Yazar arkadaşları, dostları ve ailesinin gözünden Edip Cansever… Cemal Süreya, Fethi Naci, Selçuk Baran başta olmak üzere, Edip Cansever’in dostlarının, kızı Nuran Birol, ablası Edibe Aykaç ve eşi Mefharet Cansever’in sözleri ile Edip Cansever hakkında birbirinden farklı görüşler, değerlendirmeler, eleştiriler, yargılar…
Bu yazıyı okumaya başlamadan önce, Edip Cansever ile ilgili hazırlamış olduğumuz diğer yazıları da okumanızı öneriyoruz:
15 Unutulmaz Edip Cansever Şiirinden Seçilmiş Alıntılar
Edip Cansever’in 13 Şiirinden Çarpıcı Dizeler
“Edip’in bir kompleksi vardı, bana anlatmıştı; bunu burada anlatmakta bir sakınca görmüyorum. Fatih Camii avlusunda oynarmış. İkinci Dünya Savaşı yılları, o zaman lastik top diye bir şey yok, bez topla oynanır. Edip’in lastik topu var ve Edip’i lastik topu olduğu için takıma alıyorlar, aslında kötü bir oyuncu. Bu insanda nasıl bir iz bırakır? Edip’te? Bu bir gerçek, babası zengin, esnaf. O sırada fazla zengin olmasa da, sonradan oldu. Ama lastik topu olan bir çocuk Edip, bunun için onu takıma alıyorlar. Bu, Edip’te kompleks yaratmıştır. Kendisi söyledi bunu, ben nerden bileyim. Burada bir hüzün var, Edip o hüznü sevdi. Aslında şiirimizdeki durumu da budur, hep ona lastik topu var gibi bakıldı. Oysa şairdi, alalım bir sürü şairi, çoğundan iyi. Ama o duyguyu hep içinde taşıdı.”
“Şiirde bir derviş gibiydi, Yunus gibi. Güzel bulduğunu söylemekten kendini alıkoyamazdı. Adam bunu yazmış diye alıp karşısına koyardı, o adamı sevmezse bile, yazdığını güzel bulmuşsa bunu söylerdi. Şiirden, gerçek şiirden anlayan birkaç kişiden biriydi.”
“Kimseye kötülük etmedi. En büyük özelliği şudur: Hiç dedikodu yapmazdı. Hiçbir yalan üretmemiştir, kimsenin aleyhine yalan bir şey söylememiştir. Sevmediği adamlarla bir masaya oturmazdı. O kadar net bir tarafı vardı.” (Cemal Süreya)
Manastırlı Hilmi Bey’e Dördüncü Mektup
Kır yolları gibi tekdüze bir anlatım yürüyüşünde
Anlamsız
Ve yan yana gelince beton yapılarla
Hep aynı soğuk ve yapışkan hüzün
Yedeğine alıyor ikisini de
Oysa pencerelerden sarkan ışıklar bile
Herbiri başka başka
Acılar başka başka
Her günkü sözler, her günkü konuşmalar
Aynı plaklarda aynı şarkılar
Tutmuyor hiç birbirini
Ve Mutluluk
Bir kibrit çöpü ne kadarcık yanarsa.
Edip Cansever ve eşi Mefharet Cansever
“Edip, sözü mümkün olduğu kadar kısa zamanda edebiyat getirmek isterdi, içki toplantılarında. Başka şeyler de konuşulabilir, diyelim iktisadi meseleler filan. Onlardan sıkılırdı, sözü edebiyata getirirdi. Birinci merhale bu. İkinci merhale sözü şiire getirmek, üçüncü merhale de kendi şiirine getirmek. Bu oluşum Edip’te her içkili toplantıda mutlaka görülürdü . Edebiyat, şiir ve Edip’in şiiri. Mutlaka Edip’in şiiri konuşulacak, hatta nazının geçtiği günler olursa, kitabını çıkartıp bir arkadaşına okutacak ve mutlaka övgü bekleyecek.”
“Şiire yönelişi. Edip Tanpınar’dan söz ederdi. Tanpınar’la yakın semtte mi, aynı semtte mi oturma, komşuluk ilişkileri mi ne, öyle bir şey var. Tanpınar’a şiirlerini göstermiş, o da gayet akıllıca öğütler vermiş ve Edip’in yönlendirmesinde epey bir etkisi olmuş. Bu Edip’in bana anlattığı. Fakat şunu biliyorum: Salah Birsel’in de Edip’in gençlik yıllarında, Edip’e bir hayli yol gösterici yardımları olmuştur. Yani onu iyi şairleri okumaya, yahut şiirinin biçimini üzerinde düşünmeye yönlendirmiş olabilir.”
“Şiirinin tüm kaynağı İstanbul ve İstanbul’da çok dar yerler. İşte meyhaneler, daha çok tuzu kuru, aylak insanların bulunduğu yerler. İşte Krepen Pasajı vs.” (Fethi Naci)
Seniha’nın Günlüğünden/1
Ah bu nisan yağmurları
Hüznünü kaybetmiş çocuklar gibi şaşkın
Yağıp bitiyor
Bitsin
Çok tenha bir kahvedeyim
—Ah, aşkların çocuk bahçesi
Neden ömrün çok kısa—
Neden buruk bir özlemdir anılar
Ve özlem olarak kalacaktır da
Edip Cansever ve eşi
“Edip çok hassas bir insandı, ufacık bir sözle kırılırdı. Biz dört kardeşiz. Diğer kardeşlerimiz kız olmasına rağmen, küçükken ben en çok Edip’le anlaşırdım. Bütün oyunlarımızı birlikte oynardık. Unutamadığım bir anısı vardır. İlkokul beşte veya orta birdeydi. Annem Bursa’ya gitmişti. Annemi çok özlemiş, onun için bir şiir yazmış, bana okudu. Bir çocuk dergisine yollamış, orada çıktı. Biz çok sevindik, hopladık, zıpladık filan. Ah kardeşim şair olmuş diye ben ona sarılmıştım. Yıllar sonra gerçekten değerli bir şair olunca, zaman zaman boynuma atardı elini, sen bana böyle söylemiştin abla diye.” (Ablası Edibe Aykaç)
Ölüler Şimdi
hep birden bir sofraya oturur gibi yalnız
ve hep birden bir sofradan kalkar gibi
kaybolup göründüler.
resimleri silinmiş eski paralar gibi
bir bulmaca çözümünde bulunmayan sözcükler gibi
yağmurlardan sonraki nedensiz bir dalgınlık gibi
gelip gittiler, gidip geldiler.
demek ki ölüydüler
bazen de bir yaşamın kısacık hepsi
denirse ölümün özeti belki
ve mahzun bir tutuklunun titrek
ipince gölgesi gibi
yani bir gölge gibi duymadan üzüldüler
(Ablası Perihan’ın ölümü üzerine yazdığı şiir)
Ayten Böke, Edip Cansever, Edibe Aykaç, Perihan Öğüt
“İyi bir aile babasıydı. Evine, karısına, çocuklarına her zaman çok bağlıydı. Aslında yazdıklarından belki bohem bir şair havası çıkabilir, o çok yanlış olur. Hiç bohem değildi. Hatta fazla anti-bohemdi.”
“İkinci Yeni’yi ansiklopedik tanımıyla kabul ettiğini sanmıyorum. Cemal Süreya’yı da, Turgut Uyar’ı , İlhan Berk’i de hepsinin şiirini önemserdi. Ama bu isimlerin bir grup altında toplanamayacağını hep söylemişti. Yani tamamen başka kanallarda geliştiğini söylerdi bu şairlerin ve şiirlerinin. Dolayısıyla bunun yakıştırma bir isim olduğunu belirtirdi.”
“Eskilerden Yahya Kemal hayranıydı. Hatta arada bir kızdırmak için Ahmet Haşim daha iyi filan derdik. Şiirden çok düzyazı okurdu. Oğuz Atay’ı severdi. Sait Faik de çok sevdiği bir yazardı. Tomris Uyar’ın yazdıklarını çok beğenirdi, kendisini de çok severdi, yakınıydı çok. Örneğin Kafka’ya büyük düşkünlüğü vardı. Son yıllarında Marquez’i çok seviyordu.”
“İçki içerek şiir yazdığını hiç görmedim. Kendisi de bir tek dize bile çıkmadığını, alkolün etkisinde hiç iyi bir şey yazılmayacağını söylerdi. Oteller Kenti’ni büyük bir tutkuyla, keyifle yazdığını biliyorum. Onun çok özel bir yeri vardı.” (Memet Baydur)
Sera Oteli
IX
Ey anılar, benim anılarım
Ne çıkar azıcık yaklaşsam size
Bir deniz kıyısını, bahçeli
Küçük bir evi ya da
Sözgelimi bir yaz tatilini
Şöyle bir yedeğime alıp da
Yaklaşsam yanınıza
Ey bir kır yolu, pembe bir bulut
Bir yağmur sonrası, bir günbatımı
Geri vermez misiniz bana
Bir yüzün her şeyden önce belli belirsizliğini
Sonra da belki daha yakından
Bir duruşu, bir durgunluğu ve
Ne bileyim işte kısa bir dalgınlığı
Ardından
Sessizlikle kuşatılmış o tanıdık sözleri
Ve hatta bir sarılışı
O içten öpüşleri
Bilmem ki
Geri vermez misiniz bana.
“Ben şimdi Edip’i hatırladığım zaman bütün dişleriyle, bütün yüzüyle gülen bir insan gözümün önüne geliyor. Bir de onun çok güzel kahkahaları vardı. İçten. Yani çok büyük değildi belki o kahkahalar ama kendine özgü, sesinin tınısını aksettiren güzel kahkahalardı. Evet, neşeli insan denilebilirdi ama içkinin bir noktasından sonra da büyük bir hüzün çökerdi. Yine de karamsar, kapkara bir gözlüğün arkasından bakan umutsuz bir insan değildi, o ayrı hikaye. Şiirinde hep acıları dile getirir, umarsız insanlar vardır. Ama o bu umarsız insanlar, aç yahut bir dam, bir çatı bulmaktan yoksun insanlar değildi. İçlerinde insan olmaktan ötürü taşıdıkları acıyı götüren insanlardır.
“Edip’i onlarsız düşünemeyeceğim neler var? Zekası, sonra İstanbul, sonra deniz, alkol… Belki alkol en başta olmalıydı. Alkolü Orhan Veli’den de çok şiirine, kısacası özüne koyan insandır.”
“Meyhanelerde gittiği yerlerde özel şeyler arardı. Deniz kıyısı olacak, önüne gelen şey mutlaka temiz, tertipli olacak, düzenli olacak. İçki içtikten sonra bazen durgunlaşırdı, bazen saldırgan olurdu, bazen acıları büyütürdü.” (Yazar Selçuk Baran)
Tragedyalar
Çok karanlık bir cümlede durmuş gibiyiz
Herkesin, ama herkesin yanılıp bir yerlere gittiği
Bir cümlede durmuş gibiyiz
Ki bütün mektupların, telgrafların
Durmadan yanlış verildiği
Sapsarı bir cümlede ve geniş.
“Edip resmi çok sever, soyut resimleri bile anlar, yorumlardı. Kandinsky sever mesela, Kokoschka sever. Ben azıcık bakar bırakırım, o uzun uzun bakar, dikkatli bakar. Hepsinin, büyük ressamların röprodüksiyonları vardır kitaplarda, açar, bakar. Brueghel’i de severdi. Bizim ressamlarımızdan Orhan Peker’i severdi. Hatta ondan aldığı bir resmi özenle saklar ve ısrarla gösterirdi. Ayvalık’ta Orhan’nın atölyesinde bu resmi çok beğenmiş. Bir kedi resmi, kapıdan giren. Onu alınca sevinçten uçtu. Bir de Burhan Uygur’u severdi.”
“Müzikten de çok hoşlanırdı: Klasik Türk Müziği, klasik batı müziği. Bach sever ama barok müziği monoton bulurdu. Debussy, Ravel der, ama Beethoven demezdi mesela. Devamlı Ravel dinlerdi, tabii en çok da Çaykovski’nin müzikteki renkleri, yahut ton farkları, zenginliği sanki onun ruhunda vardı. Şiirinde vardı, içinde vardı.”
“Edip çok titizdi. Mefharet Hanım’ı geçecek kadar titiz. Diyelim ki bir hastahaneye gittik, bir arkadaşımızı ziyarete. Çıktıktan sonra Edip’in hemen gidip elini yüzünü yıkaması lazım. Hiçbir yere değmediği halde gittiğimiz yerde musluk arar, elini yıkayacak. Ama titizliği hastalık derecesinde değil.” (Arkadaşı Yalçın Yalın)
İnfilak
Ben gidince hüzünler bırakırım
Bu senin yaşadığındır
Bir ev sıkılır kadınlardaki
Bir adam sıkılır kadınlardaki
Seni sevmek bu kadar mı
O benim yaşadığımdır.
Bazan da bir yerde kuşlar vardır
Ne uçmak, ne görünmek için
Bir karanfil pencereyi deler
Bir kapı kendiliğinden kapanır
İstesek sevişirdik, ama olmadı
Biz değil yaşayan acılardır.
Gitsem de her yerde biraz vardır
Hatırda zamansız bir plak
Bir otel kapısı, biraz istasyon
Vardır o seninle birlikte olmak
Buluşur çok uzaktan ellerimiz
Ve nasıl göz gözeyiz ansızın bir infilak.
İlhan Berk, Metin Eloğlu, Mir Eloğlu, Sabahattin Kudret Aksal, Edip Cansever
“Havayla ilgili bir özelliği vardı, gri, ve puslu havaları severdi. Daima kapalı ve puslu. Öyle havada daha çok çalışma isteği geliyor derdi. Çalışmaya başlamadan önce daima tertemiz giyinir, öyle otururdu masaya. İş yerine gider gibi, çalışmaya bir saygı gibiydi. Bir de tabii babamın şair olmasının getirdiği bir şey var: Ayrıntı konusu. Mesela siz şurdaki sardunyayı beğenirsiniz, a ne kadar güzel dersiniz. Babam değişik bakardı. Gider ordaki en olmadık dikeni görürdü. Herkes bu gül ne kadar güzel derken, o oturduğu yerden kıyıdaki köşedeki dikeni görürdü. Ayrıntıya dikkat ederdi.”
“Bir de babamın deniz tutkusundan söz etmeli. Zaten şiirlerinde de önemli olmuştur: Mavi ve deniz. Ben hiçbir zaman babamın öyle yeşillik konuştuğunu hatırlamam. Hep deniz olayı vardı babamın hayatında.” (Kızı Nuran Birol)
Gelmiş Bulundum
Yıldızlar, büyülü ülke, adımı unutturan
Bir kaya, bir ot, bir akarsu
Hangi yaz şarkıcılarının ürpertili korosu
Ki bütün ölüleri sığa çıkaran
Ve kenti bir ölüm derinliğine salan
Yani bir gül solarken bir gülün açma korkusu.
Şiirler yazdım, kitaplar okudum
Elime bir bardak aldım, onu yeniden oydum
Derinlerde kaldım böyle bir zaman
Kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan
Ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları
Söylesin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum.
Kaynak
Edip’in Lastik Topu, Ülkü Uluırmak, Yapı Kredi Yayınları
Yorum Yap