Hititler, M.Ö. 2. binde Anadolu’nun büyük bir kesiminde ve Kuzey Suriye’de hüküm sürmüş dünyanın en eski ve görkemli uygarlıklarındandır.
Hititlerin konuştukları dil Hint-Avrupa grubuna dahil olduğundan, onların Anadolu dışından geldiklerini biliyoruz. Hem nereden hem de ne zaman geldikleri kesin değilse de, krallığın kuruluşundan birkaç yüzyıl önce Anadolu’ya küçük gruplar halinde geldikleri ve zamanla güç kazanarak Hitit Devleti’ni kurdukları düşünülmektedir. Hititler, Orta Anadolu’da yani Hatti ülkesinde varolan köklü kültür birikimini benimseyerek, yeni bir sentez oluşturmuşlardır. Varlıklarını ve devlet yapılarını yaklaşık 450 yıl sürdürmüş, insanlık tarihine pek çok yenilik getirmişlerdir. Her şeyden önce, Anadolu’da devletleşme sürecini başlatmış ilk toplum olmaları nedeniyle Anadolu arkeolojisi ve tarihinde apayrı bir yere sahiptirler. Gerçekten de coğrafyası ve toplum yapısı bakımından yönetilmesi son derece güç olan Anadolu’da, ilk defa Hititler Dönemi’nde siyasi birlik sağlanmış ve bir yönetici sınıf egemenliğini kabul ettirebilmiştir.
Hititlerin Kökeni
M.Ö. 2000’li yıllara kadar Anadolu’ya gelip yerleşen kavimler arasında Hurriler, Luwiler, Asurlular, kendilerini Neşalılar diye adlandıran ve Hititler’ in ilk gelen gruplarından oldukları kabul edilen Hattiler vardı. Bütün bu kavimlerin küçük ve birbirinden bağımsız birer kent devleti halinde var olduğu bu dönemin sonuna doğru Anadolu’ya Hititler geldi. M.Ö. II. binin başlarında Anadolu’ya gelip önce Yeşilırmak boylarına yerleşen Hititler’in menşei tartışmalıdır.
Hint-Avrupalı kavimler, bir kısmı Balkanlar, diğer kısmı da Kafkasya üzerinden dalgalar halinde Anadolu’ya girmişler, o tarihlerde var oldukları bilinen yerleşmeleri yakıp yıkmışlar, sonra da onların üzerinde kendi kentlerini kurmuşlardı. İ.Ö. 2. bin yılda Anadolu’nun en önemli ekonomik ve sosyopolitik güçleri olan Troialıların ve Hititlerin bu kitlesel göçler sırasında Anadolu’ya giren kavimler arasında yer aldıkları bilinmektedir. İ.Ö. 1700–1250 yılları arasında var olduğu belirlenen ve Homeros destanlarına konu olan Troia VI ve Hitit İmparatorluğu’nun başkenti Hattuşa bu süreci yaşayan iki önemli örnektir.
Büyük Galeri’deki Tudhaliya kabartması, küçük galeri ve tapınağın üçüncü evresinin IV. Tudhaliya zamanında yapıldığı düşünülmektedir.
Hititlerin Anadolu’da Ortaya Çıkışı
Anadolu’ya Boğazlar üzerinden mi, Kafkaslar üzerinden mi yoksa Mezopotamya’dan mı geldikleri de tartışmalı bir konudur. Bugün bu konu tam olarak çözülmüş değildir. Araştırmacı J.G. Macqueen’e göre, yaklaşık olarak M.Ö. 2000 dolaylarında Anadolu’ya akın eden Hint-Avrupalı kavimlerle doğudan, Kafkasya yoluyla doğrudan Anadolu’ya gelmişlerdir. Arkeolog, eskiçağ filolojisi hocası A. Muhibbe Darga’ya göre, Balkanlardan boğazlar yoluyla veya deniz yoluyla Orta Karadeniz Bölgesine buradan da büyük nehir vadilerini izleyerek Orta Anadolu’ya gelmişlerdir. Füruzan Kınal’a göre, Kafkasya yolu ile önce Kuzey Mezopotamya’ya gelmişler ve çivi yazısını burada öğrendikten sonra Anadolu’ya girmişlerdir. Hititlerin, I. Hattuşili’nin güneye yaptığı sefer sırasında çivi yazısını öğrenmiş olabilecekleri şeklinde başka bir görüş olsa da; Kafkaslar üzerinden geldikleri görüşü öne çıkar.
Hatti halkı yani Anadolu halkı diye bilinen insanların adı Tevrat’ın İbranice aslında Ht halkı diye geçer. Ht ile gösterilen Hatti halkının İbraniceleştirilmiş biçimi olan sözcüktü, ama İbranice’nin yazısında sesli harf bulunmadığından, yalnız Ht harfleri kullanılmıştı. Asur belgelerinde bu halk ve ülkesi Heta diye anılır. Mısır hiyeroglif yazısında ise o yazının da sesli harfi bulunmadığından, Ht değeri taşıyan Hiyeroglif işareti kullanılır. Tevrat’ı Almanca’ya çeviren Martin Luther, Ht ile gösterilmiş sözcüğü, Hethit’er diye; İngilizce ve Fransızca’ya çevirenler ise Hititler diye okuyup alırlar. Çünkü o sırada hatta 19.yy.a kadar bu halk üzerine hiçbir şey bilinmiyordu. Gerçekten Tevrat’ın Türkçe çevirisinde de aynı halk bazen Hititler diye bazen de Hetler, Het Oğulları, Hittiler diye anılır.
Geyikli, Güneş Kursu
Anadolu’da Hititler
Hititler, Anadolu’ya geldikten sonra, başlangıçta küçük kent devletleri halinde yaşadılar. Asur metinlerinde adı Hattuşa olarak geçen Hattuş’ta, bu küçük kent devletlerinden biriydi. Hitit öncesi, İ.Ö. 19. ve 18.yüzyıllarda Hattuş’ta, yerli Hatti halkının yanı sıra, Asurlu tüccarlar konaklamaktaydılar. Kentin bu dönemi ile ayrıntılı bilgi bulunmamakla birlikte, Hattuş kralının büyük kalede oturduğu, Hattuş Karumu’nun (ticaret kolonisi), Büyükkale’ nin kuzeybatısında bir teras üzerinde yerleşmiş olduğu görüşü vardır. Burası, daha sonra büyük Hitit tapınağının inşa edildiği yerin hemen kuzeyinde bulunmaktadır. Hattuş’taki Asur ticaret kolonisi, yaklaşık 50 yıl işlevini sürdürmüş ve bir yangınla sona ermişti. İ.Ö. 17.yüzyılın başlarında, Orta Anadolu’daki küçük kent-devletleri, bir federasyon şeklinde örgütlenerek, Hitit Devleti’ni kurdular. Bu örgütlenmenin en önemli özelliği, büyük kralın yanı sıra, başlangıçta, bir asiller meclisinin Anadolu’nun ilk siyasal birliğini kurmada ve yöneticilerin seçiminde söz sahibi olmasıdır. Kısa bir süre sonra, yönetimdeki krallar Hattuş’u başkent yaptılar. Kentin Hitit öncesi adı olan Hattuş, Hititçe’de Hattuşa’ya çevrildi ve burada oturmaya başlayan ilk Hitit kralı da, “Hattuşalı” anlamına gelen “Hattuşili” adını aldı. Hititler I. Hattuşili döneminden başlayarak oldukça yayılmacı bir politika izlediler ve İ.Ö. 14.yüzyıla gelindiğinde, çok geniş bir alanın denetimini ele geçirdiler. Bunu belirleyen temel etmen, bölgeler arası uzun mesafe ticaret yollarını denetim altında tutmaktır.
Hititlerin I. Şuppiluliuma döneminde ulaştığı en geniş sınırlar.
Hitit Dili
Hitit dili, Anadolu’nun yerli dillerinden biri değildi ve ülkeye Hatti ismi, Hititlerden önce bu topraklarda yaşayan ve bizim Hattililer olarak adlandırdığımız bölge halkı tarafından verilmişti. Bu dönemden sonra Hint-Avrupalı Hitit dili, Hatticeye rağmen kullanıldı. Büyük bir olasılıkla aynı tarihlerde, Anadolu’nun diğer kısımlarında Hint-Avrupa kökenli Luvi ve Pala dilleri konuşuluyordu. Dolayısıyla bu Hint-Avrupalı göçmenlerin Hatti bölgesine gelmeden önce kendilerine Hititler veya buna benzer bir isim vermediklerinden yeterince emin olabiliriz.
Eski Krallık Dönemi
Hititler’ in tarihinde, İ.Ö. 1660–1640 dönemine “Eski Krallık” dönemi denir. Eski Hitit Devleti’nin bilinen ilk büyük hükümdarı Labarna (Labarnaş) dır. Labarna döneminde (M.Ö. 1660–1630) Hitit Devleti, Anadolu’daki siyasal bütünleşmeyi genişletmiş, Kapadokya bölgesi alınarak devletin sınırları Karadeniz kıyılarından Toroslar’a kadar uzatılmış ve Toroslar’daki geçitler üzerinde denetim kurulmuştur. Ancak I. Hattuşili ve I. Murşili’nin 60 yıllık parlak döneminden sonra gelen 9 kralın 100 yılı aşan egemenliği boyunca Hitit Devleti gücünü yitirir özellikle güney ve güneydoğudaki Hitit etkisi büyük ölçüde azalır.
İmparatorluk Dönemi
Hititlerin İ.Ö. 1460–1190 dönemine “İmparatorluk” dönemi denilmektedir. Hitit Devleti’nin daha çok iç çekişmelerden kaynaklanan bu karanlık ve küçülme dönemi fazla sürmez. M.Ö. XV. yüzyılın ortalarında Hititler’in başına yeni bir hanedan geçer. Bu hanedana mensup krallar (II. Tudhalia, I. Arnuvanda, III. Tudhalia) öncelikle elden çıkmış bulunan Kuzey Suriye’yi yeniden ele geçirmeye çalışırlar. Böylece Hitit Devleti yeniden büyük devlet olmaya başlamıştır. Ancak yine de zaman zaman çıkan iç karışıklıkların devletin bütünlüğünü tehdit ettiği görülür. M.Ö. ikinci binin ortalarında Yakındoğu’nun Mısır’dan sonra en büyük siyasal gücü Huri-Mitanni Devleti idi. Ancak kısa bir süre sonra onun yerini Büyük Hitit Krallığı aldı.
Bu dönemde, Hitit Devletini tarih sahnesine çıkaran Şuppiluliuma’dır. (M.Ö. 1380- 1340 ?) Şuppiluliuma öncelikle Anadolu’da birliği yeniden sağladı. Daha sonra Suriye’yi ele geçirmek üzere harekete geçti. Önce Amurru Prensliği ile anlaştı. Mitanniler’le savaşarak Halep’ i aldı. Daha sonra yeniden Anadolu’da bir kez daha çıkan karışıkları bastırdı. Sonra yeniden Suriye işlerine karışarak bazen diplomasi ile (özellikle evlilik ilişkileriyle) bazen savaşla Fırat Nehri’nden Akdeniz’e kadar olan Suriye ve Lübnan topraklarını ele geçirdi. Suriye’deki Mısır varlığına son vermiştir. Hatti Ülkesi’ndeki durumu sağlamlaştırma mücadelesinin yirmi yıl sürdüğünden söz edilmektedir. Hattuşa kentinin güneyindeki büyük surlarını da yaptıran Şuppiluliuma’ydı.
Hitit, İnandık Vazosu (Çankırı İnandık Köyü yakınlarında bulundu; üzerindeki resimler kutsal tanrılarının evlilik törenini anlatır.)
Kadeş Savaşı ve Antlaşması
Mısır tahtına geçen II. Ramses, Suriye’yi ele geçirmek istemekteydi. Hitit Devleti arasında baş gösteren bir anlaşmazlık sebebiyle Amurru prensinin kendisinden yardım istemesini, Suriye’ye müdahale için bahane sayan II. Ramses Suriye’ye girdi. M.Ö. 1274’de Kadeş’te karşılaşan iki ordunun ilk çatışmasında 4500 savaş arabası olan Hititler, savaşın başlarında Mısırlılara karşı üstündür. Hititler’in disiplinsizliğinden yararlanan Ramses, canını zor kurtarabilmişti. Kadeş Savaşı Hititlerin zaferiyle sonuçlandı. III. Hattuşili, Hitit Kralı olunca gittikçe güçlenen Asur tehlikesine karşı Babil Krallığı ve Mısır’la anlaşmayı tercih etti. M.Ö. 1280 yılında III. Hattuşili ile II. Ramses arasında ve tarafların eşitliği esası üzerine bir antlaşma yapıldı. Tarihin hükümleri yazıya geçirilmiş bilinen ilk antlaşması olan Kadeş Antlaşması’na göre: Mısır Kuzey Suriye’yi Hititler’ e bırakırken; iki hükümdar birbirlerine karşılıklı yardım için söz vermekteydiler. Hatta III. Hattuşili bununla da yetinmez ve kızını II. Ramses’e vererek ikili ilişkileri evlilik bağı ile de takviye eder.
Kadeş Antlaşması, İstanbul Arkeoloji Müzesi
Hititlerin Genişlemesi
Başlangıçta Hatti Ülkesi Anadolu yaylasının merkezinde bulunuyordu. Bölge, bozkırlarla, otlaklarla kaplı, kuzeyde ve güneyde ormanlık Karadeniz ve Toros Dağları’yla çevriliydi. Orta Anadolu düzlüğü doğuda yüksek yaylalara uzanıp Yukarı Fırat’a varırken, batıda Tuz Gölü, Sakarya Nehri’nin orta kesimi ve Porsuk Çayı’nın yukarı bölgesi arasında yükselti gitgide azalır. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar yağışlı ve soğuk, yüksek bölgeler kar yağışlı olduğuna göre, yörede yaşam oldukça zorluydu. Hititler, krallıklarının merkezinden çıkıp, Anadolu’nun ve hatta güneyinde Mısırlıların hüküm sürdüğü Suriye’nin kuzeyinin büyük bölümünü egemenlikleri altına almış, bundan başka, Kıbrıs adasını topraklarına katmışlardır.
Hititlerin Yıkılışı
III. Hattuşili’den sonra Hitit Devleti her yönden gelen tehlikelerle karşı karşıya kaldı. İçerde, bağlı prenslikler ayaklandı; dışarıda ise Asurlular Ön Asya’yı tehdide başladılar. Diğer yandan batıdan ise Mısırlılar’ın Deniz Kavimleri dedikleri kavimlerin göç dalgası başladı. Bu ortam içinde önce Asurlular Hitit ordularını yenerek Doğu Anadolu’yu ele geçirdiler. Ama Hititler’i yıkan asıl neden Trakya’dan gelerek Anadolu’ya geçen kavimler ve özellikle bunların başında bulunan Frigler olacaktır. Frigler Batı Anadolu’daki diğer kavimlerle birleşerek ani ve muazzam bir akın halinde gerçekleşen ve tarihe Ege Göçleri adıyla geçen kavimler hareketinin öncülüğünü yapmışlar ve siyaseten çökmekte olan Hitit Devleti’ni yıkmışlardır. M.Ö. 1200’ler böylece başta Hattuşaş olmak üzere bütün Hitit şehirleri bu yağmacı ve barbar kavimlerce yağma ve tahrip edilmiştir.
Kral Şuppiluliuma Heykeli; Hatay Arkeoloji Muzesi
Geç Hitit Devleti
Hitit Devleti M.Ö. 1190-1180’lerde yıkılınca gerek istila dalgasından kaçan ve Toroslar’ ın doğusuna çekilerek burada aynı ırktan geldikleri Mitanni-Hurriler’le kaynaşanlar, gerekse istilacı güçlerin Suriye yönüne sarkması üzerine geri dönenler Güney Anadolu ve Kuzey Suriye’de bazı küçük krallıklar kurdular. Bunlara Geç Hitit Devletleri denir.
Geç Hitit Devletleri olarak da adlandırılan krallıklar şunlardır: Gaziantep’te Kargamış; Antakya ve Amuk Ovası dolaylarında Pattin (Unqi); Gaziantep ve güneyinde Sam’l; Kahramanmaraş ve dolaylarında Gurgum; Malatya ve çevresinde Melid; Adıyaman dolaylarında Kummuhu; Çukurova ve kuzeyinde Que ve Hilakku; Kayseri ve dolayları Tabal’dır.
Hitit Savaş Arabaları
Hitit Kanunları
Hitit kanunlarının ilk olarak hangi kral tarafından yazdırıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, Hititler kanunları yaparken, bir düzene sokmanın beraberinde getirdiği tutuculuktan kaçınılmış ve değişen ihtiyaçlara göre yenilenmiştir. Toplamda 200 maddeden oluşan Hitit kanunlarının ilk 100 maddesi “eğer bir adam” ile başlar ve cürümler ile alakalı olup diğer 100 maddesi ise “eğer bir bağ” ile başlar, tarım ve hayvancılığa yöneliktir. Hitit kanunları, gerek kanunların yazılı olduğu tabletlerde kullanılan yazı karakterleri ile yazım ve dilbilgisi kurallarındaki yeniliklerden, gerekse pek çok kanun hükmünde rastlanan “eskiden” ve “şimdi” kelimeleri ile belirtilmiş reformlara göre, dört aşamadan geçmiş olup:
1. İlk önce geleneksel düzenlemeler toplanmış,
2. Sonra işkence cezaları yerine tazminat olarak hayvan kurbanları konulmuş,
3. Ardından ölüm cezaları kısıtlanmış ve maddi cezalar arttırılmış,
4. Sonunda para cezalarının miktarında indirimlere gidilmiş ve bu aşamalar, I. Murşili döneminden IV. Tuthaliya dönemleri arasındaki zaman zarfında gerçekleştirilmiştir.
Hitit’ler insan haklarına önem verirdi; Asur kanunlarında görülen acımasız yargılar ve işkenceler Hitit hukukunda görülmemekteydi. Kölelerin bile hakları güvence altındaydı. Doğulu ülkelerde karşılaşılan kardeş evliliği, Hititlerde ölüm cezası ile yasaklanmıştı. Hitit’lerde, erkek ve kadının eş değerde olduğunu, kraliçelerin nerede ise krallarla aynı haklara sahip olmasından anlıyoruz. Harem yalnızca sarayda vardı; halk arasında çok kadınla evlilik geleneği yoktu.
Hititlerde Din
Hitit dini çok tanrılı bir dindi; binlerce tanrıları ve tanrıçaları vardı; bu nedenle “Bin tanrılı toplum” denir. Hitit çivi yazılı metinlerde kutsal varlıklar “Tanrı” anlamına gelen “Dıngır” ile belirtilmektedir. Hititler’de tanrılar tıpkı insanlar gibiydi. Fiziksel şekilleri insan gibi olduğu kadar ruhen de onlarla aynı olup insanlar gibi yerlerdi, içerlerdi, kendilerine iyi bakıldığı sürece insanlara iyilik ederdi; ancak ihmal edildikleri zaman hemen intikam almaya , en acımasız yöntemlerle cezalandırmaya hazırdılar. Baş tanrı gök tanrısı Teşup’tur. Kral, onun adına ülkeyi yönetir. Hititlerde büyü, fal ve kehanetler de dini ritüel olarak kabul edilir ve Hitit dinsel yaşamında önemli bir konuma sahip olmuştur. Bayramlar, tanrıların öfkesini uzaklaştırmak ve sevgilerini kazanmak amacıyla yapılırken, büyü ve fal gibi ritüeller kişiye özgü olup genellikle; tanrıların öfkesini başka yerlere veya kişi ve kişilere yönlendirmek, gelecekleri hakkında bilgi edinmek veya savaş gibi önem arz eden durumların kendileri için nasıl sonuçlanacağını tanrılardan öğrenmek için yapılırdı. Katılımcıların istek, yakarış ve dualarına müzik ve dinî şarkılar eşlik ederken ritüelleri deneyimli kişilerce düzenlenirdi. Tedavi yapan kişiler hem büyü, hem de şifalı bitki karışımlarını yapabilen okuryazar insanlar iken hekimler ile doğum yaptıran kişiler olan “haşava” unvanlı kadınlar, çoğu zaman kâhin, falcı, büyücü ve büyücü rahiplerle birlikte çalışıyorlardı.
Hititlerde, metinlerden elde edildiği kadarıyla hepsi hakkında detaylı bilgilere sahip olmazsak ta 160 tane bayram ismi geçmektedir. Tanrılara karşı yerine getirilmesi gereken sorumluluklardan biri olan ve yılın belirli zamanlarında kutlanarak tanrıların himayesinin sağlandığı bayram törenleri genellikle tapınaklarda veya kutsal kabul edilen akarsu ve dağ gibi alanlarda yapılırdı. Bu törenlere kral ve kraliçenin yanında devletin üst düzey yetkilileri, yabancı ülkelerin temsilcileri, kralın özel hizmetkârları ve rahipler katılmıştır.
Hitit mezarlarında ele geçen hediyeler ise ölümden sonraki bir hayata inandıklarını gösterirken, sıradan insanlar öldükten sonra yeraltına giderken krallar öldükten sonra tanrılaşarak gökyüzüne çıkmaktadır. Hititlerde hem inhümasyon (yakmadan gömme) hem de kremasyon(yakarak gömme) gelenekleri mevcuttur.
Tanrı Teşup, sol elinde şimşek demeti ve sağ elinde baltası ile tasvir edilmiş, Gaziantep Arkeoloji Müzesi
Hititlerde Mimari
Hititler, ilk kez 1834 yılında Hitit başkenti Hattuşaş ile Charles Texier tarafından Dünya’ya tanıtılmıştır. Başlangıcı 1906 yılına dayanan arkeolojik çalışmalar ile taş temelleri günümüze kadar ulaşmış olan görkemli bir kentin mimarisini ortaya çıkarmıştır. Hitit mimarisinin en güzel örnekleri başkent Hattuşaş (Boğazköy), Alacahöyük, Maşathöyük (Tapigga) gibi yerlerde görülmektedir. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki; Büyük Tapınak bir mabet olmasının yanı sıra iş evi, arşiv odası gibi farklı işlevlere sahip mekânlar da barındıran büyük bir komplekstir. Dini tören ritüellerine uygun olarak tapınak alanlarında mahrem alanların ve kutsal bölümlerin oluşturulması, özel avlu ve girişler, depolama alanları akılcı bir tasarımın göstergesidir. Yatayda genişleyen ve işlevlerine göre bölümlere ayrılan mekân kurgusu, işlevsellik, çevreye hâkim konumu ve malzeme seçimleri ile örnek bir mimari yapıdır.
Anadolu’da Hitit Mimarisinden çok daha yakın tarihli inşa edilmiş olan Selçuklu-Osmanlı külliyeleri ve Topkapı Sarayı’nın da Hitit mimarisinin plan özelliklerini gösterdiği görülmüştür. Özetle Hitit tapınak mimarisinde günümüz Anadolu mimarisinde de karşılaşabileceğimiz; hımış yapı tekniği, iç avlu, asimetrik plan kurgusu, su-ibadet-mekân ilişkisi, doğal aydınlatma, ahşap pencere kapakları, bit-hilani plan tipi, aslan figürünün mekânda kullanımı ve belki de en önemlisi birden fazla eylemi, işlevi barındırması gibi tasarım unsurlarının olduğu anlaşılmıştır.
Çorum Alacahöyük Ören Yeri Sfenksli Kapı
Hititlerde Sanat
Geç Hitit ve Hitit İmparatorluğu dönemi sanatına bakıldığında Hitit sanatını anlamak mümkündür. Keramik, mimari, heykel ve mühürcülük sanatlarında usta eserler vermişlerdir. Geç Hitit döneminde ilk eserlerini görmek mümkündür. Bu dönemde yapılan eserlere dikkat verildiğinde Hitit sanat anlayışının ortaya çıktığını ve yön verdiklerini söylemek doğrudur. Keza Hitit sanat üslubu ve biçemi bu dönemde şekil almıştır. Görsel açıdan farklı olduğu kadar diğer medeniyetlerin kültürlerine de benzerdir. Kendilerine ait heykel sanatı bulunan Hititlerin, Geç Hitit döneminde önemli ve başarılı heykel ustaları bulunmuştur. Bu dönemde resim ve heykel sanatına yön vermişler ve Yeni Hitit döneminde de bu anlayış devam etmiştir. Ancak Keramik sanatında bu durum farklıdır. Geç Hitit’te kaliteli ve başarılı olan Keramik (topraktan yapılan çanak, çömlek) sanatı, Yeni Hitit döneminde gerileyerek kalitesizleşmiştir.
Mühürcülük sanatında da yine farklılıklar olsa da aksine Yeni Hitit döneminde mühürcülük gelişerek farklılık sağlamıştır. Geç Hitit döneminde sadece kraliyet ailesine ve soylu kişilere ait mühürler bulunmasına rağmen Yeni Hitit döneminde ek olarak halktan kişilere de mühür yapıldığı ve onların kullandığı görülmüştür. Bu sanatın son dönemlere doğru gelişim gösterdiği kabul edilmiştir.
Yeni Hitit dönemi sanatında Geç Hitit döneminden farklı bir gelişim ise şehir kapılarıdır. Bu dönemde çokça kullanılmış ve yer verilmiştir. Kralın gücünü gösteren bu kapıları aynı zamanda dini gücü de yansıtacak şekilde yapılmıştır. Hitit mimarisinin özelliklerine bakacak olursak asimetrik bir düzen hâkimdir. Fakat anıtsal kapılarda ve şehir kapılarında simetri uygulanmıştır. Hitit başkentinde altı şehir kapısı bilinmektedir. Bunların içinde en çok tanınanları Kral Kapısı, Yer Kapı/Sfenksli Kapı ve Aslanlı Kapıdır. Bu isimler, kapıları süsleyen heykellere izafeten verilmiştir.
Kaynak
Hititi Uygarlığı Alacahöyük Yerleşim Yerine Ait Jeoarkeolojik Bulgular, Hitit Tanrılar Topluluğunda Bir Tanrıça: Kappariyam, Tevrat Ve Hititiler; (Hitit Siyasi, Kültür ve Dini Dünyası ile Tevrat’ın Mukayesesi), Hititler, Bir Anadolu İmparatorluğu, Hitit Uygarlığında Büyük Tapınak Mimarisi Ve Etkileri, Hitit Medeniyeti, Hitit Devletinin Kuruluş Aşaması, Hitit Uygarlığının Çağdaş Türk Resmine Etkisi, Hitit Yazılı Belgelerine Göre Anadolu’da İktisadi Hayat, Hitit Uygarlığı; Tekstil Sanatları Tarihi 1, Hitit Sanatında Tanrıça Kültü Ve Kadının Yeri, Hititler: Boğazköy’den Yükselen Bir Yönetim Güneşi