Menu

Afife Jale’nin Hayatı



Darülbedayi’nin (Şehir Tiyatrosu) ilk yılları (1916 – 1926) karışıklıklar ve çeşitli sıkıntılar içerisinde geçmiştir. Sıklıkla istifalar yaşanır ve topluluklar dağılır. Bilindiği üzere Cumhuriyet dönemi öncesi Osmanlı tiyatro yaşamında Türk ve Müslüman kadınlar sahneye çıkmaz. Geleneksel tiyatroda kadın rollerini erkek oyuncular üstlenir.

Batı tarzı tiyatronun ülkemize girmesi ile birlikte, kadın rolleri Müslüman olmayan azınlık ve özellikle de Ermeni kadınları tarafından oynanmaya başlar. Ancak Meşrutiyet’in sonlarına doğru bir Türk ve Müslüman kadın ilk adımı atar, tüm baskı ve engellere rağmen sahneye çıkar. Bu yürekli kadın Afife Jale’dir. Osmanlı kadın yaşamında öncü olduğu kadar derin izler bırakmıştır.

Afife’yi 1923’te Atatürk’ün teşviki ile Darülbedayi’nin İzmir turnesinde sahneye çıkan Bedia Muvahhit Hanım izler. Afife’nin sahne sanatları açısından başlattığı bu girişim Türk ve Müslüman kadınların yaşamlarındaki diğer girişimlerine de cesaret sağlar ve rol model olur.

osmanli doneminde tiyatro

1930’da Darülbedayi sanatçılarının Ankara’da verdikleri bir temsilden sonra, Atatürk’ün onları kabul ederken söylediği ve devletin ileri gelenlerini de uyarıcı niteliği bulunan sözleri, sanata verilen değerin anlaşılması açısından önemlidir. Atatürk’ün söz konusu konuşması şöyledir: “Efendiler… Hepiniz mebus olabilirsiniz… Vekil olabilirsiniz… Hatta Reisicumhur olabilirsiniz… Fakat sanatkar olamazsınız… Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim. Buna göre yalnızca tiyatrocular için değil, tüm sanatçılar için yüceltici, özgüvenlerini arttırıcı ve yaratıcılık yolunda yönlendirici bir desteğin oluşturulacağı vurgulanmıştır.”

Afife, 1902 yılında İstanbul’un Kadıköy semtinde dünyaya gelir. Anneleri bir, Behiye ve Salah adında iki kardeşi vardır. Eğitimini İstanbul Kız Sanayi Mektebi’nde yapar. Doktor Sait Paşa’nın torunu olan Afife, Babası Hidayet Bey’in itirazlarına rağmen, annesi Methiye Hanım’ın desteği ile tiyatroyla ilgilenir.

O yıllarda basın, Osmanlı Devleti’nde Türk kadının sahneye çıkamadığını, ancak I. Dünya Savaşı sonrası Türk kadınının hemen her meslekte görülmeye başladığını, dolayısıyla sahne hayatında da bunun yaşanmasının gerekli olduğuna dair haberlere yer verir. Bu haberlerin etkisiyle, Darülbedayi beş kız öğrenciyi 10 Kasım 1918’de kadrosuna dahil eder. Bu isimler, Behire, Memduha, Beyza, Refika ve Afife’dir. Darülbedayi o zaman Şehzadebaşı’ndaki Letafet Apartmanı’ndadır. Bakımsız, iç karartacak kadar ıssız bir binadır.

afife jale

O dönemde yayınlanan Temaşa Mecmuası’nda konuyla ilgili olarak şu satırlar çıkar: “Darülbedayi’ye iştirak eden hanımların sayısı beş-altıyı bulmuştur. Her biri şehrimizin itibarlı ailelerine mensup olan bu hanım kızlardan çalışkanlık ve ciddiyet bekler, bütün Türk sahne hayatının ümitlerinin onlar olduğunu bir kere daha tekrarlarız.”

Kızlar bir süre derslere devam ettikten sonra içlerinden bazıları derslere gelmemeye başlar. Kalanlardan Beyza Hanım’a 10 Kasım 1918’de ayda iki yüz kuruş yol masrafı verilmesi kabul edilir. 8 Ocak 1918’de Refika Hanım da altı yüz kuruş aylıkla ikinci suflör tayin edilir ve 17 Nisan 1919’da başlayan Yusuf Ziya’nın Binnaz adlı oyununda suflör olarak çalışmaya başlar ki, suflör olarak Darülbedayi sahnesine ilk çıkan Türk kadını olur.

Afife ise beş yüz kuruş aylıkla mülazım artist tayin edilir. Bunun için Tahsin Nahit Bey’in Fransızca’dan çevirdiği Rakibe piyesindeki Leyla rolünden sınava tabi tutulur. 16 yaşındaki Afife, bir sene kadar çeşitli oyunların provalarında çalışsa da sahneye çıkarılmaz. 1919’da Afife aktrisliğe yükselir, beş yüz kuruş aylığı vardır artık. Ama yönetim attığı büyük adımla yetinmiş, henüz kimseye sahneye çıkma izni vermemiştir, Afife bekleyecektir.

afife jale

Darülbedayi Hüseyin Suat (Yalçın) Bey’in Yamalar piyesini sahneye koyar. Piyeste Emel rolünü oynayacak Eliza Binemeciyan, Paris’e gidince rol Afife’ye verilir. 1920 sonbaharında Kadıköy Apollo Tiyatrosu’nda, sahne için kendisine Jale (çiğ damlası) adını seçen, al renkli elbisesi, beyaz çorabı, beyaz iskarpini, başında beyaz kordelası ile 18 yaşındaki Afife perdenin açılmasını beklemektedir.

Afife Jale, 1926 yılında Refik Ahmet Sevengil ile gerçekleştirdiği konuşmada o geceyi şöyle anlatır: “Hayatımda mesut olduğum ilk gece. (…) Sanatın, ruhuma verdiği güzel sarhoşluk içinde idim. Rol aldığım piyeste güzel bir sahne vardır; ağlama sahnesi… Orada taşkın bir saadetle ağladım. Sahiden ağladım… Alkış, alkış, alkış… Perde kapandı, açıldı, bana çiçekler getirdiler. Muharrir Hüseyin Suat Bey, kuliste bekliyormuş, ben çıkarken durdurdu, alnımdan öptü: Bizim sahnemize bir sanat fedaisi lazımdı, sen işte o fedaisin dedi.”

Eliza Binemeciyan, Adrian Binemeciyan, Raşit Rıza, 1921

Eliza Binemeciyan, Adrian Binemeciyan, Raşit Rıza, 1921

Ertesi haftaki oyun, Hüseyin Suat’ın yazdığı Tatlı Sır’dır. Afife Jale birinci perdeyi oynar. Perde arasında bir gürültü kopar. Polis gelmiştir ve Kadıköy merkez memurunun emriyle Afife’yi tevkif edecektir. Afife, haberi tiyatroya emeği geçmiş Ermeni bir oyuncu olan Kınar Hanım’dan alır. Onun yardımıyla kaçar.

Üçüncü hafta ise Ahmet Nuri Bey’in yazdığı Odalık adlı oyunda sahneye çıkar. Üçüncü perdeye kadar her şey sakindir. Ancak, zaptiyenin tiyatroyu sardığı öğrenilir. Afife Jale, Apollo Tiyatrosu’nun sahibi Mösyö Sireç’in yardımıyla makina dairesine kaçırılır. O günlerde ve daha sonraları Afife, hep Halit Fahri Ozansoy’un evine sığınacaktır. Afife’yi yakalayamayan polisler, arkadaşlarını gözaltına alır. Bir polisin, Celal Sahir ve Hüseyin Suat’a söylediği söz o devrin aynası gibidir: “Avradımı şanoda görmüş gibi oluyorum. Hepinizi mahvederim.”

Halit Fahri Ozansoy yıllar sonra 27 Temmuz 1964 tarihli Dünya Gazetesi’ne yazdığı yazıda, Afife’nin kaçırılması üzerine bir anıyı şöyle anlatır: “(…) Afife’ye gelince bir gün yine tevkif edilmek ihtimali düşünülerek, kendisine ait bazı talimat verilmek için Kadıköy’de emin bir yerde iki idare heyeti murahhası ile konuşması haberi Üsküdar’da saklandığı yere iletilmişti. Düşündüler, taşındılar ve karar verdiler. En emin yer benim Şemsitap Mahallesi’ndeki pansiyondu. Karşımda siyah çarşaflı ve yine siyah peçeli bir kadın… Afife! …Bu öncü kıyafetine de tanınmamak için girmişti.”

Ahmet Fehim Efendi, Mınakyan ve Kınar Sıvacıyan

Ahmet Fehim Efendi, Mınakyan ve Kınar Sıvacıyan

Darülbedayi’den bir telgraf alan Afife tiyatroya gitmek için yola çıkar ve Kadıköy İskelesi’nde tutuklanır. Karakolda komiser Afife’nin üstüne yürür ve ona şunları söyler: “Dinini, milletini, namusunu unutarak sahneye çıkıp oynayan sen misin?” Bu sözler belki bir yıkımın da başlangıcıdır. Afife, Darülbedayi’de ancak birkaç ay kalacaktır.

İçişleri Bakanlığı’nın bir kararı ile Belediye 27 Şubat 1921 tarihli ve 204 sayılı bildiriyi yayınlayarak, Darülbedayi yönetim kuruluna gönderir. Buna göre, Müslüman kadınların sahneye çıkarılmaması istenir. Belediye, 8 Mart 1921’de yazdığı ikinci bir yazıda ise Afife’nin tiyatro topluluğundan çıkarılmasını zorunlu kılar. Uğrunda evini, babasını, yakınlarını kaybettiği tiyatro, Afife Jale’nin yüzüne kapılarını örtmektedir.

afife jale

Refik Ahmet Sevengil’in Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu kitabında Afife Jale o günleri şöyle anlatır: “O zaman Eliza Binemeciyan Paris’ten İstanbul’a gelmişti, kendisini tekrar Darülbedayi’ye almak istediler. Afife’yi çıkarın, o zaman gelirim, dedi. Bunun üzerine meclisi idare azasından bir zat Şeyhülislam’a gidiyor, tahrik ediyor, oradan Dahiliye nezaretine, oradan da Şehremaneti’ne yazılıyor, Müslüman kadınların sahneye çıkmaları adab-ı İslamiye’ye mugayir olduğu için benim Darülbedayi’den çıkarılmam icap ettiği bildiriliyor, Şehremaneti de Darülbedayi’ye tebligat yapıyor… Darülbedayi’den çıktıktan sonra Burhanettin kumpanyasına girdim, Kadıköyü’nde, Tepebaşı’nda, Varyete’de temsillere iştirak ettim… Benim tavassutumla Seniye isminde bir Türk kadını daha Burhanettin kumpanyasında sahneye çıktı. Burhanettin Türkiye’den ayrılıp gittikten sonra, ben de İbnürrefik Ahmet Nuri Bey’in yaptığı Yeni Tiyatro heyetiyle Kadıköyü’nde temsillere iştirak ettim, sonra polis müdürü değişti, gene men ettiler…”

Fikret Şadi’nin Milli Sahne adlı mekanı ile Afife Anadolu turnesine başlar. Afife, Burhaneddin Tiyatrosu’nda kendi desteği ve çabalarıyla yukarıda da bahsedildiği gibi Seniye ve daha sonra Mebrure ve Leman adlı Türk kızlarını tiyatroya özendirerek sahneye çıkmalarını sağlamıştır. Ayrıca Afife gene Anadolu turnesi süresi boyunca İzmit’te Huriye ve Hikmet, Trabzon’da ise Ruhat adlı Türk kızlarının da sahneye çıkmasını sağlamıştır.

Afife Darülbedayi’den çıkarıldıktan sonra Burhaneddin (Tepsi) Kumpanyası’na girer. Müslüman Türk kadınlarının sahneye çıkacağına dair gazetelere ilan verirler. Burhanettin hemen sarayın hışmına uğrar. Damat Ferit’in zabıtası oyunları men ettirir. Hemen ertesi gün İngiliz polisinden de aynı emir gelir. Burhanettin Fransız mümessili General Pelle’ye gider. O gece Fransız polisinin korumasında Napolyon adlı oyun oynanır. Ne var ki tiyatroyu kuşatmış Damat Ferit zabıtası onlara yine aman vermez. Sonrasında, Burhanettin Bey ve eşi Seniye Hanım Mısır’a giderler, tiyatroya orada devam ederler. Afife, bir kez daha sahnesiz ve kimsesiz kalmıştır.

Uyuşturucuya alıştığı dönemler de işte böyle başlar. Suriye kökenli bir doktorun tavsiyesi ile Afife morfin bağımlısı olur. Yaşadığı kısırdöngü de devam etmektedir. Ferah Tiyatrosu’nda Kırık Kalp’te oynar. Şaziye Moral ile birlikte gözaltına alınır hemen. Şaziye, Anadolu turnesine kaçar. O, yine yalnızdır ve morfinin tutsağıdır.

Oysa koşullar artık değişmektedir. 1923’te Vasfi Rıza’nın da aralarında bulunduğu bir grup İzmir’de oynayacaktır. Kordon’da yer alan daha sonra kapatılan Tayyare Sineması adı verilen yerde yapılacak olan tiyatroya Atatürk’ü de davet ederler. Atatürk’ün, “Kim var ekibinizde?” sorusuna karşılık ekipte bulunmayan Türk kadınlarını görünce, oyuncu Ahmet Refet Muvahhit Bey’e “Niye senin karın oynamıyor?” diye sorar. Bunun üzerine, Bedia Muvahhit bir günde hazırlanıp ezberini yaptıktan sonra İbnürrefik Ahmet Nuri Bey’in Ceza Kanunu isimli eserinde, başrollerden biri olan Sacide karakterini oynayarak tarihe sahneye çıkmış ilk kadın tiyatro sanatçısı olarak geçer.

bedia muvahhit

Afife’nin bu zor dönemini özetlersek, Yeni Tiyatro’da bir müddet çalışır, bir iki küçük grupla Anadolu’yu dolaşır, bir süre tiyatrodan ayrı kalır, sonra Milli Sahne’nin Anadolu ve İstanbul’da verdiği temsillere katılır. Milli Sahne topluluğunun Trabzon’da çektirdiği aşağıdaki fotoğrafta Afife Jale, sol uçta, beyaz melon şapkası ile hem şık hem de pejmürdedir. Gözlerine dikkatle bakılırsa, o eski fotoğrafta bile morfinin etkisiyle oluşan gözlerinin morlukları seçilir.

trabzon turne

1928 yılında Afife bir arkadaşıyla, Kuşdili çayırında Hafız Burhan’ın konserinde sanatçıya tamburuyla eşlik eden Selahattin Pınar’ı görür ve tanışırlar, Selahattin Pınar’ın babasının karşı çıkmasına rağmen 1929’da kimseye haber vermeden evlenirler. Önce Taksim’de Lamartin Caddesi’nde bir apartman katında, sonra da Fatih’teki apartman dairesinde otururlar.

Selahattin Pınar’ın yeğeni Altın Pınar, Can Dündar’ın yazdığı Yüzyılın Aşkları kitabında şunları anlatır:

“Yemek yapıyorlar, şimdi amcam çok meraklı. Benim bildiğim Afife yengem yemek yapmayı pek bilmiyor, paşazade, ona zaten hep yemekler önüne gelmiş filan. Hatta amcam derdi ki, yemeğin inceliğini Afife yüzünden yarattım kendi kendime. Afife yengemin beğenisini kazanmak için çok çaba harcamış yani. Zaten ince bir adam ve de çok kabiliyetli ince davranmaya, ince olmaya. İnceliğini geliştirmeye de çok kabiliyetli bir adam… Yemek yaparlarmış, Afife yengem soğan doğrarmış, domates doğrarmış, sebze yıkarmış amcam da yanında pişirirmiş. Evde amcam gibi ciddi bir adamla Afife yengem saklambaç oynarlarmış. Evin içinde saklambaç oynuyorlar koca koca iki insan çocuk gibi. Amcam her ekstrayı kabul etmezmiş. Bırakmıyor yengemi. Yani işte o aşkın kendisine özen, ayrılmayalım bir arada kalalım, mümkün olduğu kadar çok saat bir arada yaşayalım, çocukluğumuzda yaptığımız şeyleri bir daha deneyelim, saklambaç oynayalım, balık tutalım. Ve Afife yengem şiir yazarmış. ‘Nasıl şiirlerdi amca?’ derdim, ‘Çocuk resimleri gibi’ derdi. Bir tane bahçeli evleri var, enginar yetiştiriyorlar mesela, yarıştırıyorlar, bir tarafta yengemin enginarları, bir tarafta amcamın enginarları işte yani. Yarış da tuhaf bunlarda. Artık yengemin morfin iğnelerini amcam yapıyor, bir daha başına böyle bir şey gelmesin diye. Dünyada böyle bir aşk olamaz. Diyor ki Afife yengem ona: ‘Selahattin beni terk et sana yalvarıyorum. Ben düşüyorum, seni de çekiyorum. Altı ay dayanıyor amcam, altı ay sonra inanıyor, onu inandırıyor, çok da akıllı bir kadın. Ve terk ediyor amcam Afife yengemi. Gecelerce ağlamış, iş yapamamış, çalışamamış, ağlamış ve çok uzun bir süre de onun ilaçlarını falan temin etmiş, yani yollamış ona. Fakat Afife yengem amcamı kendinden aşkı yüzünden uzaklaştırmıştır, amcamı mahvetmemek için. Ve o sıralarda bildiğim kadarıyla, yani amcam da morfin denemeleri yapıyor kendi kendine, yani o da yaşıyor bunu. Amcam sonra silkeledi attı bu morfin işini, onu biliyorum.”

Selahattin Pınar

Selahattin Pınar

Selahattin Pınar’ın mutlaka birçok bestesinde Afife Jale’ye duyduğu aşkın izi vardır. Bestesini yaptığı, Gözlerinin Rengini Sordum, Kara Sevda Dediler şarkısı bunlardan biri.

Gözünün rengini sordum kara sevdâ dediler
Beni mecnûn edenin ismine Leylâ dediler
Zûlfüne bağlı kalan dîllere şeydâ dediler
Beni mecnûn edenin ismine Leylâ dediler.

afife jale dugun

Afife Jale, yeniden bir kurtuluş için Kastamonu Valisi Fuat Bey’in eşi olan kardeşi Behiye’nin yanına giderek hayata yeniden tutunmaya çalışır. Fakat orada da yine bir kez daha uyuşturucuya yenik düşer. Valinin baldızı olmasına aldırmayarak bir eczacı kalfasından morfin dilenir. Kastamonu’da duyulan rezalet karşısında aile, Afife’yi odaya kapamaktan başka bir şey yapamaz. Ama o bir gece bahçeye sarkıttığı çarşaflara tutunarak kaçar. O terk edişten sonra zaten artık iyice çöküş başlar.

Mahmut Yesari, Kadıköy vapur iskelesinde her akşam, boynunda eşarp, açık saçlarını rüzgara vermiş, yapayalnız dolaşan bir kadın görür. O yalnız kadın Afife’dir, kendisini bırakmayan tek şey uyuşturucudur. Bir ara ağabeyi Salâh’ın yanında kalır. Şehzadebaşı Camii’nin Atatürk Bulvarı tarafında ahşap binalarla çevrili bir mahallededir artık. Hastadır, vücudu küçülmüştür. Afife kendi isteği ile Bakırköy Akıl ve Sinir Hastanesi’ne kaldırılır. Hastahanede avunabilmek için kitap okur, eski tanıdıklarına isyan dolu mektuplar yollar.

Perde ve Sahne Mecmuası yazarlarından Nusret Safa Coşkun bir gün hastaneden yazılmış bir mektup alır. Afife Jale’yi başhekim Mazhar Osman’ın odasında görecektir. İki hastabakıcı sertabibin önüne bir sedye bıraktılar. Dikkat ettim, bu sedyenin ne altında bir taşkınlık, ne üstünde bir şişlik vardı. Yalnız battaniyenin ucundan bir tutam saç sarkmıştı. Örtüyü açtıklarında dehşetle irkildim. Karşımda sadece iri siyah gözleri ile canlı bir ceset vardı. Deri bir torba içinde beş on kemikten ibaretti bu insan.

Sedyeden doğrulan Afife, Nusret Safa Coşkun’a “Hayat bana nekes davrandı” der. Çığlıktan farksız isyanını dile getirir: “Beni unutmuşlar, sahneye çıktığım zaman alnımdan öpen muharrir, beni teşvik eden büyük adamlar, hayranlarım, seyircilerim, arkadaşlarım… Hepsi beni unuttular. Ne çabuk… Kapımı çalan, hatırımı soran bir insan yok. Burada boğuluyorum. Ben deli değilim. Beni çıkartın. Yoksa ben de delireceğim.”

afife jale odulleri

24 Temmuz 1941’de bu yaralı ve yorgun beden hastanede hayata veda eder. Kazlıçeşme mezarlığındaki cenazesine sadece 3 kişi katılır. Sait Köknar, oğlu Ergun Köknar ve Behzat Butak. Behzat Butak Afife’nin maskını alır.

Selim İleri şöyle der: “Bu mezarı çok araştırdık, bizzat kendim gittim, ne yazık ki mezar kaybolmuş. Mezarlık kel kör, yerli yerinde, fakat mezar yok. O mask da kayıp. Yani bir tuhaf bir şey işte, hep dediğim gibi sanki bu dünyaya gelmek istememiş gibi bir insan.”

Kaynak
Kar Yağıyor Hayatıma – Selim İleri, Afife Jale ve DönemiYine Afife JaleSahneye Çıkan İlk Türk Kadını Afife JaleAfife Jale


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir