Henri Julien Felix Rousseau, 20 Mayıs 1844’te kuzeybatı Fransa’da Laval kentinde fakir bir ailede dünyaya gelir. Babası bir muslukçu, annesi Eleonore Guyard ise şövalyeler ve albayların olduğu asker kökenli bir aileye mensuptu. Laval Lisesi’ne devam eden Rousseau, babası borçlandıktan ve evlerine el konulduktan sonra ebeveynleri şehri terk edince okulda yatılı okumaya başlar. Lisede diğer derslerinde olmasa da, müzik ve resim derslerinde ödüller kazanacak kadar başarılıdır.
Rousseau, 1864 yılında bir avukatın kâtibi olur. Burada biraz nakit, çok miktarda da pul çalınınca bir ay kadar hapis yatar; çıkınca askere gider. Ressam bir askeri bandoda müzisyen (keman) olarak, son Fransa İmparatoru III. Napolyon’un desteklediği Meksika İmparatoru Maximilian’ın hizmetine Meksika’ya gönderildiğini söylese de, bu kesinlik kazanmamıştır, biraz ressamın hayal dünyasının ürünü olduğu söylenir. Bu konuya dair hiçbir belge bulunmamaktadır.
1868 yılında, 24 yaşında Paris’te yaşadığı evin sahibinin kızı 15 yaşındaki Clémence Boitard ile ilk evliliğini yapar. Çiftin altı çocuğu olur, ama sadece bir tanesi hayatta kalır.
1871 yılında Rousseau, şehre giren mallara gümrük vergisi koyan, Paris Geçiş Ücreti Servisi Octroi’da memur olarak işe girer ve Le Douanier (gümrükçü) lakabı da buradan gelir. Rousseau, imkanları olmadığı için hiç resim eğitimi almaz, kendi kendini yetiştirir. Ancak çok sonraları resmini geliştirmek ve tekniğini özelleştirmek için Felix Auguste Clement ve Jean-Leon Gerome’dan birkaç taktik öğrendiğini söyleyecektir. 1880 yılı öncesine ait bir tablosu ne yazık ki bulunmamaktadır; bilinen ilk resimleri onun amatörce çalıştığını gösterir.
Rousseau, 1888 yılında ilk eşini kaybeder. 1893 yılında ise emekli olur; artık zamanının çoğunu resme ayırabilir. 1898 yılında ikinci evliliğini Josephine Noury ile yapar. Paris’teki Plaisance mahallesinde mütevazı bir hayatları vardır. Geçimini temin etmek için keman ve solfej dersleri, bir gazetenin satış müfettişliği, bölgenin yoksullarına hukuk müşavirliği gibi işler yapar. Karısının açtığı küçük kırtasiye dükkanında, komşularının portrelerini yaptığı gibi, resimlerini de satışa sunar. Rousseau bu dönemde kısa bir süre, bir belediye okulunda resim öğretmenliği yapar. Evlendikten 4 yıl sonra ikinci eşini de kaybeder.
Landspace, 1886
Rousseau, Société des Artistes Indépendants tarafından düzenlenen yıllık Bağımsızlar sergilerinde, 1886 ile 1890 yılları arasında 20 yapıtını sergiler. Ancak çok yoğun eleştirilere maruz kalır, alay edilir. Hatta Parisli bir gazeteci “Mösyö Rousseau gözleri kapalı ayaklarıyla boyuyor.” diye yazar.
Yıllar sonra eleştirmen Andre Dupont’a, atölyelerine gittiği Felix Auguste Clemente ve Jean-Leon Gerome’un ısrarla stilini asla değiştirmemesi gerektiğini, resimlerinin yaşadıkları yüzyıla ait olmayan bir doğası olduğunu söylediklerini, güçlü bir takdir duygusu ile söyleyecektir.
Self-Portrait, 1890
Rousseau, bu resminde bir köprü ve dünya bayraklarıyla süslenmiş uzun bir geminin bulunduğu bir manzaranın önünde, elinde fırçası, paleti, takım elbisesi ve beresiyle kendini büyük ölçekte tasvir etmiş. Arka planda, o yıllarda teknolojik ilerlemenin sembollerinden biri olan sıcak hava balonu da görülüyor. Sanatçı bu resminde de uyguladığı, manzara-portre adını verdiği türü geliştirdiğini iddia edecektir. Buna göre, önce sevdiği bir yerin manzarasını çizer, sonra da manzaranın önüne bir portre ekler. Resmin alt metninde Rousseau’nun, akademik bir ressam olma tutkusu okunuyor. Resimdeki diğer bir detay ise, paletinde iki eşinin isminin görünmesi: Clemence ve Josephine.
Tiger in a Tropical Storm (Surprised), 1891
Sanatçının orman resimlerinden ilkidir. Bir fırtına sırasında, bir şimşek çakmasıyla aydınlanan ormanda bir kaplan avının üzerine atlamaya hazırlanıyor. Kaplan’ın avının ne olduğuna karar vermek izleyicinin hayal gücüne bırakılıyor.
Görünen sadeliğine rağmen Rousseau, orman resimleri, ormanın yemyeşil coşkusunu yakalamak için çok sayıda yeşil ton kullanılarak katmanlar halinde titizlikle inşa eder. Ayrıca, William-Adolphe Bouguereau’nun tablolarının saten benzeri yüzeylerinden esinlenen bir teknik olan, gümüş boya şeritlerini tuval boyunca çapraz olarak takip ederek, şiddetli yağmuru tasvir etmek için kendi yöntemini tasarlar.
La Guerra, 1894
Siyah bir ata binen beyazlar içinde vahşi bir kadın olarak kişileştirilen savaş, üzerinde kargaların olduğu ölü bedenlerle dolu ıssız bir arazide dörtnala koşuyor. Arkasında yanmış bir ağaç, öndeki gri ağaç ise yok olmayı bekliyor adeta. Berrak mavi gökyüzü, renkler arasında geçiş etkisini artırıyor. Kadın, yanan bir meşale ve bir kılıç taşısa da, klasik bir Bellona (Roma Savaş Tanrıçası) değil. O insanlığın kötücül yanı. Arkadaki turuncu renkteki dumanlı bulutlar ve kadının saçlarının hayvanın postuyla aynı olması dikkat çekici. Rousseau atı, Mahşerin Dört Atlısı’nın bindiği dört atlıdan biri olarak tasvir eder.
Rousseau, 1870-71 Fransa-Prusya Savaşı’ndan ve 1871 yılındaki Paris Kuşatması’ndan çok etkilenir. Bu resmini de zaten savaşın ardından yapar. Rousseau’nun tüm eserleri gibi Savaş adlı bu eseri de, tartışmalı bir şekilde karşılanır. Hem eleştirmenler hem de halk, sanatçının resmini beceri eksikliğine bağlar ve alay ederler. Genç yazar Alfred Jarry ve bazı modern ressamlar ise, Rousseau’nun farklılığına vurgu yapıp, onu kutlarlar.
Artillerymen, 1895
Topçular adlı bu resminde, kendi askeri kariyerinden esinlenmiş olması muhtemeldir. Rousseau’nun 1863’ten itibaren dört yıl orduya hizmet ettiği söylenir. Bu tablosunda Rousseau, aynı gidon bıyıklı 14 askerden oluşan bir topçu bataryasının canlı görüntüsünü sunar.
La Bohémienne Endormie, 1897
Yanında su testisi ve mandolini duran göçebe bir çingene yorgunluktan bitap halde uykuya dalmış. Bir aslan etrafında onu kokluyor ancak yemeye kalkışmıyor. Eserde kullanılan düz renk, basite indirgenmiş geometrik formlar, rüya gibi bir atmosfer ve egzotik çingeneyle modern yaşamdan uzak bir görsel yaratılmış. Teatral bir kurguyu içeren eserde durağanlık en temel durumlardan biri. Uykunun huzuru eserin genel kurgusunda hissedilir. Gerçekdışı bir imgeleme üzerine kurulan kompozisyon oldukça kafa karıştırıcı. Aslan bir rüya ürünü mü, yoksa gerçek mi? Kadın figürü gerçekten çölde mi, yoksa rüyasında mı çölde soruları bir muamma olarak kalır. Sanatçının eseri, bilinçdışına açılmış, beklenmedik anlamlar ve gizli içsel benliğini içeren yaratıcı bir araç haline gelmiştir.
Bireysel psikoloji ekolünün kurucusu olan Alfred Adler’e göre rüyalar, rüya görenin düşünce süreçlerinin kendilerini ifade ediş tarzını ve davranış kalıplarını da gösterir. Rüya görenin dünya ile ilişkilerini belirleyen toplumsal duygu ve güç arayışına rüyaların içeriğine çok belirgin olarak rastlanır. Sanatçının resmi, bu açıklamayla daha netleşir. Çünkü Rousseau yaşarken kabul görmez; toplum tarafından kabul görme isteği ve güç arayışı bu resmiyle ilişkilenebilir. Eserde yer alan aslan motifi, genel sembol değeri açısından güçle sembolize ettiği için sanatçının iç dünyasını yansıtıyor olabilir.
Henri Rousseau yaşadığı Lava Kasabası’nın belediye başkanına şu mektubu yazar: “Hemşeriniz olmaktan şeref duyarak ve alaylı bir ressam olarak size, doğduğum kentin yeni çalışmalarımdan bir tanesini alması temennisiyle yazıyorum. Size Uyuyan Çingene adlı eserimi öneriyorum. Mandolin eşliğinde şarkı söyleyen gezici Çingene yorgun düşmüştür ve derin bir uykudadır, yanı başında içinde içme suyu olan testi vardır. Aniden bir aslan çıkagelir, kızı koklar, fakat kıza dokunmaz. Her şey ay ışığında yüzmektedir ve şiirsel bir ortam vardır. Olay kuru bir çöl ortasında cereyan etmektedir. Çingenenin üzerinde Doğulu kıyafeti vardır. Resmi size 1800-2000 Frank’a bırakabilirim, çünkü kentimize bu kentin evladından bir hatıranın kalması beni mutlu eder. Sayın Başkan, önerimi lütfen kabul edeceğinizi umarak saygılarımı sunuyorum.”
Rousseau’nun mektubu yanıtsız kalır. Uyuyan Çingene, 1924 yılına kadar Parisli kömür tacirlerinden birinin özel koleksiyonuna dahil olur. Sonra, New York Modern Sanatlar Müzesi tarafından satın alınır.
View Of Malakoff Hauts De Seine, 1903
Rousseau son derece kişisel bir tarz geliştirir. Anatomi veya perspektif öğrenmediği için portreleri ve manzaraları genellikle çocuksu veya naif olarak nitelendirilir. Latince “nativus” sözcüğünden ve naif kavramından çıkan doğal, saf, yapmacıksız anlamına gelen bu sözcük genellikle eğitim görmemiş sanatçılar için kullanılır.
Naif resimlerin ortak özelliklerini şöyle sıralayabiliriz. En belirleyici olan zaman ve mekan kurgusudur; naif resimlerde zaman belirsizdir. Bu yönü ile zaman sembolik, evrensel ve taşınabilir bir yapı sunar. Öyle ki naif resimlerde her an her yerde ve her zaman bulunabilme durumu dikkat çekicidir. Mekan ise gerçek dışı ve semboliktir. Mekan daha çok dış dünyaya dönük oluşturulmuş, ancak doğa ve dış dünya gerçekliğin hayali, abartısı ve deformasyonu ile öne çıkmıştır. Naif resimlerde konu seçimi genellikle doğadır. Konu tekrarı en önemli belirleyicidir. Konu işlenişi gerçek dışı ve düşsel özellikler gösterir. Naif resimdeki benzetme olgusu doğayı taklidi içermez. Çünkü sanatçı doğayı araştırmaktan ve gözlemekten çok, zihin ve duygu dünyasındaki doğayı arar. Bu anlamda, naif ressam gördüğünü değil hayal ettiğini yapar. Sembolik kurgu konu seçiminde ön plandadır. Renk, naif resimde en önemli belirleyicidir. Renkler coşkulu, büyülü ve yumuşak ton geçişleri ile oluşturulmuştur. Çizgi çoğu kez rengin içinde erir. Bu nedenle verilmek istenen gerçek dışılık çoğu kez renkler ve onların uçuculuğu aracılığı ile verilir. Renkler gerçekliğe vurgu yapmaz ve çoğunlukla renk perspektifi yoktur. Renkler yüzeysel ve hayalidir. Bu yönüyle renkler sembolik bir kurgu içerir.
Naif resimdeki kompozisyon kurgusu ise genellikle şematiktir. Ezbere dayalı bir şema gözlenir. Ortada ya da yanal bir merkez dikkat çekicidir. Resmi oluşturan birimler, birbirlerini örtmeyecek şekilde sıralanırlar. Düzen, simetri ve tekrar kurguda egemendir. Naif resmin çizgi kurgusu yumuşak, yuvarlak, kıvrımlı ve stilize bir nitelik gösterir. Çizgilerdeki bu nitelik gerçeklikten uzaktır. Çizgiler diri ve belirgin değildir. Çizgiler biçimi kavramaz tam tersine biçimin içinde ve çevresinde dolaşır. Rousseau’da, diğer naiflerde olduğu gibi çizgi hayal dünyasına hizmet edecek şekilde çoğu kez rengin içinde saklı ve renkle bütünleşmiştir. Çünkü çizgi somuttur; bu anlamda naif resim bir ölçüde hayali ve uçuculuğu renk ile kurmak zorundadır.
The Wedding Party, 1905
Kırsal Bir Düğün adlı resmi de, manzara-portre türünde eserlerinden. Ağaçlık bir manzara önünde adeta poz verircesine duran bir grup figür görülür. Düğün sonrasında ailelerin birlikte göründüğü eserin ön planında ailenin köpeği yer alır. Figürlerin yüz ifadeleri düğün mutluluğundan uzak ve donuk. Bu durumu resmin konusundan çok, dönemin portre geleneği ile ilişkilendirilebilir. Resmin konusunu oluşturan ve merkezde durarak dikkati çeken gelin beyazlığı ile çevresini aydınlatır. Sanatçı renklerin farklı tonlarını kullanmadan, temel renklerle yapılan sade bir boyama uygulanmış. Yalnızca sağ tarafta yer alan ağaç yapraklarında farklı yeşiller uygulamıştır. Resimde ışık ve gölge belirgin vurgulanmamakla beraber, figürlerin arkasından gelerek sağ bölümdeki ağaçların üzerine düşen cılız bir ışık kaynağı bulunmaktadır. Resimdeki en belirgin gölge uygulaması, kütük üzerinde oturan figürün giysilerinde görülür. Ayrıca figürlerin yüzlerinde aydınlık bir görünüm dikkati çeker.
Le Lion Ayant Faim Se Jette Sur L’Antilope, 1905
Rousseau, 1905 yılında Paris Salon d’Automne adlı sergi salonunda atılımını bu ünlü orman resmiyle yapar. 19. yüzyılın alay konusu olan sanatçı, 20. yüzyılın başında avangardın saygı duyulan bir sanatçısı haline gelir. Apollinaire, Delaunay, Léger, Braque ve Picasso, stüdyosunda onu ziyaret ederler. Wassily Kandinsky, Blauer Reiter Almanakı’nda onu “büyük gerçekçiliğin babası” olarak över.
Rousseau’nun resimlerinin tipik özelliği, botanik nesnellik ile esrarengiz fantazinin aurası arasındaki gerilimdir. Rousseau aslında ülkesinden hiç çıkmaz, dünyanın egzotik bölgeleri hakkında sadece ikinci el bilgiye sahiptir. Hayvanlarını ve bitkilerini Paris’teki Jardin des Plantes’deki (botanik bahçesi) dergiler, fotoğraflar ve dioramalardan (gerçek veya kurgu bir olayın ya da hikayenin ışık oyunlarının da yardımıyla üç boyutlu olarak modellenmesi) esinlenir. Ağaçlar ve bitkilerden bakışlarımızı resmin tam merkezindeki hayvanlara çevirince aslında bir ölüm kalım mücadelesi olduğunu fark ederiz. Rousseau’nun vahşi doğası güzelce düzenlenmiş bir alandır adeta. Titizlikle boyanmış bir flora ve fauna kolajı olan ormanı ise yeşil renkle iyi bestelenmiş bir senfoni gibidir.
Woman Walking in an Exotic Forest, 1905
Dönemin modasına uygun giyinmiş bir kadın, aşırı büyümüş bitkiler, fantastik mor çiçekler ve büyük portakallarla dolu ağaçların bulunduğu düz, sahne benzeri bir ormanın ortasında duruyor. Üstelik portakallar kafasından daha büyük. Ancak resmin odak noktası kadın değil; zira tropik bitki örtüsü ile çevrili resmin altına yakın bir yerde konumlanmış. Devam edebileceği açık bir yolun olmaması nedeniyle belli belirsiz şaşıran kadın, sanatçının orman resimlerindeki ürkmüş hayvanları hatırlatıyor. Resim, safariye çıkan bir kadının kendisini abartılı büyümüş bitkiler, çiçekler ve devasa portakal ağaçlarının içinde bulduğu bir fantezi gibidir.
Rousseau’nun bu resminde kullandığı renkler basittir. Ağaçların yaprakları ve çimenler, birbirine karışmış onlarca renkle boyanmış diğer resimlerdeki yeşilliklerin aksine, sadece yeşilin iki veya üç tonundan oluşuyor.
The Flamingos, 1907
Resimde, kıyıda boy sırasına göre dizilmiş, çeşitli duruşlarda dört pembe flamingo bulunur. Suyun içerisinde üzerinde üç köylünün bulunduğu küçük bir adacık görülüyor. Nehir görkemli ve güzel zambaklarla dolu. Beyaz nilüfer çiçekleri yüzeyde, pembe ve sarı zambaklar suyun üzerinde yüksek gövdelerle durur. Tam karşıda tropikal bir orman var. Sanatçının tropik iklimlere olan ilgisinin Paris’teki Jardin des Plantes’te (botanik bahçesi) hayran olduğu illüstrasyonların yanı sıra, doldurulmuş hayvanlardan kaynaklandığı biliniyor zaten. Resimdeki ana odak noktası olan zambaklar, barış ve sakinlik duygusunu sembolize eder. Köylüler resme renk katsalar da çok önemli değiller. Rousseau, pembeler ve sarılar gibi sıcak ilerleyen renklerin aksine, bu resimde çok fazla mavi ve yeşil kullanmış.
1906
Rousseau’nun suçla ikinci kez karşı karşıya gelmesi 1907 yılında bir banka dolandırıcılığı meselesine karıştığında meydana gelecektir. Planı bir banka memuru arkadaşı kurar; Rousseau sahte bir isimle bir hesap açacak ve sahte banka sertifikaları alacaktır. Suç çabucak ortaya çıkar; Rousseau hapse girmez, para cezası ile kurtulur.
La Charmeuse de Serpents, 1907
1907 yılında Bağımsızlar Salonu’nda sergilenen Yılan Büyücüsü isimli tablo, kübist ressam Robert Delaunay’ın annesi Berthe Delaunay tarafından Rousseau’ya ısmarlanır. Gezgin olan Berthe Delaunay özellikle yılan oynatıcılarının çok sayıda olduğu Hindistan’daki yolculuklarını anlatacaktı belki de bu resimle. Yılan oynatıcısı teması 19. yüzyılın sonlarında oldukça yaygındı. Özellikle o zamanlar çok ünlü olan ve Rousseau’nun tanıdığı, hayran olduğu Jean-Léon Gérôme gibi oryantalistlerce ele alınırdı.
Zamansız ve tamamen hayali bir sahneyi çağrıştıran resimde, ay ışığının aydınlattığı ormanda gizemli bir figür (Havva) flüt çalarak otların arasındaki yılanları çağırıyor. Ay ve flamingodan tropik bitki örtüsüne kadar resimdeki her öge, aplike kumaş deseni gibi görünür; bu kompozisyona iki boyutlu bir his verir. Resimde ay tarafından aydınlatılan bir su yüzeyinden oluşan sol tarafının okunması kolay, sağ taraf ise rahatsız edici. Yoğun yeşillik ve çok çeşitli şekillerden oluşan bir arka planda, ana karaktere doğru ilerleyen yılanı zorlukla ayırt edebiliyoruz, çünkü ağacın dalları da adeta yılan gibi tasvir edilmiş. Diğer üç yılandan biri, kadının boynunun etrafında; ikisi ise ayaklarının dibindeki çimenlerden çıkıyor. Görüntünün gizemi, kadın karakterin siyah gövdesini daha da koyulaştıran ve yılanların kolayca ayırt edilmesini zorlaştıran arka ışık ile pekiştiriliyor. Sağda ön plandaki bitkileri aydınlatan parlak ışık, ayın aksine tablonun gizemli atmosferine katkıda bulunuyor.
Portrait de Madame M, 1890
Rousseau’nun sokakta satılan bu tablosunu Picasso alır ve hemen ressamla tanışır. Böylelikle uzun yıllar süren arkadaşlıkları başlar. Sanat dünyasında Rousseau’yu, onun yaratıcılığını ve tekniğini en çok destekleyen kişilerden biri olur Picasso. 1908 yılının Kasım ayında Picasso kendi stüdyosunda, Rousseau’nun sanat camiasında kabul görmesi için aralarında ressamlar Jean Metzinger, Juan Gris, Georges Braque, şairler Max Jacob ve Guilaume Apoliinaire ile yazar Gertrude Stein gibi isimlerin bulunduğu bir ziyafet verir. Apollinaire şeref konuğu üzerine bir şiir okuduktan sonra Rousseau teşekkür etmek için ayağa kalkar, Picasso’ya dönerek, “Biz ikimiz dönemimizin en büyük ressamlarıyız; sen Mısır tarzında, ben de modern tarzda” diyecektir. Katılan herkesin bu manidar cümleyi uzun süre anlattığı söylenir. Gece o denli etkili izler bırakır ki; o kutlamadan Le Banquet Rousseau (Rousseau Kutlaması) diye bahsedilir.
La muse inspirant le poète, 1909
Kendisini en çok portre-peyzaj ressamı olarak tanımlamayı seven Rousseau’yu, ünlü şair Appollinaire, manzara önünde yaptığı portreler dolayısıyla Rönesans öncesi ressamlar Uccello ve Giotto ile karşılaştırmayı uygun görür. Appolinaire Rousseau’nun sanatını ilk takdir eden, tanıdığı andan itibaren ressama destek veren Paris sanat camiasının en güçlü simalarından birisidir. Rousseau ona olan minnet duygularını, Appolinare ve sevgilisi Marie Laurencin’i tasvir ettiği bu büyük boyutlu ve iki versiyonunu yaptığı, Şair ve Ona İlham Veren Peri isimli eserinde ifade eder.
Monument to Chopin in the Luxembourg Gardens, 1909
Diğer resimlerinin çoğunda görülebilen aynı naif stili bu resminde de sergileyen Rousseau’nun resim eğitimi olmadığı, eserlerinin çoğunda tanık olunan belirgin derinlik algısı eksikliğinde görülebilir. Gerçekten de, yaya yolunun beceriksizce sağa kıvrılma şekli, arka plan öğelerinin yanı sıra yayalara göre biraz hantaldır. Çok az doku var ve tüm çalışma boyunca çok fazla ayrıntı gözlemlemiyoruz. Ancak, bu gözlemler hiçbir şekilde resmin çekiciliğini azaltmaz. Rousseau’nun doğuştan gelen bir görsel denge duygusuna sahip olduğuna şüphe yoktur. Arka planda yoğun çalılıklara kıyasla ön planda yayaları gözlemlediğimizde bunu açıkça görebiliriz. Paris’te bulunan Lüksemburg Bahçeleri’ndeki Chopin’in heykeli, merkeze yerleştirilmediği için ilk bakışta garip görünse de, virajlı patikanın konumunu etkili bir şekilde dengelediğini de gözlemleriz. Dokular ve desenler minimumda tutulduğundan, izleyicinin dikkati hemen figürlere ve heykelin oldukça puslu dış hatlarına çekilir. Rousseau’nun yumuşak bir renk paleti kullanması göze hoş geliyor.
Bu resmi, birçok ünlü avangard sanatçı üzerinde derin bir etki yaratır; eleştirmenlerin çoğu artık kendi kendini yetiştirmiş dehanın inkar edilemez bir lezzetinin bulunduğunu düşünür.
La Rêve, 1910
Rousseau bu tablosu için “Kanepede uyuyan kadın, ormana götürüldüğünü, büyücünün enstrümanından gelen sesleri dinlediğini rüyasında görüyor” diye yazar. Orman resimlerinin en büyüğü olan Rüya’daki modeli, Polonyalı genç metresi Yadwigha’dır. Genç kadını, pirinç enstrüman çalan yerli bir müzisyenin ona serenat yaptığı egzotik bitki örtüsü ve vahşi yaşamla dolu mehtaplı bir ormana götürür. Nilüfer çiçekleri, kuşlar, maymunlar, bir fil, bir aslan, bir dişi aslan ve bir yılan içeren yemyeşil orman yapraklarından oluşan bir manzaraya bakar Yadwigha. Resmin sağ alt köşesinde sahneye giren yılan, bir cennet bahçesi temasını akla getiriyor. Pembe bir yılan çalıların arasından kayıyor, kıvrımlı formu kadının bacaklarının ve kalçalarının kıvrımlarını yansıtır gibi.
Detaylara gösterdiği inanılmaz özen, canlı paleti ve absürt görüntü kombinasyonuyla bu resmi, Rousseau’nun sanatının sürrealistler tarafından neden bu kadar beğenildiğini ortaya koyar.
Robert Delunay, Portrait du Douanier Rousseau, 1914
En baştan itibaren Rousseau’nun işlerinden çok etkilenen ve onu destekleyen isimlerden olan Robert Delaunay, ressamın çeşitli portrelerini yapar. Rousseau’nun çocuksu bakış açısını ilk keşfeden ve ona hayran olan bir diğer ünlü ressam ise Kandisky’dir. Kandinsky, Rousseau’nun görsel realizminin kendi stilini oluştururken olağanüstü bir ilham kaynağı olduğunu ifade eder ve Almanya’da Blaue Reiter adı verilen gruba dahil birçok ressamın da onun primitive-çocuksu-gerçekçi-sürrealist stilinden etkilenmesinin çok üst düzeyde olduğunun altını çizer.
1910 yılında Henri Rousseau’nun Hayatı ve Eserleri kitabının yazarı Arsene Alexandre şunları yazar: “Dışarıya çıktığımda, parlayan güneşi, yeşil çayırları ve çiçekleri gördüğümde kendime tüm bunlar gerçekten benim olabilir mi diye soruyorum diyebilecek kadar doğadaki her yapraktan, her çiçekten, her renkten ve her canlıdan etkilenen bir kişiliğe sahip. Diğer yandan bu duygu yoğunluğu içinde her gün gümrüğe gidip gün boyunca, yaratıcılıktan uzak bir rutini yıllar boyu hiç isyan etmeden sürdürebilmiş ve muhtemelen çevresindekilere iç dünyasına ilişkin hiçbir ipucu vermemiş. Gündüzleri bir maskenin ardında, iş dışındaki yaşamında ise rüyalarında yaşayan bir hayalperest…”
Rousseau, ressamlığının dışında, hevesli amatör kemancı olarak, 1885 yılında Clemence adlı valsi ile Fransız Müzik Akademisi’nden diploma alır. A Visit To The 1889 World’s Fair (1889’da Dünya Fuarı’na Bir Ziyaret) ile The Revenge of a Russian Orphan (Bir Rus Yetimin intikamı) adlı oyunlar da yazar.
Rousseau, 1910 yılında bacağındaki göz ardı ettiği bir yaranın kangren olması yüzünden ameliyat edilir; sonrasında kan zehirlenmesinden hayatını kaybeder. Brancusi’deki mezarının üzerine kazılmış Apollinaire’in mısraları şöyle başlar: “Nazik Rousseau, bir dinle…”
Kaynak
Bir Rüya Dalgası: Plastik Sanatlarda Rüya Kaynaklı Resimler, Büyük Sanatçıların Gizli Hayatları, Naif Resimde Sembolik Kurguyu Oluşturan Özellikler, Uyku-Döndü Özkök, Kültürler Arası Etkileşim Açısından İlköğretim II. Kademe 6. Sınıf Öğrencilerinin Sanat Eğitiminde Resim Analizi, Henri Rousseau; Hayatı, Eserleri ve Bilinmeyenleri, Self Portrait (1890), Henri Rousseau By Daniel Catton Rich, in collaboration with the Art Institute of Chicago