Charles Spencer Chaplin, 16 Nisan 1889’da Londra’da dünyaya gelir. Tiyatro ve müzikhol sanatçısı babası Charles ile annesi Hannah evlendiklerinde, annesinin ilk evliliğinden bir oğlu daha vardı. Zamanla alkolik olan babası, bir tiyatro grubuyla Amerika’ya turneye gittiği zaman, annesi Leo Dryden adlı bir şarkıcıya aşık olur ve 1892’de ondan üçüncü oğlunu dünyaya getirir.
Charles 3 yaşındayken babası ve annesi ayrılır, Dryden 6 aylık bebeği alır gider; annesi 2 çocuğu ile baş başa kalır. Bir gece müzikholde şarkı söyleyen annesinin sesi sahnede bütünüyle gider. Yuhalanan annesi sahneden kaçarken, müzikholün yöneticisi kenarda duran 5 yaşındaki Charlie’yi şarkı söylemesi için sahneye çıkarır. Böylece dünya çapında ün kazanacağı yeni bir yaşamın başlangıcına ilk adımı atmış olur.
Charlie Chaplin’in annesi ve babası
Hayatları her anlamda çok zor olsa da, annesi çocukları ile çok ilgilidir. Şarkılar söyler, oyunlar oynar, onlara İncil’den öyküler okur, eski sahne kıyafetlerinden giysiler diker.
“Annemin, tanıdığım tüm kadınlardan daha mükemmel biri olduğunu düşünürdüm… O günden bugüne, pek çok insanla tanıştım, ama hala annem kadar ince, zarif birisine rastlamadım. Ben, bugün bir yerlere geldiysem, bu onun sayesinde olmuştur.” (Charlie Chaplin, Photoplay, 1915)
Şiddetli baş ağrıları nedeniyle annesi hastaneye yatırılınca, ağabeyi Sydney kimsesiz çocuklar için açılmış olan Norwood Okulu’na gönderilir. Charlie ise bir akrabalarının yanına bırakılır, orada arada sırada okula gitse de, hiçbir zaman doğru dürüst bir eğitim alamaz. Annesi iyileşince yeniden bir araya gelseler de, mutlulukları uzun sürmez. Zira tekrar hastaneye yatırılır. Baba Charles çocuklarına bakmak istemez. 7 yaşındaki Charlie ve 11 yaşındaki Sydney, Hanwell’deki Merkez Londra Bölgesi Yoksullar Okulu’na gönderilir. 18 Ocak 1898’de, on sekiz ay sonra tekrar annesiyle bir araya gelseler de, bu uzun sürmez, ancak annesinin hastaneye yatırılışı bitmeyecektir ne yazık ki. Sağlığı tekrar düzelen annenin çocuklarına düşkünlüğü görülünce, birlikte yoksullar evinde kalmasına karar verirler. Ama iki hafta sonra, okul annelerinin akıl sağlığını yitirdiğini, artık babalarının yanına gönderileceklerini söyler.
Hanwell’deki Merkez Londra Bölgesi Yoksullar Okulu’nda 7 yaşındaki Charlie (alt ortada)
Ekmek arabasıyla, baba Charles’ın evine gönderilirler. Babaları, Louise adında bir kadınla yaşar, ancak her ikisi de sürekli sarhoştur. Babaları ayık olduğu zamanlarda, çocuklara karşı çok iyi davransa da, bu çok enderdir. Bir akşam eve geldiğinde Charlie’yi içeri almaz. O da oyalanmak için karanlık sokaklarda dolaşmaya başlar. Bir meyhanenin önüne gelir, o sırada birisi klarnetle bir şarkı çalmaya başlar, büyülenmiş gibi dinler. Bir Londra meyhanesinin önündeki birkaç dakika, onun yüreğini müziğe açar. Bu olayı hiç unutmaz, ilerde kendisi de birçok eser besteleyecektir.
“New Cut, Lambeth Walk ve Vauxhall gibi sokakları anımsıyorum. Oralarda yaşam zordu ve bu yolların altınla döşenmediği kesindi. Yine de, o çevrede yaşayan insanların özü iyi madenden yapılmıştı.” (Charlie Chaplin, Londra, 1943)
Düzelen annesi ile bir araya gelirler. Dikiş dikerek ailesini geçindiren anneye, telgrafçı olan Sydney’in maaşı destek olsa da, çok zordur yaşam koşulları. Charlie ise oyuncu olmak ister. 14 yaşındaki Charlie, ciddi anlamdaki ilk sahne tecrübesini tahta ayakkabılarla oynanan ve babasının sayesinde katıldığı bir tür dans gösterisi olan Eight Lancashire Lads (Lancashire’lı 8 Delikanlı) adlı oyunda yaşar.
“O günler, gerçekten çok zor günlerdi. Kimi zaman biz (Lancashire’lı 8 Delikanlı) sahnede uyuyup kalacak duruma gelirdik ama kuliste duran Jackson’ın, canlanmamızı ve gülümsememizi istediğini belirtmek için yüzünü gözünü buruşturduğunu görürdük. Hemen toparlanırdık, ama bir süre sonra yeniden gülümsemeler sönerdi. O sırada, yeniden Jackson gözümüze takılırdı. Henüz çocuktuk ve gevşek sinirlerimize enerji pompalamayı öğrenmemiştik. Ama bu, iyi bir eğitimdi. Başarı tanrıçası, bizi kollarının arasına almadan önce, güç işler için eğitiliyorduk.” (Charlie Chaplin, 1912)
Charlie Chaplin, Sherlock Holmes adlı oyunda
Charlie, 1906’da cesaretini toplayarak Londra’nın en büyük tiyatro ajanslarından birine gider. Kısa süre sonra olumlu bir cevap ile karşılaşır. Sherlock Holmes oyunundaki komik çocuk Billy rolü önerilir. İlk düzenli rolüdür bu. O yılların ünlü oyuncusu H.A. Saintsbury başroldedir, Charlie’yi sever, oynanmakta olan Saintsbury’nin kendi oyunu olan Jim, A Romance of Cockayne adlı oyunda da bir rol almasını sağlar. Bu oyun çok başarılı bulunmaz, ancak eleştirmenler, oyunda umut veren bir oyuncu bulurlar. O da Charlie Chaplin’dir: “Bu genci daha önce hiç görmemiştim, ama gelecekte onunla ilgili güzel şeyler duymayı umuyorum.”
Sherlock Holmes adlı eser, tiyatroda büyük başarı kazanır, kırk hafta boyunca İngiltere’nin her yerinde sahnelenir. Chaplin, göz kamaştırıcı anların yaşandığı, bol para kazandığı o güzel günleri şöyle anlatır: “Üvey kardeşimin de bu oyunda küçük bir rol almasını sağladım. İkimiz birlikte haftada otuz beş şilin kazanıyorduk ki, bu o zamanlar için bir servet sayılırdı.” Turneye sağlığı düzelen annesi de katılır.
1910
“Billy rolünde çok başarılı oldum ve artık etrafımda West En’in ünlü yıldızları vardı. İngiltere kralı ve Avrupa’nın diğer soyluları benim oyunculuğumu alkışladılar, göz kamaştırıcı anlar yaşandı ve bitti. Billy rolü sona erince de zor günler yeniden başladı. Sydney, akrobat tiyatrolarında önemsiz rollere çıktı, ben de beşinci sınıf tiyatro sahnelerinde taklitler yapmaya başladım. Yaşadığımız şanssızlıklar beni bunalıma sokuyordu. Filmlerimdeki hüzünlü ve mutsuz sahneler, bu zamandan kalan anılarımı yansıtır. Ama neyse ki günün birinde ünlü Fred Karno, kardeşimin oyunculuğunu beğenerek onunla bir anlaşma yapmaya karar verdi. Anlaşma imzalandıktan sonra Sydney, pandomim kralı Karno’ya beni işe alması için ısrar etti. En sonunda 1907 yılında varyete ve müzikhol dünyasına ben de kabul edilmiş oldum. İşte o andan itibaren şöhretin kapısı benim için aralanmaya başladı.”
Charlie, Fred Karno’nun pandomim komedyenlerine katıldığında, sahne sanatlarının her dalında oldukça deneyim kazanır. Fred Karno, kaba, cahil, hatta hain bir adam olsa da komediden anlar. Charlie’ye komediye katılan bir parça duygunun, yararlı olacağını o öğretir. Charlie, bu öğretiyi, yıllar boyunca filmlerinde tekrar tekrar kullanacaktır.
Annesi artık hiçbir zaman düzelemez ve akıl hastanesine yatırılır. 1928’de ölene dek, iyi olduğu zamanlarda oğullarına cesaretlendirici mektuplar yazacaktır.
Fred Karno
Chaplin tüm dünyada üne kavuşturacak Amerika macerasını şöyle anlatır: “Bir gün Fred Karno, Amerika’ya göndermek için benimle kardeşim arasında bir tercih yapmak zorunda kaldı. İngiltere’nin komedi kralı için ikimizden birini kaybetmek ne büyük bir tehlikeydi. Üç yıl boyunca Fred Karno’nun kadrosunun aranılan komedyenlerinden biri olmuştum, kardeşim Sydney’de öyleydi. Sonunda Fred Karno, beni Amerika’ya göndermeye karar verdi. ‘Seni Kuzey Amerika’ya göndereceğim, ama benimle çok sağlam bir sözleşme yapmak zorundasın. Seni de Amerika’ya gittikten sonra geri dönmeyen diğer sanatçılarım gibi kaybetmeyi göze alamam.’ dedi Karno. ‘Merak etme, ben bir tiyatro komedyeniyim ve kamera karşısında maskaralık yapmaya hiç niyetim yok!’ diye cevap verdim.”
Chaplin, İngiltere’ye dönüşünden birkaç ay sonra, yine Karno topluluğuyla birlikte 2 Ekim 1912’de yeniden ABD’ye gider. Bu sefer, daha sonra meşhur ikili Laurel ve Hardy’den Stan Laurel’i canlandıran Arthur Stanley Jefferson ile birlikte çalışır. Tüm yaşamının değişeceğinden habersizdir. “Karno’nun şirketi 1912 yılında Amerika’da turneye çıktı. O yıl Liverpool limanından Ekim ayında gemiye bindik ve ben ikinci kez Amerika’daydım. Karno Pandomim Topluluğu’nun baş oyuncusuydum. İşte o zaman oyunlarımız beğenildi ve sinema yapımcıları, filmlerinde oynatmak için benimle ilgilenmeye başladılar.”
Charlie Chaplin, Max Linder, 1917
ABD turnesinde Mack Sennett’in ilgisini çeken Chaplin, 1913’ün sonlarında Keystone Film Company’e katılır. Kıvrak ve dansçı vücudu, Sennett’in hoplayıp zıplayan film kişilerini canlandırmaya yatkın olsa da, ilk denemede başarılı olamaz. Making A Living (1914) adlı bu filmde silindir şapkalı, redingotlu bir İngiliz’i, kötü adamı canlandırır.
Venedik’te Yumurcakların Otomobil Yarışı (Kid Auto Races At Venice, 1914) adlı film için Sennett, Chaplin’e komik bir kostüm bulmasını ve çekimler sırasında kameranın önünde dolaşmasını söyler. O da, komedyen arkadaşlarından aldığı pantolon, ceket, ayakkabı, melon şapka, takma bıyık ve bir bastonla kıyafetini tamamlar. Film boyunca kameranın önünde dolaşıp durur ve seyirciye bakar. Chaplin, daha sonraki filmlerinde de dönüp kameraya bakacak ve bu yolla seyirciyle daha yakın bir bağ kuracaktır. Aniden durup topuğu üzerinde dönüşü, zikzaklı yürüyüşü, bastonunu çevirişi ve mimikleri yavaş yavaş, zaman içinde biçimlenecektir.
“Gördüğünüz gibi bende komedyen yüzü yok. Keystone’dan teklif aldığımda bir vodvil kampanyasında sarhoş bir adamı oynuyordum ve komedyen yüzüne sahip olmamanın yarattığı handikabı hemen fark ettim, ama ayaklarım ve yürüyüş tarzım vardı. Bu yürüyüş İngiltere’den kalmaydı. Amcam eskiden meyhane işletirdi. Saatlerce duvara yaslanıp dilenmek ya da birkaç sent kazanmak için bekleyen müdavim, yaşlı bir sarhoş hatırlıyorum. Bir at arabası kapıya yanaştığında atları tutmak için topallaya topallaya dışarı çıkardı ve yaralı ayakları, yırtık eski ayakkabılarıyla o derece o kadar acele ederdi ki, benim filmlerimde yürüdüğüm şekilde yürürdü. Ama yüzüme ne yapabileceğimi bulmak için uzunca bir süre düşünmek zorunda kaldım. Boyamak işe yaramayacaktı, ben de bıyığı denedim. Sonra da bıyık büyük olursa ifademin büyük bölümünü sağlayan yüz çizgilerimi kapayacağını fark ettim.” (The Globe and Mail, 1916)
Kid Auto Races At Venice, 1914
Amerikan yapımı sessiz filmlerde canlandırdığı, acınacak halde, ama aynı zamanda komik küçük serseri (Şarlo/Charlot) karakteriyle ABD’nin en tanınmış kişilerinden biri olur ve dünya çapında ün kazanır. Yarattığı serseri küçük adam karakteriyle, bir yandan mutlu azınlığın rahat ve pırıltılı yaşamının çekiciliğini gösterirken, öte yandan da aynı yaşamın boşluğunu ve anlamsızlığını, bu insanların bencilliğini, acımasızlığını anlatır. Ülkemizde de kabul görmüş olan adıyla Şarlo, çocuksu bir kıskançlıkla bu yaşama katılmak, uyum sağlamak konusunda büyük bir çaba sergiler. Üst sınıflara özenen bu karakter onlardan araklanmış giysileri içinde, yoksulluğun ve küçümsenmenin acı gerçeğini cesurca reddetmeye çalışır.
Charles Spencer Chaplin, şöhrete giden yolunu şöyle anlatır: “Keystone Film Şirketi ile bir yıl içinde otuz beş film yaptım. Sadece birkaç günde çekilen o kısa filmler, Amerikan sinemalarını fethetti. İtiraf etmeliyim ki, Amerika’da şöhret olmamı Keystone Film Şirketi’ne borçluyum, ama bütün dünyaya açılmam da Essanay Yapım ile oldu. O zamanlar Birinci Dünya Savaşı’nın en kötü günleri yaşanıyordu. Paris’te filmlerimin dağıtıcısı ismimi Şarlo olarak değiştirdi. Her savaşta olduğu gibi, insanlar büyük acılar çekerken ben Şarlo kılığında onları biraz olsun güldürüp eğlendirmeye çalışıyordum. Cephede, hastanelerde, şehirlerde, köylerde herkes, kurnazlıklarıyla insanları güldüren ve güzel sarışına aşık olan serseriyi konuşuyordu.”
Dog’s Life, 1918
“26 Şubat 1916 günü Mutual Film Şirketi’yle ilk filmimi çekmeye başladım ve o günden itibaren de Amerikan sinemasında en çok kazanan oyuncu oldum. Henüz yirmi altı yaşındaydım ve sinema dünyasına gireli sadece birkaç yıl olmuştu. Mutual Film Şirketi’yle çalıştığım dönem en mutlu olduğum zamanlardı. Dansçılarla yazarlarla ve daha birçok ünlü kişiyle arkadaş oldum, hala eski bir otelde kalıyordum ve halimden memnundum. Ama Sydney (kardeşi) lüks bir eve taşınmam konusunda ısrar ediyordu. Bana şoförlü bir araba verdi ve hatta özel bir sekreter bile tuttu. Rüyada gibiydim, ama içimde hala sokak serserisi Şarlo’nun ruhu vardı. Çocukluğumdaki sefalet günlerinde olduğu gibi, en fakir semtlerde gezip dolaşabilirdim, ancak Amerika’nın en büyük tanrısı para, beni başka bir yapımcıyla çalışmaya zorladı. First National Yapımcılık, bana daha yüksek bir maaş önerdi ve en iyisi de yaratıcılık konusunda beni tamamen serbest bırakacaklardı. Sinemanın ticari bir araç olmaktan çıkıp sanata dönüşmesindeki en etkili silah, yaratıcılığın serbest olmasıdır. Eserlerim tam hayal ettiğim gibi olmaya işte o zaman başladı. First National Yapımcılık’ta çevirdiğim ilk film Köpek Hayatı’nın bir başyapıt olduğu söylenir.”
The Kid, 1921
Şehir Işıkları (City Lights), Charles Chaplin’in yapımcılığını, yönetmenliğini ve başrolünü üstlendiği 1931 yapımı sessiz film olur. 1991’de ABD Kongre Kütüphanesi tarafından kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli filmler arasına seçilerek ABD Ulusal Film Arşivi’nde muhafaza edilmesine karar verilir. Chaplin, aynı zamanda filmin müziklerini de besteler.
“Başlangıçta Charlie, bilirsiniz işte, çuvallamış Londralı bir züppeyi temsil ediyordu, bu zavallı dostumuz konuşsa bunun karakterine uygun düşmesi gerekirdi. Charlie git gide hiç olmadığı kadar insanileşiyor -özellikle Şehir Işıkları’nda- bu iyi mi kötü mü bilemem. Eskisine göre daha az salt komik, ama zaman akıyor ve ben de zamanla beraber akıyorum ve Charlie’de gerçekleşen değişikliklere karşı elimden bir şey gelmez. Onu en başta taşlamacı olarak görüyordum. Onun tariflere sığmaz pantolonu, zihnimde geleneksele karşı bir başkaldırıyı, bıyığı insanın kendini beğenmişliğini, şapkası ve bastonu asilleşme çabasını, ayakkabılarıysa sürekli önüne çıkan engelleri temsil ediyordu. Ama git gide daha insanileşmekte ve şeylerin özüne biraz daha yakınlaşmakta ısrar etti” (The Times, 1931)
City Lights, 1931
1920’lerin sonlarında sesli sinemaya geçilmesinden sonra, yalnızca birkaç filmde görünmekle yetinmesine karşın, ilk dönem filmlerinin sinema klasikleri olarak değerlendirilmesi ve yeni izleyici kitlelerince de ilgi görmesi nedeniyle ünü daha da güçlenir. Uzun metrajlı büyük komedi filmleri arasında The Kid (Yumurcak, 1921), The Gold Rush (Altına Hücum, 1925), City Lights (Şehir Işıkları, 1931), Modern Times (Asri Zamanlar, 1936) ve The Great Dictator (Şarlo Diktatör, 1940) sayılabilir. 1967’de Marlon Brando ve Sophia Loren’in oynadığı son filmine kadar (A Countess From Hong Kong (Hong Kong’lu Kontes)), filmlerini yalnızca kendi şirketi adına çeker.
Solda ilk eşi Mildred Harris, sağda ikinci eşi Lita Grey ve oğulları
Yaşadığı dönemde aşkları ve kadınlarla ilişkileriyle hep gündeminde olan Charlie Chaplin, 4 kez evlenir. 1918’de hamile kalan 16 yaşındaki oyuncu Mildred Harris ile mecburen evlenir, bir oğulları dünyaya gelse de yaşamaz. İki yıl süren evliliğin sonunda Mildred Harris, Chaplin’i çabuk öfkelenen, sabırsız ve kendisine aptal gibi davranan biri olarak nitelendirir. 15 yaşındaki oyuncu Lita Grey ile yine hamile kaldığı için 1924’te evlenmek zorunda kalır; iki oğulları dünyaya gelir. Bu evlilik 1927’de biter. Oyuncu Paulette Goddard ile 1932-1942 yılları arasında devam edecek olan 3. evliliğini yapar. 54 yaşındaki Chaplin son evliliğini, 18 yaşındaki Oona O’Neil’le 1943’te yapar ve 8 çocukları dünyaya gelir. Bu evlilik ölümüne dek sürer.
Solda üçüncü eşi Paulette Goddard ile, sağda dördüncü eşi Oona O’Neil ile
1925 yılında Altına Hücum, 1936 yılında Modern Zamanlar ve 1940 yılındaki Büyük Diktatör filmlerini yöneten Chaplin, giderek daha az film yönetmeye başlar ve Şarlo tiplemesini bırakır. Chaplin, komedi türü dışına çıkar ve değişik türde filmler çeker. Artık eskisi kadar popüler değildir. 1971 yılında 25. Cannes Film Festivali’nde, 1972 yılında da 20. yüzyılda sinemaya yaptığı katkılardan ötürü 44. Oscar Özel Ödülü kazanır. 1975’te Kraliçe II. Elizabeth tarafından Sir ünvanıyla onurlandırılır. Chaplin, 25 Aralık 1977’de uykusunda hayatını kaybeder. 1978’de Chaplin’in mezarı açılarak naaşı fidye için kaçırılsa da, soyguncular yakalanır ve naaş tekrar gömülür.
Kaynak
İnsanlık Tarihine Yön Verenler Charlie Chaplin Dünyaya Umut ve Neşe Veren Sessiz Film Yıldızı, Charlie Chaplin’in Modern Zamanlar Ya Da Şarlo’nun Gözüyle Modern Zamanlara Bakmak, Kemal Sunal’ın Şaban Tiplemesinde Charlie Chaplin’in Şarlo Tiplemesinin Etkileri