Alfred Adler, orta sınıf bir Yahudi ailenin 2. çocuğu olarak 7 Şubat 1870 yılında Viyana yakınlarındaki Rudolfsheim köyünde dünyaya gelir. Dört erkek ve iki kız kardeşi vardır. Annesi Pauline ev hanımı, Babası Leopold ise Macaristan’dan gelmiş küçük burjuva bir Yahudi hububat tüccarıdır. Yaşamının daha ilk başlarında çeşitli hastalıklarla mücadele eder ve bu sebepten ötürü hem kendini kardeşlerinden hem de okuldaki akranlarından geride ve yetersiz hisseder. Raşitizm rahatsızlığından dolayı dört yaşına kadar yürüyemez; beş yaşında ise geçirdiği ağır bir zatürreden dolayı ölümle burun buruna gelir. Doktoru, Adler’in artık yaşama ihtimalini olmadığını belirtse de, yaşama tutunmayı yine de başarır. Çocukluğunun ilk beş yılında geçirdiği bu rahatsızlıklar, hayatı boyunca kişiliğini, ruhsal durumunu ve almış olduğu kararları etkileyecek; hayata bakışını şekillendirecektir.
Adler’in birçok erken dönem hatıraları ağabeyi Sigmund’un ne kadar sağlıklı, kendisinin ise ne kadar hastalıklı olduğu ile ilgili yapılan mutsuzluk verici kıyaslamalarla doludur. Adler’in çocukluk yıllarında bırakmaya çalıştığı ağabeyi onun için her zaman kıymetli bir rakip, hatta düşman olarak kalır ve ilerleyen yıllarda oldukça başarılı bir iş adamı olur. Daha dört yaşındayken hekim olacağını söyleyen Adler’in erkenden böyle bir karara varmasında öncelikle yanı başında yatağında ölen erkek kardeşinin üzerinde bıraktığı etkiden, ikincisi annesinin süren hastalıklarını iyileştirme arzusundan, üçüncü sebep olarak da bizzat kendi rahatsızlıklarından kaynaklanmış olması muhtemeldir.
Çocukluğu Viyana’nın Penzig denilen yerinde geçer. İnsanları tanıyabilmesinin esasen sokak çocukluğundan gelmesinden kaynaklandığını daima söyler, asla inkar etmez. Sürekli olarak kendisini annesine kabul ettirme uğraşı verir ancak annesi tarafından reddedildiği hissine kapılır. Yaşamı boyunca güvene dayalı bir ilişki geliştirdiği, kendine yakın hissettiği kişi babasıdır. Babasıyla çok yakındırlar ve birlikte Viyana ormanlarında yürürlerken defalarca söylediği “Alfred, hiç birşeye inanma” sözünü asla aklından çıkarmaz.
Eğitim hayatının ilk yıllarında okula adapte olmada ve başarı göstermede güçlük yaşar. Bir hocasının babasına oğlunun başarısız olduğunu ve okulu bitirebileceğine dair şüpheleri olduğu, bu yüzden kendisini okuldan alarak bir ayakkabı tamircisinin yanına çırak olarak vermesini tavsiye ettiğini hatırlar. Babası hocaya karşı çıkar ve seçeceği mesleğe Adler’in karar vereceğini belirtir.
Lisedeki matematik öğretmeninin ona artık ödev yapmasının bir gereği olmadığını ve daha fazla sinirlenmemek için bir daha ona soru sormayacağını belirtmesi üzerine Adler bu duruma karşı bir tepki olarak dersleri daha çok dikkatle dinlemeye başlar ve çalışmaya başlar. Daha sonraki derslerde gösterdiği azim ve başarı ile Adler matematik dersinde sınıfının en iyisi olur. “Yaşamlar İlgili Sorunlar” kitabında bu olaydan sonra kendine hep “kendine bir sınır koymamak şartıyla, her insan her şeyi yapabilir” düşüncesi eşlik ettiğini belirtir.
Alfred Adler sağda
Viyana Tıp Fakültesi’ni 1895 yılında bitirince, hekim olma hedefine ulaşır. Babası Macaristan doğumlu olduğundan, Adler de Macar vatandaşı sayılır ve bu yüzden Macaristan’da askerlik görevini yerine getirmesi gerekir. Tıp fakültesinden mezun olur olmaz askerlik görevini tamamlayarak, uzmanlık eğitimi için tekrar Viyana’ya döner.
1898 yılında 28 yaşındayken, terzilerin sağlık şartlarıyla ilgili olan ilk kitabını yazar. Bu kitapta ilerde düşünce yapısının temelleri olacak ilkelerini öne sürer; bunlar insanı dürtülerinin ve güdülerinin toplamı olarak değerlendirmek yerine, ona bir bütün olarak bakmanın gerekliliği, fiziksel özellikleri dışında çevresiyle olan ilişkisi ve doğuştan gelen yetilerinin de farkında olması sayılabilir.
Alfred Adler ve Eşi Raissa Epstien
1911 yılında Avusturya vatandaşı olur. Öncelikle göz hastalıkları konusunda uzmanlaşmaya karar verir ancak, insanın bütününe olan merakı genel tıbba yönelmesine sebep olur. Pratisyen hekim olarak çalıştığı ilk yıllarında, kişinin bütününe yoğun bir ilgi göstererek, hastalık durumuna tüm kişiliğin yansıması olarak bakarak hastalıkların fiziksel, psikolojik ve sosyal yönlerinin bir bütün oluşturduğuna dikkat eder. Bir bütün olarak insana ilgisi, psikiyatri çalışmalarına yönlendirmekle birlikte, genel tıbba olan ilgisi hiçbir zaman azalmaz. Ancak, bu durum, Sigmund Freud’un dikkatini çeker.
Freud ile ilk defa 1899 yılında, Adler Freud’dan bir kadın hastası için konsültasyon istediğinde tanışırlar. İkinci görüşmeler ise, 1902 de Freud, Adler ve diğer üç Viyanalı hekimi evine psikoloji ve nöropatoloji tartışmaya davet ettiğinde gerçekleşir. Freud’un Rüya Yorumları kitabını beğenen ender hekimlerden biri olarak, Freud’dan her hafta kendi evinde toplanılarak psikopatolojideki yeni bakışların konuşulduğu toplantılara katılması için el yazısı ile yazılmış davetiye alır. O zamanlarda Adler zaten fiziksel özürleri olan hastalar hakkında materyal toplamaya başlamış ve onların organik ve psikolojik reaksiyonları üzerinde çalışmaktaydı.
Bu grup, 1908 yılına kadar Çarşamba Psikoloji Topluluğu olarak bilinir, sonra Viyana Psikanalitik Topluluğu’nu oluştururlar. Başlarda Freud yöneticilik yapıyorduysa da; Adler, Freud’u hiçbir zaman akıl hocası olarak görmez. Kendisinin ve diğerlerinin psikanalize Freud tarafından da kabul görecek katkılarda bulunabileceklerine inanır. Her ne kadar Adler, Freud’un yakınında olsa da, hiçbir zaman sıcak bir ilişkileri olmaz.
Adler sıkı bir feminist ve sosyalist olan Raissa Epstien ile 1897 yılında evlenir. Kendisi de üniversite yıllarında Sosyalizm ve Marksizm’den etkilenmiş; eşitlik, demokrasi, toplum ve işbirliği gibi kavramlar oluşturduğu Bireysel Psikoloji ekolünde önemli kavramlar olarak yer alır.
Alfred Adler
Adler’in çocukluk yıllarında hastalıklara karşı vermiş olduğu mücadeleler, kardeşleri ile olan mücadelesi, annesinin takdirini kazanma çabası ve akademik alandaki deneyimleri ileriki yıllarda oluşturacağı Bireysel Psikoloji kuramının temel taşları olan aşağılık ve üstünlük kompleksi, doğum sırası, yaşam stili ve yaşam hedefi gibi kavramların temelini oluşturur. Neredeyse çocukluğunun tamamı hastalıklara bağlı fiziksel yetersizliklerle mücadele ile geçer ve eğitim hayatı boyunca da başarısız olarak atfedilir ve bu sebeple de kendisinde bir aşağılık kompleksi oluşur. Aşağılık kompleksinden kurtulmak için kendisine belirlediği yaşam biçimi ise üstünlük hedefi olarak ortaya çıkar.
Eşi Raissa Adler ve çocukları: Valentine, Alexandra, Kurt, Cornelia Nelly, 1914
Adlerien psikoloji ya da bireysel psikoloji, Sigmund Freud’un ortaya attığı insan doğasının katılığı ve değişmezliğine karşı çıkmaktadır. Adler, bireyin kendi yaşamının ustası olduğunu savunmuştur. Bireyin kendi iradesi ile yaşamının hedeflerine yönelmesi, bilinçli olarak davranışlarda bulunması onun bir kader kurbanı olmadığını, kendi yaşamını şekillendirme ve yönetme gücüne sahip olduğunu vurgular. Kişiliği id, ego, süper ego gibi parçalara bölerek ele alan Sigmund Freud’un aksine Alfred Adler, kişiliği bir bütün olarak ele alır. Kişiliğin ancak bütüncül ve sistematik bir bakış açısı ile anlaşılabileceğini savunan Adler aynı zamanda kişilik oluşumunda soyaçekimi (kalıtım) de reddeder. Kalıtımın kişilik üzerinde bir etkisinin olduğu kabul edilir fakat bir yapı taşıdır. Kişiliği şekillendiren kalıtımsal özelliklerin üzerine işlenen çevresel faktörlerdir (ebeveyn ilişkileri, yetiştirilme tarzı, sosyo-ekonomik durum vb.). Kişiliğe bütüncül olarak bakmak hem kalıtımsal hem de çevresel özellikleri birlikte ele almaktan geçmektedir.
Alfred Adler
Adler, bilinç ve bilinçdışı kavramlarını kullanmanın doğru olmadığını öne sürer. Bilinç ve bilinçdışı aynı yönü göstermektedir ve birbirleri arasında herhangi bir karşıtlık durumu yoktur. Bireyin davranışlarını bilinç veya bilinçdışı değil davranışa neden olan amaç ve hedefler belirlemektedir. Adler, insanı anlamanın yolunun insan varlığını bir birlik ve bütünlük içerisinde kabul etmekten geçtiğini ifade eder.
İnsanın birlik ve bütünlüğünü oluşturan ve bireyin davranışlarını anlamada bakılması gereken en önemli nokta bireyin içinde yaşadığı sosyal çevredir. Adler, insanı sosyal bir varlık olarak tanımlamaktadır. İnsan varoluşunu ancak diğer insanlarla etkileşim içerisine girerek anlamlandırır. Birey yaşadığı topluma ve kültüre bir şekilde katkı sağlayıp ait hissetme uğraşı içerisindedir. Doğuştan gelen toplum duygusu bireyi sosyal anlamda diğer bireylerle ilişki içerisine sokar. Bireyin kişiliğini analiz etmede ve davranışlarının nedenini anlamada bireyin içinde yaşadığı sosyal çevre büyük ipucu verir. Bireyin sağlıklı bir ruh haline sahip olabilmesi için topluma uyum sağlayabilmesi, topluma katkıda bulunabilmesi hem de kendini bulunduğu sosyal bağlam içerisinde güvende hissetmesi önemlidir. Toplumdaki nevrotik bireyler toplumun gerçeklerine uyum sağlayamazken sağlıklı bir kişiliğe sahip olanlar toplumun getirilerine ayak uydurmayı başarmış kişilerdir.
Alfred Adler, kızı Alexandra Adler ve Bayan Hitz-Bay,İsviçre, 1927
Adler’in ortaya attığı bireysel psikoloji kuramı, Sigmund Freud’un psikanaliz kuramının aksine bireyin gelişim ve değişimine vurgu yapar. Adler her bireyin yaşamında bir amacının olduğunu ve bu amaca yönelik bilinçli ve amacına yönelik davranışlar sergilediğini vurgular. Bireyin yaşamının özü kendisine belirlediği yaşam hedefleri oluşturmaktadır. Bireyin kendisinde amacına ulaşma ve yaratma potansiyeli mevcuttur. Bireyin davranışa geçmesini sağlayan etmen güdüler değil gelecek odaklı hedefleridir.
Yaşam hedefi çocukluğun ilk 5 ile 6 yılı arasında şekillenmekte ve oluşan yaşam hedefi, bireyin dünyayı anlamlandırması, algılaması ve yorumlamasında etkilidir. Bireyin benliği yine yaşamının ilk 6 yılında şekillenirken aile ortamı, doğum sırası ve bireyin dünyayı algısı benliğin şekillenmesinde etkili olur. Benlik, oluşturduğu yaşam stili içerisinde yaşam hedefine yönelik amaçlı davranışlarda bulunarak güçlenmektedir. Bireysel psikoloji ise bireyin hedefi doğrultusunda yerine getirmesi gereken davranışları keşfetmesinde, hatalı davranışların farkına varıp düzeltmede ve sosyal çevresine uyum sağlamasında yardımcı olmaktadır.
Alfred Adler
Bireysel Psikolojinin Temel Kavramları
1. Sosyal İlgi (Toplum Duygusu): Sosyal ilgi kavramı bireysel psikoloji kuramının en önemli kavramlarından biridir. Sosyal ilgi, toplumsal duygu veya sosyal duygu olarak da ifade edilmektedir. Doğuştan getirilen sosyal ilgi, topluma olumlu yönde katkıda bulunmak ve tüm insanları değerli görmekle ilgilidir. Sosyal ilgi düzeyi yüksek olan bireyler dünyanı daha güzel ve yaşanabilir bir yer haline getirme gayretindedir. Sadece insanları değerli görmeyi kapsamayan sosyal ilgi kavramı aynı zamanda diğer tüm canlıları da kapsamaktadır. Sosyal ilgi düzeyi yüksek olan bireyler çevresine ve diğer insanlara bağlılık hisseder, sosyalleşmede, insanları sevmede ve insanlara güvenmede, meslek edinmede ve meslekte ilerlemede çok büyük zorluklar çekmezler. Adler sosyal ilgiyi “başkasının gözü ile görmek, başkasının kulağı ile duymak, başkasının kalbiyle hissetmek” olarak açıklamıştır. Sosyal ilgi günlük yaşamda karşılaşılan sorunları aktif ve dinamik bir şekilde çözümlemede bireye katkı sağlar. Sosyal ilgi düzeyi yükseldikçe bireyin sorunlar karşısında başa çıkma kaynakları da aynı şekilde fazlalaşır.
2.Yaşam Stili: Bireyler yaşamlarının çocukluk döneminden itibaren çeşitli sorunlarla karşılaşmaktadır. Bu sorunlarla başa çıkmak için her birey kendine özgü yollar geliştirmektedir. Bu yollardan biri de yaşam stilidir. Her birey hem kendisi hem de çevresi hakkındaki algısı, yorumu ve çıkarımı sonucu kendisine özgü bir yaşam stili oluşturmaktadır. Yaşam stili bireyin dünya görüşünü, benlik algısını ve yaşam stratejilerini içeren benliğin bir bütünüdür.
Yaşam stili çocukluğun ilk 5 ile 6 yaşları civarında şekillenmektedir. Bir bireyin yaşam stilini anlayabilmek için ilk çocukluk yıllarındaki aile içi ilişkilere ve doğum sırasına bakmak gereklidir. Yaşam stili bireyin kendisi ve diğerleri hakkındaki bilgilerinin düzenlenmiş hali ve bireyin hayattaki amaçlarını gerçekleştirebilmek için davranışlarını içeren bir yapıdır. Yaşam stili davranışların tutarlı ve hedefe yönelik olmasını sağlamaktadır. Yaşam stili esnek olan bireyler hayatta karşılaştıkları problemlere yaratıcı çözümler bulan, alternatif yollar geliştiren ve yaşamını zenginleştirebilen kişilerdir. Adler, insanın yaratma gücüne vurgu yaparak yaşam stili hayatın ilk 6 yılı içerisinde şekillense bile daha sonraları bireyin davranışlarını değiştirme, seçme ve geliştirme imkânının olduğunu öne sürmektedir. Yaşam stilini asıl olarak inşa eden bireyin kendisidir. Birey yaşamındaki seçimleri ve davranışları yaşam stiline bütünlük kazandırmaktadır.
3. Aşağılık Ve Üstünlük Kompleksi: Aşağılık duygusu, bireyin dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren var olan, bir ihtiyacı gidermeye yönelik gücün olmadığı durumlarda ortaya çıkan ve bireyi bu eksikliği telafi etmek için harekete geçiren pozitif yönde güdüleyici bir duygudur. Bireysel psikoloji kuramı bireylerin doğumundan itibaren yoğun eksiklik duyguları yaşadıklarını öne sürmektedir. Sağlıklı bireylerin yaşamlarındaki öncelikli hedefi bu eksiklik duygusunu telafi etmek ve mükemmele ulaşmaktır. Aşağılık duygusu normal ölçütlerde sağlıklı bir kişilik yapısının göstergesidir. Bireylerin eksikliklerini fark edip kapatmaya çalışmalarına yönelik bir gelişim imkanı sunmaktadır. Eksikliklerin yarattığı aşağılık duygusundan kurtulabilmek için bireyler üstünlük gösterme çabasına girmektedir. Yetersiz olunan durumların giderilmesi amacıyla birey kendisini geliştirme gayreti içine girer. Yetersizlik duygusu normal şartlarda bir patoloji veya anormallik göstergesi değildir.
Adler’e göre insan olabilmek kendini aşağılık hissetmekle başlamaktadır. Ruhsal yönden sağlıklı kişiler eksikliklerini görüp onları gidermeye çalışır. Aşağılık duygusu eksikliklerin telafi edilip giderilmesi için sağlıklı bireyler açısından itici bir güç olarak ortaya çıkar. Aşağılık duygusu bireylerin yaratıcı, üretken ve enerjik olmasını sağlamaktadır. Aşağılık duygusunun ortaya çıkardığı üstünlük duygusu kişisel bir güç kaynağı olmaktadır. Aşağılık ve üstünlük duygusu birbirlerinin dengeleyicisi ve tamamlayıcısı olarak sağlıklı bireylerde yer edinir. Adler, bireylerin mevcut durumlarında yetersiz bir şeyler olduğunu hissettikleri zaman üstün olmaya ve başarı kazanmaya çalıştıklarını ifade etmektedir. Bireyin geçmişi hissettiği aşağılık duygusu ile ortaya çıkarken geleceği ise ulaşmaya çalıştığı üstünlük hedefi ile şekillenmektedir.
Alfred Adler, Leonhard Seif, 1925
4. Kurgusal Üstünlük Hedefi Ve Yaratıcı Benlik: Birey kendi bilişsel şemasına uygun olarak seçimlerde ve davranışlarda bulunmaktadır. Olaylar karşısında bireyler kendi öznel düşüncelerini, fikirlerini ve kararlarını oluşturmada yeteneklidir. İnsan kendi yaşamının bir mimarı olarak kendi hayatında aktif rol oynamaktadır. Adler’e göre insan sadece uyarıcıya tepki üreten otomatik bir varlık değil kendi inançlarını oluşturabilen bir varlıktır. Birey kendi bilişsel şemasına uygun olarak geliştirdiği inançlar ile hayata bakış açısını geliştirir. Yani bireyin zihinde dünyanın kendisine dair bir öznel yorumu mevcuttur. Bireysel psikolojide bireyin dünyaya bakış açısı “yaşam stili” olarak adlandırılırken insanın bu yaratma gücüne verilen ad ise “yaratıcı benlik”tir.
Yaratıcı benlik sayesinde insan kendi özel yaşam hedefini oluşturmaktadır. Yaşam hedefi sayesinde bireylerin davranışları tutarlılık kazanırken aynı zamanda kişiliği de bütünleşmektedir. Bireyin yaşama eksiden başladığı ve artıya ulaşma çabası içerisinde olduğunu belirten Adler, her bireyin yaşamında kendine özel bir yaşam hedefi olduğunu belirtmiştir. İnsan doğası gereği amaçlı davranışlar sergilemekte ve bir hedefe yönelik ilerlemektedir. Bireysel psikolojide bireyin kendisine belirlemiş olduğu yaşam hedefine ulaşma yolundaki çabası “kurgusal finalizm” olarak adlandırılmaktadır. Aşağılık olarak dünyaya gözlerini açan insan mükemmele ulaşma yolunda ilerleyen yaratıcı güce sahip bir varlıktır. İnsanı tüm yönleriyle tanımak için ise kendisini mükemmele ulaştıracak olan yaşam hedefini anlamak gereklidir.
Alfred Adler
5. Doğum Sırası Ve Kardeş İlişkileri: Adler kişilik gelişiminde ebeveyn tutumunun ve aile içerisindeki doğum sırasının önemine vurgu yapan ilk kuramcılardandır. Adler, bireylerin aynı aile içerisinde dünyaya gelseler dahi kendilerini konumlandırdıkları psikolojik doğum sırasına göre kişiliklerinin farklılaşabileceğini öne sürmektedir. Biyolojik doğum sırasından ziyade asıl olarak kişiliğe etki eden bireyin aile içerisinde kendini konumlandırdığı doğum sırasıdır yani psikolojik doğum sırası. Kardeşler arasında ebeveyn ilgisini üzerine çekme, güç kazanma ve başarı elde etmeye yönelik psikolojik bir savaşın olduğunu öne süren Adler, bu savaşın etkilerinin bireylerin yetişkinlik dönemindeki tutum, davranış ve düşüncelerine yansıdığını belirtmektedir.
Alfred Adler
İlk Çocuk: Ailede ilk çocuğun dünyaya gelmesiyle birlikte bir stres ve telaş yaşanmaktadır. Bu durumun sebebi ebeveynlerin ilk kez çocuk sahibi oluyor olması ve çocuğa yönelik nasıl davranacağını bilmemeden kaynaklanmaktadır. İlk çocuğa karşı ebeveynler genel olarak daha titiz davranmaktadırlar. Sürekli olarak ilgi aile içerisinde çocuğun üzerindedir. Çocuğa hep en iyisini sunmaya çalışan ebeveynler için yaşamın merkezidir. Çocuğa karşı böyle bir ebeveyn tutumunun sonucu olarak ilk çocuklar genellikle şımarık bir şekilde yetiştirilmektedir. İlk çocuğun el üstünde tutulma durumu ikinci bir çocuğun aileye katılımına kadar devam etmektedir. İkinci çocuk aileye katıldığı zaman eğer ilk çocuk üç yaşından daha büyükse kardeşini benimsemesi ve kabullenmesi daha kolay olacaktır çünkü çocuk o yaşa kadar kendi yaşam stilini oluşturmuş ve yaşamının merkezine kendisini koyabilmiştir.
İkinci Çocuk: Aileye ikinci çocuğun katılımı ile önemli ölçüde değişiklikler meydana gelmektedir. İkinci çocuk dünyaya gözlerini açar açmaz bir rekabetin içine girmektedir. İlk çocuğun kendisini bir rakip olarak görmesiyle bir mücadele ortamı içerisinde yetişmektedir. Bu rekabet ilk çocuğun ebeveyn ilgisini kendisinde tutmaya çabalaması ve ikinci çocuğun da bu ilgiyi kendi üzerine almaya çalışmasıdır. Ebeveyn ilgisi üzerinden başlaya bu rekabet kardeşlerin ileriki yaşamlarında da açık olmasa bile kendisini göstermektedir. İkinci çocuk sürekli olarak ilk çocuğun göstermiş olduğu başarıdan daha büyük bir başarı göstermenin stresi ile yaşamaktadır. Bu nedenle ikinci çocuklar genel olarak hırslı ve mükemmeliyetçi bir kişilik yapısına sahip olmaktadır.
En Küçük Çocuk: Ailedeki en küçük çocuk en çok üzerine titrenen, en gözde ve en şımarık yetiştirilen çocuğudur. En küçük çocuğun konumu aile içerisinde hep aynı kalmaktadır, yani bu çocuklar ailenin hiç büyümeyen çocuğudur. En küçük ve en güçsüz olma durumu çocuk üzerinde aşağılık kompleksinin gelişmesine neden olabilmektedir. Çevresindeki herkes kendisinden daha büyük ve güçlü olduğu için sürekli olarak bir yetersizlik duygusu yaşamaktadır. Yaşamının ileriki dönemlerinde de bir başkasına muhtaç, kendi yaşamının sorumluluğunu alamayan, yanlış bir yaşam hedefi oluşturabilmesi muhtemel olan bireylerdir.
Tek Çocuk: Aile içerisinde tek çocuk olarak yetişen bireyler ebeveynlerin ilgi ve dikkatini uzun süreli olarak çekmektedir. Şımartılma ihtimalleri çok yüksek olan tek çocuklar yaşamlarının ileriki dönemlerinde de diğerlerine bağımlı bir tutum geliştirmektedir. Yoğun bir ilginin sonucu olarak şişirilmiş bir benlik algısına ve yoğun bir üstünlük duygusuna sahip olabilmektedirler. Narsist kişilik eğilimi sergilemeleri muhtemel olan tek çocuklar kişilerarası ilişkilerde ve sosyal çevreye uyumda büyük problemlerle karşılaşabilmektedir.
Alfred Adler
Adler’in insanı konu alan bilimler için taşıdığı önem hala tartışma konusudur. Talebelerinden bir grup vardır ki, Adler’e asla bir derinlik psikoloğu gözüyle bakmaz; nitekim Adler de kendisinin hiçbir zaman böyle biri olduğunu söylemez. Bazıları da, Adler’in talebesi olmamalarına rağmen Adler’i Freud-Adler-Jung sac ayağını oluşturan psikiyatrlardan biri sayar. Adler’i ilk hakiki “varoluşçu psikolog” olarak göstermek de yanlış olmaz. Çünkü V. E. Frankl’ın varoluşçu çözümlemesi Adler’in öğretisinin bir uzantısıydı; ayrıca Adler’in çok ateşli bir okuyucusu olan Sartre’nin insanı, Adler’in nörotik karakteri’nin genişletilip bir insan haline dönüştürülmesiydi”. “Hayat bize bağışlanılmış olarak değil, bir yükümlülük olarak verilmiştir” sözü Adler’in düşüncelerini çok güzel özetler.
Müzik, sanat ve edebiyata yoğun ilgisi bulunan Adler, çalışmalarında masallardan, İncil’den, Shakespeare’den, Goethe’den ve birçok diğer edebî çalışmalardan örnekler alır. Eğlenceyi, kalabalıkları seven, yemeğe düşkün, sıcak ve candan bir kişiliğe sahip olan Adler, kendisini sıradan insanla özdeşleştirir. Dönemindeki psikiyatrlardan farklı olarak, hastalarının çoğu alt ve orta sınıf insanlardan gelmektedir. İnsanlığın durumuna iyimser bakar. Dostlukları zedelemeyen rekabetçi bir tarafı vardır. Freud’dan çok farklı olarak, her iki cinsiyetin eşitliğine yoğun bir şekilde inanır ve kadın hakları savaşını destekler.
İnsan Tabiatını Anlamak kitabı, Viyana Üniversitesindeki Yetişkin Eğitiminde verilen dersleri ihtiva eder ve hâlâ Amerikan liselerinde okunması gereken kitaplar listesinde yer alır.
“İnsan ancak içerisinde bulunduğu hayat şartlarını kabul ettiği zaman mutluluğa ulaşabilir; kaçınılması mümkün olmayan bu gerçek şartlar bir yana itildiği zaman ise, insan sevince ve mutluluğa götüren bütün yolları kendine kapatmış olur ve başkaları için bir hoşnutluk ve mutluluk vesilesi olan her şeyde başarısızlığa uğrar.” (İnsan Tabiatını Anlamak)
Alfred Adler, 1937 yılı başlarında Moskova’da ortadan kaybolan kızı Valentine ile meşgul olduğu günlerde, Hollanda’da verdiği bir konferansta göğsünde ağrılar hisseder. Hekimin dinlenmesi gerektiği yönündeki tavsiyesini dinlemez ve İskoçya Aberdeen’e gider. 28 Mayıs 1937’de İskoçya’da kalp krizi sonucu hayatını kaybeder.
Kaynak
Alfred Adler ve Bireysel Psikoloji, Çocukluğu: Hayatı: Alfred Adler Ve Bireysel Psikoloji, Bireysel, Sosyal Ve Siklotimik Bir Adam: Alfred Adler