17 Eylül 1886 tarihinde İstanbul Kadıköy’de doğan İbrahim Muslühiddin Feyhaman, babası şair ve hattat Süleyman Hayri Bey’i 6 yaşındayken, annesi Fatma Hanım’ı ise 24 yaşında kaybeder.
Dedesi Duran Çavuş’un himayesinde Galatasaray Sultanisi’ne kaydolur. Altıncı sınıfını bitirince bir süre Bab-ı Ali’de katiplik yapar, aynı yıl kendi okulunda Fransızca güzel yazı öğretmenliğine başlar. O dönemdeki müdür Tevfik Fikret ile daha sonra sürecek olan bir dostluk kurar; Tevfik Fikret ve Galatarasay’ın resim öğretmenleri Viçen Arslanyan Efendi ve ressam Şevket Dağ’ın, Feyhaman’ın yeteneği karşısında, onu Paris’e gönderme çabaları sonuç vermez.
Celaleddin Arif Bey Portresi, 1907
Celaleddin Arif Bey, Fransa’da hukuk doktorası yaptıktan sonra İstanbul’a dönüp son Osmanlı Meclisi’ne başkanlık eder, Cumhuriyet ilan edildikten sonra meclis başkanlığı için Mustafa Kemal’le ters düşer. Belki bu yüzden Nutuk’ta Mustafa Kemal’in aleyhimize çalıştı diye bahsettiği bir isim. Avrupa’dan resim toplamaya meraklı Celaleddin Bey, Feyhaman Duran’la da dostluk kurar ve portresini yaptırır.
Abbas Hilmi Paşa’nın Kızının Portresi, 1910
Feyhaman Duran, Hıdiv Ailesi mensubu Abbas Halim Paşa’nın kızının resmini yapar. Resmi çok beğenen Paşa tarafından 15 altınla ödüllendirilir. Sonrasında Feyhaman Duran, Paşa’nın beş kızı var, her resme 15’er altın verse, Avrupa’ya eğitime gitme param çıkar diye düşünür. Paşa ona diğer kızlarının resimlerini yaptırdığı gibi Paris’e eğitim almaya da gönderir.
Otoportre, 1911
1914’te Avrupa’dan dönen Feyhaman Duran ile hekim ve farmakoloji uzmanı Akil Muhtar, Abbas Halim Paşa’nın evinde tanışırlar. Sanatçı bu tarihten sonra Akil Muhtar’ın evini sık sık ziyaret eder. Kendisi de resim yapan Muhtar, muayenehanesine ve kliniğine ilginç vakalar gelince onların resimlerini yapar. Akil Muhtar Portresi, deseninin sağlamlığı, empresyonizmi andıran ışık ve gölge uyumu, fotoğrafik benzeyiş ve valör doğruluğu (açık ve koyu tonlar arasındaki ilişki, aynı zamanda ton derecelerini de ifade eder) ile sanatçının teknik bakımdan manifestosu sayılabilecek düzeyde bir eserdir.
Dr. Akil Muhtar Portresi, 1916
1911’den 1914’e kadar Paris’te üç ayrı okulda resim eğitimi alır. Kendi sanat görüşüne en uygun sanat akımına, empresyonizme yönelen sanatçı, resimlerinde empresyonizm akımından yola çıkarak gerçekçi, anlatımcı bir üslubu benimser. Paris’te bulunduğu süre içerisinde empresyonizmin yanında ekspresyonizm, fovizm ve diğer sanat dallarını da inceler, sanat anlayışı ve tecrübelerini oldukça geliştirerek yurda döner. Paris yılları sağlam bir anatomi bilgisi kazanmasını ve tekniğini ilerletmesine olanak sağlar.
Feyhaman Duran, İstanbul’a döndükten sonra, Sanayi-i Nefise Mektebi’nde ve kızlar için açılmış olan İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nde öğretmen olarak görev yapmaya başlar. 1951 yılında emekli olana dek bu görevine devam eder.
Güzin Duran’ın Portresi, 1921
Feyhaman Duran ile öğrencilerinden ressam Güzin Hanım arasındaki yakınlaşma, 25 Ağustos 1922 tarihinde evlilikle sonuçlanır. Büyük bir aşkla bağlı olduğu eşi Güzin Duran’ı betimlediği portreler ise ressamın portredeki ustalığının birer simgesidir adeta.
Portakallı Natürmort, 1926
Natürmortlarındaki gözleme dayanmayan katı biçimciliği, giderek izlenimci etkide serbest fırça vuruşlarıyla kendini gösterir. Bu tür çalışmalarında, sıcak renk egemenliğindeki renk ve ışık etkilerinin uyumunu başarı ve içtenlikle işlemiştir.
Şerif Muhiddin Targan Portresi, 1934
Besteci, ud ve çello virtüözü Şerif Muhiddin Targan, müzisyenliğinin yanı sıra portre ve peyzaj ressamlığı da olan çok yönlü bir sanatçıdır. Feyhaman Duran’ın portrelerine gerçekçi hava hakimdir. Gerçeği ustaca verirken portreye duyguyu da katar. Böylece portresi yapılan kişinin ruh hali hakkında izleyici fikir sahibi olabilir.
Kabataş İskelesi, 1936
Portre sanatı dışında, doğaya karşı bitmez tükenmez bir sevgisi olan sanatçı, bu coşkulu ve şiirsel kişiliği özellikle peyzaj resimlerine yansıtmıştır. Atölye ressamı olarak atölyeye kapanıp kalmamıştır. Her fırsatta doğaya çıkıp onu gözlemlemiş ve izlenimlerini saptamaya çalışmıştır. Erken dönem peyzajlarında bazen Avni Lifij tarzı bir empresyonizme yönelmiştir. Gençlik döneminde, Monet’in olgunluk dönemi tarzı resimler yapmıştır. Enli fırça vuruşlarıyla yaptığı resimlerde renk lekeleri birbiri içinde erimiştir. Olgunluk döneminde ise, sabırlı, dengeli ve sade bir anlatımla resimler yapmıştır. Feyhaman Duran’ın peyzajlarında konu, sanatçının üslubunu belirlememiştir. Figürlü resimleri çok azdır. Bu tür örneklerinde figür, konuyu ve kompozisyonu tamamlayıcı bir eleman olarak kullanılmıştır.
Atatürk Portresi, 1937
Feyhaman Duran’ın yaptığı çok sayıdaki Atatürk portrelerinin hepsi de çok başarılı yapıtlardır. Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’den Hasan Ali Yücel’e kadar Cumhuriyet’in şekillenmesinde rol sahibi birçok ismi tasvir ettiği portreleriyle bu geçiş döneminin hem yakın tanığı hem de uygulayıcılarından biri olarak öne çıkıyor. Resmi kıyafetli kişilerin portrelerinde, modelin mesleğini ve sosyal durumunu belirtmek için kullanılan kıyafet ve aksesuarları abartmadan yerinde kullanmıştır. Böylece genel ifadenin ayrıntılara boğulmasını engellemiştir.
Gençlik dönemi portrelerinde fiziksel görüntünün yanında, şapka, saç modeli gibi bazı ayrıntılara da dikkat etmiştir. Modelin giysi ve aksesuarları yüz hatlarıyla aynı değerde işlenmiştir. Kişinin iç dünyasını yansıtan portrelerinin dışında, sadece sipariş üzerine yaptığı portreleri de mevcuttur. Bu resimlerinde kişileri yeterince tanımadığı için bazen tutuk bazen de onların kişiliklerini tam yansıtamadığı görülür.
İsmail Hakkı Altınbezer Portresi
Sanatçı Sanayi-i Nefise Mektebi’nin ilk mezunlarından ressam ve hattat İsmail Hakkı Altınbezer’i resmetmiştir. Modeli merkezde koltukta otururken betimler. Sağ elindeki kalemle bir şeyler yazmakta ve sol eli dizinin üzerinde durmaktadır. Resmin izleyiciye göre sol yanında, mürekkep hokkası kâğıtların üzerinde durmaktadır. Resmin arka fonunu duvarda asılı duran hat levhaları oluşturmaktadır. Kalem, mürekkep hokkası, duvardaki hat levhaları İsmail Hakkı’nın mesleğini vurgulamaktadır. Saçlarındaki, sakallarındaki ve yüzündeki ayrıntı ve plastik dolgunluk çok dikkat çekicidir. Kahverengi tonların yoğun olarak kullanıldığı resimde renk ve konu uyumu üst seviyedir.
Topkapı Sarayı, Harem, III. Ahmed Yemiş Odası, 1943
Kaligrafik Kompozisyon, 1945
Feyhaman Duran gerek yetiştiği ortamın etkisi gerekse duyduğu ilgi neticesinde, hat sanatıyla küçük yaşlardan itibaren ilgilenmeye başlar. Babası ve amcası hattat olan sanatçının, eşi Güzin Hanım’ın ailesinde de Yahya Hilmi Efendi gibi önemli bir hattatın bulunması, önceliği resme vermesine karşın ömrü boyunca hat sanatına da eğilmesine yol açmış ve bu sanata sevgisini eserleriyle göstermiştir. Galatasaray Sultanisi’nde İzzet Efendi’den, rık’a (Arap harflerinin en çok kullanılan el yazısı biçimi) dersleri almış olan sanatçı daha sonra Mahmud Bey Matbaası hattatı Tahsin Efendi ve Hattat Sami Efendi ile çalışmıştır. Sanatçı Paris’ten döndükten sonra da hatla uğraşmış ve özellikle celî sülüs levha kompozisyonlarıyla uğraşmıştır. Feyhaman Duran daha çok celî sülüs ve ta’lîk hattı (hat sanatında yazım şekilleri) tercih etmiştir. Ama divanî, celî divanî, muhakkak, nesih ve kûfi yazıları da vardır. Sanatçı, hat sanatına bakışını şöyle ifade eder: “Nasıl ki şiirin bir kafiyesi varsa, çizgide de bir şiir vardır. Yazıyı resim kadar severim. Yazı da resimdir.”
Hat Levhalı Natürmort, 1945
Resim konusunda öncü olan ve portre alanındaki çalışmalarıyla diğer ressamlardan ayrılan sanatçı, ufak yaşlardan itibaren ilgi duyduğu hat sanatını da daima hayatının önemli bir yerinde tutmuş, yazının aslında resimden çok da farklı olmadığı düşüncesini benimsemiştir. Kendisinden önceki kuşağın ve pek çok çağdaşının, tuval resminde yazıyı konumlandırdıkları yerden daha farklı bir yol izlemiş, o zamana kadar Türk ressamlarınca konuya bağlı ve kompozisyonun tamamlayıcı unsuru olarak kullanılan hat sanatı ve yazı motiflerini, merkezi elemanlar olarak ele alan yapıtlar ortaya koymuştur. Hattatlığın ve güzel yazıya olan merakının avantajlarını kullanarak, muazzam oranlara sahip celî sülüs levhalarını, resimlerinde görkemli bir şekilde yansıtmıştır. Feyhaman Duran’ı Türklerde güzel yazı yazan bir rönesansçı olarak niteleyen Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver, Feyhaman isimli broşürde “Ressam Feyhaman Duran’ın bir merakı da yeni istiflerle güzel ve sanatlı yazıdan tablolar vücuda getirmek. Bazı resimlerinde bundan örneklerde görürüz.” diyor.
Topkapı Sarayı, 1945
1943-47 yılları arasında eşi Güzin Duran ile Topkapı Sarayı’nın iç ve dış mekanını resmeden sanatçı, genellikle yağlıboya tekniğiyle yaptığı tablolarında, hat levhalarını ve yazıları, bazen okunamayan ama harf karakterleri belli olan biçimde resmetmiş, ama bazen de en ince ayrıntısına kadar okunacak tarzda ve hat sanatı kaidelerine uygun biçimde yansıtmıştır. Öyle ki, bu tip tablolarında kullandığı levhaların ketebeleri (hattatın imzası) dahi okunabilmektedir. Hat sanatına yer verdiği tablolarına mekan olarak, genellikle Topkapı Sarayı’nı ve çeşitli dini yapıları seçen Feyhaman Duran, hat sanatının içerdiği estetik ve soyut değerleri batılı sanatçıların, çoktan fark edip kullanmaya başladıklarını bilen bir kişi olarak Türk resminde, hattın ihmal edildiğini fark etmiş, yazı ile resmi kaynaştıran tuvallere özellikle önem vermiştir.
Güzin Duran Portresi, 1946
Hattat Rıfat Efendi ve Ailesi, 1948
Gelincikler, 1948
Hattat Rıfat Efendi’nin Portresi, 1948
Hat sanatının usta isimlerinden biri olan Rıfat Efendi’ye büyük bir hayranlık besleyen Feyhaman Duran, 1948 yılında Rıfat Efendi öldükten 7 sene sonra bu portreyi resmetti. Resimde, başına siyah bir takke, üzerine sarı tonlarında bir aba giyen Rıfat Efendi, dizlerini kırarak ayaklarını altına alacak biçimde oturmuş, önünde açık duran Kuran’ı okuyor. Uçları yukarı doğru kalkık kalın beyaz kaşları ve bıyıklarıyla birleşen beyaz sakallarıyla yaşını gösteren figür, sol eliyle kitabı tutarken sağ elini rahat bir biçimde kucağına bırakmış. Modelin bütün odağını önündeki Kuran’a vermesi, resme sakinlik katmış. Yere koyulan geniş minderin üzerine oturan Rıfat Efendi’nin çevresindeki işlemeli nesneler, resme otantik bir hava katıyor.
Cezayirli Gazi Hasan Paşa, 1949
Fotoğraftan bakarak yaptığı tarihi konulu portreleri, sanatçının portre sanatı içinde sözü edilmeye değmeyen, sırf kendi hevesini tatmin etmek için yaptığı çalışmalardır. Cezayirli Gazi Hasan Paşa, İstanbul’da Kalyon Kaptanı olarak işe başlayıp kısa zamanda yükselir. Beylerbeylik, Kapudanelik, Kaptan-ı Deryalık, Seraskerlik ve Vezirlik görevleri verilir. Hasan Paşa’nın yanında, küçük bir yavru iken alıp büyüttüğü aslanı durur ki, savaşlarda dahil olmak üzere paşa nereye giderse gitsin yanında götürür. Bu nedenle, Hasan Paşa’nın lakaplarından biri de Aslanlı’dır. Bir diğer lakabı ise, pala bıyığından ötürü Palabıyık’tır. Hasan Paşa’nın yüzünde ciddi, kararlı, biraz da düşünceli bir ifade hakim. Paşa’nın sol eli yanı başındaki sadık dostunun sırtıyla nazik bir temas halinde…
Aslan figüründe dikkatimizi çeken en önemli nokta, yüzün tıpkı bir insan yüzü biçimindeki tasviridir. Sanatçı bu tarz bir tasvir yaklaşımıyla belki de Paşa ile aslanı arasındaki derin bağı vurgulamak istemiştir. Feyhaman Duran’ın portresinde aslanın insansı yüzünde, yine insana özgü sert ve ürkütücü bir ifade vardır. Uzun tırnaklı, güçlü pençeler de dikkat çeker. Bu görüntülerden, ressamın aynı zamanda aslana, Paşa’nın muhafızlığı görevini de yüklediği anlaşılmaktadır. Yer yer empresyonist fırça darbelerinin okunduğu resmin geneline, yumuşak bir ışık ve dengeli bir renk dokusu hakimdir. Gökyüzü adeta yelkenlerle donanmıştır. Arka plan kurgusu, tablo içinde bir ikinci tablo izlenimi verir. Paşa, aslanıyla birlikte sanki bu tablonun önünde poz vermiş gibidir.
Safiye Ayla Portresi, 1957
Nurullah Berk “Feyhaman Hoca 1918’lerde, kişiliğini Türk resim dünyasına duyurduktan sonradır ki, portrenin ne demek olduğu anlaşıldı. Bir kuşak önceki ressamlar ne portreye, ne de insan resmine yanaşmak cesaretini göstermişlerdi… Feyhaman Hoca’nın başlıca kaygısı insanların portrelerini yapmak, onları tuvallerde yaşatmak olmuştu…” der.
Otoportre, 1959
Sanatçının, tuval üzerine yağlıboya tekniği ile yaptığı bu tablo yüz merkezlidir. Sanatçı modelin etrafındaki tüm alanı, koyu bir değer ile çevreler. Hatta, başın görünümü, bu koyu değer içinde ustalıkla eritilir. Yüzün sol kısmının, açık bir değer ile ifadelendirildiği oto portrede kaygı öğesi ön plandadır. Hüznün başlangıcı bile sayılabilecek psikolojik bir atmosfer, sanatçı tarafından yaratılır. Yüzdeki ifadenin yaşamsal derecedeki önceliği, otoportrenin adeta önüne geçer.
Beyaz Kotra, 1960
Feyhaman Duran, empresyonist akımı benimsemesinin de akabinde desene ve gerçekçiliğe önem vermiştir. Diğer sanatçılar çalışmalarını fotoğraf benzeri çalışmalar olarak tanımlamışlardır. Fotoğraf konusunda görüşlerini şöyle açıklamıştır: “Fotoğraf mükemmelleşmeye başlayınca, resim ondan ayrılmaya başladı. Resim ve fotoğraf birlikte müsabakaya giremez. Renkli fotoğraf resmin yerini tutamaz. Fotoğrafın yapacağı şeyi resimle yapmaya kalkışmak yanlıştır. Resim, büsbütün başka şey. Lakin bazı ressamlar var, fotoğraf çıkmadan fotoğrafik resim yapmıştır. Ama artık bu şekilde resim yapmak doğru değildir, zira şimdi fotoğraf vardır. Fotoğraf detayları alıyor. İnsana vakit kazandırıyor.”
Sanatçı 6 Mayıs 1970’te İstanbul’da 84 yaşında yaşama veda etti. Feyhaman Duran ve eşi ömürlerinin büyük kısmını Güzin Hanım’ın dedesi Hattat Yahya Hilmi Efendi’den kalan İstanbul Üniversitesi’ne bağışladıkları, Süleymaniye’de bulunan evde geçirdi. Sanatçının eşyaları ve eserlerinden oluşan Feyhaman Duran: İki Dünya Arasında adlı sergi Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nde 12 Ocak – 30 Temmuz 2017 tarihleri arasında ziyarete açıktır.
Kaynak
Hüsnü Tengüz ve Feyhaman Duran’ın Fırçalarından Bir Kaptan-ı Derya: “Cezayirli Gazi Hasan Paşa, ANKARA DEVLET RESİM VE HEYKEL MÜZESİNDE 1914 KUŞAĞI, MÜSTAKİL RESSAMLAR VE HEYKELTIRAŞLAR BİRLİĞİ VE D GRUBU RESSAMLAR, Feyhaman Duran – İki Dünya Arasında, CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK RESİM SANATINDA ÇALLI KUŞAĞININ YERİ VE ÖNEMİ, Feyhaman Duran, Feyhaman Duran’ın Hattat Rifat Efendi’nin Portesi Eseri