Daha iyi ekonomik ve sosyal koşullar elde etmek ya da baskı ve zulümden kaçmak için tarihin hemen her döneminde, insanlar göç etmişlerdir. Göç, insanlığa ait bir olgu olmanın ötesinde, dünyamızda bizlerle birlikte yaşayan diğer varlıklara da özgü bir fenomendir. Göç, insanlık tarihi kadar eski bir olgu olmakla birlikte yaşandığı her dönemde farklı nedenlerle ve görünümlerle gerçekleşmiştir.
Göç, sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik, ekolojik, demografik, dini ve etnik nedenlerle bulunduğu yerden başka bir yere, geçici veya kalıcı bir şekilde, ülke sınırları içerisinde veya sınırları aşarak başka ülke topraklarına, bireysel ya da kitlesel olarak geçme, yer değiştirme hareketi şeklinde tanımlanabilir. Aslında burada başrolünde insan bulunan bir hareketlilikten bahsedilmektedir. Her ne kadar ekonomik şartlar ve doğal afetler göçün önemli sebeplerini oluştursalar da etnik veya siyasi baskılar gibi zorla yerinde edilmeler de ciddi anlamda göç hareketlerine ve insanların mülteci olmalarına sebebiyet vermektedir.
Fotoğraf: Sebastian Goldenberg
Genel olarak kabul gören göç nedenleri dört ana kategoride incelenmektedir.
Doğal Nedenler: Doğa olaylarına bağlı gelişen nedenlerdir. Deprem, heyelan, kuraklık, sel, volkanik patlamalar gibi insanın dışında gelişen doğa olayları sonucunda, insanlar daha rahat yaşam bulduğu yere göç ederler.
Siyasi Nedenler: Baskı zulüm, kendini güvende hissetmeme, savaş, işgal ve nüfus mübadeleleri gibi siyasi nedenlere bağlı olan göçlerdir.
Ekonomik nedenler: İşsizliğin artması ve ekonomik gelişmelerin yavaşlaması gibi nedenlerdir. Bunlar bazen kısa süreli veya mevsimlik şeklinde, ülke içerisinde veya ülke dışına olabilmektedir. Doğu ve Güneydoğu’dan Karadeniz’e veya Çukurova’ya mevsimlik giden işçiler, İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’ya giden göçmenler gibi.
Sosyal Nedenler: Sağlık ve eğitim gibi ihtiyaçların bulunulan yerde yeterince karşılanamaması ve gidilecek yerde bu tarz gereksinimlerin daha gelişmiş olmasına bağlı olarak yapılan göçlerdir.
Göçler, nedenlerine, uzaklık-yakınlıklarına, amaç, biçim, sayı, hareket yönlerine ve gerçekleştirilme tarzlarına göre kategorize edilebilmektedir. Amacı açısından ekonomik göç, ekonomik olmayan göç; biçimi ve sayı bakımından bireysel veya kitlesel göç; göçü etkileyen faktörler açısından gönüllü, gönülsüz göç; yerleşim yerleri açısından transit ya da yerleşik göç; kalış süresi bakımından geçici veya kalıcı göç; yasal statüleri bakımından legal veya illegal yani kaçak göç; beyin göçü veyahut vasıfsız göçler gibi göç eden kişinin bir özelliği olarak da sınıflamalara tabi tutulabilmektedir.
Resim: Nuri İyem, Göç, 1975
Uzaklık-yakınlık derecelerine göre ise göçler iki şekilde incelenebilmektedir. Göçler bir ülke sınırları dâhilinde olabildiği gibi, başka ülke sınırlarını aşarak da olabilmektedir. Ülke sınırları içerisinde oluyorsa iç göçler, sınırları aşıp başka ülke sınırlarına giriyorsa dış göçler denmektedir.
İç Göçler: Bir ülke içerisinde, ağırlıklı olarak da kırsaldan kente doğru, kalıcı veya geçici (mevsimlik) yapılan göç türüdür. Ayrıca bu göçler kırdan-kıra, kırdan -kentte veya kentten-kıra, kentten-kente şeklinde de olmaktadır
Mevsimlik göç ise, yılın belirli zamanlarında ülke sınırları içerisinde, ekonomik amaçla yapılan göçlerdir. Genellikle iş imkânlarının az olduğu kış aylarında, büyük şehirlere çalışmak üzere yapılan göçlerdir. Ayrıca yaz aylarında Doğu ve Güney Doğu Anadolu’dan Karadeniz’e fındık toplamaya giden mevsimlik işçiler, Çukurova’ya tarımda çalışmak üzere giden işçiler bu göç türüne en iyi örnektirler.
Dış Göçler: Ülke sınırları dışına yapılan göçlerdir. Bir ülkeden başka bir ülkeye, kalmak, çalışmak veyahut yerleşmek maksadıyla yapılan nüfus hareketliliğidir.
Dış göçler de iç göçler gibi savaş, doğal afet, dini, kültürel, ekonomik, siyasal, sosyal, eğitim gibi sebeplerle yapılmaktadır. Ayrıca devletler arasında yapılan antlaşmalar sonucu gerçekleşen nüfus mübadeleleri de dış göç sayılmaktadır.
Resim: Nuri İyem, Göç, 1970
Mülteci tanımının özel bir anlamı ve buna bağlı olarak mülteci statüsünün kendine özgü sonuçları vardır. 1951 Cenevre Sözleşmenin 1. maddesinde mülteci (refugee), 1 Ocak 1951’den önce meydana gelen olaylar sonucunda ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden zulme uğrayacağından haklı sebeplerden dolayı korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışından bulunan ve bu ülkelerin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen, yahut tabiiyeti yoksa bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen şahıs olarak tanımlanmıştır (Cenevre Sözleşmesi, 1951). Basit bir ifade ile mülteci, yaşamlarına ve özgürlüklerine yönelik ciddi tehditlerden dolayı ülkelerinden ayrılmak ya da ülkeleri dışında kalmak zorunda olan kişidir. Kişilerin uluslararası koruma kapsamına alınabilmesinin temel şartı ülke sınırlarının dışına çıkarak başka ülke sınırlarına girmeleridir. Ayrıca kişinin haklı nedenlere dayalı baskı ve zulüm korkusu içinde olması gerekir.
Savaş suçları işlemiş kişiler, işkence, soykırım vb. gibi insanlığa karşı suçlar işleyenler ve sivillere yönelik haksız şiddet eylemlerine katılmış olanlar, uluslararası insan hakları kurallarını ihlal eden kişiler, siyasi nitelikli olmayıp ağır ceza gerektiren suçları işleyenler, sadece ekonomik sebeplerden dolayı yaşadığı ülkeyi terk edenler, sel, kuraklık veya deprem vb. doğal afetlerden ötürü ülkesini terk edenler, adi bir suçtan dolayı suçlu bulunmuş ve bu nedenle yargıdan kaçmak amacıyla ülkesini terk edenler kişiler mülteci statüsüne girmemektedirler.
Fotoğraf: Segey Ponomarev. Suriyeli Mülteciler
Sığınmacı (asylum seeker) tabiri mülteci tanımından farklıdır. Şöyle ki mülteci olabilmek için gerekli ölçüleri taşıyan, ancak kendisine resmi otorite tarafından henüz mültecilik statüsü tanınmayan kişi sığınmacıdır. Mülteci olmak hukuki bir statünün kazanılmasını, sığınmacı olmak ise hukuki bir statünün kazanılmasından ziyade kısa süreli bir barınmayı ifade etmektedir. Mülteci, mültecilik statüsü hukuken kabul edilmiş yabancıyı ifade ederken; sığınmacı, mülteci statüsü incelenen ve bu sebeple kendisine geçici koruma sağlanan kişidir.
Fotoğraf: Cristina Garcia Rodero, Kosova, 1999
Göçmen kavramı mülteci ve sığınmacı tanımlarından farklıdır. Ekonomik sebeplerden ötürü daha iyi yaşam koşulları elde edebilmek için ülkesini kendi rızasıyla terk eden kişiye göçmen denilmektedir. Göçmenler kendi ülkelerinin korumasından yararlanabilir. Göçmenlerin ülkelerini terk etme sebepleri siyasal dinsel ya da çatışma ortamından kaynaklanmamaktadır. Göçmenler daha iyi şartlarda bir hayat kurabilmeyi hedeflemektedirler. Göçmen ve mülteci arasındaki temel ayrım şudur; mülteci ülkesini zorunlu sebeplerden ötürü güvenli bir yer bulmak amacıyla terk eder ve ülkesinin korumasından faydalanamaz iken, göçmen daha iyi bir gelecek kurabilmek için ülkesinden ayrılır.
Mülteci ve göç konularında karşılaşılan önemli sorunlardan birisi de yasa dışı göç ve yasa dışı göçmenlerdir. Kişinin ülkesini terk ederek başka bir ülkeye yasadışı yollardan girmesi veya yasal yollardan girdiği ülkeyi yasal süresi dolduğu halde terk etmeyerek o ülkede kalmaya devam etmesine yasa dışı göç, bu şahsa da yasa dışı göçmen denilmektedir.
Fotoğraf: Antonio Masiello
Osmanlı tarihinde kayda değer kitlesel akınlar yaşanmıştır. Örneğin, 1 Kasım 1478 tarihinde Papa IV. Sixtus tarafından İspanyol Engizisyonu kurulmuştur. İspanyol Engizisyonu’nun kuruluş sebebi İspanya’da yaşayan Müslümanların, Yahudilerin ve Katolik olmayan Hristiyanların, Katolik inancına dönmelerini baskı yoluyla sağlamaktı. İspanyol Engizisyonu’nun kurulması ile birlikte Katolik olmayan azınlıkların dinî özgürlüğü, İspanyol hükümdarlar tarafından İspanya’nın dinî birliğine karşı bir tehdit unsuru olarak görüldüğünden bastırılmaya başlanır. 31 Mart 1492’de Elhamra Kararnamesi imzalanır. Buna göre Yahudilerin üç ay süre içerisinde Katolik olması ve vaftiz olmalarını emreder. Aksi takdirde ülkeyi terk etmek zorundaydı ya da işkenceye maruz kalarak idam edilmekteydi. Bu nedenle kaçan Sefarad Yahudilerinin kayda değer bir sayısı Osmanlı topraklarına sığınır ya da Osmanlı İmparatorluğu’nun maddi desteğiyle başka ülkelere yerleşir. Bunun dışında Almanya’dan, Fransa’dan, Macaristan’dan ve İtalya’dan farklı mezheplere sahip olan Yahudiler Osmanlı İmparatorluğu’na sığınır.
1783 yılında Kırım’ın Rus İmparatorluğu tarafından ilhak edilmesi, Kırım’da yaşayan Müslümanların Osmanlı topraklarına yönelmesine sebep olur. 1853-1856 Kırım Savaşı sonrasında, Kırım Müslümanlarının zorla tahliye edilmesi politika haline gelir ve en büyük göç dalgası meydana gelir. Kırım Savaşı sırasında “Çerkez Sürgünü” meydana gelir ve Kuzey Kafkasyalı Çerkezler Osmanlı topraklarına göç eder. 1859-1879 yıllar arasında yaklaşık 2 milyon Çerkez göç etmek zorunda kalır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Azerbaycan’dan Osmanlı topraklarına yapılan göçler es geçilmemesi gereken bir olgudur.
1878 yılında Kıbrıs Osmanlı İmparatorluğu’ndan İngiltere’ye devredilir ve Kıbrıs’ta yaşayan Türk halkı Anadolu’ya doğru göç etmeye başlar. Bu göç 1938 yılına kadar devam eder. Yunanistan’dan Türkiye’ye önemli kitlesel göç dalgaları, 1820-1821 Mora Ayaklanması, 1830 Yunan Krallığı’nın kurulması, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, 1896-1897 Girit Ayaklanması, 1912-1913 Balkan Savaşları ve 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı gibi olgulardan dolayı yaşanır. Bunun dışında, 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokolü’nün 1. Maddesi uyarınca, Türkiye’de bulunan Ortodoks Rumlarla, Yunanistan’da bulunan Müslüman Yunan uyrukları, 1 Mayıs 1923 tarihinden itibaren zorunlu göçe tabi tutulur.
Lozan Antlaşması ile Yunanistan’dan göç eden Türkler, 1924
Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasıyla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti’nde büyük göç dalgaları gerçekleşmeye devam eder. Türkiye Cumhuriyeti tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi çok sayıda mülteci ve göçmen ağırlar. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasıyla Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya gibi Balkan ülkelerinde yaşayan Türk kökenli azınlıklar Türkiye’ye göç eder. Balkanlar’dan Türkiye’ye göç İkinci Dünya Savaşı sonrasında da devam eder. 1950’li yılların başında ve 1989 yılında Bulgaristan’dan Türkiye’ye büyük göç dalgaları yaşanır. Bunun dışında, 1992-1995 Bosna Savaşı ve 1998-1999 Kosova Savaşı da büyük kitlesel akınlara neden olur. 1930’lu yıllarda Nazi rejiminden, başta Almanya’dan ve Avusturya’dan, Yahudi kökenli göçmenler Türkiye’ye sığınır ya da Türkiye’yi transit ülke olarak kullanarak Filistin’e göçer.
Türkiye tarihi boyunca farklı bölgelerden gelen göçmenler ya da mülteciler ağırlamıştır. Bu bahsedilen göç akınları dışında Türkiye’ye Orta Doğu ülkelerden de kitlesel göç akınları olmuştur.
Suriye’de Mart 2011’de başlayan Başkan Başar Esad rejimi karşıtı protestolar sonrasında yaşanan kaos ve iç savaşın ardından dünya tarihinde yaşanan en ciddi mülteci akınına neden oldu. BMMYK verilerine göre Ağustos 2019 itibari ile sadece beş komşu ülkeye sığınan ve kayıt altına alınan Suriyeli mültecilerin sayısı 3.643.870’ı Türkiye’de olmak üzere 5.626.914’dür. Bu sayıya Avrupa’ya ve Kanada, ABD gibi ülkelere sığınan 1 milyon civarındaki Suriyeli eklenince, 2011 sonrasında ülkesinden kaçan Suriyelilerin sayısının en az 6,6 milyon olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye’de 29 Nisan 2011’den itibaren başlayan ancak asıl olarak 2013 sonrasında artan sığınmacı akını sadece Suriyeliler ile sınırlı kalmamıştır. Devlet tarafından genelde düzensiz göçmen olarak nitelenen bu sığınmacıların bir bölümü (yaklaşık olarak 500-700 bin) 2014-2016 arasında Avrupa’ya geçerken, bir bölümü de Türkiye’de kalmıştır.
Türkiye ülkesini terk eden 6,6 milyonu aşkın Suriyelinin en büyük bölümünü tek başına misafir etmektedir. Türkiye, Suriyeli mülteciler sayesinde 2014’den bu yana dünyanın en fazla mülteci barındıran ülkesi haline gelmiştir. Türkiye’nin Suriyelilere yönelik “açık kapı politikası” uygulamasının diğer sığınmacılara da imkân sağladığını ortaya koymaktadır. 2011 sonrasında Türkiye başta Afganistan ve Irak’tan olmak üzere diğer ülkelerden de çok yoğun bir ilticacı akını ile kalmıştır. 2021 yılında ABD’nin Afganistan’ı tek etmesi sonucu meydan Taliban’a kalınca, Afganistan halkı yoğun bir şekilde göç etmektedirler. Türkiye büyük bir göçmen problemiyle karşı karşıyadır. Ülke içerisinde ciddi bir göçmen karşıtlığı da, bu probleme eşlik etmektedir. Bunun yanında, Özellikle de Suriyeli olmayan sığınmacılar arasında ciddi bir kayıt dışılık sorunu olduğu da bilinmektedir.
Emin Özmen, Suriye, 2012
Tüm ülkeler, yeni mülteci akımlarını nasıl önlenebileceği konusunda bir anlaşmaya varmalıdırlar. Eğer yoksulluk, mülteci akımlarının başlıca nedeni ise yoksulluğu azaltıcı tedbirler alınmalı, destekler verilmelidir. Gelişmekte olan ve az gelişmiş bölgelerde insan hakları ihlalleri, şiddet ve çatışma ortamlarına son verilmesi için gerekli tedbirler alınmalıdır. Önleyici diplomasi, çatışma önleyici arabuluculuk girişimleri artırılmalıdır. Uluslararası zorunlu göçe neden olan sebepler en aza indirildiği hatta arzu edilen boyutta ortadan kaldırıldığı takdirde mülteci ve sığınmacı insanların sorunu diye bir problem yeryüzünden kalkacaktır. Bu problemler devam ettiği sürece Asya, Orta Doğu ve Afrika ülkelerinden AB ülkelerine göç yolunda kritik konumda bulunan Türkiye; göç hareketliliğin en çok etkilediği ülkelerden biri olmaya devam edecek görünmektedir.
Kaynak
Türkiye’deki Suriyeli Mülteciler, Eylül 2019, İnsan Hakları Bağlamında Göç Ve Mülteciler, Göç Ve Sosyal Hizmet, Mülteci Politikası: Avrupa Birliği Ve Türkiye Karşılaştırması, Türkiye’nin Mülteci Sorunu Ve Suriye Krizinin Mülteci Sorununa Etkileri