniz buna acep siz?
Tufan görünürdü bence, zira
Ağlardı sabi kızım sebepsiz.
Ölmek ona hiç yakışmıyor, hiç,
Gönlüm bu söze alışmıyor hiç.
Haksız görünüşlü bir hakîkat
Müdhiş bu cinayet-i tabiat. ..
Aklım bu işe çalışmıyor hiç.
Allah’sa bana karışmıyor hiç
Sabretmek imiş bu derde çare,
Çarem de benim savuşmuyor hiç.
Abdülhak Hamid, 1886’da yeni görev yeri Londra’ya gider. İngilizce dersleri aldığı, asil bir aileye mensup Lady Florence Gors’a aşık olur, ama ailesi Hâmid’in gelirini yetersiz bulduğu için onunla evlenemez. Elçilikte İrlandalı bir hizmetçiyle olan beraberliği de sınıf farkı nedeniyle biter. Bu dönemde kaleme aldığı Finten (kendisinin en beğendiği eseridir), Cünûn-ı Aşk adlı eserlerinde para ve sınıf farkı meselelerini işler.
“Siz şairler, bu gibi tasavvuratla tagaddi edersiniz. Yemek yemez, su içmez, hattâ çay bile içmezsiniz, öyle değil mi? […] Biçare Roz!.. Bilmiş ol ki hayalât ile gıdalanmak isteyenler, maddiyâttan istifade etmeği bilmeyenlerdir. Kim ne derse desin, hepimiz bu ziyafet-gâh-ı hayatta ben yiyeyim, sen yeme!.. Ben iyiyim, sen fena! kaidesine tâbiiz. Hiçbir hasta, isteyerek perhiz etmez. Hattâ perhiz etmesi, sonra çok yemek ümidiyledir. Pek iştihamız olursa birbirimizi de yiyebiliriz.” (Finten)
Zeynep ve Finten adlarındaki oyunlarını basılma izni alması için İstanbul’a gönderir. Zeynep’te devlet ve hanedanla eğlendiğini söylemesi yüzünden şair, görevinden alınır. Bir süre boşta kalan Hâmid, yeniden Londra’ya dönmek için II. Abdülhamit’e dilekçe yazıp edebiyatla uğraşmayacağına dair söz verir. Bu sayede işine geri döner ve 28 yıl kalacağı İngiltere’yi yarı vatan edinir. Ülkesinden uzak kaldığı yıllarda aile üyeleri, yazar dostlarına yazdığı mektuplar sonradan kitaplaştırılır.
“1884, Hindistan
Senin iki muharrike-i hissiyâtın var imiş. Biri pek güzel olduğu için hoşuna gitmiyormuş. Biri ona nisbetle çirkin imiş, seviyormuşsun. Mektubunda böyle bir söz vardı. Ne dersin diye de soruyordun. Birkaç maşukası olmağı da bahse koymuştun. Evet ne diyecektim? Ben vallahi ziyade güzelden hoşlanır mıyım? Pek iyi bilemem. Çünkü şimdiye kadar bir ziyade güzel kadın görmedim. Lâkin pek çok kadın sevdiğimden, belki senin dediğin gibi ben de kadınların hepsini sevdiğimden anlıyorum ki arada pek az beğenilecek bir kızı pek ziyade sevmeğe müstaid halkolunanlardanım.” (Recaizade Mahmut Ekrem’e yazdığı Mektup, Abdülhak Hamid’in Mektupları)
Abdülmecit Efendi’nin Bağlarbaşı’ndaki Köşkü’nde, 1916’da Abdülhak Hamid’in Finten oyunun temsili nedeniyle verilen yemekte dönemin ünlü kişileri
“On dokuz yaşında dediğim kız sofrada tam benim karşıma gelmiş olduğundan, bittabi memnun oldum. Bu terbiyeli ve kibar hal ve tavırlı kızın hüsn-i âb u âdâb-ı irfanından burada bahsetmek bilmem münasib olur mu? Çünkü o, Londra civarındaki Hounslow mezarlığında yatan ikinci sevgili refikam Nelly Hanım’dır. Bu satırları ağlayarak yazıyorum. O gün ilk görüşte birbirimizi sevmiş, bir hafta sonra evlenmiş ve yirmi iki sene beraber yaşamıştık.”
72 yaşında kaleme aldığı Hatıraları’nda anlattığı ikinci eşi Nelly Clower (Cleaver) ile 1890 tarihinde İngiltere’de evlenir. Şair, eşini çok sevmesine rağmen, onun da aşırı derecede iyiliğinden, onu hiç kıskandırmayan tarz ve tavrından yalnız ona olan muhabbetiyle yetinmesinden rahatsız olur ve başka kadınlar hayatına girer. Hatıraları’nın yanı sıra özel mektupları da kadınlara düşkün yaradılışta birisi olduğunu göstermektedir. Evli olmasına rağmen Miss Florence Ashly ile beraber yaşamaya başlar, hatta İstanbul’a birlikte gelirler. Bu durumu şöyle anlatır:
“Nelly dikensiz bir gül, Florence hercâi benefşe idi (Bilmem menekşe mi demeliydim?). Biri her ne kadar hercâi ise diğeri o kadar hâhiş-ger-i tenhayî olan bu iki kuvve-i câzibe arasında mevkiimi nasıl muhafaza ettiğime kendim de hayret ediyordum.”
Ancak 1911’de ikinci eşini de veremden kaybeder. Hâmid, Nelly Hanım’ı kaybettikten sonra teselli bulmak için İstanbul’a gelir. Kızkardeşi, Mihrünnisa Hanım, 1911 yılının yazında Hâmid’i evlendirir. Üçüncü eşi Cemile Hanım’la yerleştikleri otelde bir sabah eşinin kendisini memnun etmek için elbiselerini temizlemekle meşgûl olduğunu görünce, buna çok kızar ve derhal ayrılır. Yirmi gün süren bir evliliktir. Sonrasında, Hâmid, Cemile Hanım’ın gönlünü almak için Mihrünnisa Hanım vasıtasıyla para gönderir.
Abdülhak Hâmid, sürekli yeni şekiller denemiş, şiirlerinde yapı ve içerik olarak değişiklikler yapmıştır. Tezatlı düşünüş sanatının temeli olan Hâmid, konu olarak kendi hayat hikayesini ve dış dünyadan aldığı izlenimleri yazmıştır. Abdülhak Hâmid Tarhan, Türk Edebiyatı’nda Şâir-i Âzam olarak anılmasına karşın, kırk kadar eserinin yirmi dördünü tiyatro türünde vermiştir. Hamid bu eserlerinin bir kısmını aruzla, bir kısmını hece vezniyle manzum olarak, bir kısmını da nesirle ya da nazımla nesri bir arada kullanarak yazmıştır.
Abdülhak Hâmid Tarhan’ın eserlerinde hükümdarlar ve tarih önemli bir yer tutar. Tiyatrolarının konuları genellikle tarihten alınmadır ve buradaki kahramanlarının çoğu da hükümdarlardır. Hâmid, onlara alegorik özellikler yükleyerek devrin hükümdarlarını tenkit eder. Aslında niyeti tarihî eser yazmak, tarihî dönemleri ve şahsiyetleri anlatmak değildir. Dönemin padişahlarını ve padişahlık sistemini daha rahat tenkit edebilmek, onlar hakkındaki fikirlerini daha rahat söyleyebilmektir.
Merkad-ı Fatih-i Ziyaret
Kaldın cihanda bir ân, her ânın oldu bir devr
Mülk-i ezeldi gûya tahtında hemcivârın,
Sensin ol Pâdişeh ki bu ümmet-i necibe
Emsâr bahşişindir, ebhâr yâdigârın.
(Bu şiiri Fatih Sultan Mehmet için yazmış.)
1912’de ağabeyi Nasuhi Bey’i de kaybeder. Bundan sonra Hâmid’in görevine son verilir. Aynı yıl 6 Mayıs 1912’de Hâmid 60 yaşındayken, 18 yaşında Belçikalı Lüsyen (Lucienne) Hanım’la evlenir. İstanbul’a dönerler. Lüsyen Hanım çok sonraları, evlilikleri hakkında “Aramızda karı koca bağlarından hiçbiri mevcut değildi ki, çözülsün veya bozulsun. Bizi birbirimize sıkıca bağlayan şey, sadece ruhlarımızın izdivacından ibaretti.” demiştir.
Şair önce ABD’de diplomat olan oğlu Hüseyin’i kaybeder, kendisinden 4 ay saklanır, ardından 1920’de Lüsyen Hanım’la ayrılırlar. Lüsyen Hanım bir İtalyan Kontu olan Duc de Soranza ile İstanbul’da evlenir ki, evlilik geceleri ile ilgili çok özel şeyler yazılır. Sürekli mektuplaşırlar, hatta Hâmid, Venedik’e Lüsyen Hanım’ı ziyarete bile gider. Lüsyen Hanım 7 yıl sonra ayrılarak Hamid’e geri döner. Belediyenin tahsis ettiği Maçka Palas’ta birlikte yaşarlar.
Var ol Lüsyen, tavâf et ey nûr;
Ey âhir-i ömrümün bahan!
Senden bu kitabe-i esâtir
Bir tâze hayat-ı san’ at alsın!
Sâyende tenevvür etti çeşmim
Çeşmim kapanınca nûru kalsın!
(Tayflar Geçidi)
Sami Paşazade Sezai, Rıza Tevfik, Abdülhak Hâmid, Lüsyen Hanım, Celal Nuri İleri
Resmi bir kokteylde Hâmid ve Gazi arasında şöyle bir diyalog geçer. Abdülhak Hamid eşi Lüsyen Hanım’ı Mustafa Kemal’e göstererek Türk kadınlarına örnek olacağını söyler, Mustafa Kemal de “Bu hanım Türk kadınlığına örnek falan olamaz” der. Gazi, Hamid’e “Beyefendi” diye seslenir. Hamid, “Estağfurullah bana Beyefendi demeyiniz.” der. Gazi, bunun üzerine “Ya ne diyeyim?” diye sorar. Hamid, “Sadece Adam deyiniz.” der. Gazi, “İşte onu diyemediğim için ‘Beyefendi’ diyorum ya…” der. Ancak, bu gerilimli diyaloğa rağmen Abdülhak Hâmid, Atatürk için birçok şiir yazmıştır.
Gazi
Hudâ-yı Mustafa Kemal
Onun kudumü için saklamış bu ülkeleri,
Fakat sezâdır o Hâlık ederse gökle yeri,
Fedâ-yı Mustafa Kemal!”
(Türkçesi: Tanrı bu ülkeleri Mustafa Kemal için saklamıştır, fakat Tanrı yine gökle yeri Mustafa Kemal’e feda etse yeridir.)
Halk
Benden sana daima itaat.
Duydu bu duâ-yı müstecabı,
Elbette seversin inkılâbı…
Cumhuriyet onun başında,
Derler ki o şimdi on yaşında
İşlediği tem ve fikirler bakımından Cumhuriyet’e böylesine yakın olan Hâmid, bir Tanzimat yazarıdır, şahsiyetini ve üslubunu o dönemde kazanmıştır. 1920’lerden sonraki eserlerinde, devrin meselelerini işlemekle birlikte, bunlar motifler olarak kalır.
Lüsyen Hanım’la
Abdülhak Hâmid, 1928’de İstanbul milletvekili olur ve üç dönem bu görevde kalır. Kısa bir rahatsızlık geçirdikten sonra İstanbul Maçka Palas’ta 13 Nisan 1937’de yaşama veda eder. Namık Kemal’in, “Sana hitap için adından büyük ünvan bulamıyorum” dediği Abdülhak Hamid için Tevfik Fikret güzel bir şiir yazıyor, Nurullah Ataç ise “O eski şiiri yıkmış, yerine de bir şey koyamamış” hükmünü verir, en çok da Süleyman Nazif’in onu Şair-i Azam saymasına kızar. Nazım Hikmet onu yıkılacak putlar arasında görürken, Turgut Uyar devrinde gösterdiği cesareti beğenir.
Kaynak
Abdülhak Hamid Tarhan, Bütün Şiirleri, Abdülhak Hamid Tarhan, Ataları ve Sosyal Çevresi, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Aydınlık Bir Yüz: Abdülhak Hamid Tarhan, Abdülhak Hamid Tarhan’ın Eserleri, Abdülhak Hamid Tarhan’ın Şiirlerinde Duyusal Bir Mekan: Paris, Abdülhak Hamid Tarhan, Abdülhak Hamid Tarhan’ın Eserlerinde Doğu-Batı Karşılaştırması, Abdülhak Hamid’in Hayat Boyu Oturduğu Evler, Abdülhak Hamid Tarhan’ın Tiyatro Eserlerine Yeni Bir Tasnif Teklifi, Abdülhak Hamid Tarhan’ın Basılı Eserleri Hakkında Yeni Bilgiler
Yorum Yap