Bengal dilinin, Hindistan’ın ve çağdaş Dünya Edebiyatı’nın en büyük isimlerinden olan Rabindranath Tagore, Kalküta şehrinde 7 Mayıs 1861 yılında dünyaya geldi.
Tagore’nin ismi Bengal dili olan Bengalce’de soylu kişi, efendi anlamına gelmekte olan Thakur sözcüğünün İngilizceleştirilmiş biçimidir. Tagore’nin geniş, zengin ve eğitimli bir ailesi ve on dört kardeşi vardı. Tagore kültürel açıdan zengin, matematikçi, müzisyen, gazeteci, yazar ve sanatçıların bulunduğu bir aile ortamında yetişti. Böyle bir ortamda yetişmiş olması ilerideki eğitim felsefesine sağlam bir zemin hazırlamıştır.
8 yaşındayken şairlik dersi görmeye başlar. İlk eserini daha 16 yaşında Kavi Kahini (Bir Şairin Hikayesi) yazdı. Özel öğretmenlerden ders alarak orta öğrenimini yaptıktan sonra ailesi tarafından 17 yaşında Londra’ya hukuk eğitimi alması için gönderildi. Ailesi Tagore’nin bir avukat olmasını arzu ediyordu, bir süre sonra kendisine anlamsız gelen hukuk eğitimini yarıda bıraktı. Yeniden Hindistan’a döndüğünde ise babasından aile mülkiyetinin yönetimini ele almakla birlikte, yazmaya başladı. 1881’de 20 yaşında Bir Avrupa Yolcusunun Mektupları‘nı yayımladı.
Yağmurcuk ile Yasemin
İncecik bir yağmur damlası
Seslendi yaseminin kulağına:
“Hep yüreğinde tut beni, n’olur!”
Yasemincik, “Ama ben…” diyebildi,
İç çekti derinden, usulca
Ve sonra toprağa düşüverdi.
(Çeviri: Gönül Gönensin)
İngiliz şair William Wordsworth, Percy Bysshe Shelley, Robert Browning Tagore’nin şairliğine önemli etki yapmışlardır. Tagore tabiata çok düşkündü. William Wordsworth’den etkilenmesiyle beraber tabiata olan ilgisi arttı ve dizelerinde dile gelmeye başladı. Hindistan’da Brahmo Samaj adıyla yeni bir dinin kurucusu olan Bengalli Raja Ram Mohan Roy da Tagore’nin düşünce dünyasını olgunlaştıran kişilerden oldu.
Alışma Bana Ne Yapacağım Belli Olmaz
Alışma bana, ne yapacağım belli olmaz..!
Bugün varım yarın birden yok olurum.
Dokunma bana, kapanmamış yaralarla doluyum.
Canımı acıtma, bir yara da sen açma..!
Sevme beni, yoğun duygularımda kaybolursun tutuşursun.
İsteme beni, yasaklarla boğuşursun, engellerle doluyum.
Çözmeye çalışma sakın, seninle karışır iyice kördüğüm olurum..
Anlama beni, ben kendimi bilirim, ben böyle mutluyum..
Aşkı yaşatmamı isteme asla, ben aşka yıllardır inanmıyorum..
Güveniyorsan kendine, inandır aşkın varlığına..
Sonucunda öyle bir aşk yaşatırım ki..!
Vazgeçemezsin tutkun olurum.
Yıkabilirsen duvarlarımı, sakın bırakma beni.
Tüm tutkularım ve gücümün arkasında;
Hala minik bir çocuğum.
Büyütemezsen kaybolurum…!
Tagore’nin gençliği, Bengal’de Avrupa ruhunun tesiri altında oluşan yeni hayatın, modern edebiyat sınıfına ilk eserinin ortaya çıktığı zamana tesadüf ediyordu. Bu durum Tagore’nin ruhunda büyük bir tesir yapar ve Yurt ve Dünya adlı romanını yazar. İngiltere’den döndükten sonra bütün gün bahçelerde, kendini saran tabiatın diliyle söylenmiş şiirlerini yazmakla geçiriyordu. Genellikle inzivaya çekilerek babasının evinde yaşıyor veya hakimlik yapan kardeşine refakat ediyordu. On dokuz yaşında ortaya koyduğu ilk romanıyla şöhreti yakalamış olan genç şair bu sıralarda olgunluğunu ve tamamen çizilmiş çehresini buluyordu. Tagore, hikayelerinde ve romanlarında Bengal halkının karakteristik özelliklerini gerçekçi bir biçimde olduğu kadar romantizmi de kullanarak sadece kendisine özgü tarzıyla dile getirir.
Seni – Yalnız Seni
Seni – yalnız seni der yüreğim
Yalnız seni – yalnız seni – yalnız seni
Günümde gecemde nice tutkularım
Seni der – yalnız seni – yalnız seni
Bir ışık dileği şavklanır karanlıklarda
Derininden derininden seslenir bilincin
Yalnız seni der – yalnız seni – yalnız seni
Nasıl çarparsa vargücüyle karayel
Durgunluğa suskunluğu -son- diye
Öyle çarpar aşkına başkaldırışım
Öyle çarpar – öyle ses verir acılı:
Yalnız seni der – yalnız seni – yalnız seni – yalnız…
(Çeviri: Tarık Dursun K.)
1883, eşi Mrinalini Devi Raichaudhuri ile
Tagore, 23 yaşında Mrinalini Devi Raichaudhuri ile evlenir. Bu yıllar içinde birtakım dramatik eserler verir. Şair, yirmi beş yaşından otuz beş yaşına kadar geçen yıllarında Bengal dilinde yazılmış en güzel aşk şiirlerine ve çocuk şarkılarına hayat verir. Tagore’nin bu evlilikten üçü kız olmak üzere beş çocuğu olur. Tagore, 1901 yılında ilk önce kendi çocukları ile birkaç dostunun çocukları için bir okul kurdu. Okulda sadece kitaplar üzerinden eğitim verilmesine, dört duvar arasında kalıp eğitim alma durumuna karşıydı. Doğa ile birleşmekten yanaydı eğitim anlayışı. Tagore, tam okulunu kurduğu senelerde çok sevdiği eşini ve ardından iki çocuğunu kaybetti. Bu acı olaylardan sonra tamamen inzivaya çekildi.
Tam Öğle Vaktiydi Gittin
Tam öğle vaktiydi gittin
Güneş ortalığı yakıp kavuruyordu
Balkonda bir başımaydım gittin
Ilık rüzgarlar esti ardından
Güvercinler uçuştu gökyüzüne
Baktım. Bir arı odamda oraya buraya uçtu
Köy öğle sıcağıyla uyuyordu baktım
Adını yazdım gökyüzünün maviliğine
Saçlarımı örmeyi unutmuştum
Irmak usulcana aktı gölgeli kıyıdan
Tembel beyaz bulutlar bana mısın demedi
Saçlarımı örmeyi unutmuştum
Tam öğle vaktiydi gittin
Köy öğle sıcağıyla uyuyordu. Soluk soluğaydı tarlalar
Güvercinler gökyüzüne uçmuşlardı
Balkondaydım. Yalnızdım. Bir başımaydım
Tam öğle vaktiydi gittin…
(Çeviri: Tarık Dursun K)
Büyük bir aşkla bağlandığı karısı için yazdığı Bahçıvan (The Gardener) ve Büyüyen Ay (The Crescent Moon) yazan Tagore, çocuklarını kaybettikten sonra yaşadığı acı karşısında 1912 yılında yeniden İngiltere’ye gitti.
Bahçıvan
Sana söylemem lazım gelen en derin sözleri konuşmak istiyorum; fakat gülersin korkusuyla cesaretim kırık.
Kendime gülmem ve şaka ile karışık, sırrımı yaralamam bundandır.
Istırabımı hafife alıyorum, sen de alırsın diye.
Sana söylemem gereken en gerçek sözleri, anlatmayı diliyorum; fakat onlara inanmazsın korkusuyla cesaretim kırık.
İşte bundan dolayıdır ki, demek istediğimin tersini söyleyerek, onları hakikat değilmiş gibi gösteriyorum.
Sen de gülersin korkusuyla, ıstırabımı gülünecek bir şeymiş gibi gösteriyorum.
Senin hakkında en nadide kelimeleri kullanmayı diliyorum; fakat aynı değerde karşılık alamam korkusuyla cesaretim kırık.
İşte sana zalimane isimler takmamın ve duygusuz kuvvetimle övünmemin sebebi bundandır.
Istırap nedir, hiç bilmezsin diye, seni incitiyorum.
Senin yanında sessiz oturmayı diliyorum; fakat kalbim dudaklarımdan taşar korkusuyla cesaretim kırık.
(Çeviri: Cengiz Durkan)
Büyüyen Ay
Fakat abim güldü. “Sen şimdiye kadar gördüğüm çocukların en ahmağısın. Eğer daha yaklaşsa, ayın ne kadar büyük olduğunu anlarsın.”
“Abicim” dedim, “sana okulda ne saçma şeyler öğretiyorlar… Anne bizi öpmek için başını üzerimize doğru eğdiği zaman, yüzü hiç büyük görünüyor mu?”
Abim daha hala “Sen aptal bir çocuksun…” diyor.
(Çeviri: İbrahim Hoyi)
Uzun süren bu seyahati sırasında İngilizce yazdığı ve Bengal dilinden bizzat İngilizce’ye çevirdiği şiirlerini düzenledi. İşte Gitanjali bu şekilde ortaya çıktı. Gitanjali, Tagore’nin dünyada büyük üne kavuşmasını sağlayan eserlerindendir. Bu çalışmasının ardından Tagore 1913 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü.
Artık Gidiyorum
Artık gidiyorum,
Beni uğurlayan kardeşlerim,
Hepinize eğilerek ayrılıyorum.
Yalnız sizin son ve nazik sözlerinizi bekliyorum,
Uzun zaman komşuluk ettik ama
verebildiğimden çok aldım.
Şimdi gün ağardı,
karanlık köşemi aydınlatan lamba söndü,
Bir davet geldi ve ben yol için hazırım.
Bu ayrılık gününde bana bol şans dileyin
arkadaşlarım,
Beraberimde ne götüreceğimi sormayın.
Seyahatime boş eller
ve ümid eden bir kalple çıkıyorum…
(Çeviri: Bülent Ecevit)
Siyasetçi kimliğinin yanında, şair, yazar, çevirmen olan Bülent Ecevit, Gitanjali’yi henüz 16 yaşındayken Türkçe’ye çevirmiştir.
Tagore, oğlu, iki kızı ve geliniyle
Ardından büyük bir geziye çıktı. Uzakdoğu ülkeleri, Japonya, Kuzey ve Güney ABD halklarını daha yakından tanımak üzere dolaştı. Japonya’da 18 Haziran 1916 günü yaptığı savaşı ve milliyetçiliği yeren ünlü söylevi, dünya tarihinde bir dönem noktası oldu. Batıya yaptığı seyahatler neticesinde İngiltere’de üniversitelerde verdiği nutuklarda özellikle ilk dini, felsefi içerikli nutku Sadhana sebebiyle İngiltere tarafından kendisine 1915 yılında Sir unvanı verilir. Ancak Hindistan’ın bağımsızlığını sağlamak için büyük mücadele veren Gandi’ye destek olmak amacıyla Sir unvanını iade etmiştir. Tagore bu unvanı iade ederken genel vali Lord Chelmsford’a 31 Mayıs 1919’da mektup yazar. Halkın içinde bulunduğu durumu, yurttaşlarına yapılan haksızlıkları dile getirir ve unvanı iade ettiğini söyler.
“Bir gün Ganj’da botla açılmıştım. Güzel bir sonbahar akşamıydı. Güneş henüz batmıştı; gökyüzünün sessizliği, kutsal bir barış ve güzellikle doluydu. Suyun engin yüzeyi kıpırtısızdı ve günbatımı kızıllığının her an değişmekte olan tonlarını yansıtıyordu… Botumuz nehrin sarp kıyısı yakınlarında sessizce süzülürken, kocaman bir balık aniden suyun yüzeyine sıçradı ve sonra da, akşam göğünün tüm renklerini gövdesinde sergileyerek gözden kayboldu. Balık, kendisiyle birlikte, ardındaki yaşam coşkusuyla dolu sessiz dünyayı yansıtan renk cümbüşünü yalnızca bir an için gözler önüne sermişti. Gizemli yaşantısının derinliklerinden güzel bir dans figürüyle çıkmış ve sonuna varmakta olan günün sessiz senfonisine kendi melodisini eklemişti. O anda, kendimi yabancı bir dünyadan kendi dilinde dostça bir selam almış hissettim ve bu selam kalbime bir tutam mutluluk saldı.” (Sadhana)
Kıyıda
Çalışacaksan eğer, testini dolduracaksan gel, gel benim gölüme.
Su, ayaklarına sarılıp gizini mırıldanacak sana.
Gelen yağmurun gölgesi var kumda; bulutlar, kaşlarının
üstüne düşen uzun saçların gibi inmiş ağaçların mavi çizgilerine.
Biliyorum adımlarının ezgisini, kalbimde atıyorlar.
Gel, gel benim gölüme testini dolduracaksan.
Dinleneceksen eğer, kaygısız oturacaksın, testini bırakacaksan
Sulara gel, gel benim gölüme.
Çimenli bayır yemyeşil, sayısız kır çiçeği var.
Düşüncelerin, yuvalarından uçan kuşlar gibi çıkacak koyu gözlerinden.
Peçen, ayaklarına düşecek.
Gel, gel benim gölüme kaygısız oturacaksan.
(Çeviri: Ülkü Tamer)
Tagore ve Einstein
1930’lu yıllardan itibaren hiç resim eğitimi olmamasına rağmen, daha çok resim sanatına yoğunlaşır. Bu yıllarda aynı zamanda bestelerinin bir kısmı da kendisine ait olan şiir ve şarkı derlemeleri çıkarır. 1940 yılına kadar yaptığı, çoğu fantastik masal yaratıklarını içeren yaklaşık 2 bin tablosu bulunur. Tagore, Rabindra Sangeet olarak bilinen Hint müziği kalıplarında bir vokal müzik üslubu geliştirir. Bütün insanların ruhlarının tek hakimi sensin adlı şarkısı 1950 yılında Hindistan’ın ulusal marşı haline getirilir. “Şiirlerim kendi ülkemin insanları içindir. Resimlerimse, Batı’ya armağanımdır” der.
Kazandığı Nobel Ödülü ve para ödülünün tamamını daha önce açtığı okul için kullanır. İlkokulun yanına bir kız okulu, bir sanat ve bir ziraat okulu yaptırır ve 1921 yılında Visva-Bharati adında üniversiteyi açar.
Tagore ve Gandhi, 1940
Çevresindekiler Üstad diyorlardı Tagore’ye, Gandhi ise Büyük Kılavuz diye selamlıyordu onu. Kendisi ise şair, bilge anlamına gelen Kavih adını benimsiyordu. 7 Ağustos 1941’de doğduğu şehir Kalküta’da yaşama veda eder.
Kaynak
Hint ve Şiirin Sesi, Rabindranath Tagore’nin Eğitim Görüşleri ve Şantiniketan Okulu’ndaki Uygulamaları, Yüz On Bir Yıl Önce Bir Mayıs Sabahı