7 Haziran 1905’te Dresden’de kurulan Die Brücke (Köprü), Alman resim sanatında önemli bir yere sahiptir. Teknik üniversitede mimarlık okuyan dört yenilikçi genç (Karl Schmidt-Rottluff, Ernst Ludwig Kirchner, Erich Heckel ve Fritz Bleyl) tarafından kurulmuş sanatçılar birliğidir. 1913’e kadar yaklaşık 70 üyesi olan bir sanatsal kurum haline gelmiştir.
Köprü adı başlangıçta modern sanatın çeşitli dallarında eser veren sanatçılar arasındaki bağı simgelemektedir. Daha sonra bu anlam derinleşmiş, grup sanatçılarının geleceğin sanatına olan inançları ve bu inançla üretilen yapıtların gelecekle bağ kurması anlamında kullanılmıştır. Kirchner’e göre onların adı, geleceğe atılan bir köprüyü ifade etmektedir, ancak hayran oldukları ve Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı kitapta sık sık Brücke zum Übermenschen (Üstün insana doğru köprü) deyimini kullanan Nietzsche’ye gönderme yapıldığı da açıktır.
Onların ilk ortaya çıkışları, sanayici Karl Marx Seifert tarafından desteklenir. Eleştirmenler ve kamuoyu soğuk davranır, ama bu durum genç sanatçıların cesaretini kırmaz; sonraki yıllarda grup ve kişisel olarak sergi açmayı sürdürürler.
Karl Schmidt-Rottluff, Der Heilige Franziskus, 1919 (Tahta Baskı)
Otto Mueller, Waldsee mit drei badenden und einem sitzenden Mädchen, 1918 (Litografi)
Resimlerinin konularını günlük yaşamdan alan bu sanatçılar için dışavurumcu ifade tarzına uygun biçimleri ortaya çıkarma ve geleneksel olanın yaşatılması hususunda tahta baskı önemli bir rol oynamıştır. Tahta baskı tekniğinin yeniden hayat kazanmasını, günümüzde çağdaş sanatın bir anlatım biçimi olarak kullanılmasını sağlamışlardır. Yanı sıra, yeni bir baskı resim tekniği olan litografi (taş baskı), tahta baskı kadar eski bir geleneğe sahip olmasa da, Almanya’dan kısa sürede bütün dünyaya yayılarak gelenekselleşmiştir. Baskı tekniklerine dayalı grafiksel anlatım dili, bu sanatçıların ortak çalışma ve sanatsal etkileşimleriyle zenginleşmiştir.
Karl Schmidt-Rottluff, Village In The Erzgebirge, 1905
Die Brücke sanatçılarının en önemli öğesi ilkelci tutumdur. Bu nedenle, biçimlerde Afrika ve Okyanusya halklarında görünen ilkel, geometrik biçimleme ve abartmalar görülür. Grup kendiyle aynı dönemleri paylaşan Fovizm ile benzerlik göstermekle birlikte, Fovlarda renk ve biçim kullanımı tamamıyla plastik eğilimler taşırken, Die Brücke topluluğu için bu olgular ruhtaki taşkınlığın yansımasıdır. Ancak her ikisi de, çizime karşı rengi ön plana çıkarma eğilimindedir ve hemen her zaman, parlak ve canlı renkler seçer; böylece duygusal ve simgesel yönleri abartır.
1. Karl Schmidt-Rottluff (1884 – 1976)
Köprü’nün kurucuları arasında Karl Schmidt-Rottluff’un önemli bir yeri vardır. Saksonya Rottluff’ta doğan sanatçı, 1905 yılından sonra, soyadına doğduğu kentin adını ekler. Gruba Köprü adını koyan Karl Schmidt-Rottluff, manzara ve nü resimleriyle tanınır ve litografiyi ustaca kullanır. Grubu litografiyle tanıştırır.
Karl Schmidt-Rottluff, Boote am Wasser, 1913
I. Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesi’nde savaşır; 1919’da terhis olduktan sonra İtalya’ya ve Fransa’ya yolculuklar yapar. 1931 yılında Berlin Güzel Sanatlar Akademisi’ne üye seçilir, ama iki yıl sonra Nazilerin emriyle üyelikten çıkarılır. 1937’de yine onlar tarafından yoz sanatçılar listesine alınır ve 1941 yılında resim yapmayı bırakmak zorunda kalır. 1944 yılında yüzlerce tablosunun ve çiziminin bulunduğu atölyesi bombalarla tahrip olur.
1946 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretmenliğe geri döner. Berlin Brücke-Museum’un kurucuları arasında yer alır. Rottluff, yaşamını ve çalışma hayatını olabildiğince özgürlük içinde ve doğaya yakın olarak geçirmeye ilişkin isteğini diğer Die Brücke üyeleriyle paylaşmakla beraber, grup yaşamından mümkün olduğu kadar uzak kalmıştır. 1909’dan sonra figüratif ve peyzaj resimlerinin somut motiflerini soyutlaştırmıştır.
Karl Schmidt-Rottluff, Houses At Night, 1912
Van Gogh’un son dönemlerinden etkilenen Karl Schmidt-Rottluff, coşkulu bir yaklaşımla hızlı hızlı sürülen yoğun boya ve kalın fırça vuruşlarını kullanmıştır. 1909 sonrasında biçim değişikliği yaşar ve biçimler git gide büyür ve yer yer görünen tuvalin beyazıyla inceltilmiş, ama birbirine karıştırılmadan boyanmış geniş yüzeyler belirir. Değişik renk alanlarının kesişmesiyle oluşan dış çizgiler oluşur ve bunu siyah dış çizgiler takip eder.
Karl Schmidt-Rottluff, Deichdurchbruch, 1910
Resim, kareye yakın bir tuval üzerine resmedilmiş doğa manzarasıdır. Resmin sağ üst köşesinde iki yükseltiyi birbirine bağlayan köprü, sol üst köşesinde tepenin devamında ise ağaçların arkasında kalan bir ev belli belirsiz görülmektedir. Yine resmin solunda eve doğru çıkan bir yol hemen altında ağaçlıklara doğru yönelen ikinci yol görülmektedir. Yoğunluk resmin üst yarısında toplanmıştır. Resmin alt yarısı ise üst kısma göre daha sadedir.
Yukarıdan aşağıya doğru resmi incelediğimizde resim, koyu maviler içinde tuvalin sağından içeriye tek bir yatay olarak ilerleyen, sonra iki kola ayrılan hareketli sürülmüş kırmızı ve siyahtan oluşan yatay, zikzaklı lekeler görülmekte. Gökyüzü, bu hareketli fırça darbeleri ve renklerle oldukça şiddetli, gergin bir havaya sahiptir. Gökteki mavilik köprünün altında zemine kadar devam etmektedir. Resmin sağında yer alan köprü, iki yükseltiyi bir birine bağlamakta. Köprünün hemen altında karşılıklı duran ve yan yana sürülen koyu mavi, siyah ve kırmızıdan oluşan daha küçük iki yükselti yer almakta. Köprü resmin tamamında olduğu gibi ayrıntıdan uzak sarıya yakın bir turuncu ve siyahla ince ve kalın konturlar oluşturacak şekilde resmedilmiştir. Köprünün ortasından turuncu zemine kadar inen ince kontur yer almaktadır. Köprünün sağda bağlandığı tepe, sarı, turuncu renkler ve siyah konturla yan yana, düz yüzeyler oluşturacak şekilde sürülmüştür. Köprünün sol bağlandığı tepede aynı şekilde sarı, turuncu, yer yer yeşil renkler ve siyah konturlarla tek tonda düz boyanarak biçim verilmiştir. Resmin üst kısmına koyu mavi hakimken, alt yarıya turuncu hakimdir.
Ağırlıklı olarak kullanılan sıcak renkler, soğuk renklerle kontrast halindedir. Biçimler, oldukça ayrıntıdan uzak, deforme edilmiş, tek tonda parçalı boya lekelerinden oluşur. Resim yüzeye çekilmiş iki boyutludur. Renklerin kendi içinde oluşturdukları ritimle birlikte, resmin her yerinde görülen siyah konturlar hareketi artırmış, vurgulanması gereken yerleri ön plana çıkarmıştır. Bu resimde kullanılan çiğ renkler, biçimlerin deforme edilerek lekelere dönüşmesinde ifadeyi güçlendirmiştir. Tamamen dışavurumcu öğeler taşımaktadır.
2. Ernst Ludwig Kirchner (1880 – 1938)
Dresden’de mimarlık diplomasını aldıktan sonra, kendini resme vermek için mesleğinden vazgeçer. I. Dünya Savaşı’nın patlamasıyla asker olur, ancak askeri disipline alışamaz. Sağlığı yerinde olmadığı için Königstein sanatoryumuna yatırılır, sonra 1917’de İsviçre Davos’a sığınmayı başarır. Burada, İsviçreli genç sanatçıların formasyonunda büyük etkisi olan yeni bir grubu, Kırmızı-Mavi’yi kurar.
Ernst Ludwig Kirchner, Street, Berlin, 1913
1931’de Berlin Güzel Sanatlar Akademisi’nin üyeliğine atanır ve iki yıl sonra Essen’deki Folkwang Museum’un dekorasyonuna katılmaya çağrıldığı zaman, kendi yurdunda resim yapmaya dönebileceğini düşler. Ancak iktidardaki Naziler, onu yoz sanat yapmakla suçlar ve her türlü görevine son verirler. Bu olaydan çok kırılan ve ruhsal bir çöküntüye sürüklenen Kirchner, 15 Haziran 1938’de canına kıyar.
Ernst Ludwig Kirchner, The Lighthouse of Fehmarn, 1912
Ernst Ludwig Kirchner’in üslubu son derece sentetiktir. O, ayrıntılarla zaman yitirmez, hareket yaratan ve en önemli kısımları vurgulayan, bazen canlı bazen mat renklerle, hızlı geniş resim alanları yaratır. Eserlerindeki esas tema, basit fiziki görünüşün dışında bir ruh durumunu yakalamak ve bir iç gerçeğe varmaktır.
1908’de Baltık’taki Fehmarn Adası’na gitmesiyle, burada hiyeroglif olarak adlandırdığı kendine özgü tekniği geliştirmiştir. Bu teknikte, doğa biçimleri, izleyiciye bunların arkasında yatan anlamı belirtmek için en yalın ve yüzeysel biçimlere indirgenmiştir. Duygular, başlangıçta amaçsız gibi görünen çizgi denetiminden ayrılan ve hemen hemen geometrik biçimler alan hiyeroglifler yaratır.
Ernst Ludwig Kirchner, Self-Portrait With a Model, 1910
Dikine bir tuval düzleminde yer alan bu resimde ayakta yer alan figür sanatçının kendisidir. Bu figür, neredeyse tuvalin yarısını kaplar ve tuvali ikiye böler. Figürün resmin sol yarısını doldurmasıyla solunda ve sağında çok küçük boşluklar kalmıştır. Figür baştan ve ayaklarından kesilmiştir. Resmin sağ düzlemi ise birbirine yakın oranlarda dört parçaya bölünmüştür.
Aşağıdan yukarıya doğru resmi incelediğimizde, en altta mekan, hemen onun üzerinde modelin oturduğu yatak, yataktan sonra yeşil dikdörtgen bir düzlem ve onun üzerinde yine dikdörtgen pembe bir düzlem yer almaktadır. Ayakta duran figür ve arkasında yer alan model resim düzleminde oldukça geniş yer kaplar. Soldaki figürün giymiş olduğu sabahlık, onu boydan boya kaplamıştır ve yalnızca figürün portresi, ayakları ve elleri algılanmaktadır. Sağ elinde bir palet sol elinde ise bir fırça tutmaktadır. Kirchner’in giydiği sabahlık turuncu-mavi şeritlerle ritmik olarak parçalanmış ve yüzeye belirgin bir hareket kazandırmıştır.
Aynı şekilde mekan, yüzeylerde kendi içerisinde organik bir biçimde karşıt renklerle parçalanmış ve bütün yüzeye hareket kazandırılmıştır. Buna karşın, arka planda beyaz geceliğiyle oturan model daha dingindir. Sakinlik ve dinginlik resimde iki yüzeyde vardır. Bunlar resmin sağında yer alan pembe ve yeşil yüzeylerdir. Resimde belirgin bir biçimde deformasyon görülür. Renkli yüzeyler ve konturlar bu akımın bütün özelliklerini gösterir. İlkel, kaba bir biçimdeki biçim bozma anlayışıyla, belirgin renk karşıtlıkları ve yüzlerdeki melankolik hava resimde ifadeyi ön plana çıkarmıştır.
3. Erich Heckel (1883 – 1970)
Ekspresyonistler arasında Alman romantizmi ile olan estetik ve felsefi bağları en açık biçimde gösteren Erich Heckel’dir. Bunu, yaşam görüşünü, özellikle maddi ve insani sefaletleriyle gördüğü ezilmiş ve mutsuz insanlarla dayanışma içinde olduğunu dile getirdiği zaman ortaya koyar.
Erich Heckel, Two Men At A Table, 1912
1901 yılında, onu şiiri bırakıp kendini resme vermeye ikna edecek olan Karl Schmidt-Rottluff ile tanışır. Mimarlık okuduğu Dresden’de Köprü’nün en etkin temsilcilerinden biri olur. Ortak sergilerin düzenlenmesini ve teknik sorumluluğunu üstlenir ve grubun çalışmalarının öteki sergilere kabul ettirilmesine çalışır.
1918 yılından itibaren Berlin’de yaşamaya başlar ve Sanat İşçileri Merkezi’nin üyesi olarak, ülkenin sosyal ve siyasi yaşamına etkin bir biçimde katılır. 20’li yıllarda, üslubu Köprü’den uzaklaşır; bunda Mavi Atlı’nın yapıtlarıyla karşılaşmasının da etkisi vardır. 30’lu yıllarda Nazilerce sürgüne yollanır, ancak savaştan sonra öğretmenliğe ve özgürce resim yapmaya geri dönebilir.
Erich Heckel, Bridge By The City Gate, Chemnitz, 1910
Heckel’de figür formlarında ve formun bütününde olduğu kadar, detaylarda ve özellikle de portrelerde, geometrik alt yapı, sert çizgilerle kompoze edilmiştir. Figür-doğa kompozisyonlarında öncelikle açık-koyu dengesi, bütünün oluşmasını desteklemiş ve doğa-insan ifadesini ise çarpıcı bir şekilde, dışa yansıtabilecek yoğunlukta kullanmıştır. Portrelerinin üzerinde kontrast, ışık-gölge oyunlarını, renklerle sentezleyerek, dışa vurmada ifadeyi ön plana çıkaracak nitelikte kullanmıştır.
Erich Heckel, Seated Man, 1909
Dikdörtgen bir tuval üzerine dikine kullanılan bu resimde, kapalı mekan içinde sandalyede oturan bir erkek figür resmedilmiştir. Tuvalin tam merkezinde oturan figür, tuvali boydan boya kaplamaktadır. Figürün sırtı tuvalin solunda, gövdesi hemen hemen bize dönük oturmaktadır. Figürün ayakları ve başının üst kısmı tuvalden taşmaktadır. Sağ ayağını tuvalin altından, sol ayağını ise tuvalin sağından dışarı taştığını görürüz. Figürün bacakları açık bir şekilde, her iki kolu dizlerinde ve elleri dizlerinde bacaklarının iç kısmına doğru sarkmaktadır. Başı ve omuzları da öne doğru eğimlidir.
Figür sandalyeye sağlam bir şekilde oturmuş, yorgun, mutsuz bir ifade taşır. Sandalyenin sırt kısmının sol başı tuvalin solundan dışarı taşmaktadır. Sandalyenin yalnızca üç ayağı görülmekte. Zemin oldukça hareketlidir. Sarıya yakın nötr bir yeşille boyanmış, ayrıca üzerine siyah kısa konturlar, hafif fırça vuruşlarıyla kırmızı lekeler zeminin her yerinde görülmektedir. Bu hareketlilik zemini dolu dolu göstermiştir.
Figürün duruşu ve yüzündeki ifade melankolik bir havaya sahiptir. Ayakların iki yana açık olması, ellerin dizlerinden serbestçe sarkması, omuzların aşağı doğru kendini bırakması ve yüzündeki ifade figürün bitkin, mutsuz ve derin düşünceli halini tamamıyla yansıtmakta. Kullanılan renkler de ifadeyi güçlendirmektedir. Resimde önde-arkada ilişkisi dışında derinlik yoktur. Resmin geneli tek tonda, fırça izleri ve tuvalin beyazlığı belli olacak şekilde sürülmüştür. Resmin büyük bir kısmını kaplayan (zemin, figürün yüzü ve gömleği) sarıya yakın açık nötür yeşil ile boyanmıştır. Siyah, kırmızı, mavi resmi oluşturan diğer renklerdir. Az sayıda renk seçeneği kullanılan bu resimde öne çıkarılmak istenen şeyler siyah renkle sağlanmıştır.
4. Emil Nolde (1867 – 1956)
Ekspresyonizmin en zengin kişiliklerinden biri de, asıl adı Emil Hansen olan Emil Nolde’dir. Köylü bir aileden gelen Nolde, Flensburg’ta bir mobilya fabrikasında çırak olarak çalışır; daha sonra Karlsruhe’de akşam resim kurslarına devam eder ve eğitimini Amsterdam ve Paris’te tamamlar. 1906’da tanıdığı Karl Schmidt-Rottluff, onu Köprü grubuna sokar.
Emil Nolde, Child and Large Bird, 1912
Renk paletindeki esin zenginliği, resimlerindeki sezgisel tutku, onu Die Brücke’ye yaklaştırmıştır. Emil Nolde, Die Brücke’ye bağlı olmasına rağmen, ondan daima ayrı ve yalnız biriydi. Resimlerinde psikolojik anlamda Munch’un ve renk bakımından Van Gogh’un etkileri görülmektedir.
1912’de Pasifik adalarına bir yolculuk yapar ve orada yerel kültürle ilişki kurar; yapıtları egzotik öğelerle ve daha parlak renklerle zenginleşir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’da çalışmaya devam eder, ancak 1920 yılından itibaren Nasyonal Sosyalist Parti’ye katılmış olmasına karşın Nazilerce izlenir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Danimarka sınırına yakın olan Seebüll’e yerleşir ve burada ölümüne kadar resim yapmayı sürdürür.
Emil Nolde, Christ and the Children, 1910
Nolde, sade ve cesur kontrastlarla resim yapmıştır. Formları düz sürülmüş renkler, birçok deseninde olduğu gibi düzensiz konturlar kullanmıştır. İçgüdüsüyle resim yaptığından, onu bunaltan görüntüleri renge dönüştürür. Bu renk fırtınalarını parmakları ve çeşitli gereçlerle kalın tabakalar olarak uygular, böylelikle rengin ışıldamasına yoğun bir anlatım katar. 1914 ve 1920 yılları arasında primitif sanatların etkisi resimlerinde gözlenir. Daha çok soğuk renkler kullanmaya başlar. Bu renk soğuklaşması, doğaya özgü bir kontur araştırması ve ışık ve gölge kontrastlıkları ile beraber gözlenir.
Emil Nolde, Dance Around The Golden Calf, 1910
Bu eserde tuval, kareye yakın enine kullanılmıştır. Resmin tam ortasında dört figür kendinden geçmiş bir şekilde dans etmekte. Zemin oldukça açık bir tonda, resmin diğer yarısına göre en geniş boş alanı oluşturmakta. Dans edenlerin etrafında ise onları seyreden figürler yer almakta. Bu figürler, tuvalin iki yanından dışarı taşmakta. Tuvalden dışarı taşan, sağındaki sarı ve solundaki lacivert leke, iki dağa ya da tepeye benzemekte ve bunların birleşiminde resmin tam ortasında v şeklinde mavi bir boşluk oluşturmakta. Bu birleşmenin tam ortasında sarı bir buzağı yer almakta.
Zemin sıcak-soğuk nötr grilerle ve figürlerin yere düşen gölgelerini oluşturan mavi lekelerden oluşmaktadır. Zemin, resimdeki en açık tonlarla yüzeye biraz daha yaklaşmış, öne çıkmıştır. Parçalı mavi gölgeler, zemine hareket katmakla birlikte, resmin genelinde bütünlüğü sağlamıştır. Zemin, gelişigüzel bir şekilde boyanmış ayrıntıdan uzaktır. Buzağının arkasındaki açık mavi, resimdeki yoğunluk ve hareketliliğe karşı daha sakin bir tavırla resmi rahatlatmış, resmin üst ve alt yarısını birbirine bağlamıştır.
Figürlerin hepsi de oldukça kaba fırça vuruşlarıyla ve ayrıntısız bir şekilde resmedilmiştir. İlkel kavimlerde görülen dini bir törenin ruhani gücü, figürlerin transa geçmiş şekilde yaptıkları danslarında belirgin bir şekilde görülmektedir. İfade ön plandadır. Resmin geneli hacim duygusundan yoksun, yüzeysel bir resimdir. Önde-arkada ilişkisi dışında derinlik duygusu hissedilmez.
Resimde sıcak ve soğuk renklerin armonisi vardır. Sarı, mavi, gri, siyah ve kiremit kırmızısı resimde ağırlıklı kullanılan renklerdir. Renkler resimdeki hareketi oldukça artırmış, kışkırtıcı bir hava vermiştir. Renkler arasındaki kontrastı çarpıcı bir şekilde kullanmıştır. Fırça vuruşları resmin her yerinde belirgin bir şekilde kendini göstermektedir. Renkler neredeyse biçimlerin önüne geçmiştir.
5. Otto Mueller (1874 – 1930)
Otto Mueller, Dresden’deki Arnold Galerisi’nde ilk kişisel sergisiyle eleştirmenlerin ve halkın karşısına çıkar. 1910 yılında Köprü Grubu’na katılan son sanatçılardan biri olur. Sanatçı, önce taşbaskı tekniği çalışır, sonra Dresden Güzel Sanatlar Akademisi’ne ve Münih’te Franz von Stuck atölyesine devam eder.
Otto Mueller, Liegendes Mädchen, 1914
Birinci Dünya Savaşı sırasında gönüllü asker olur, ama 1916 yılında ciğerinden yaralanır. 1919 yılında Breslau Akademisi’ne öğretmen olarak atanır ve bu görevi 24 Eylül 1930 tarihindeki ölümüne kadar yürütür. Mueller, uzun sanat yaşamı boyunca sınırlı sayıda konuyla uğraşır ve özde Avrupa’da yaptığı yolculuklardan fazla etkilenmeden kendi üslubuna bağlı kalır. Resimlerinin kişileri hemen her zaman, Gauguin’in sanatına duyduğu saygının açık ifadesi olarak, manzara içinde çıplak kadınlar, aşık çiftler ya da sanatçının kendi köklerini ve çingene olan annesiyle daha derin bir bağı aradığı çingene aileleridir.
Otto Mueller, Liegende, 1914
Otto Mueller, doğayı ve doğa içinde insan figürünü ele alış biçimiyle en başarılı ekspresyonistlerdendir. Mueller’in dışavurumsal ifadesi, vahşi doğanın biçimsel çarpıcılığı içinde insanoğlunun, kökenine, özüne, doğallığına ve hatta ilkel yaşamdaki sade doğa yaşamına geri dönüşü ile ortaya çıkan bir tepkisel oluşumdur. Eski Mısır sanatından ilham almış ve doğa içinde insanların duyumlarını büyük bir sadelikle ifade etmeye çalışmıştır. Mueller’in eserlerinde sakin bir lirizm ve realist olmayan düz dekoratif renkler görülür. Özellikle resimlerinde nü kadın figürlerini yalın bir şekilde kullanmış, sade çizgisel konturlara yer vermiş ve doğanın yalın bitkisel motifleriyle figürlerin uyum içinde olmasını sağlamıştır.
Otto Mueller, Three Acts Under The Tree, 1913
Tuvali dik olarak kullanan sanatçı, bu resimde doğa içinde üç genç nü kadın figürünü resmetmiştir. Figürler ağaçlar ve uzun yeşil otlar arasındadır. Resmin sağında ayakta duran bir figür, resmin solunda yerde otların arasında oturan ikinci figür ve resmi enine ikiye böldüğümüzde üst yarıda solda kalan ve ağacın altında duran arkası dönük üçüncü figür yer almaktadır. Yine resmin ikinci üst yarısında yer alan ve resmin tam ortasında bulunan bir ağaç görülmektedir. Resmin solunda tuvalden dışarıya taşan küçük bir ağaç vardır. Zemin yeşil gür bitkilerle kaplıdır.
Figürler, doğadaki bitkilerle iç içe ele alınmıştır. Üç figür de sakin, dinginlik içindedir ve yalın form anlayışıyla betimlenmiştir. Formlar yumuşak ve akıcı bir konturla çevrelenmiştir. Figürler abartılı bir zayıflık ve zarifliktedir. Resmin geneli, özellikle figürler bir çırpıda çizilmiş gibi konturlarla sınırlandırılmış, detaydan uzak, sadelik içindedir. Belirgin bir biçimde deformasyon görülmektedir. Figürlerin yüzlerindeki ifade melankolik bir havaya sahiptir. Nötr mavi ve nötr kahverengi soğuk renkleri oluştururken, tek sıcak renk olan figürlerdeki ten rengi dikkat çekicidir. Figürler açıktan koyuya doğru sıralanmış ve önde-arkada ilişkisi verilerek yüzeysel bir derinlik oluşturmuştur. Ayakta duran figür en açık tondaki figürdür ve vücudunda yer yer tuvalin beyazlığı görülür. Bu figür, resmin genelindeki en açık tonla öne çıkmaktadır.
Bir bütünlük içinde yer alan bu kompozisyon, yer yer kaba konturlar ve yer yer daha zarif ince konturlarla biçimleri oluşturmuştur. Ağırlıklı olarak kullanılan mat renkler, resimdeki melankolik havayı artırmıştır. Figürlerde kullanılan ve en açık renk olan ten rengi ise resme canlılık vermiş ve figürleri öne çıkarmıştır. Sanatçı, bu resminde doğa içinde ilkel insanların yaşamını en yalın şekilde konu olarak ele almıştır. Onların yaşamındaki saflığa, doğallığa ve huzura duyulan özlemi dile getirmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Bu göz önünde bulundurulduğunda, duygular ön plandadır.
6. Hermann Max Pechstein (1881 – 1955)
Köprü Grubu içinde yer alan Max Pechstein, tam bir akademik formasyon almış olan tek kişidir. Pechstein, 1900 yılında Dresden’de mimar Otto Gussmann’ın yönetiminde, Dekoratif Sanatlar Okulu’na devam etmeye başlar. Sonra, 1902 yılından 1906 yılına kadar, Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim ve gravür kurslarına devam eder ve burada Saksonya Devleti Ödülü’nü alır.
Hermann Max Pechstein, Girl On A Green Sofa With A Cat, 1910
1907 yılında uzun bir İtalya yolculuğa çıkar, orada Etrüsk sanatına ve Ravenna mozaiklerine tutulur. Almanya’ya geri dönerken, yolunu Paris’e çevirir ve burada resimdeki öncü akımların, özellikle de Fovların en büyük temsilcileriyle ilişki kurarak, dokuz ay kalır. 1908 yılının sonunda Berlin’e gider; ertesi yıl Berlin Secession Grubu’na ve onların sergilerine katılır, ancak 1910 yılında gruptan ayrılır. Bir süre, Georg Tappert ve Emil Nolde ile birlikte kurduğu Yeni Secession’ın başkanlığını yapar.
1914 yılında Gauguin gibi Pasifik, Palau Adaları ve Yeni Gine’de çıktığı yolculuk, sanatında bir dönüm noktası oluşturur. 1917 yılında yeni bir resim derneğinin, Kasım Grubu’nun kurucuları arasında yer alır. Nazilerce yoz sanat yapmakla suçlanır ve resim yapması yasaklanır; bunun üzerine Pomeranya Łeba’ya çekilir. Ancak savaştan sonra, Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki öğretmenlik görevine geri döner ve 1955 yılındaki ölümüne kadar orada kalır.
Hermann Max Pechstein, Ballet Dancers, 1912
Max Pechstein dışavurumculuğu şu sözlerle açıklamıştır: “Çalışmak! Kafayı bulmak! Kafa patlatmak! Çiğnemek, yemek, tıkınmak, kökünden söküp çıkarmak! Kendinden geçiren doğum sancısı.” Resimleri, tüm görüş alanını dolduran, keskin açılı biçimler oluşturan çizgilerden kurulmuştur. Renkler, nesnelerin kendi öz renklerine indirgemiştir. Beckmann’a göre yaşam sonsuzluk tiyatrosunun bir sahnesidir. Ancak böyle düşünerek yaşama katlanabilmiştir.
Hermann Max Pechstein, Horse Fair, 1910
Resimde, Pechstein’in 1907 yılının sonunda Paris’te kaldığı sırada tanıdığı Fovları yeniden yorumladığı kişisel anlatımı dikkat çeker. Önce sayısız taslağı ve hazırlık çizimi yapar. Sanatçı, Köprü’nün sanatsal evrimi için temel olan o aylarda, Kirchner ve Heckel ile birlikte, Moritzburg’a yakın göllerin kıyısında bulunur. Sahne, Dresden yakınlarındaki Moritzburg’da kurulan ve sanatçının doğrudan gözlemlediği geleneksel at pazarından alınmadır.
Arka planda görülen manzara, ana çizgileriyle betimlenmiştir. Göl ve bitki örtüsü, birkaç hızlı fırça vuruşuyla, derinlikten yoksun olarak verilmiş, aynı biçimde evler grubu da stilize edilip yalınlaştırılmıştır. Seyircinin bakışı yüksek bir yerden resmedilen ön plandaki sahneye öylesine takılır ki, sanki komşu evlerden birinin penceresinde bulunuyormuş izlenimini verir. Pechstein ayrıntılara değil de, çizimden çok renklerle belirginleştirdiği bütüne önem verir. Biyografisinde bu resimden söz eder ve atların çevresindeki kalabalığın başdöndürücü hareketi ile hayvanların parlak vücutlarını tuvale aktarma çabasını anlatır.
Kaynak
Die Brücke ve Der Blaue Reiter Sanat Anlayışında Renk ve Biçim İlişkisi, Art Book Ekspresyonistler (Sanatçılar, Gruplar, Başyapıtlar), Baskı Resimde Alman Ekspresyonizmi, Alman Ekspresyonizmi, Die Brücke ve Türk Baskı Resim Sanatına Etkileri, Ekspresif Portreler