John Peter Berger, 5 Kasım 1926’da Londra’nın kuzeyindeki Stoke Newington’da dünyaya gelir. Babası Stanley, bir Macar göçmenidir ve Birinci Dünya Savaş’ında piyade subayı olarak görev yapar, Askeri Haç ile ödüllendirilir. Resim yapmayı seven ve kendi kendini yetiştiren birisidir.
John Berger, 2016 yılında gösterime giren hayatını anlatan The Seasons in Quincy adlı belgeselde rol alan ve 20 yıllık arkadaşı oyuncu Tilda Swinton’a, babasının elmaları nasıl kestiğini ve soyduğunu anlatırken, büyük bir sevgiyle babasının onun bir avukat, doktor ve bir İngiliz beyefendisi olmasını istediğini de dile getirir.
Londra’nın güneyindeki Bermondsey’de doğan annesi Miriam, Berger’in söylediğine göre “çok gizemli, çok ketum” birisidir. Ancak oğlunun bir gün yazar olacağına dair tutkusunu hiç gizlemez. Annesi aynı zamanda bir Süfrajet’ti. Süfrajet, 20. yüzyılın başlarında Birleşik Krallık ve ABD’de pasif direniş, kamu toplantılarını bölme, açlık grevi yapma gibi yollarla kadınların seçme ve seçilme hakkını savunan, az çok organize olmuş radikal kadın hakları savunucuları. Ancak bu adlandırma küçümseyici bir anlam da barındırıyor.
John Berger
Berger’in “sadizm, işkence, zorbalıkla dolu, biraz totaliter bir sistem ve kesinlikle canavarca bir yer” olarak tanımladığı yatılı okulu St Edward’s Oxford hakkında konuşmayı pek sevmez. Berger 6 yaşında girdiği okuldan 16 yaşında kaçar. Üniversiteye gitmemeyi tercih edip kendini gerçek anlamda hayatın ortasına atıvermiş, bir yandan bu süreçte tutkusu olan resim üzerine kendi kendini yetiştirmiş.
Dünyanın adaletsiz olduğunu ilk olarak okulda mı anladınız sorusuna cevabı şöyledir: “Daha erken yaşta öğrendim; 5 civarında. Annem beni okula göndermek, para kazanmak için bisküvi, şekerleme ve çikolata yapardı. Her zaman mutfakta çalıştığı için onu pek görmezdim. Ama bir keresinde mutfaktaydım ve bisikletli genç bir adam içeri girdi ve iki kalıp çikolata istedi. Annem fiyatını söyledi ve o da “affet beni, bu para bende yok, benim için çok pahalı” dedi ve çikolata almadan çıktı. Ve bu olay beni çok etkiledi. Ne annemi suçlayabilirdim, ne de yeterli parası olmayan o adamı.”
John Berger ve belgesel fotoğrafçı Jena Mohr
Berger, Londra’daki Chelsea School of Art’da resim öğrenimini yarım bırakıp, 1944-1946 yıllarında İngiliz ordusunda bir askeri talim kampında onbaşı olarak göreve başlar. Genellikle işçi sınıfından gelen acemi erlerle arkadaşlık eder ve sonrasında onların katibi haline de gelir; onların mektuplarını yazar. Askerlik sonrası yarım kalan resim öğrenimine devam eder.
1948’den 1955 yılına kadar Londra’nın güneybatısındaki Strawberry Hill’de ve Twickenham’daki St Mary’s Öğretmen Eğitim Koleji’nde resim dersi verir. Bir yandan resim yapmaya devam eder ve çalışmalarını Leicester, Redfern ve Wildenstein galerilerinde sergiler. Bu durum, bir arkadaşı onu BBC Dünya Servisi için sanat üzerine bir dizi konuşma yapması için davet edene kadar devam eder. Artık resimden çok politikaya ilgi duyduğunu görür; komünizm ile o sıralarda tanışır; üye olmamasına rağmen Komünist Parti yayınlarına çeşitli metinler kaleme alır. 1952 yılında Londra siyasi ve kültürler bir dergi olan New Statesman için yazmaya başlar; 10 yıl süren bu dönemde Marksist yaklaşımlı başarılı yazılarıyla dikkatleri üzerine çeker.
John Berger, fotoğraf: Jean Mohr, 1966
Zamanımızın Bir Ressamı adlı ilk romanı 1958’de yayımlanır. Kitapta, İkinci Dünya Savaşı öncesinde Macaristan’dan kaçarak Londra’ya sığınan devrimci ressam Janos Lavin’in sanat anlayışı ve siyasal görüşleri aracılığıyla batı dünyasında sanatçının yerini araştırır. Bu kitapta sol ideolojiyi benimseyerek gerçeklik vurgusunu önemser. Böylelikle okuyucu da bu romanının baş karakterinin var olduğu inancını doğurur.
“Çizginin gücüyle kıyaslandığında rengin gücü yok hükmündedir; doğada mevcut olmayan o çizgi, gerçek nesneyle karşılaşınca somut olan şeyi gören gözden daha keskin bir biçimde ortaya çıkarabilir ve gösterebilir. Çizmek, elle bilmek demektir. Dünyanın katı, somut olduğunun kanıtı bir sanatçının zihninde doğup kaleminin ucundan dökülür.” (Zamanımızın Bir Ressamı)
John Berger’in çizimi, Maggi Hambling
“Eğer bir hikaye anlatıcısıysam, dinlediğim içindir. Dinlerseniz hikayeler size her zaman gelir…” diyen Berger’in bulduğu hikayeler genellikle beklenmedik kişilerle karşılaşmalarından gelir. 1962 yılında yayımlanan Şanslı Bir Adam’da bir kasaba doktorunun yaşamını anlatır. Kimileri bu kitabı gezi günlükleri ve anılara benzetse de, kitap bir topluluğun yaşam biçimlerini ve bir mesleğin görsel deneyimlerini aktardığı için aynı zamanda etnografiktir.
“Dindirilen bir acının toplumsal değeri nedir? Kurtarılan bir hayatın değeri nedir? Ciddi bir hastalığın iyi edilmesinin değeri, ufak bir şairin daha iyi şiirlerinden birine kıyasla nedir? Doğru ama son derece güç konmuş bir teşhis, kocaman bir tuvalde resim yapmakla nasıl kıyaslanır?” (Şanslı Bir Adam)
John Berger, fotoğraf: Libby Hall, 1966
1972 yılında ünlü bir İtalyan fahişenin siyasi olarak reşit olmasına ilişkin kurgusal postmodern romanı “G” ile Man Booker Ödülü’nü alır. Man Booker Ödülü, dünyanın en saygın edebiyat ödüllerinden biridir. İngiliz Milletler Topluluğu veya İrlanda Cumhuriyeti vatandaşı olan yazarların, İngilizce olarak kaleme aldıkları eserlere verilir. Berger ödül töreninde 5 bin sterlinlik bu ödülün yarısını Karayiplerdeki Kara Panter adlı devrimci harekete bağışlayacağını, öbür yarısını da Avrupa’daki göçmen işçilerle ilgili kitabı A Seventh Man’ın (Yedinci Adam) hazırlanması için kullanacağını açıklar. Bu olaydan sonra Britanya’nın en radikal kişileri arasına giren Berger, Britanya’yı terk eder ve Fransa’ya yerleşir.
Marksist hümanist pencereden bakan duruşunun yansıdığı G adlı bu deneysel romanını ikinci eşi Anya’ya ve kadın özgürlüğü hareketindeki kız kardeşlerine adar.
“Ahlak, gizem kaldırmaz. O yüzden ahlaki gerçekler yoktur, yalnızca ahlaki yargılar vardır. Ahlaki yargılar, süreklilik ve önceden bilinebilirlik gerektirir. Yeni, beklenmedik şaşırtıcılıkta bir gerçeği özümsemez ahlak. Yok sayabilir böyle bir gerçeği ya da bastırabilir; ama gerçeğin varlığı bir kere su yüzüne çıktı mı, açıklanmazlığı, doğrudan bir ahlaki yargıya karşı bağışık kılar onu.” (G Romanı)
John Berger Man Booker Ödül Konuşması, 1972
John Berger belki de en ünlü eseri olan, 1972 yılında yayımlanan Görme Biçimleri’nde sanat deneyimine yeni bir bakış açısı getirerek, yeni bir izleyici kitlesinin tüketimi ve hazzı için opak bir dünyanın kapılarını araladı. Çığır açan sanat eleştirisi kitabı Görme Biçimleri, Batı kültürel estetiğinin ve imgelerinin incelenmesinin yeni ve radikal bir yorumunu sunan dört bölümlük bir BBC televizyon dizisinden kitaplaştırılmıştır.
“Bu kitabı beş kişi hazırladık. Çıkış noktamız televizyonda Görme Biçimleri adlı dizi konuşmalarda geçen bazı önemli görüşler oldu. Bu görüşleri açmaya, irdelemeye çalıştık. Görüşler söyleyeceklerimizi de, bunları nasıl söyleyeceğimizi de belirledi. Amacımızı ve savlarımızı başka biçimde düzenlenmiş bir kitapta sunamazdık. Kitap yedi denemeden oluşmuştur. Bu denemeler istenen sırayla okunabilir. Denemelerin dördünde hem sözcükler hem de imgeler, üçünde yalnız imgeler kullanılmıştır. Yalnız resimlerden oluşan (kadınlara bakma biçimlerini ve yağlıboya resim geleneğinin çeşitli çelişik yanlarını inceleyen) bu denemeler, yazılı denemeler gibi seyirci okurun kafasında soru uyandırmak amacıyla hazırlanmıştır. Resimli denemelerde yayınlanan imgeler üzerine bazen, hiçbir bilgi verilmemiştir. Bizce bu tür bilgiler dikkati, anlatılmak istenen şeyden başka yere kaydırabilir. Bununla birlikte her resim hakkında istenen bilgi kitabın sonunda verilen Yapıtların Listesi’nde bulunabilir, Bu denemelerde konunun belli yanları dışında başka hiçbir şey üzerinde durulmamıştır. Yalnızca konunun çağdaş tarihsel bilinçlenmeyle aydınlığa çıkan yanları üzerinde durulmuştur. Başlıca amacımız bir sorular süreci başlatmak olmuştur. Görme konuşmadan önce gelmiştir.”
“Erkekler davrandıkları gibi, kadınlarsa göründükleri gibidirler. Erkekler kadınları seyrederler. Kadınlarsa seyredilişlerini seyrederler. Bu durum, yalnız erkeklerle kadınlar arasındaki ilişkileri değil, kadınların kendileriyle ilişkilerini de belirler. Kadının içindeki gözlemci erkek, gözlenense kadındır. Böylece kadın kendi dışını bir nesneye, özellikle görsel bir nesneye, seyirlik bir şeye dönüştürmüş olur.” (Görme Biçimleri)
Yedinci Adam kitabından alınmıştır, Cenevre, 1967
John Berger, komünist parti ya da benzeri oluşuma hiç dâhil olmamış olsa da kendini hep bir Marksist olarak adlandırmıştı ve bu yalnızca bir söylem ya da bir okumalar sonucunda alınmış bir karar değildi. Neredeyse kırk yıl boyunca yaşadığı Fransız Alplerindeki Haute-Savoire’de, köy yaşamının içindeydi ve köylülerle birlikte toprakla çalıştığını, elinden geldiği kadar da onlarla aynı işleri yapmaya çabaladığını anlatmıştır. Bunu yaparken insan emeğinin öneminin, gücünün farkındaydı. Çünkü 16 yaşında İngiltere’de yaşadığı dönemde, yakın çevredeki bir kömür madenine girmiş, oradaki işçilerle bir gününü geçirerek onları izler ve bunun kendisini ne kadar içten etkilediğini söyler.
İnsan emeğinin ham haliyle karşı karşıya kalır, böylelikle emeğe duyduğu saygı genç yaşında iyice perçinlenir. Öyle ki, bunlarla harmanlanan hayatı, yıllar geçtikten sonra onu Yedinci Adam’ı hazırlamaya ve göçmen işçilerin öyküsünü gözleyip anlatmaya iter. 1975 yılında yayımlanan ve belgesel fotoğrafçısı Jean Mohr tarafından çekilen fotoğraflarla desteklenen Yedinci Adam’da hiçbir yere ait olamamış göçmen işçilerin öyküsünü; onları asla küçük görmeden, derin bir empatiyle, sade ama asla basite kaçmayan bir dille anlatabilmeyi nasıl başardığını böylece daha açık biçimde anlarız.
“Şehirleşmiş ülkelerin ekonomisi bakımından göçmen işçiler ölümsüzdürler; ölümsüzdürler çünkü sürekli olarak yerleri başkalarıyla doldurulabilir. Göçmen işçiler doğmaz, yetiştirilmez, yaşlanmaz, yorulmaz, ölmezler. Bir tek işlevleri vardır onların: çalışmak. Hayatlarının bütün öbür işlevleri geldikleri ülkelerin sorumluluğu altındadır.” (Yedinci Adam)
John Berger
1984 yılında yayımlanan şaşırtıcı yalınlıktaki kitabı “Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü” geçen zaman ve bu zamanın geçtiği mekân üzerine yazılmıştır. John Berger’ın bir yazar olarak yaşamı hakkında en çok ipucu taşıyan kitabıdır. Kitaptaki görünür dünyaya, arkadaşlara, hayattakilere ve ölmüşlere, dile ve yaratıcılığa yönelen dikkat, dünyaya duyduğu derin sevgi, en yoğun ifadesini bu kitapta bulur.
“Benden uzakta olduğunda bile benim için varsın. Varlığının bu şekli çok-biçimli: Sayısız imgeler, geçişler, anlamlar, bildiğimiz şeyler ve yerlerden oluşmakta, ama her şeyin altını çizen şeyse, her yere yayılmış yokluğun. Sanki sen bir mekâna dönüşmüşsün, hatların da ufuk olmuş. İşte o zaman bir ülkede yaşar gibi yaşıyorum içimde. Sen her yerdesin. Fakat bu ülkede seninle asla yüz yüze gelemiyorum.” (Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü)
John Berger, 1999
1995 yılında Düğün adlı kitabını yayınladı ve tüm telif haklarını Aids kurbanlarını destekleyen London Lighthouse’a bağışladı. Kamuoyuna hiçbir zaman itiraf etmese de, bu romanın yazılmasına, gelininin AIDS’e bağlı bir virüsten ölmesi neden oldu. Kitap, uzun yılları ve birkaç ülkeyi kapsayan dizilerin zahmetsizce, kumsalda sıradan bir cinsel karşılaşmanın ardından Aids’ten ölmekte olan, başıboş ve fanteziden uzak genç bir kadının, Ninon’un berrak ama neredeyse vizyoner bir hikayesini anlatır.
“İki yüz yıl boyunca, tarihin, bizi daha önce kimsenin bilmediği bir geleceğe götürdüğü bir anayol olduğuna inandık. Kendimizi dokunulmaz sandık. Eski sarayların galerilerinden bütün o kıyımları, son törenleri, tepsiler içindeki kesik başları öyle çerçevelenmiş resimler olarak duvarlarda gördüğümüzde, epeyce yol almışız, diye düşündük, elbette onlara acımayacak kadar değil, ama gene de bizim için artık tehlikenin geride kaldığına inanacak kadar. İnsanlar artık daha uzun yaşıyorlar, acıyı dindiren ilaçlar var. Aya gittik. Kölelik kalktı. Her konuda aklımızı kullanıyoruz. Salome’nin dansında bile. Geçmişin korku ve dehşetini, bütün öyle şeyler Karanlık Çağlarda oldu, diye bağışladık. Oysa şimdi, bir de bakıyoruz ki öyle bir anayolda filan değil, karanlıkta, uçurumun kenarındaki bir çıkıntıda tünemiş duruyoruz.” (Düğün)
John Berger kızı Katya ile, 2012
Berger’in 2009 yılında yayımladığı “Kıymetini Bil Herşeyin” adlı kitabı 2001-2006 arasında yazdığı yazılardan oluşur. Berger, kitabında sorduğu soruların yanıtlarını ve kapitalizm ve küreselleşmenin ekseninde dönen dünyadaki çarpıklıkları; Dvorak’ın müziğinden Filistinlilere, Francis Bacon’un resimlerinden Hiroşima’ya atılan atom bombasına, Pasolini’nin filmlerinden Katrina Kasırgası’na, Irak’ın işgalinden Platonov’un öykülerine, Nazım Hikmet’in şiirlerine, 11 Eylül saldırılarından, Spinoza’ya, Heidegger’e uzanan geniş bir ufukla sorguluyor. Kitabı etkili kılan, bombardımana maruz kalmış, karmakarışık zihinlerimizde her şeyi yerli yerine oturtması, üstelik bunu alıştığımız yöntemlerle değil; hiçbir söyleyeceğinden fedakârlık etmeden, düşünmeye itmekten sakınmadan yapması.
“Arzu karşılıklı olduğunda, dünyanın gidişini belirleyen tüm öteki anlaşmalara meydan okuyan ya da direnen iki kişilik bir sözleşmedir. İki kişinin komplosudur. Yeryüzünün ıstırabını geçici olarak erteleme fırsatı sunmaktır ötekine. Mutluluk değil(!), sadece ıstıraba karşı son derece hassas olan bedeni fiziksel bakımdan bir süreliğine korumaktan ibarettir. Her arzuda şefkat olduğu kadar iştah da vardır; göreli oranları ne olursa olsun bu ikisi bağlıdır birbine. Gönül yarası, olmazsa olmazıdır arzunun. Eğer yeryüzünde hiç yara almamış birileri bulunsaydı, onların arzuyu tatmadan yaşadıkları söylenebilirdi.” (Kıymetini Bil Herşeyin)
John Berger, 2017
Berger, 2011 tarihli Bento’nun Eskiz Defteri adlı kitabını, en sevdiği 17. yüzyıl filozofundan Spinoza’dan esinlenerek yazar. Kahramanı gibi Berger de fiziksel ve ruhsal olanı ayırt etmemeyi tercih eder. Kitapta, genel olarak önemli kişilerin portreleri üzerinden sanatın, hep bizim hem de portre sahibinin gözünden nasıl göründüğünü Spinoza’nın, Ethica eserinden çıkarımlar yaparak anlatır.
“Aslında buradaki temel mesele,” diye karşılık veriyor Arundhati, “Demokrasiye bizim ne yaptığımız. Onu neye dönüştürdük? Demokrasi tüketildiğinde, ne olacak? İçi oyulup da anlamdan yoksun kaldığında? Kurumlarının her biri tehlikeli bir hastalığa dönüştüğünde ne yapacağız? Demokrasiye serbest piyasa artık kaynaşarak, gözü kârını artırmaktan başka bir şey görmeyen, kan emici, yararsız ve dar ufuklu tek bir organizmaya dönüştüğüne göre, ne olacak? Bu süreci tersine çevirmek mümkün olabilir mi? Değişime uğramış bir şey eski halini alabilir mi?” (Bento’nun Eskiz Defteri)
John Berger’in kendine meslek olarak çizdiği yol olan yazarlık alanında Berger’in öykücü, romancı, denemeci, şair, eleştirmen, yorumcu kimliğini sıralayabiliriz. Berger aynı zamanda en etkili sanat eleştirmenlerinden biri olarak da tanınır. Senaryo yazarlığı ve belgesel yazarlığı da yapmıştır.
Onun diğer türlerde yazdıkları gibi, şiirleri de daha çok ezilenlerin, yenik düşenlerin, ölümcül hastalıklarla boğuşanların çektiklerini ele alsa da, doğanın kendini yenileyen gücüne ve insanın dayanıklılığına duyduğu inanç aynı zamanda daha insanca bir dünyanın yaratılabileceğinin umudunu aşılar okurlarına.
Şiir hakkında şunları söyler: “Şiir her şey arasında yakınlık kurarak dilin yaşantıya ilgi duymasını sağlar. Bu yakınlık şiirin çabasının bir sonucu, şiirin yöneldiği her eylem, ad, olay ve bakış açısını bunlar arasında kurduğu yakınlıkla bir araya getirmesinin bir sonucudur. Çoğu zaman dünyanın acımasızlığına ve umursamazlığına karşı çıkarılabilecek şiirin yaşantıya duyduğu bu ilgiden daha dayanıklı bir şey yoktu.”
John Berger (Çeviri: Zafer Aracagök)
kimlik sorulunca
tren saatlerine bakın
ya da para almak için
cüzdanımı açca
yüzün çıkan karşıma
çiçek tozları
dağlardan yaşlı
aravis daha genç
dağlar kadar dayanıklıdır.
çiçek tohumları
hep saçılacak
ama aravis yaşlanacak
tepelerle yaşıt olacak
kalbin cüzdanında
bir çiçek o kuvvet
bizi yaşayan
dağları yıpratan.
ve yüzlerimiz, kalbim, fotoğraflarım o kadar kısa ömürlü.
John Berger, Play Me Something (Bana Bir Şey Çaal) filminden bir kare
John Berger, senaryosunu filmin yönetmeni Timothy Neat ile yazdığı 1989 tarihli “Play Me Something” (Bana Bir Şey Çal) filminde oyuncu olarak da yer alır. Gizemli bir yabancıya odaklanan bu filmde de görüldüğü gibi Berger’ın anlattığı öyküler dinleyenlere hemen hemen her zaman umut verir nitelikteydi. Bu umut onun yoksulluk, yoksunluk ve her türlü acı karşısında direnmenin nasıl gerçekleşeceğini gösteren şiirsel yoğunluktaki anlatımından kaynaklanıyor.
John Berger, metinlerini yazıp seslendirdiği 2013 tarihli “Taşkafa” belgeselinde İstanbul’un sokak köpekleri ve şehrin köpeklerle bağı aracılığıyla hafıza ve aidiyet biçimlerini ele alır.
John Berger’in ikinci eşi Anya Bostock
John Berger’in illüstratör Pat Marriott ile 1949’da yaptığı ilk evliliği boşanmayla sonuçlanır, 1951’de ikinci evliliğini çevirmen, feminist Rus Anya Bostock (Anna Zisserman) ile yapar; 1970’lerde ayrılırlar. Bu evlilikten şimdi yazar olan Katya ve film yönetmeni olan Jacob dünyaya gelir. Üçüncü kez ABD’li Beverly Bancroft ile evlenir; bu evlilikten ressam ve şair olan Yves adında oğlu dünyaya gelir. 1974’te, Beverly Bancroft’la evliliğinin başlangıcında, Alpler’deki tarım köyü Quincy’ye taşınırlar.
John Berger, Quincy’deki evinde
Beverly, 2013 yılında ölür; arkasından oğlu Yves ile beraber bir ağıt niteliğindeki “Uçuşan Etekler” kitabını 2014 yılında yayımlar. Berger’ın gerçek kahramanlarından biri olan Beverly, John Berger’ın yaşamında pek çok insandan çok daha fazla iz bırakır. Oğluyla beraber eş, anne, hayat arkadaşı, sevgili, akıl hocası ve dünyaya yan yana baktığı kadına özlemini sayfalara döker.
“Evin önünde ve balkondaki saksılarda yetiştirdiğin bitkilerini sularken, kimi zaman bu eylemin ibadetle ilintili olduğunu düşünürdüm, bundan sonraki halka ise ibadetle sevda idi… Suyun ısısı, havaya ve kovanın güneş altında kaldığı süreye bağlı olarak değişirdi. Kimi zaman vücut ısısından daha sıcak olurdu, kimi zamansa ürpertici. Ama bu yaptığın işe gösterdiğin ihtimamı etkilemezdi, ne de sularken kafana geçirdiğin şapkayla seni nasıl sevdiğimi.
Bunları yazarken aniden Mahmud Derviş’in bazı dizeleri geldi aklıma; Ramallah’ta onunla bir lokantadayız (yoksa Nablus’ta mıydı? Sana sorsam, mükemmel hafızanla, tıpkı oyun kâğıtlarını dağıtmaktaki şevkinle kıyaslanacak şekilde, ânında cevap verirdin. Ama artık mümkün değil bu!). O günkü ateşli tartışma sırasında pek az konuştun, ama Mahmud Derviş’ten bir şiir okumasını istedin, bu isteğin onu çok sevindirdi, sakin sakin ezbere okudu.
O gün okuduğunu değil de, şu sırada aklımdan geçenleri yazıyorum:
“… senden önce ölürsem eğer, dedin bana,
bayatlamış sözcüklerden ve gecikmiş buluşmalardan
esirge beni. Uyuduğum topraktan al götür beni,
zira belki de bir sap yeşillik, ölümün bir başka
dikim olduğunu gösterecektir sana…” (Uçuşan Etekler)
John Berger kaybettiği eşi Beverly Berger’in ardından şunları söylemiş: “Sana çok yakışan güzel giysilerinle canlanıyorsun gözümde, yüreğimde gömülü o kendine has tebessümünle gülümsüyorsun.”
Berger 2015 yılında yayımlanan “Portreler” de bizi yüzyıllardır süren çizim ve resim çalışmalarına götürerek, çok çeşitli sanatçılara hayat boyu duyduğu hayranlığı gözler önüne serer. Berger, etkileyici bir düzyazıyla, Rembrandt’tan Henry Moore’a, Jackson Pollock’tan Picasso’ya hem tanınan hem de çok tanınmayan sanatçılar hakkında tamamen yeni düşünme biçimleri sunar. Berger kitabında, baştan sona siyaset, sanat ve daha geniş kültür çalışmaları arasındaki temel bağlantıyı sürdürür. Sonuç, çağdaş dünyanın en keskin eleştirel seslerinden birinden, yüzyıllarca süren görsel kültürde aydınlatıcı bir yürüyüş olur.
“Resimlere sadece biçim açısından bakma alışkanlığımızdan vazgectiğimizde, Rembrandt’ın ilk modern ressam olduğu gün gibi ortaya çıkar. Bireyin trajik tecridini mükerrer bir tema olarak ele alan ilk sanatçıydı o; ayrıca benzer şekilde kendi toplumuyla yabancılaşma yaşayan ilk büyük sanatçıydı. Etik sorunuyla karşı karşıya gelmesi bu tema yüzündendi: Öyle bir sorun ki -çok basitleştirecek olursak- merhametle çözdü onu.” (Portreler)
John Berger, eşi Beverly’nin ölümünden 4 yıl sonra 2 Ocak 2017’de yaşama veda eder.
Kaynak
Bu Dünyadan Bir John Berger Geçti, Interview John Berger: ‘If I’m a storyteller it’s because I listen’, John Berger, Hoşbeş, Sanatla Direniş (The Shape of a Pocket) John Berger, çev. Aslı Biçen, (İstanbul :Metis Yayınları, 2017), John berger İle Işık Ve Karanlık Üzerine: Yaşar Kemal, Latife Tekin ve Nazım Hikmet’i Severim, Din Fenomenine Sosyolojik Yaklaşımlar: Peter L. Berger Örneği, John Berger Söyleşisi John Berger: ‘Dinlediğim için bir hikâye anlatıcısıyım, G Romanı, Obituary John Berger obituary, Kıymetini Bil Herşeyin / Hayata Tutunma ve Direnişe Dair Notlar – John Berger