6. yüzyıldan günümüze ulaşan önemli bir evrensel değer olan Ayasofya, dünya mimari kültür mirasının en önemli yapılarından biridir. Tarihçesi ve mimari özelliklerinin yanı sıra, jeolojisi ve inşasında kullanılan doğal taşların litolojisi, kökenleri ve kullanımı da özel bir inceleme alanıdır.
Kutsal Bilgelik, İlahi Bilgelik anlamına gelen Ayasofya, ilk yapıldığında yanındaki Hagia Eirene (Aya İrini) ile birlikte Büyük Kilise (Megale Ekklesia) olarak adlandırılır. 5. yüzyılda buraya sadece Sophia denilmeye başlanır, fakat sanıldığı gibi Sophia adında bir azizeye adanmayıp, Theia Sophia’ya, yani Hristiyan üçlemesinin ikinci unsuru olan Kutsal Hikmet’e adanmıştır. Ancak uzun süre Bizans halkı, Ayasofya’ya Büyük Kilise demeye devam edecektir.
Gaspard Fossati, Ayasofya, 1852
Ayasofya’nın ilk binası IV. yüzyılda ahşap çatılı bir bazilika biçiminde yapılmıştır. Genellikle bu ilk yapının I. Konstantin’in eseri olduğuna inanılırsa da, oğlu II. Konstantin zamanında bitirilir ve 15 Şubat 360’ta açılır.
Ayasofya’nın Büyük Konstantin tarafından yaptırıldığını savunan tarihçilerin görüşleri genellikle şu noktada birleşir. Onun imzaladığı Milan Fermanı ile Hristiyanlığın kesin hürriyete kavuşması, bütün din ve mezheplerin I. Konstantin’in barış hükümlerini ihtiva eden kanunların himayesine girmesi ve 234 tarihinde Roma İmparatorluk merkezinin İstanbul’a nakledilmesi üzerine, İstanbul’da birtakım kiliselerin inşası başlar. I. Konstantin’in, Hıristiyanlığı meşru bir inanç olarak resmen ilan ettikten sonra yaptırmaya başladığı kiliseler, Aya İrini, Aya Dynamis’tir; bunların arasında Ayasofya yoktur.
Konstantinos’un, Hristiyanlık konusundaki bu hoşgörüsünden dolayı birçok kilisenin kurucusu olduğu iddia edilmiştir. Fakat bu söylentilerin en eskisi VII. yüzyıla kadar gider. 380-440 yılları arasında İstanbul’da yaşayan kilise tarihi yazan Sokrates, Ayasofya’nın ilk yapısının İmparator I. Konstantios tarafından yapıldığını yazsa da, I. Konstantinos’un hayatını yazan Evsebios, onun böyle bir kilise yaptırdığından hiç söz etmez.
James Robertson fotoğrafı, 1854
15 Şubat 360 günü açılan Ayasofya’nın ilk yapısı, dönemin bütün dini yapıları gibi, üstü ahşap çatı ile örtülmüş, uzunluğuna gelişen bir kilise, yani bir bazilika idi. Bu ilk binanın fazla uzun ömürlü olmadığı bilinir. İstanbul Patriği İoannes Hrisostomos, İmparator Arkadios’un karısı Evdokia ile devamlı bir çatışma halinde idi. Kilisenin dışında ve yakınında imparatoriçenin gümüş kaplamalı bir heykelinin dikilmesi yüzünden çıkan bir anlaşmazlık sonunda, Hrisostomos 20 Haziran 404’te İç Anadolu’ya sürgün edildiğinde patlak veren bir ayaklanmada kilise kısmen yanar. Onarım, II. Theodosios zamanında biter ve 10 Ekim 415’te açılır.
1935 yılında Alman arkeolog Alfons Maria Schneider tarafından Ayasofya’nın batı tarafındaki avluda yapılan kazıda, mermerden büyük parçalar bulunur. Üzerleri işlenmiş olan ve 12 havariyi temsil eden kuzu kabartmaları ile süslü bir frize sahip bu parçaların abidevi ölçüde muhteşem bir girişe ait oldukları anlaşılır. Schneider’in görüşüne göre bunlar, II. Theodosios tarafından yaptırılan bazilikanın giriş cephesinin kalıntılarıdır. Bugün bu parçaları avluda görmek mümkün.
Abdullah Biraderler, Ayasofya Fotoğrafı
İmparator Justinianos aleyhine 13 Ocak 532’de başlayan ve Nika ayaklanması olarak adlandırılan büyük kargaşada çıkan yangında (13-14 Ocak gecesi) kilise ikinci defa olarak yanar. Ayaklanma bastırılıp, Justinianos durumunu sağlamlaştırınca, derhal kilisenin yeniden yapımına girişir. Justinianos’un hayatı ve yapıları hakkında birçok eser yazmış olan Prokopios, çalışmalara 23 Şubat günü başlandığını yazar. Bugün görülen yapı, işte bu tarihte yapımına girişilendir. Yeniden kurulacak kilise için İmparator Justinianos, Batı Anadolulu iki mimarı görevlendirir. Bunlardan biri Miletli (Söke yakınında Balatlı) İsidoros, diğeri ise Trallesli (Aydınlı) Anthemius idi.
Abdullah Biraderler Fotoğrafı
Bu yapı için imparatorluğun hakim olduğu tüm topraklardan malzeme getirildiği bilinir. Efes’teki Artemis Tapınağı, Kapıdağ Yarımadası’ndaki Kyzikos (Belkıs) Tapınağı, Mısır’daki Güneş Tapınağı (Heliopolis), Lübnan’daki Baalbek Tapınağı ve diğer birçok yapıdan getirtilen doğal taş malzemeler kullanılır. Bunlar arasında en dikkati çeken ise Efes Artemis Tapınağı’nın sütunlarıdır.
Ayasofya’nın yapımında kullanılan esas yapı malzemesi doğal taşlardır. Bunun yanı sıra geleneksel Bizans tuğlası ve harcı, özellikle yapının kubbe, tonoz ve duvarlarında yaygın olarak kullanılmıştır. Ayasofya’nın yapımında kullanılacak malzemeleri üretmek yerine, imparatorluk topraklarındaki eski yapı ve tapınakların hazır malzemelerinden yararlanmak yoluna gidilmiştir. Bu yöntem, Ayasofya’nın inşaatının kısa sürede bitmesini sağlayan etkenlerden biri olarak kabul edilir.
Aşil Samancı Fotoğrafı, 1870’ler
Ayasofya, mimari açıdan bazilika planı ile merkezi planı birleştiren, kubbeli bazilika tipinde bir yapı olup kubbe geçişi ve taşıyıcı sistem özellikleriyle mimarlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Yaklaşık 7500 m2’lik bir alanda konumlanan Ayasofya, iki katlı bir yapı olup, mimari planı orta nef denilen büyük bir orta mekan, kuzey ve güneyde yer alan iki yan nef, doğu ucunda yer alan apsis (mihrabın bulunduğu yer) ve batı kısmında kapıların yer aldığı iç ve dış nartekslerden meydana gelmektedir.
Nef, kilise mimarisinde apsise dik ya da paralel olarak yer alan ve birbirlerinden sütun ya da paye dizileriyle ayrılan uzunlamasına mekanlara verilen ad.
Apsis, kiliselerin sunak odasını kapsayan, çoğunlukla yarım daire ya da çokgen, çok nadir durumlarda dikdörtgen planlı bir yapı unsurudur.
İnşaat beş yıl sürer, ibadete açılışı 27 Aralık 537 günü yapılır. Binanın mozaik süslemeleri ise daha geç bir tarihte, II. İustinos (565 – 578) döneminde tamamlanacaktır. Yapının en dikkat çekici özelliği ise hiç tartışmasız orta kubbesidir. Ancak bu kubbenin getirdiği sorunlar hem yapının inşa edildiği dönemde hem de günümüze dek devam eden statik problemlerinin ana kaynağını oluşturmaktadır.
Kubbe, ilk olarak yapıldığı yüzyılda iki depremde zarar görecek ve bunların yarattığı tahribat nedeniyle 558 yılında büyük bir kısmı çökerek kullanılamaz hale gelecektir. Bunun üzerine Ayasofya’nın mimarlarından İsidoros’un yeğeni genç İsidoros kubbeyi tamir eder; kubbeyi 7 m daha yükselterek daha hafif malzemeden yapar. Bu geniş çaplı tamirattan sonraki açılış için Paulos Silentarios tarafından Ayasofya’nın görkemini ve güzelliğini öven Ekphrasis olarak bilinen bir manzum destan yazılır ve bu destan 6. yüzyıl Ayasofyası’nın mimari ve süslemesi hakkında bize geniş çaplı bilgi verir.
Şevket Dağ, Ayasofya
Ayasofya’nın iç süslemesinin ihtişamı, ölçülerinin bir kilise için alışılmamış büyüklükte oluşu ve hepsinin ötesinde orta mekanına hakim olan kubbenin yükseklik ve genişliği, her çağda seyircilerini şaşırtmış ve hayranlık duymalarına yol açmıştır. Hristiyan dünyası bu cüretli kubbenin yapımını insanüstü güçlere bağlamış ve bu durum dini inanç ile birleşince, Ayasofya Ortaçağ mistizminin eşi benzeri olmayan bir sembolü olmuştur.
Ortodoks inancında semavi alemi temsil eden kubbe, burada en yüceleştirilmiş görünümüne kavuşmuş, bu kubbenin sanki boşlukta yüzdüğüne inanılmıştır. Ortaçağ insanının bu görüşü, günümüze kadar insanları aynı güçle tesiri altında bırakabilmiş ve Ayasofya’yı inceleyen yabancı ilim adamları da çok defa bu görüşleri paylaşmaktan kendilerini alamamışlardır.
Ali Sami Boyar, Ayasofya
Ayasofya, dikkat çekici bir merkez yapı olmanın dışında pek çok tarihsel olayında sahnelendiği yer de olur. İkonoklaşma hareketi ile Ayasofya’da bulunan bütün figürlü süslemeler ortadan kaldırılır. Yaşanan sosyal ve siyasi sıkıntılar sırasında, halk kendini iyi hissetmek için sığındığı ikonlara, zaman içerisinde adeta tapmaya başlar. Bunu bir bakıma putperestlik olarak gören III. Leon, aynı zamanda ekonomik olarak devletin gücünü zayıflatan ikonaların varolan tüm tasvirlerine karşı çıkar.
I. İkonoklazm hareketi, III. Leon’un 726’da başlattığı ve 787’de İmparatoriçe Irene ile bitirildiği 61 yıllık bir dönemi kapsar. II. İkonoklazm hareketi ise, 815 yılında V. Leon’un, patriğin kendisinin taç giymesine engel olmasından korkması üzerine, ikona tahribini tekrar gündeme getirmesi ile başlar. 843 yılında ikon sever bir imparatoriçe olan Theodora tarafından, bir daha gündeme gelmemek üzere bitirilir.
859 tarihinde büyük bir yangın geçiren Ayasofya, en büyük tahribatı 869 yılındaki depremden dolayı görecektir. 989 yılında Ekim ayında olan deprem binanın birçok bölümü dışında bir kez daha büyük merkezi kubbenin yıkılmasına neden olur. Bu sırada tahtta bulunan II. Basileios, altı yıl süren bir onarım sonucu binayı eski haline çevirmeyi başarır. Kilisenin onarımı Tiridat adlı bir Ermeni mimar tarafından yapılır ve 994’te tekrar ibadete açılır.
Şevket Dağ, Ayasofya, 1906
Ayasofya, Bizans dünyasının sahip olduğu en büyük kilise olmak sıfatıyla patrik ve imparatorun yer aldığı pek çok törene ev sahipliği yapar. 10. yüzyılda Törenler kitabını yazmış olan İmparator VII. Konstantinos Porphyrogennetos, burada gerçekleşen törenleri tüm ayrıntılarıyla anlatır. Yapı, ayrıca Patrikhane’nin komşusudur ve büyük dini toplantıların güneydeki galeride yapılmakta olduğu bilinmektedir. Bu toplantılardan 1166 tarihli olanı bir ferman halinde mermer levhalara kazınarak dış nartekse yerleştirilmiştir. II. Selim dönemine dek yerinde duran bu levhalar, 1566 yılında ters çevrilerek Kanuni’nin türbe saçağına yerleştirilmiştir. 1960 yılındaki türbenin onarımı sırasında bulunan levhaların bir kısmının alçı kopyaları alınarak eski yerlerine yerleştirilmiştir.
Şevket Dağ, Ayasofya
Latin ordularının, Konstantinopolis’i işgal ederek 1204 – 1261 tarihleri arasında kurdukları Latin Krallığı döneminde de Ayasofya’nın tahribata uğradığı bilinir. Ayasofya’nın pek çok değerli kutsal eşyası alınarak batıdaki kiliselere gönderilir. Bu işgal sırasında Ayasofya, Venediklilerin yönetimine geçer. 1261 yılına dek tahta geçen Latin krallarından beş tanesi burada taç giyer. 1261 yılında Bizanslılar şehri geri aldıklarında Ayasofya’nın çok yıpranmış olduğunu görürler. Bu dönemde batıda bulunan dört büyük destek payandasının yapılmış olması muhtemeldir. II. Andronikos, 1317 tarihinde yapının doğu ve kuzey tarafına yeni destek payandaları yaptırmıştır.
1344 yılındaki depremin ardından Ayasofya’da yeni çatlaklar ve tahribatlar oluşmuştur. Bunların sonucunda 1346 yılında yapıda büyük çökmeler meydana gelmiştir. Devletin tamirat için yeterli parası olmaması nedeniyle, 1354 yılında bir vergi toplanarak yapının masrafları karşılanmaya çalışılmıştır. 15. yüzyılda ziyarete gelen Batılı seyyahlar yapının bakımsızlığından bahsetmektedirler. Bu anlatımlara göre, yapının etrafı harabelerle çevrili ve kapıları düşmüş durumdadır.
Naci Kalmukoğlu, Ayasofya
Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u 29 Mayıs 1453’te fethettiği zaman, halk Ayasofya’ya sığınmıştı. Bizans tarihçisi Dukas’ın yazdıklarına göre, uzun yıllardır falcılar gelecekte şehrin Türklere teslim olacağını, Türklerin Konstantin’in sütununa (Çemberlitaş) kadar varacağını, orada gökten bir meleğin elinde kılıç ile inerek, sütunun yanında bulunan fakir bir adama imparatorluğu ve kılıcı vererek, kavminin intikamını al diyeceğini, bunun sonucunda Türkler’in geri gideceklerine inanıyorlardı.
Fatih, şehre girince Ayasofya’ya gider. Fatih ve İkinci Beyazıt dönemlerinde yaşamış olan ve o dönemdeki fetihleri yazan ve fetihte yanında olan Tursun Bey “Ayasofya nam kiliseyi görmeye rağbet etti” diyerek bunu doğrular. Bir Türk askerinin mabedin mermerlerinden birisini kırmakta olduğunu gören Fatih, bu tahribatı neden yaptığını sorar, asker de din için yaptığını söyler. Fatih bu askerin tahribatına mani olur ve “Servet ve esirler size yeter, şehrin binaları bana aittir” der.
Yine yanında bulunanların rivayetine göre, Fatih mozaiklerin sökülmesi teşebbüsünde bulunan mimarlara hitaben, “Durunuz! Bu mozaik resimleri günaha sebep olmamaları için bir kireç tabakasıyla örtmekle yetininiz! Fevkâlâde olan bu kakmaları koparmayınız” der.
Gaspard Fossati’nin Ayasofya Gravürü
Uzun tarihi içinde çok sayıda müdahale gören Ayasofya’nın restorasyonları ile ilgili kayıtlar, çizimler çok sınırlıdır. Restorasyonla birlikte sistematik belgeleme çalışmaları 19. yüzyıla, Sultan Abdülmecit dönemine dayandırılabilir. İtalyan mimarlar Gaspare ve Giuseppe Fossati kardeşlerin 1847 – 1849 yılları arasında, 800 işçi ile içeride ve dışarıda çalışarak yaptıkları onarım, Ayasofya’nın bugünkü biçimini almasında etkili olmuştur. Tamir işinin 1847 yılında Abdülmecid’in emriyle Fossati kardeşlere verilmesi, Ayasofya’nın tarihinde önemli bir merhale oluşturmuştur. İşin yabancı uzmanlar tarafından yürütülmesi, binanın aslına sadık kalmak için çaba harcanması ve binanın içindeki mozaiklerin tespiti, bu yapılanları modern bir restorasyon çalışmasına yaklaştırmıştır.
1931 yılında ABD’li Thomas Whittemore, Ayasofya’nın mozaiklerinin restorasyonu için görevlendirilir
Ayasofya’nın müze fikri ilk kez 4 Eylül 1934’te dillendirilir. Haberin kesinleşmesi ise 9 Eylül’de olur: “Ayasofya’nın tamamının Bizans eserlerine ve eski asara mahsus müze haline ve Sultanahmet camisinin de bir kütüphane haline ifrağı kararlaştırılmıştır.” Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesi, 24 Kasım 1934 tarihinde imzalanan kararnameyle kesinleşir.
Danıştay 10’uncu Dairesi, yakın zamanda yayımladığı kararla, Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etti. Bakanlar Kurulu kararıyla 1934 yılında müzeye dönüştürülen Ayasofya, Danıştay’ın söz konusu kararı iptal etmesinin ardından, 24 Temmuz 2020 Cuma günü Müslümanlar için ibadete açılıyor.
Kaynak
Ayasofya – Semavi Eyice, Ayasofya’nın Yapımında Kullanılan Doğal Taşlar ve Günümüzdeki Korunmuşluk Durumları, Bir Dünya Mirasının Korunması: Ayasofya, İstanbul’un Fethinden Sonra Ayasofya Kilisesi’nin Camiye Çevrilişi, Bizans Dönemi’nde Ayasofya, Tarihçesi Ve Mimari Özellikleri Hakkında Genel Bilgiler, Ulu Mabed Ayasofya