Menu

Hasan Ali Toptaş Eserleri ve Hayatı



Yıldız Ecevit’in roman yazan şair dediği, Modern Türk Edebiyatı’nın dil ve kurgu ustalarından Hasan Ali Toptaş, 15 Ekim 1958’de Denizli’nin Çal ilçesine bağlı Baklan nahiyesinde doğar.

Toptaş, okuma yazma bilmeyen annesinin çok iyi bir hikaye anlatıcısı olduğunu söyler. Yazara göre annesi, Hatice kod adlı bir Şehrazad’dır. Babasının ise çok az konuştuğunu, yüz hatları ve göz rengiyle İrlandalı yazar Samuel Beckett’e benzediğini söyler. “Ben, Beckett ve Şehrazad’ın evliliğinden doğmuş bir çocuğum.” der.

Hasan Ali Toptaş’ı edebiyat eserleriyle tanıştıran, ilkokul 3. sınıfa giderken nahiyeye gelen emekli bir posta memuru Halil Ahmet Amca, poğaça ve gazozun yanında kitap da satmaktadır. Konuşan Katır isimli ilk kitabını ondan satın alır ve tesadüf eseri hikaye kahramanının ismi de Hasan’dır. Sonsuzluğa Nokta kitabının ilk bölümünde Halil Ahmet Amca’yı selamlamıştır.

hasan ali toptas cocuklugu

“(…) emekli postacının gelip okul önlerine özene bezene sıraladığı ve aman rüzgar uçurmasın diye uçlarını küçücük taşlarla bastırdığı, her biri birbirinden heyecanlı masal kitaplarının kapaklarına bakıyorlardı. (…) Mehmet Ali’nin kızılcıkları dirgenle eğile doğrula aktaran bulanık görüntüsünü geride bırakarak, emekli postacıdan satın aldıkları Konuşan Katır masalının ürpertili dünyasına gömülüyorlardı.” (Sonsuzluğa Nokta)

13 yaşındayken arkadaşı Hamdi Kahya ile kimse onları anlamasa da bir roman oluşturmaya çalışırlar. Hasan Ali yazarken, arkadaşı onun yazdıklarını okuyarak defteri resimlerle süsler. Toptaş, bu ilk romana Orhan Kemal’in etkisiyle başladığını, çocukça bir heves olduğu için de tamamlayamadığını söyler.

Çal Lisesi’nde okuduğu sırada, 1975’te Orman Haftası nedeniyle düzenlenen bir yarışmada Tövbe adlı öyküsüyle
birincilik kazanır. 1976’da Çal Orman İşletmesi’nin düzenlediği bir yarışmaya da Çoban Nesip adlı öyküsüyle katılır. O dönemde yazdıklarına ilişkin Harfler ve Notalar’da şu yorumu yapar: “Henüz on yedi yaşında olduğun için, edebiyata ve hayata dair birçok şeyin de farkında değilsin. Yazmasına hemen her Allah’ın günü yazıyorsun, ama hikayenin ne olduğunun tam farkında değilsin. Sözgelimi, hikaye yazmayı, sadece bir şeyleri anlatmak sanıyorsun o yıllarda.”

hasan ali toptas cocuklugu

Yazar, ilkokuldan başlayıp liseyi bitirene kadar, ders saatleri dışında, babasının yanında minibüs muavinliği yapar. Nasıl bir muavin olduğunu şu sözlerle özetler: “Yolculardan para isteyemeyen, uyuyan yolcuları uyandıramayan…” Bu yüzden de o yıllarda babasıyla pek geçinemez.

Liseden sonra Hasan Ali, aynı yıl Uşak Meslek Yüksekokulu Sosyal Bilimler Bölümü’ne girer. Ancak, dönemin kaotik yapısı nedeniyle devamsızlıktan sınıfta kalarak okulu bırakır. Bu yıllarda işsizlik sorunu yaşayan Toptaş, dayısıyla birlikte 1,5 sene bir kahve işletir. Daha sonra askere gider, askerliğini Suriye sınırında yapar. Dönüşünde yine işsizdir, kısa bir süre oto yıkama servisinde çalışır. Maliye’nin sınavını kazanır ve Denizli’nin Çivril ilçesindeki vergi dairesinde 5 yıl boyunca veznedarlık yapar. Sonrasında Maliye Bakanlığı’nın orta dereceli yönetici yetiştirmek için açtığı 2 yıllık okula devam etmek üzere Ankara’ya gider.

“1985’te Ankara’ya ilk geldiğimde kaybolurum diye korkmuş, korktuğum için de, otobüsten inince gideceğim adrese yürüyerek gitmeye çalışmıştım. Her yer sisin dumanın içindeydi o sırada ve havada kara kara kurum parçacıkları uçuşuyordu. Derken, nasıl olduysa ben kendimi birdenbire bir tiyatro binasının önünde buldum ve orada durup bir süre afişleri seyrettim. Benimle birlikte, o an içimdeki kasaba da seyretti sanki bu afişleri. Hatta tuhaf bir telaşla itişe kakışa, içimdeki kasabanın içindeki insanlar da seyretti.”

Eğitiminin sonunda Sincan Vergi Dairesi’ne icra memuru olarak atanır, bu görevi 1997 yılına kadar devam eder. Aynı yıl Hazine Avukatlığı’na memur olarak atanır ve 2004’te emekli olur. 25 yıl memurluk yapan Toptaş, en büyük sevdası olan yazmaktan, karşılaştığı her türlü zorluğa rağmen vazgeçemez.

hasan ali toptas

Hasan Ali Toptaş’ın 1983 yılında ilk hikayesi Dönem Dergisi’nde Dili Mühürlü Gelin ismiyle yayımlanır. 1987’de o güne kadar yayımlanan öykülerini bir araya getirdiği Bir Gülüşün Kimliği adlı öykü kitabını kendi parası ile bastırır.

“Kimseciği yoktu şu dünyada. Üç yıldır, yattığı hastanelere, renkleri kıpır kıpır oynaşan çiçekler şöyle dursun, bir odanın yalnızlığımla dolu olduğunu anımsadım ansızın. Dakikalardır bildik gülüşlerin özetlerini yansıtan aynaya baktım. Ne Nedim Bey vardı, ne onun kadını, ne Feriha, ne de sen! Ben vardım aynada.” (Bir Gülüşün Kimliği adlı öyküsü)

hasan ali toptas bir gulusun kimligi

1988’de İzzet Kılıçlı, Cemil Kavukçu, Tamer K. Bilgin, Gülağ Öz ve Hasan Ali Toptaş, Ankara’da kendi aralarında para toplayarak Yazıt isimli bir dergi çıkarmaya başlarlar. Dergi, 1992 yılına kadar yayın hayatına devam eder. 1990 yılında da Yoklar Fısıltısı adını verdiği öykü kitabını kendi olanaklarıyla bastırır. Toptaş’ın bu iki kitabı bir yayıncı tarafından dağıtımı sağlanamadığından okurlara neredeyse hiç ulaşmaz, bu nedenle yazıya küser. Yazmayı bırakıp bırakmama konusunda bir çatışma yaşar.

“Her gece dambaşında oturur, gözlerini Resulayn’ın ışıklarına dikerek şafak sökene kadar sigara içermiş. Sigarası kalmadığında ya da yıllardır çektiği yalnızlık boğazına düğümlendiğinde, birisi yanına gelsin diye ağlamaya başlarmış.” (Yabu, Yoklar Fısıltısı)

hasan ali toptas yoklar fisiltisi

İşte böyle bir dönemdeki küskünlükle edebiyatla ilişkisini sadece okur olarak sürdürmeye karar verir. Sırf oyalanmak için, ruhunu rahatlatmak için Yalnızlıklar kitabını yazar. Yayımlatmak aklının ucundan geçmez. Bu kitaba şiir kitabı denmesini de asla kabul etmez. “Yalnızlıklar’a bir şiir kitabı diyemem, dersem şairlerin yüzüne bakamam. Kitap öykü değil, roman da değil, hiç bir kalıba girmez. Olsa olsa şiirsel metinler diyebiliriz.”

Yalnızlıklar, Toptaş’ın Stockholm’de yaşayan arkadaşı Gürhan Uçkan tarafından, İsveç’te bir kültür konseyinden eserin basılması için aldığı maddi destek sayesinde 1993’te basılır.

Ben sensizliği yalnızlık sanmıştım her keresinde
sensiz kalmamak için sendim o vakitler;
seni uyuyordum sürekli,
seni içiyordum çay diye
cennet diye seni düşlüyordum
ki sen yeşil çıplak bir yeşildin gözümde

Yalnızlık bir boşluktur
içimizde;
sisli yamaçlarında babalarımızın
dev gölgesi dolaşır.
Babalar alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır.

hasan ali toptas

Hasan Ali Toptaş şöyle der: “Edebiyat Tanrısı diye bir şey varsa, benim bu kararımı duymuş olmalı ki bana tuhaf jestler yapmaya başladı.” 1992 yılında Ölü Zaman Gezginleri adlı öykü dosyası Çankaya Belediyesi ve Damar Dergisi’nin düzenlediği yarışmada birincilik ödülünü alır.

“Tren yolculuğunu severim ben” dedi ağzından saçılan dumanların arkasından. Gitmek fiilinin altını, çift çizgiyle en güzel trenler çizermiş ona göre. Otobüs koltuğunda Ramses gibi kıpırdamadan oturanlara, yolculuk ediyor denemezmiş doğrusu. Sonra trenler her zaman bir sır taşıma olasılığı taşırlarmış. İnsanlar vagondan vagona geçtikçe, tuvalete, restorana gidip geldikçe, ilginç şeylerle karşılaşabilirmiş insan.” (Çift Çizgi, Ölü Zaman Gezginleri)

hasan ali toptas olu zaman gezginleri

Aynı yıl Sonsuzluğa Nokta adlı yayımlanmamış romanı, Kültür Bakanlığı’nın düzenlediği yarışmada mansiyon ödülü alır ve 1993’te Bakanlık tarafından basılır. Babasının minibüsünde muavinlik yaptığı yıllar, Sonsuzluğa Nokta’da bir tema olarak ortaya çıkar. Sonsuzluğa Nokta, yatağa ve bir insana mahkum olduktan sonra, geçmişiyle yaşayan, kaybolan umutları ve heyecanlarını hatırlayıp, doğuştan bir kaybeden olduğu gerçeğiyle yüzleşen Bedran’ın hikayesidir. Kendisini aramak için kente yerleşen Bedran, babasının ona sürekli ürküntü ve tiksinti veren gölgesinden bir türlü kurtulamaz.

“Bedenime gözlerimden, kulaklarımdan ve derimden, sinen ne varsa bu sidikle dışarı çıksaydı; dayım sözgelimi, babam, onlardan hazır olarak aldıklarım, sonra her şeyiyle kasaba, kasabayı kente bağlayan yollar ve kentteki karmaşa ve karmaşadaki abartı, karmaşadaki iki yüzlülük, sonra işsizliğim, sonra içime yerleştirilmiş umutlanma güdüsü, sonra alışkanlıklarım, sonra uyumsuzluk korkum, düşlerim, beni eksilten sevinçlerim ve daha bir sürü şey… Dışarı çıksaydı.” (Sonsuzluğa Nokta)

hasan ali toptas sonsuzluga nokta

1994 Yunus Nadi Roman Ödülü’ne layık görülen Gölgesizler, düş ile gerçekliğin birbirine karıştığı, kişilerin birbirine dönüştüğü, olayların düşlerde tekrarlayıp durduğu ve zaman/mekanın gerçekliğini yitirdiği, gölgesi olmayan düş alemine, atmosferine bizi de davet eder. Yok olmak ve belirsizlik motifleri romana felsefi bir boyut kazandırır. Gölgesizler, Hasan Ali Toptaş’ın postmodern özellik gösteren ilk romanı olması bakımından da önemlidir. Roman sinemaya da aktarılmıştır.

“Göz göre göre yok olmuştu o; kendi görünürlüğünün derinliklerine çekilmişti… Her gün her yerde karşılaşacaktı eskisi gibi, sesi işitilip kokusu duyulacak, ama asla ona ulaşılamayacaktı… Herhalde kendi varlığına karışarak yok olmak en akıllıca yöntemdi…” (Gölgesizler)

hasan ali toptas golgesizler

1996’da yayımlanan Kayıp Hayaller Kitabı, Toptaş’ın otobiyografik özellikler taşıyan ve hayatından ipuçları barındıran romanlarından biridir. Roman anlatıcısı Hasan’ın hayallerinden oluşur. Hasan’ın anne-babası ve köyün delisi Kevser dışında kalanlar, Hasan’ın düşlerinde yaşayan kişilerdir. Anlatılanlar ise Hasan’ın kayıp hayalleridir. Yazar her bölümü farklı bir bakış açısıyla vererek, aynı hikayenin farklı şekillerini metinleştirir.

“Sonra, torunumun körpecik bedenine yük olmaktan çekindiğimden midir nedir, bir bulut olduğumu düşünüyorum gene ben, illa ki ölmüşsem ve hemen her şeyiyle gerçeğine benzeyen yalan bir dünyada yaşıyorsam bulutumdur herhalde diyorum, ya da dem çekişlerinin içinde eriyip gitmiş uzak bir kumruyumdur.” (Kayıp Hayaller Kitabı)

hasan ali toptas kayip hayaller kitabi

Toptaş, eserlerindeki devinimi döngüsel bir kurgu yaratarak gerçekleştirir. Bu yapı, Toptaş’ın romanlarını çok yönlü okumalara açar. Toptaş’ın romanları, başladığı yerde biten (bitiyormuş gibi görünen) ya da başladığı yere dönen yapılarıyla dikkat çeker. Söz konusu döngüsel yapı, Bin Hüzünlü Haz, Kayıp Hayaller Kitabı ve Gölgesizler’de helezonik, Uykuların Doğusu’nda ise dairevi bir şekilde karşımıza çıkar. Bu kurgular da, olasılıklarla örülmüş bir belirsizlik ortamı yaratır. Metni hareket haline geçirdiğinden, metnin kendisi sürekli bir değişimin içinde olur ve böylece metin hakkında kesin bir yargıyı sadece olasılık düzleminde geçerli kılar. Dolayısıyla, sebep ve sonucun aynı olması durumuyla karşı karşıya kalınır.

Masalsı bir dille yazdığı, 1997 tarihli Ben Bir Gürgen Dalıyım, Hasan Ali Toptaş’ın ilk ve tek çocuk kitabıdır. Beşparmak dağlarındaki genç bir gürgen ağacını anlatır. Doğanın gözünden insanın aç gözlülüğüne farklı bir bakış sunar.

“Yani, insan bir savaş alanıydı. Ceket, gömlek, pantolon ya da etek giymiş, kravat takmış, traş olmuş, kokular sürmüş bir savaş alanı. Gülümseyen bir savaş alanı. Öpen hatta, okşayan, konuşan, susan, çiçekler alıp çiçekler veren bir savaş alanı… Peki, bir barış bahçesi olamaz mıydı insan? Şöyle, güllerin kuş cıvıltılarına, kuş cıvıltılarının güllere karıştığı, mutlu yüzlerle dolu rengarenk bir barış bahçesi?” (Ben Bir Gürgen Dalıyım)

hasan ali toptas ben bir gurgen daliyim

1999 Cevdet Kudret Roman Ödülü’nü alan Bin Hüzünlü Haz romanı, adıyla, üslubuyla ve kurgusuyla Binbir Gece Masalları’nı çağrıştırır. Alaaddin bir masal kahramanı, anlatıcı ise Şehrazad’a benzemektedir. Zaten romandaki olaylar da masal atmosferinde geçer. Roman, arama, varolma ve var etmenin temel sorun edildiği, kendi yokluğunda varolmaya çalışan bir kahramanın çevresinde gelişen fantastik/grotesk hikayelerden oluşur.

“İçimin bir köşesinden diğer köşesine, çılgınlar gibi palas pandıras koşuyorum sözgelimi, uçuyorum kendimle karşılaşıp kendime tutunabilir miyim diye, savruluyorum un ufak, sürünüyorum, canımı dişime takıp kalkıyorum ve yeniden, yeniden, yeniden yıkılıyorum. Her defasında, yıkılırken çocuk oluyorum sanki; minicik ellerimi yere basıp kalkarken de, inanılmaz bir şekilde, çarçabuk büyüyorum.” (Bin Hüzünlü Haz)

hasan ali toptas bin huzunlu haz

Semih Gümüş’ün tanımlanması olanaksız bir roman diye tarif ettiği, 2006 Orhan Kemal Roman Armağanı’na layık görülen Uykuların Doğusu kurgusu bakımından dairevi bir şekil meydana getiren ve asla bitmeyecekmiş hissi veren bir romandır. Dayısının hikâyesini yazmak için masaya yönelen anlatıcı-yazar, aynı zamanda romanın içinde de roman yazar. Çok sesli bir yapıya sahip olan roman, birbiri içinde birbirine açılan kapılar gibi, iç içe geçmiş hikâyelerin bütünü oluşturmasından meydana gelir.

“(…) oradan ayrılıp kalabalık tarafından kovalanan hokkabazın kayıplara karıştığı noktayı, oradan uzaklaşıp sırtlarındaki siyah kâküllü çocuklarla birlikte sürüler halinde kayalıklara tırmanmaya çalışan yarı çıplak insanları, o insanlardan önce yukarıya ulaşıp surları, sonra bir çırpıda kemerlerin üstüne çıkıp bu şehri ve şehrin öteki ucundaki dağları da düşündüm. Sonra, birdenbire, gene dayımın tek katlı evi geldi aklıma. Ev gelince bahçe, bahçe gelince ot hışırtıları, ot hışırtıları gelince çocuklar, çocuklar gelince toz bulutları da geldi tabii ve ben zihnimde uğuldayıp duran bütün bu görüntülere, içimi parçalayan bir kıymık yığınına bakar gibi acıyla baktım.” (Uykuların Doğusu)

Hasan Ali Toptaş’ın 28 denemesini topladığı, 2007’de yayımlanan Harfler ve Notalar, yazarın okuma zevkine, yazma serüvenine, poetikasına, hayatına, anılarına ve farklı konularda birçok düşüncesine ışık tutması bakımından önemlidir. “Söylemeye gerek bile yok, ‘Ne anlatıyorsun?’ sorusu, oldukça hantal bir soru aslında. Ne zaman bu soruyla karşılaşsam, bir de ben, ‘Acaba hiçbir şey anlatmamış olmak mümkün müdür?’ diye soruyorum kendime. Doğrusu, hiçbir şey anlatmamış olmayı çok isterdim. Her şeyi ancak o zaman anlatmış olurdum çünkü.”

hasan ali toptas

2013 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü alan Heba, çocukluğunda canını aldığı kuşun vicdan azabının yüreğinde kanatlanışı, gözünü her açıp kapattığında korkudan titrediği, yatağının altında gerçek ile düş arası bir varlık olarak kuşun canlanmasıyla yaşamı değişen Ziya’nın hikayesidir. Bir hayat kuramamanın, heba olmuş bir hayatın, bir tür tutunamayanların sarsıcı romanıdır.

“Hâsılıkelam, çerden çöpten de olsa insan illaki bir baba yaratıyor Ziya Bey, başka türlü var edemiyor kendini; koku kırıntılarını tutup, ölgün gölgeleri ve titreşimleri tutup, ya da boşlukları bile tutup işte böyle babaya dönüştürüyor benim gibi. Hiç kuşkusuz insan başka yollarla da var edebilir kendini, diyelim uzun bir öpüşmenin derinliklerinde kaybolarak, bir bakışın ateşinde yanarak, bir kitabın ruhundan doğarak, bir dokunuşla sarsılarak ya da şu an hatırlayamadığım daha akıllıca yahut daha aptalca birtakım şeyler yaparak da var edebilir. Çarçabuk doyan küçük karınlı bir ruha sahipse, bir köşeye oturup sadece çekirdek çitleyerek de var edebilir sözgelimi. Mayasına karışan vahşi gölgelerin arasında yaşıyorsa, birtakım şeyleri kırıp dökerek de var edebilir. Hatta bütün bunların ötesinde, bazı şeyleri yapmamakla da var edebilir ama babayla var olmak bu saydıklarımla kıyaslanamayacak kadar farklı bir şey bence.” (Heba)

hasan ali toptas heba

2017’de yayımlanan Kuşlar Yasına Gider, baba-oğul ilişkisini hem yerel hem de evrensel çizgide bir kavramsal derinlikte anlatır. Kuşlar Yasına Gider romanı, yalnızlığı, yaşlılığı, ölümü, baba-oğul ilişkisini dil büyücüsü bir yazarın usta kalemiyle yansıtır. Edebiyat dünyasında baba-oğul çatışmasını işleyen çok sayıda eserden farklı olarak, babasıyla hesaplaşmak yerine onu anlamaya çalışan, ona merhametle yaklaşan yazar-oğul ile karşılaşırız. Yol, onun hem babasını hem de kendisini keşfetmesini sağlayan önemli bir metafor olarak karşımıza çıkar.

Yol tutkunluğu ile bilinen baba Aziz, şoförlük yaptığı yıllarda yolları hep iyilik ve merhamet için aşar. Bir öğrencinin okula kaydının yetişmesi, bir hastanın hastaneye yetişmesi veya bir çobana hakkının verilmesi için yollara düşen baba figürü şiirsel ifadelerle anlatılır. Ankara’dan baba ocağına defalarca tekrarladığı yolculuklarda dinlediği türküler, hem kendi geçmişinin hem de geçtiği irili ufaklı yerleşim birimlerindeki insanların geçmişini bugüne taşır ve romanın odak noktasında yer alır. Romanda zamanın durması veya akması da adeta türkü formundadır.

“Zaten o yıllarda burnumuzun ucunda gezinen bir mazot kokusuydu babam, kulağımızda çınlayan uzak bir motor sesiydi ve az evvel dediğim gibi, gitti mi gelmek bilmezdi bir türlü.”

“İçimden kalkıp babama sarılmak geçti aslında ama yapamadım bunu, baktım sadece. O da bana baktı gözlerini hiç kırpmadan. O an birbirimize bakışlarımızla sarıldık sanki.”

“Babam dağa bakan pencerenin dibinde, dirseğini yastıklara dayamış, sessizliğin içine bırakılan başka bir sessizlik gibi öylece yatıyordu. Yaklaşıp elini öptüm. Ağzı birazcık aralandı ama konuşamadı, nemli gözlerle yüzüme bakıp üst üste başını salladı sadece.” (Kuşlar Yasına Gider)

hasan ali toptas kuslar yasina gider

Ümit Ünal’ın çizimlerinden oluşan, 2017 tarihli öykü kitabı Gecenin Gecesi’nde yer alan 5 öykünün her biri Hasan Ali Toptaş edebiyatını kazan, kazdığı yere yeni sorular bırakan, bıraktığı soruları derinleştiren, derinleştirdikçe daha da karışan, karıştığı ölçüde de billurlaşan öyküler. Kısık sesli, meraklı, ruhu kolaçan eden, arayan metinler…

“Gerçi çok eskiden, tâ çocukluğumda da bu tür yataklarda yatardım ama o yıllarda odaların tabanına ya uzun uzun biçilmiş tahtalar döşenir ya da sokak aralarındaki satıcılardan alınan sapsarı hasırlar serilirdi. Tahta döşenmişse, hiç istisnasız her yer burcu burcu sakız kokardı tabii ve insan evin içinde geziniyorum diye, sabahtan akşama dek sakız kokusu gibi görünen derin bir ormanın uğultuları arasında gezinirdi. Zaman zaman elindeki işten başını kaldırıp birazcık dikkat etse, bu uğultuların içinde bol güneşli yamaçların yeşilliğini bile görebilirdi hatta; yamaçları tırmanıp giden ıslık inceliğindeki patikaları, bu patikalara inmiş bulutları, sağda solda çınlayan börtü böcek seslerini ve bu seslerin gerisinde nemli bir uzaklık hâlinde duran çalılıklarla çalılıkların dibindeki sessizlikleri bile görebilirdi.” (Yatak, Gecenin Gecesi)

hasan ali toptas gecenin gecesi

Kaynak
Hasan Ali Toptaş’ın Yaşamı ve Edebi YolculuğuHasan Ali Toptaş Romanlarının Psikanalitik ÇözümlemesiHasan Ali Toptaş’ın Hikâyelerinde Postmodern Kurgu Unsurları Ve TemalarHasan Ali Toptaş Romanlarında Belirsizliğin Bilgeliği: Bir Okuma ÖnerisiYoklar Fısıltısı’nın Yok-MetinleriPostmodern Anlatı Bağlamında Hasan Ali Toptaş’ın Gölgesizler Romanı


Facebook Yorumları

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir