Özellikle Behzat Ç ile popülerleşen, yeni dönem edebiyatçılarımızdan Emrah Serbes’in 5 romanını ve bu romanlardan seçtiğimiz alıntıları sizler için derledik.
1. Her Temas İz Bırakır
Kitap anlatım gerek anlatım tarzıyla, gerek hikayesiyle, atmosferi, kişileri ve diyaloglarıyla başarılı bir polisiye. Serbes’in ilk romanı, Bir Ankara Polisiyesi. Bu nedenle, çoğu kez Behzat Ç.’nin senaristi Emrah Serbes sanıldı. Oysa dizi Serbes’in romanı Her Temas İz Bırakır’dan uyarlanan ve bambaşka bir isim, Ercan Mehmet Erdem tarafından yazılan bir dizi.
“80 doğalgaz, 30 elektrik, 20 su, 80 Gülsüm, hayır 80 Gülsün, 40 aidat, kirayı da ekledin mi bu para ancak ucu ucuna yeter, hatta yetmez. On beşine kadar biraz idareli davranmak lazım. Bir de Berna’ya hediye alınacak, doğum günü ayın 28’i. Artık maaşı çektikten sonra bir şeyler bakardı. 28 Ocak, aynı zamanda Ceyda’yla boşandıkları gündü. Bir de Rahmet Albay… Allah rahmet eylesin. Sanki iyi kötü her şey dönüp dolaşıp o günü buluyor. Bir adamda şans o kadar zaten.”
“Zaten insanı en yakınlarının dışında kim anlar! Onlarla sürekli küs kalamazsın, hayatından çıkaramazsın, bunu yapmak için çok gözü kara ve güçlü olmak lazım, belki de bir hayli acımasız; kan çeker nihayetinde.”
“Behzat Ç.’nin evinin yakınındaki süpermarkette en küçük tuvalet kağıdı otuz ikiliydi, fiyat performans açısından uygun da olsa, tek başına yaşayan bir adamın eve otuz ikili tuvalet kağıdıyla gelmesi hüzün vericiydi.”
2. Son Hafriyat
Her Temas İz Bırakır kitabının devamıdır. Bu bir Ankara polisiyesidir… Behzat Ç. ve ekibi, kötü bir Renault Toros’la Sakarya Caddesi’nden Ayaş’a kadar altını üstüne getiriyor Ankara’nın. Sadece cinayetçiler değil, belediyenin envai çeşit birimi de altını üstüne getiriyor Ankara’nın. Her yer hafriyat. Kavşak inşaatıydı, kabloydu, boruydu, tamirattı….
“Biz napıyoz la bu hayatta? Birileri demiş sınırları çizmiş burda yaşıyacan demiş. Birileri demiş ki bu maaşı alıcan demiş bu okula gidicen demiş bunlara karşı çıkmıcan demiş. Bunların hepsi ben söylemeden önce ben yapmadan önce birileri tarafından söylenmiş. Ben istemedim ki bunların hiçbirini..”
“Edebiyatta olsun, sinemada olsun, yavaş yavaş dal budak saran imkansız aşk her zaman ilgi çekici bir tema olmuştur, eyvallah… Ama hayatta böyle olmuyor. Böyle bir ilişki memleketin gerçeğine aykırı. Burası İsveç değil, sen de Martin Beck değilsin. Aklını başına al.”
“İçinde tekel biraları olan siyah poşeti Behzat Ç’ye uzatıp, “Al,” dedi. “Seversin. Siyah poşet kanser yapıyormuş ama sana bir bok yapamaz. Sen siyah poşeti kanser yaparsın.”
3. Erken Kaybedenler
Erken Kaybedenler, 13-14 yaşını geçmeyen, erkek çocukların ağzından yazılan öykülerden oluşuyor. Aşk acısı, varoluş sancısı yaşayan, mahallede top oynayan, sahilde kumdan kaleler inşa eden çocuklar. Sekiz öyküden oluşan kitap Cemil Meriç’ten “Acılar hatıralaşınca güzelleşir” alıntısıyla karşılıyor okuru. Serbes’in öyküleri öyle duygu yüklü, öyle gerçek ki kitaba kapılıp gidiyorsunuz. Yazar adeta içinden geldiği gibi kaleme almış öyküleri.
“Cahide’ye yıllara meydan okumak için âşık olmuştum. O yirmi yaşındaydı, ben on bir. Benle beraber altı yedi arkadaş daha âşık olmuştu hemen kendisine. Sadece birbirimizle değil, tarihle de mücadele ediyorduk. Sinir oluyordum bizim elemanlara. Tamam, iki arkadaşın aynı kızı sevmesini anlarım, hüzünlü bir atmosfer olur o zaman ama kardeşim altı yedi kişi birden de olmaz ki ya! On-on bir yaşlarındaysan, aynı sokakta oturup aynı okula gidiyorsan özel hayat diye bir şey arama zaten. Birini sevmeye başladın mı hep beraber seviyorsun, nefret ettin mi hep beraber. Biri ağacın dibine işemeye başlasa herkes çıkarıyor malı meydana. Ne kadar iğrenç olursan o kadar itibar kazanıyorsun.”
“Belki dersten sonra beş on dakika vakti olur, balkonda oturur çekirdek çitleriz, ice-tea içeriz. Sonra çıkarız, otobüs durağına kadar geçiririm kendisini. Otobüse biner, öğrenci kartını gösterir, otobüs hareket ettiğinde acaba hala durakta bekliyor muyum diye bakar, el sallarım, gülümser. Alçakgönüllü arzular işte, olduğu kadar.”
“Rastgele bir numara çevirdim, genç kız açtı. “Pardon devlet memuru musunuz?” “Sapık mısınız?” “Hayır. Memur musunuz?” “Değilim.” “Güzel. Ben sapık değilim siz de memur değilsiniz. Peki o zaman bu şehrin en işlek caddesi hangisi acaba? Herkesin bir gün mutlaka geçeceği cadde.” “Ne bileyim, İstiklal Caddesi herhalde. Sen kimsin?” “Bu hayatta rastgele çevirdiği telefon numaralarında karşısına çıkan seslerden başka kimsesi kalmamış biriyim. Belki de ben senin şuuraltınım.” “Kaç yaşındasın sen?”
4. Hikayem Paramparça
Serbes Afili Filintalar sitesine yazdığı öykülerini Hikayem Paramparça’da, yeni bir öykü ekleyerek bir araya getirdi. Serbes, Erken Kaybedenler’de ergen erkekleri, bu kitabında ise 20’li yaşlarındaki erkekleri anlattığını ve İyileşen Adam öyküsü dışında diğer öykülerde kendisini anlattığını söylüyor.
“Acılarımız da birbirine benziyor artık. Birbirine benzeyen parmaklar gibi ama. Her birinin eşsiz bir izi var. Bazen gözyaşlarım doluyor karanlıkta. Ama fısır fısır konuşmaya başlıyor yine kulağımın dibinde, hiç susmuyor, ağlamama asla müsaade etmiyor. “Her şey affedildi” diyor. “Hiç ayrılmayacağız” diyor. “Keşke kadın olsaydın” diyorum öyle konuştuğunu duyunca. “Bu kış çok kar yağar belki beraber kayboluruz” diyor o da bana. Söylediği her şeye inanıyorum o zaman. Gözlerimi kapatıyorum, her yer bembeyaz oluyor. Yine el ele tutuşuyoruz iki çocuk gibi. Sessizce söz veriyoruz birbirimize. Sessizce verilen sözlere kim inanmaz?”
“Unutmanın acısı, ayrılığın acısından farklı. Ayrılık hüzne yakın, unutmak kasvete. Yani birini er geç unutmaya mahkum olduğunu bilmenin kasvetinden bahsediyorum. Birini yavaş yavaş unuttuğunun bilincine vardığın anların sıkıntısından bahsediyorum. O kişinin parça parça silinip alakasız hatıraların arasına karışmasından bahsediyorum.”
“Neredeydin?” diyorum. “Nasılsın iyi misin?”
“Seni özledim” diyor. “Kalbini kırdıysam özür dilerim kardeşim” diyorum. “Önemli değil” diyor. Zaten kalbini İkea’dan almış; söküp takabiliyormuş. Ayrıca yalanlara inanmaya ihtiyacı varmış. Bütün çaresiz insanlar gibi. Bütün hasta yakınları gibi. Dağılan bir okul gibi.”
“Şunu çok sık duydum. “Falanca yazarı çok seviyordum, ama son yaptıklarından sonra onu bir daha okumayı düşünmüyorum.” Demek ki Dostoyevski’nin zamanında yaşasaydın, kumarbaz diye onu da okumayacaktın. Yazarların söylediklerini fazla ciddiye almamak lazım. Edebiyat tarihi şahane şeyler yazmış berbat adamlarla dolu.”
5. Deli Duman
Emrah Serbes, yeni romanı Deliduman’da, on yedi yaşındaki Çağlar İyice, kız kardeşi Çiğdem’i, onu meşhur etme ümitlerini, belediye başkanı dayısını, yakın arkadaşı Mikrop Cengiz’i, taşra muhabbetlerini, depresyonun eşiğindeki annesini, eski sevgilisini, hiç unutamadığı dedesini, hatırlarken kahrettiği babasını anlatıyor. Bunun yanında Gezi Parkı Direnişi’nin unutulmaz günlerine götürüyor okuru. Küçük bir taşra kasabasından başlayıp İstanbul’a uzanan hikâyede yazar Gezi’nin içinde barındırdıklarını Serbes de romanın bünyesinde topluyor.
“Ayrıca ben mesela, geçen yıl on beş tatilde, bütün toplumsal baskılara rağmen Karamazov Kardeşler’i okudum. Bizim Safalı Yılmaz Halk Kütüphanesi’nde çok bilmiş bir memure vardı, “Onu on beş tatilde bitiremezsin, Yüzyıllık Yalnızlık’ı oku” diye tutturmuştu. “Yüzyıllık Yalnızlık neymiş Allah aşkına” demek zorunda kalmıştım en sonunda. Asırlardır yalnızız biz!”
“O beni hatırlamıyordu tabii, olsun, hatırlanmıyorum diye unutacak değilim.”
“Şeytan diyor ki vefasızın birine aşık ol o havada, ondan sonra da kollarını göğsünde kavuşturup hayatını bombok edişini gülümseyerek seyret bir kenardan.”
“Yüzyıllık Yalnızlık da neymiş Allah aşkına, asırlardır yalnızız biz!”
“Önce bir özgür olalım da, ondan sonra o özgürlükle ne yapacağımızı düşünürüz'” demiştik. Belki de hiçbir şey yapmazdık. O hissin kendisi yeterdi bize. Özgürlüğü hep insanın canının istediğini yapması zannediyoruz, oysa özgürlük her şeyden evvel bir histir. İnsana bir şey yaptıran yahut yaptırmayan şey o histir.”
“Her insanı seven birileri bulunur çünkü, budur dünyada kalan son adalet kırıntısı.”
“Başlarda iyi gidiyordu, belediyenin hizmetlerini falan paylaşıyordu, tabii sonra bütün yeni kullanıcılar gibi cıvıttı, içip içip timeline’a çökmeler, unfollow’ları yedikçe bunalıma girmeler, karşısına çıkan ne kadar ünlü varsa laf sokma gayretleri, bilindik şeyler işte, hepsine başladı. O zaman da aldım karşıma konuştum. “Bak” dedim. “Burada sarf ettiğin her söz, seni siyaseten de bağlar” dedim. “Sen belediye başkanısın, Twitter’dan hatuna yürüyeceksen mention’la yapma bari bunu, D.M.’den yürü” dedim. Bayağı bir sosyal medya danışmanlığı yaptım, maaş yok, sigorta yok, acıdığım için.”
6. kitabı da “Öldürdüğüm Aile” başlıklı olacak sanırım. “katlettiğim aile” de olabilir. Ya da sarhoşluğum tek bahanem de olur gibi.