21. yüzyılın en çok merak uyandıran sanatçılarından biri olan Fernando Botero’nun en ilginç eserlerini derledik.
Kolombiyalı ekspresyonist ressam, heykeltraş Fernando Botero, eğitimini İspanya’da San Fernando Güzel Sanatlar Kraliyet Akademisi’nde tamamlar. 1952’de ilk kişisel sergisini açar. Şişman figürlerini üslubunun merkezine oturtan Botero, bunun nedenini şöyle açıklıyor: “Şişman güzeldir, çünkü şişman insanlar diğer insanların yüzünde hemen bir gülümseme yaratma kabiliyetine sahiptirler, sempatiktirler bu yüzden resimlerimde şişman figürleri kullanıyorum.”
The Family, 1966
Children Fortunes, 1968
Family Scene, 1969
Fernando Botero’nun uyarlamalarında, 1950’li yılların başında İtalya ve İspanya’daki seyahatlerinde, onun için önemli referans noktaları olan Giotto, Piero della Francesca, Leonardo, Mantegna, Velázquez, Goya, Dürer, Rubens, Manet ve Cézanne gibi ustaları yakından incelemiş olduğu gözlemlenir. Botero, eserlerinde taklit etmeyerek onların ruhunu kendine özgü görüşüyle tuvale yansıtır.
Mona Lisa (Leonardo da Vinci’nin ardından), 1963
The Arnolfini (Jan van Eyck’in ardından), 1978
Las Meninas (Nedimeler), Diego Velázquez’in ardından, 1977
Rubens ve Karısı (Peter Paul Rubens’in ardından), 2005
Botero için ölüdoğalar, 1960’lı yılların sonundan başlayarak düzenli bir süreklilikle büyüleyici bir imgenin esin kaynağını oluştururlar. Söz konusu imge, masaya koyulmuş meyve ve nesnelerin yalın bir kompozisyonunu aşıp, kimi zaman başlı başına bir dünyayı gözler önüne serer. Bu resimlerin bazılarında kübik mekanın yarattığı klostrofobi duygusu, resme bir ayna ya da dışarıya doğru bakmayı olanaklı kılan bir açıklık eklenerek aşılır. Botero, resmin mimari kurgusunu hafifletmek, resme derinlik kazandırmak ve yapısal dengeler oluşturmak için nesnelerdeki yansımalardan ve arka plandaki bir kapıdan yararlanır. “Bir elma ya da portakal çizdiğimde, insanların bu elma ya da portakalın bana özgü olduğunu ve onu benim çizdiğimi fark edeceklerini biliyorum; çünkü benim yapmaya çalıştığım şey, çizilen her öğeye, en yalın olanına bile, derin bir inançtan kaynaklanan bir kişilik verebilmektir.”
Still Life, 1995
Still Life With Mandolin, 1998
Still Life With Fruits, 2003
Still Life With Watermelon, 2004
Fernando Botero’nun resimlerindeki figürler çoğumuzun bildiği, hatta neredeyse çizebileceğini bile düşünebileceği türden basit ve yalın anlatımlar taşıyor. Resimleri özel kılan ise figürler arasında uyumlu birliktelik kaygısından bağımsız olarak hacimlerin abartılarak kullanılmış olması. Kullanılan yöntem bazılarınca basit bulunarak eleştirilmekle beraber, ortaya çıkan resimlerin özgün anlatımı göz ardı edilemiyor.
Frank Lloyd and His Family In Paradise Island, 1972
Dancing Couple, 1987
Woman With A Book, 1987
Picnic, 1998
Picnic, 2001
Danzotori, 2002
“Boğa güreşini çizmeye cesaret ettim, çünkü bu konuyu çok iyi biliyordum. Bir konuyla benliğiniz arasında güçlü bir ilişki yoksa, o konuyu çizemezsiniz. Kişiye bir tür ahlaki yetki verdiği için bu ilişki kesinlikle gereklidir. Benim boğa güreşiyle böyle bir ilişkim vardı. Konuyla olan bu bağım kanımdan ve yaşamımdan ileri geliyordu.” Botero konusuyla o derecede özdeşleşir ki, otoportresinde matador giysisi içinde kendini ölümsüzleştirir. Fernando Botero 2010 yılında Pera Müzesi’nde yapılan sergisi için geldiğinde, Ayşe Arman ile yaptığı söyleşisinde, matador olmayı düşünmesine yönelik şunları dile getiriyor: “Ben gerçek bir boğa ile karşılaşıncaya kadar hep matador olmak istedim. Ne var ki, boğa ile göz göze gelince, o kadar yürekli olmadığımı anladım.”
Otoportre, 1992
Lefty and His Gang, 1987
La Pica, 1997
Kolombiyalı sanatçının güzellik kavramını sorguladığı eserlerinde, kendi kültürüne ait yoğun yansımaları da görmek mümkün. Botero, “Resmimde, çok gençken yurdumda tanıdığım bir dünya ile karşılaşır insanlar. Bir tür özlem bu; o özlemi çalışmamın merkezi konusu haline getirdim. On beş yıl New York’ta ve uzun yıllar Avrupa’da yaşadım; ama bu, mizacımda, yapımda ve Latin Amerikalı ruhumda hiçbir şeyi değiştirmedi. Ülkesiyle tam olarak bütünleşmiş birisiyim.” diyor. Resminin arka planını halk, sanatçının kendi Latin Amerika kültürüne olan bağlılığı ve çocukluğundan görüntülerin canlı anıları oluşturur. Resmedilen yaşam, pembe bir atmosfer içinde aşklar, şarkılar ve sigaralarla sürüp giderken, bir yandan da bireyin yalnızlık duygusunu vurgular.
Man With A Guitar, 1982
Street, 1987
Street, 2000
El Costurero, 2000
Botero’nun Kolombiya İç Savaşı’nı anlatan veya ABD’nin Irak işgali sırasında Ebu Garib cezaevinde yaptığı insanlık dışı uygulamaları konu alan protest resimleri, diğer resimleri gibi neşeli, iç açıcı değil, içlerinden en bakılabilir olanlarını seçtik.
El Cazador, 1999
El Desfile, 2000
Ebu Garip, 2005
Kolombiyalı Pablo Escobar, mezar taşlarını çalıp yazılarını silip tekrar satarak iş hayatına başlar. Kaçakçılık yaparken sınır ticaretini öğrenip, sonra da ülkedeki en büyük uyuşturucu çetesini kurar. ABD’ye giden kokainin o dönem %80’i Escobar’in kontrolündeydi ve daha sonra öldürüldü. Botero’nun resmi o ölümü anlatıyor.
Pablo Escobar’ın Ölümü, 2006
Kış aylarını sık sık Meksika’da geçiren Fernando Botero, orada sirklere karşı bir ilgi duymaya başlamış. Sirkin çok güzel ve zamandan arınmış bir konu olduğunu dile getiren Botero, eserlerinde de sirk yaşamını her yönüyle gözler önüne seriyor. Botero’nun ilk bakışta komik, gülünç ve ironik görünen imgelerinin, ilk bakışın ötesine geçmek isteyenler için, anlamlarla yüklü olduğu açığa çıkar ve sirk, yaşamın büyük bir metaforu halini alır.
Circus People, 2008
Circus People, 2009
Kaynak
Pera Müzesi, Enteresan Ressam Fernando Botero, CNN Haber
Yorum Yap