Gotik sanatın 12. yüzyıl ortalarında doğduğu ve 15. yüzyıl ortalarına kadar varlığını devam ettirdiği düşünülmektedir. Bazı kaynaklar bu zaman aralığının sınırlarını daha farklı göstermiş olsalar da, Gotik üslubun yaşadığı dönem genel olarak 12., 13., 14. ve 15. yüzyılları kapsar.
Gotik sanatının Fransa’da ortaya çıktığı düşüncesi yaygındır. Ayrıca en uzun süre yaşadığı bölge de burasıdır. En kısa yaşadığı ülke ise İtalya’dır. Gotik sanatın Paris yakınlarındaki Saint-Denis Manastır Kilisesi’nin başrahibi Suger tarafından yeniden inşası sırasında, binaya eklenen doğu bölümünün yapımıyla 1122 – 1151 tarihleri arasında başladığı kabul edilmektedir.
1250’den sonra Fransa Kraliyet gücü ve Fransız hakimiyetinin diğer bölgeler üzerinde hissedilir bir önem kazanması nedeniyle Gotik sanat anlayışı büyük bir yayılma göstermiştir. 1250 – 1350 tarihleri arasında en güçlü devrine ulaşır. 1380 – 1425 tarihleri arasında Avrupa düzeyinde uluslararası bir nitelik kazanır.
Cathedrale Notre Dame de Paris (Notre Dame Katedrali)
Kimi kaynaklara göre Gotik kelimesinin kökeni Got’lardan gelir. Ancak Got’lar göçebedir, belirli bir mimari geleneği yoktur. Gotik akım doğduğunda, Got’lar ortadan kalkalı 600 yıl olmuştur. Bu sözcüğü ilk kez kullanan Rönesans dönemi İtalyan sanatçıları için Gotik terimi, klasik biçimlere karşı çıkan Kuzeyli barbarların, özellikle Cermen kökenli halkların kültürünü simgeleyen bir sözcük olarak kullanılır. İlk olarak 1530’larda İtalyan ressam ve mimar Giorgio Vasari tarafından, kabalığa ve barbarlığa gönderme yapılarak kullanılmıştır.
Duomo di Milano
Gotik öncesinde hakim olan Roman sanatında olduğu gibi, Gotik sanatına yön veren kişiler de din adamı kökenlidir. Ancak yine de sanatın gelişmesine olanak tanıyan ortam, şehirli tüccarlar ve sanatkarların ağırlık kazandığı şehir ve kasaba kurumlarıdır. Gotik üslup bir önceki döneme göre şehirlere daha yakındır ve şehir ile iç içedir. Bu yüzden, Gotik sanatın başlıca eserleri olan katedrallerin bu şehirli grupların ve şehirlerin gücünü gösteren eserler olduğu söylenebilir. Ayrıca Gotik sanatın dini içerikli görünümü de Roman sanatından farklı olarak, daha madde ötesi bir ruhsallığa bürünmüş ve daha özgün bir nitelik kazanmıştır.
Chartres Katedrali, Paris yakınları
Gotik Mimari
Gotik anlayışın en etkin kolu mimaridir. Gotik mimarinin temel özelliklerini sıralayalım:
- Binalar uzunlamasına büyüme eğilimindedir. Gotik sanatın çoğunlukla mimaride dikkati çeken baskın bir özelliği, eserlerin uzunlamasına gelişme eğiliminde olmasıdır. Ayrıca bu özellik resim ve heykel gibi diğer sanat formlarında da kendini göstermektedir.
- Süsleme dikkat çekici boyuta ulaşmıştır. Karmaşık ve dolaşmış doğal biçimlerden yola çıkılarak elde edilmiş zengin bir süsleme tarzı, Gotik sanatın en dikkat çekici özelliklerindendir.
- Sivri kemer kullanılmıştır. Binalar yükseldikçe artan ağırlık sorununu en alt düzeye indirgeyebilmek için ağırlıkları yaymayı sağlayan dayanma kemerleri yapılmıştır. Bu kemerler, ağırlığın yayılmasının yanı sıra, söz konusu eserlere dekoratif ve estetik görünüm kazandırmıştır.
Köln Katedrali
- Pencereler ve açıklıklar ön plana çıkmıştır. Yapılarda duvarlar neredeyse ortadan kaldırılmış ve geniş açıklıklar ile güçlü ışık kaynakları sağlanmıştır.
- Işık önemli bir unsur haline gelmiştir. Işıl ışıl renkler sunan vitray pencerelerden geçen ışık, mekanları çok renkli bir pus içine dönüştürür. Duvarlar, nesneler ve hatta insanlar bile çözülür gibidir renklerin içinde.
- Cepheler ayrı bir önem kazanmıştır. Gotik binaların tanınmasını sağlayan en önemli kısımlarından biri de cepheleridir. Önceleri çok sade olan cephelerde, zamanla zengin süslemelerle bezenmiş geniş kapılar açılmış, çok sayıda heykel ve alçak kabartmalara yer verilmiştir.
- Cephenin tam ortasına gelen ve vitray adını alan renkli camlarla yapılmış dini resimlerin yer aldığı yuvarlak gül pencereler, bu üslubun en önemli özelliklerinden biridir.
Strasbourg Notre Dame Katedrali
Gotik mimari eserlere örnek olarak şunlar verilebilir: Fransa’da Notre Dame Katedrali, Amiens Katedrali, Arras Town Hall, Strasbourg Katedrali, İngiltere’de Salisbury Katedrali, Westminster Abbey, Canterbury Katedrali, İtalya’da Milano Katedrali, Siena Katedrali, Castel Del Monte, Polonya’da Malbork Kalesi, Frombork Katedrali, İspanya’da Burgos Katedrali, Seville Katedrali, Çek Cumhuriyeti’nde Prague Kalesi, Prag’daki Charles Bridge, Belçika’da Bruges City Hall, Brussels Town Hall, Danimarka’da Roskilde Katedrali, Almanya’da Aachen Katedrali, St.Martin’s Kilisesi.
Gotik Mimaride Vitray
Vitray üzerine en eski bilgiler M.S 4. yüzyıla aittir. Fakat bunlar süslü pencere anlamındadır, resim değildir. İlk vitray 9. yüzyıla aittir. Vitray, bu tarihlerden sonra gerek Roman ve gerekse Gotik kiliselerde, önce Fransa, sonra Almanya ve İngiltere’de kullanılmıştır. Vitray, Gotik dönemde çok kullanılan bir resim türüdür.
Gotik mimarlığın bir özelliği duvar yüzeylerini azaltmak olduğundan, kilisede kendine yer bulamayan duvar resmi kilise dışında başka yerlere taşınır, kiliseleri süsleme işi ise vitraya kalır. Vitrayda zamanla, duvar resminde ve minyatürlerde olduğu gibi, doğalcılığa eğilim artar ve gerek figürlerin, gerekse nesnelerin betimlenmesinde gerçekçilik ön plana çıkar. Gotik sanat, vitray figürlerinin yüzlerinde de ifadeciliğe ağırlık verip duyguları yansıtır.
Gotik Resim
Gotik resim, öncelikle kitap resmi olarak 13. yüzyılın ortalarından itibaren Fransız Saray Kütüphanesi için ısmarlanan kitaplarla gelişmeye başlamıştır. Fakat Gotik resmin başladığı ve en parlak örneklerini verdiği yer İtalya’dır. Bu dönemde inşa edilen katedraller, gotik sanatın mimarlıkta yükselmesine fırsat vermiş resim, heykel ve vitray, bu mekanları süsleme görevi üstlenerek ikinci planda kalmıştır.
Bonaventura Berlinghieri, Scenes From The Life of St. Francis, 1235
Göğe doğru yükselen kiliselerin duvarlarındaki altar panolarda ve vitraylarda görülen figürler, genellikle bu mimariye hizmet eder konumda uzun biçimler almıştır. Sanatçılar, önceden saptanmış ve sınırları çizilmiş olayları, hikaye gibi anlatmış, dramatik biçim düzenleri, yalın renk ve biçimler ile anlatılmak istenen olayın etkisini güçlendirmiştir.
Giotto di Bondone, Maestà (Ognissanti Madonna), 1305-1310
İtalya’da bu tarihlerde kurulan şehir devletlerinde kilise ve aristokrasinin desteğiyle sanat okulları kurulmuş ve sanatçılar desteklenmiştir. Özellikle 14. yüzyılda dikkat çeken bu şehir devletleri arasında Floransa Okulu ve Siena Okulu sanatçıları, Rönesans öncesi bu geçiş döneminde önemli katkılar sağlamıştır. Kendi içinde yeter konumda olan bu şehir devletlerinin estetik beğenileri de kendilerine özgü bir yapı ortaya koymuştur. Siena Okulu, renkçi yaklaşımı ve aşırı altın yaldız kullanımıyla dikkat çekerken, Floransa Okulu biçimci yaklaşımı ve insan figürünü gerçeğe yakın betimleme kaygıları ile öne çıkmıştır.
Duccio di Buoninsegna, Annunciazione, 1308 – 1311
Siena Okulu, 13. yüzyılın ikinci yarısından sonra okulun kurucusu olan Duccio di Buoninsegna ile birlikte Bizans sanatı estetik beğenisinden uzaklaşarak, gotik sanatın etkilerinin ön plana çıktığı ikonları ve mozaikleriyle bilinmektedir. Siena Okulu’nun ön Rönesans dönemi estetik beğenisi, gotik estetiğin etkileriyle ağırlıklı olarak devam etmekle birlikte, Bizans resim sanatı geleneğinin izlerini az da olsa taşımıştır.
Cimabue, San Francesco, Particolare, 1280 – 1290
Floransa Okulu’nun kurucusu Cimabue (Cenni di Pepi, 1240 – 1302), en önemli temsilcisi ise Giotto di Bondone (1266 – 1337) olmuştur. Giotto’nun konuya ve figürlere olan duyarlı yaklaşımı, mekan kaygıları, çizgi ve renkle vermeye çalıştığı perspektif ve portrelere kişilik kazandırma çabaları ilerici görüşünü açıkladığı gibi, 15. yüzyıl sanatının da kriterlerini belirler. Böylece Giotto’yu izleyen sanatçılar, gotik üslupla olan tüm bağlarını kopartarak yeni yüzyılın sanat anlayışını şekillendirmiştir.
Duccio di Buoninsegna, Maestà (Madonna with Angels and Saints), 1308 – 1311
Ortaçağ’ın kapalı ve mistik dünya görüşünü yıkmaya çalışan yeni üslup arayışları, 14. yüzyılda geç gotik dönem sanatının şekillenmesinde etkili olmuştur. Geç gotik üslup, Kuzey İtalya’da doğacak olan Rönesans’ın habercisi olduğundan, Ön Rönesans olarak da adlandırılmaktadır. Bu yeni üslup, Bizans mozaik resminin anlatını elemanları ile gotik üslup özelliklerini içinde barındıran ve daha çok vitraylarda kullanılmış olan resimsel anlatımın bir sentezi olarak görülmektedir. Bu dönem resimlerinde görülen en büyük değişim, gerçeğe mümkün olduğunca yaklaşma çabaları ve figürlerin belli bir oranda hacim kazanmasıdır. Özellikle figürleri saran giysiler ve kıvrımları, çizgisel anlatımın ötesine geçmiş, üzerinde bulunduğu figürün anatomisini hissettirebilen bir yapıya bürünerek, belli bir hacim arayışı ile betimlenmiştir.
Alix of Thouars, Notre Dame Katedrali, güney nefteki gül pencerenin alt detayı, 1221-1230
Chartres Katedrali, kuzey kanadı gül pencere, yaklaşık 1235
Gotik Heykel
Önceki dönemlerde heykeller, daha çok mimari eserlerin bir parçası olma özelliğini taşımaktadır. Gotik üslupta yapılmış olan heykeller, yavaş yavaş süsleme özelliğini yitirip, üç boyutlu bağımsız formlar oluşturmuştur. Uzama eğilimiyle hemen fark edilen Gotik heykeller, genellikle bina cephelerinde veya iç mekanlarda belirli bir konu veya konu gruplarını anlatacak şekilde yapılmıştır. Bu nedenle, mimariye bağımlı olmakla beraber, heykellerin başlı başına bir eser olarak da yapılmaya başlandığını gösteren bir tutum mevcuttur. Çok görkemli ve karmaşık bir görünüşe sahip olan Gotik süslemeler arasında heykeller büyük etki yaratmaktadır. Heykellerde, elbise kıvrımlarına ve doğal öğelerin ifadesine fazlasıyla önem verilir.
Chartres Katedrali, batı portalı, yaklaşık 1145
Strasbourg Katedrali önündeki Magilerin Hediyeleri Heykelleri, Fransa
Kaynak
Gotik Alt Kültürü, Gotik Sanatı’na 21. Yüzyıl Perspektifinden Bir Bakış, Analitik Resim Çözümlemeleri, Gotik Eserlerde Matematik: Üçlü Yonca Örneği