Menu

Cahit Sıtkı Tarancı Şiirleri, Hayatı ve Eserleri



Cahit Sıtkı Tarancı, 4 Ekim 1910’da Diyarbakır’ın Camikebir Mahallesi’nde doğar. Ailesi, ona Hüseyin Cahit adını verir. Akrabaları Pirinççioğlu soyadını alsa da, Soyadı Kanunu çıktığı yıl pirinç ekiminden çok zarara uğrayan babası Bekir Sıtkı Bey, bu duruma kızarak çiftçi anlamına gelen Tarancı soyadını alır.

Cahit Sıtkı Tarancı Şiirlerinden Sözler isimli yazımızı da okumanızı öneriyoruz.

İlkokuldan sonra İstanbul’a gelip Saint Joseph’te başladığı ortaöğreniminin son üç yılını Galatasaray Lisesi’nde tamamlar. Küçük yaşta ailesinden ayrılması onu çok etkiler. Ailesine 1929 tarihli mektubunda şöyle yazar:

“Sevgili anneciğim, kıymetini takdirden aciz olduğumuz üç aylık muammalı bir saadet devresinden sonra böyle birdenbire uzaklara atılmak, şefkatiniz ülkesinden uzak, yabancı bir yerde yatıp kalkmak, yiyip içmek, annesini mustarip hayatının biricik güneşi addeden hassas bir çocuk mukadderatın amansız bir fermanıdır. Diyarbakır’ı terk edeli yirmi gün kadar oldu. Geçmiş ayın bu günlerinde beraber oturup kalktığımızı, yiyip içtiğimizi ve gülüştüğümüzü, mağrur kahkahalarımızın kulaklarımızda uzun müddet manalı çınlayışı, ruhumuza sığmayan ezelî sarhoşluk ve ilahî saadet, sizler, kardeşlerim, akrabalarım, hepiniz birbirinden ayrılmayan bu müstesna tabloda mazi diye karşımda sönmeğe mahkûm, zayıf bir mum gibi tüttükçe çıldıracağım geliyor ve bu denaeti, bu korkunç ve amansız harikayı tuğyan eden ruhum baştanbaşa lanetliyor…”

cahit sitki taranci ve kizkardesi

Kızkardeşi Nihal Erkmenoğlu ile

İlk şiirleri, lise öğrencisiyken Muhit ile Servet-i Fünun Dergisi’nde yayımlanır. “Bende edebiyata bilhassa şiire karşı hakiki ve köklü denilebilecek ilk alaka Galatasaray onuncu sınıfta sıra arkadaşım Ziya Osman Saba’nın delaletiyle tanıdığım Baudelaire’le başlar. Bu Fransız şairini içime sindire sindire okuduktan sonradır ki, şiir yazmak benim için teneffüs etmek, yemek içmek kadar tabii bir hayat faaliyeti oldu.”

Cahit Sıtkı Tarancı Şiirleri isimli yazımıza da göz atmanızı öneririz.

Gidiyorum

Çölde bir yolcu gibi, yalnızlığın içinde
Kavrulup gidiyorum.
Serseri bir rüzgâr gibi hep ganimet peşinde
Savrulup gidiyorum.
Serçe kadar pervasız, bir günden ötekine
Atlayıp gidiyorum. (1930 tarihli ilk şiiri)

Yatılı olarak girdiği Mülkiye Mektebi’ni bitirmeden ayrılarak, 1935’te İstanbul’daki Yüksek Ticaret Okulu’na yazılır. Bir yandan da Sümerbank’ta memur olarak çalışmaya başlar. 1938’de Siyasal Bilgiler okumak üzere Fransa’ya gider. Öğreniminin yanı sıra Paris Radyosu’nda Türkçe yayınlar spikerliği de yapar. İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine yurda dönmek zorunda kalır. Askerlik görevini bitirince, 1943’te bir yıl kadar İstanbul’da babasının işyerinde çalışır. Sırasıyla, Anadolu Ajansı, Toprak Mahsulleri Ofisi ve Çalışma Bakanlığı’nda çevirmen olarak çalışmaya devam eder.

Cahit Sıtkı Tarancı, 1930-1936 yılları arasındaki yazdığı ilk dönem şiirlerinde hayata karamsar bir pencereden bakar. Diyarbakır’dan İstanbul’a gittikten sonra yabancı bir kentte tutunmaya çalışır. Şairin ilk şiirlerindeki kötümser atmosferin arka planında dış dünyadan kopuk, içe kapanmış bir kişinin ruh hali vardır. İstanbul hayatının ilk yıllarında sadece sigara tiryakiliği bulunan Cahit Sıtkı, kısa sürede içkiye alışacak ve bu tiryakiliği onun hayatında önemli bir yer tutacaktır. 1933 yılında Ömrümde Sükût adıyla ilk şiir kitabını yayımlar. İçerisinde bulunduğu huzursuzluğu dizelerine yansıtan Tarancı, umutsuzluğun, yalnızlığın birer izlek olarak birbiri ardına devam ettiği şiirler kaleme alır.

Ömrümde Sukût

Ve böylece bu ömür, bu ömür her dakika,
Bir buz parçası gibi kendinden eriyecek.
Semada yıldızlardan, yerde kurtlardan başka,
Yaşayıp öldüğümü kimseler bilmeyecek!

Ankara’da bir barda arkadaşı Fethi Giray, Nazım Hikmet’in “Kalbimin yarısı buradaysa doktor, yarısı Çin’dedir” dizelerini okur. Yanlarında oturanlardan biri, komünizm propogandası yapıyorlar diye ihbarda bulunur. Karakol, mahkeme derken salınırlar. Bir dönem solculuğa merak sarar. Atatürkçü ve ilerici gençlerin kurduğu Türkiye Gençler Derneği’ne üye olur. Nâzım Hikmet hakkında Kafeste Dolaşan Aslan, Bir Şey, Amerikan Bezi Üç Buçuk Arşın gibi şiirlerini bu dönemde yazar. Bu şiirler çok ilgi görse de memuriyet, çevresindeki insanların baskısı, mizacının bu türlü işlere yatkın olmaması sonucu sonradan böyle şiirler yazmaktan vazgeçer.

Bir Şey

Benerci Jokond Varan Üç Bedrettin
Hey kahpe felek ne oyunlar ettin
En yavuz evlâdı bu memleketin
Nazım ağabey hapislerde çürür

cahit sitki mektuplari

Cahit Sıtkı’nın, yakın arkadaşı Ziya Osman’a yazdığı elli dokuz mektup, ölümünden sonra Ziya’ya Mektuplar adıyla yayımlanmıştır.

Cahit Sıtkı’nın sevgililerinden bahsedildiğinde, kendisi ve eserleri üzerinde en büyük etkiyi bırakan meşhur Beşiktaşlı sevgilisinden de söz etmek gerekir. “Şimdiye kadar bir iki kere sevdim, bundan sonra da Mecnuncasına, Ferhatçasına sevebilirim. Fakat şimdiye kadarki sevgililerimden ancak birisi belki aşkıma kısmen mukabele etmiş olduğu için hala hayal halvethanemde hüküm sürmektedir.” ifadesiyle yazar, uzun zaman etkisinden çıkamadığı Beşiktaşlı sevgilisine göndermede bulunmaktadır. Fakat “Nerde Beşiktaş’taki sevgilim. Onun üzerine yoktur ve olamaz. Bu işe onu sevmekle başladım. Onu sevmekle bitireceğim.” diyecek ve onu tüm sevgililerinden üstün tutacaktır. Hayal Ettiğim Şey, Sevdalı şiirlerini ona ithaf etmiştir.

Sevdalı

Gönül sende, göz yolda kaldı;
Ne postacı semtime uğrar,
Ne turnalar selâm getirir;
Vefasız çıktın Beşiktaşlım.

Katlanmaksa katlanıyorum,
Kimselere belli etmeden.

İyi kötü bir iş tutmuşum;
Acısı tatlısı hepsi bir.
Ha Ankara, ha Çemişkezek;
Senden uzak olduktan sonra.

Nerde olsa yaşıyor insan;
Nerde olsa bir gün ölmek var.

Sen ilk aşkım, ilk gözağrımsın;
Dünyalara değişmem seni.
Keyfimden uçtuğum oluyor,
Rüyama girdiğin geceler.

Bayram sabahı bile olsa,
Sensiz doğan günü n’eyleyem!

Beşiktaşlı’dan başka, Vedat Günyol’un kız kardeşi Mihrimah Hanım (Kara Sevda şiirini ithaf etmiştir) ve ilgi duyduğu pek çok genç kız ve kadın olmuştur. Sözgelimi Edremit’te askerlik yaptığı sırada, önce 14 yaşında bir Boşnak kızı ile, daha sonra da askerliğinin son altı ayında tanıdığı on yedisindeki esmer köylü güzeli ile kısa süreli gönül maceraları yaşamıştır. Yine askerlik döneminde kendisine mektup yazan ve değerlendirmesi için şiirlerini gönderen akrabası Melek Tiğrel ile ailesinin ve çevresinin de isteği üzerine evlenme durumu gündeme gelse de gerçekleşmez.

Esmer Güzeli Yarim

Bu meltemli geceler,
Su sesi, ay ışığı,
Uzayan türküleri
Cırcırböceklerinin,
Bu cümbüş, bu muhabbet,
Bu tatlı uykusuzluk,
Hep senin şerefine
Esmer güzeli yarim.

cahit sitki ve esi cavidan hanim

Eşi Cavidan Hanım ile

Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirlerinde kullandığı imgeler ile şairin ruhsal durumu ve yaşantısı arasında yakın bir ilişki vardır. Yaşadığı mutlulukları, sevinçleri, sıkıntıları ve huzursuzlukları hikâye ve şiirlerine yansıtan şair, ayna imgesine şiirlerinde çokça yer vermiştir. Bedensel kusurları olduğunu düşünen şairin aynadaki görüntüsü, ruhsal kimliğinin belirlenmesinde etkilidir. Tarancı, şiirlerinde ayna imgesine, yalnızlık, korku, tedirginlik, çaresizlik ve kimsesizlik gibi anlamlar yükler. Aynanın şairin ruh dünyasında bu denli olumsuz çağrışımlar yaratması, kendine güvensizlik duygusunu yaşamasına bağlanabilir.

Bir Lahzam

Aynadaki aksim, gölgem, bir de ben.
Var mıdır, yok mudur onlar sahiden?
Aşina değiller çektiklerime;
İçlerinden biri gelse yerime.

Ben bir gölge olsam, yahut bir hayal,
Onlar gibi hissiz, onlar gibi lal.
Olsa bütün ömre bedel bir lahzam;
Var görünsem, onlar gibi yok olsam!

cahit sitki ve esi

Cahit Sıtkı, şiir yaşamının büyük bir bölümünde, bir gruba, bir edebi harekete bağlanma konusunda çok da istekli davranmamıştır. Türk şiirinin çehresini baştan sona değiştiren Garip şiirine karşı reddedici bir çerçeveden yaklaşmamış, yazıları ve mektuplarında zaman zaman bu harekete karşı olumlu sözler sarf etmiştir. Yaşama sevinci ve aşk temalı şiirlerinin küçük bir kısmında Garip’ten etkilendiği, bazı şiirlerinde kullandığı mizahi söylemi veya espriyi de onlardan aldığı söylenebilir.

Cahit Sıtkı’nın 1940 öncesinde olduğu gibi sonrasında yazdığı şiirlerinde, sıradan insanlara, toplumun alt tabakalarına yönelik bir tematik tercih yoktur. O, şiirinin düşünsel arka planına başkalarının yaşamını yerleştirmemiştir. Onun şiiri, kendinden yola çıkan ve kendinden başka bir yere ulaşmayan bir şiirdir. Türk şiirinde daha çok sembolizm ekseninde konumlandırılmış bir şairdir.

Şair, ilk dönem şiirlerinde kendi bireysel duygulanımın etrafında dolaşmış ve ruhunun ihtiyacı olan varoluş alanını bulmaya çalışmıştır. 1946’da yayımlanan Otuz Beş Yaş adlı 2. şiir kitabındaki şiirlerinde ise güzelliği, saadeti, yaşamayı ve mutluluğu fark eder, büyük bir coşkuyla bağlandığı hayatın bir gün ölümle son bulacağı gerçeğiyle yüzleşir adeta.

Otuz Beş Yaş

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar? Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.

Değişik

Sen her gün başka bir güzel olsan
Ben her gün başka bir âşık
Her göz göze gelişimizde
Yıldırımla vurulmuş gibi olsak
Yepyeni bir aşk olsa aramızdaki
Her seferinde
Ne harika olurdu yaşamak
Hele evlilik
Sen her gün başka bir güzel olsan

Akrostiş

Var olan bir sen, bir ben, bir de bu bahar.
Elden ne gelir ki? Güzelsin, gençliğin var.
Dünyada aşkımız ölüm gibi mukadder.
İnan ki bir daha geri gelmez bu günler.
Âlemde bir andır bize dost esen rüzgâr.

memleket isterim

1947 yılının Aralık ayında Çalışma Bakanlığı’nda işe başlayan Tarancı’nın, ofiste 1951 yılında evleneceği tek ve şahâne iptilâsı olan ve bütün saadetini ona borçlu olduğunu söylediği Cavidan Tınaz Hanım’la tanışması hem hayatı hem de şiiri için bir dönüm noktası sayılır. Şair, 10.6.1950 tarihli mektubunda “İradem, sağduyum, sabrım, hepsi aşkımın emrindedir” dediği Cavidan Hanım ile evlenebilmek için içkiyi bile bırakır, ama 1951’deki evlilikten kısa bir süre sonra eski bohem hayatına tekrar döner.

Cavidan Hanım’a yaptığı ilk evlenme teklifinden on beş gün önce yayımlattığı şiirindeki ayna imgesi, şairin ruh dünyasındaki değişimi gösterir. Ölümü, kimsesizliği ve güvensizliği anlatan ayna, artık şair için yaşama sevinci uyandıran bir duygunun nesnesi haline dönüşür.

Kış Gecesi Rüyası

Buldum buldum yıllardır kaybettiğim aynayı
İşte en yaman çağımda ben yirmi yaşımda
Çok var böyle tozpembe görmemiştim dünyayı
Yeniden kavak yelleri esiyor başımda.

Mektepten kaçtığım o şahane günlerdeyim
Daha ne derdi ne mihneti kapımı çalmış
Hiçbir ders girmiyorsa kafama ben n’eyleyim
Tam imtihan zamanı beni bir sevda almış.

Benim kumarda kaybettiğimi hayra yoran
Aşkıyla avare olduğum komşu güzeli
Kalbim atıyor elim titriyor heyecandan
Alemde ilk aşk mektubumu yazdığım belli.

Cavidan Hanım’la evlenmesinden sonra yayımlanan 1952 tarihli Düşten Güzel adlı şiir kitabında yer alan şiirlerinde, yaşama sevincini ve yaşama bağlılığı dile getiren ifadeler yer alır.

Düşten Güzel

İlktir baharın gönlümce geldiği
İlktir hem sarhoş hem ayık olduğum
Bir gerçek içindeyim düşten güzel
Sevdiğim gülüyor yanıbaşımda

Aşkından tâlihimin düzeldiği
Sen gökte ararken yerde bulduğum
Bir sende gördüm ince ruh ince bel
Sende murada erdim kırk yaşımda

cahit sitki muzesi

Cahit Sıtkı Müzesi, Diyarbakır

Cahit Sıtkı’nın birçok Fransız şairin şiirlerini Türkçe’ye çevirmiştir.

Saatlerim

İnsan oldum kaya oldum
İnsanda kaya oldum kayada insan
Havada kuş oldum kuşta gökyüzü
Soğukta çiçek, güneşte nehir oldum
Şebnemde parlayan şey
Kardeşçesine yalnız kardeşçesine hür

Paul Eluard (Çeviri: Cahit Sıtkı Tarancı)

Cahit Sıtkı, şairliğiyle tanınsa da hikayeler de kaleme almıştır. 1935-1947 yılları arasında yazıp Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlattığı hikâyeleri, kendi hayatından, özellikle kendi tabiriyle her kayıttan âzade bohem hayatından izler taşıyan biyografik karakterli metinler olarak okunabileceği gibi, onun şiirlerinde bahsedemediği, üstü kapalı geçtiği değişik konulardaki görüşlerine de ışık tutar.

“Sen hâlâ çocuksun Necmi, dedi. Fakat sana bir itirafta bulunayım mı? Seni bana sevdiren bu çocuk, bu saf ve temiz tarafındır. Sen de bilirsin ki erkek olarak bir güzelliğin yoktur, hatta, darılma, çirkin de sayılırsın… Fakat sana dikkatli bakan ve seni dinleyen bir adam, hâlinde, bakışlarında, gülüşlerinde ve sesinde yaşayan çocuk tarafını fark etmekte gecikmez. Seni, çocukluğunu ebedileştirdiğin için sevdim, bu meziyetin için seninle evlendim, çünkü benim ailem, sen de bilirsin, mutaassıp bir ailedir. Daha on dört yaşımda iken bana büyümüş bir kız nazarıyla baktılar ve öyle muamele ettiler. Senin çocuk tarafında ben kendi çocukluğumu buluyorum, erkenden elimden alınan taş bebeklerimi, başörtü arasında bunalan uzun örgülü saçlarımı, kısa çoraplarımı ve mektep kasketimi senin aşkın sayesinde geri aldım.” (Balayı Seyahati)

cahit sitki heykeli

Cahit Sıtkı düşünce yazıları da yazmıştır. İlk yazısı 1931 tarihli Akademi Dergisi’nde çıkan şair, Ağaç, Gündüz, Varlık, Serveti Fünun-Uyanış, Cumhuriyet gibi değişik düşünce yapılarına sahip olan dönemin dergi ve gazetelerinde makaleleri yayınlanmıştır. Hakan Sazyek’in hazırladığı Cahit Sıtkı Tarancı: Makaleler/Konuşmalar/Yanıtlar kitabında yer alan Memduh Şevket Esendal’ın ölümü üzerine Cahit Sıtkı’nın yazdığı İşte Hikayeci yazısından bir alıntı:

“Memduh Şevket Esendal anlatmak istediğini ıkınıp sıkınmadan, rahat rahat, tatlı tatlı anlatan hikâyecidir. Onda, efendim ben hikâyelerimde memleketin falan içtimai yarasını deşiyorum, Anadolu’nun sefaletini önünüze seriyorum, İstanbul’un fakir mahallelerinden size manzaralar veriyorum, diyen kendini beğenmiş, bilgiç hikâyeci edası yoktur. O, işinin hikâye yazmak olduğunu bildiği için, anlatacağı şeyi sigara içer gibi şaşılacak bir tabiilikle, konuştuğumuz Türkçe’nin en güzeliyle anlatmaya bakar. Anlattıkları sudan şeyler mi sanırsınız? Ne münasebet. Onun hikâyelerinde memleket manzaralarını, âdetlerini,
dertlerini; köylüsüyle, şehirlisiyle, efendisiyle, hizmetçisiyle bütün tanıdıklarımızı elinizle koymuş gibi bulursunuz. Hikâyecimiz o kadar yerli, o kadar bizdendir.”

cahit sitki cenazesi

Arkadaşı Baki Süha Edipoğlu Bizim Kuşak ve Ötekiler kitabında şöyle der: “Çok hikâye yazıyorum, bana içki ve sigara parasını onlar getiriyor, demişti. Paris’te öğrenimde iken geçiminin büyük bir bölümünü Cumhuriyet Gazetesi’ne yazdığı telif ve tercüme hikâyeleriyle sağladığını bilirim. Hatta hikâyelerde adı sık sık geçmesin diye İrfan Kudret takma adını ben yakıştırmıştım. Paris’teki adresine bir mektup yazarak bildirmiştim. Verdiği cevapta, kendisine çok iddialı bir ad bulduğumu, hem irfanlı, hem de kudretli bir şahsiyet! Benim gibi aciz bir Cahit Sıtkı’ya yakışmıyor, demişti. Fakat buna rağmen mektubuna ekli olarak yolladığı üç öyküde de İrfan Kudret imzasını atmıştı.”

Çetin Altan Bir Yumak İnsan kitabında onu şöyle anlatır: “Ufacık tefecikti. Boyu ya bir altmış iki ya da bir altmış beşti. Ayakkabıları da, çocuk ayakkabısı kadardı. Saçlarını ortadan ayırarak arkaya tarardı. Esmer kavrukça bir yüzü vardı. Bakanlıklardan birinde çevirmen olduğu için, beylik memur giyimini hemen hiç değiştirmez, daima kravat takardı. Ünlü bir ozandı. Ama dışarıdan bakınca ozandan çok, genç yaşta hayattan usanmış, sessiz sedasız emekliliğini bekleyen bir kalem kâtibine benzerdi.”

cahit sitki hastayken

Baki Süha Edipoğlu şöyle der: “Yakınları gündüz de içiyor diye yakınırlardı. Çok önlemek istediler. Önleyemediler. Bir gün duyduk ki, felç gelmiş. Hastaneye kaldırdılar. Para etmedi. İyileşsin diye Viyana’ya gönderdiler. Fayda vermedi. Uzun süre felçli yattı. En son, Gülhane Hastanesi’nde ziyaretine gittim. Bir tekerlekli iskemlede, sırtında robdöşambr, konuşamaz, söyleyemez bir adamla karşılaştım. Sade, kaşı gözü, Diyarbakır çıbanı ile Cahit’ti… Başkaca bir iz yoktu. Türkçe’yi en güzel kullanan şair, “Anne, Allah” kelimelerinden başkasını söyleyemiyordu. Bir de, bazı acayip sesler çıkartıyor ve ağlıyordu. Dayanamadım, ben de ağladım. Genç ve güzel asistan kız, ikimizin ağlaştığını görünce dayanamadı, o da ağlamaya başladı. Artık Gülhane’de yatmasında bir yarar yoktu. Devletin el uzatmasıyla Viyana’ya gönderildi. Bir gün duyduk ki, zatürre olmuş. Felç değil, bu hastalık götürmüş şairi…”

Evlendiği 4 Temmuz 1951’den 3 yıl sonra 18 Ocak 1954’te felç geçirir ve bir daha düzelemez. 13 Ekim 1956 yılında yaşama veda eder. Şairin ölümünün ardından 1957 yılında kitaplarında bulunmayan şiirleri, tercümeleri ve ardından yazılanlar toplanarak Sonrası adıyla yayımlanır.

Bir Kapı Açıp Gitsem

Ben bu dünyaya yanlış gelmiş olacağım ben
Ben öyle her insandan, o kadar uzağım ben
Yine bu gözlerimdir okşanacak şey arar
Yoksa içimde başka bir dünya hasreti var

Uyanır gibi birden bir korkulu rüyadan
O içimden sevdiğim, benim olan dünyadan
Bir ses bana: ‘Gel! ‘ dese, ben o sesi işitsem
Kimsecikler duymadan bir kapı açıp gitsem

Kaynak
Cahit Sıtkı ve Garip HareketiCahit Sıtkı Tarancı’nın Şiirlerindeki Ayna İmgesine Psikanalitik Bir YaklaşımArafta Bir Şair: Cahit Sıtkı Tarancı’nın Şiirlerinde Hayattan Ölüme Varolma TrajedisiCahit Sıtkı Tarancı’nın Şiir AnlayışıCahit Sıtkı Tarancı’nın Şiir Estetiğinde Karşıtlık ve Karşılaştırma TekniğiCahit Sıtkı’nın Kendi Döneminin Şiirine BakışıCahit Sıtkı’nın Kitaplarında Yer Almayan Şiir ve Yazılarının DeğerlendirilmesiCahit Sıtkı Tarancı’nın Şiirlerine Psikanalitik Bir Yaklaşım


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir