Kapitalizm, en basit şekliyle büyük oranda kâr elde etmek amacıyla üretime, metanın ve hizmetlerin değişimine yönelik, özel mülkiyete ve sermaye kullanımına dayanan ekonomik sistem olarak tanımlanabilirse de, çok daha karmaşık süreçleri içeren toplumsal yaşamın her alanına nüfuz eden ve onlara karakterini veren bir sistemdir.
16. yüzyıldan itibaren Avrupa’da ortaya çıkan ve giderek tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik sistem olarak kapitalizm, o tarihlerden bugüne kadar sürekli bir dönüşüm halindedir ve sürekli olarak kendini yenilemektedir. Ancak bu durum kapitalizmin geçmişten günümüze varlığını sürdüren ve ona karakterini veren belli temel niteliklere sahip olmadığı anlamına gelmez.
Jason Jenkins, A View of Capitalism
Kapitalizm her şeyden önce tarihsel ve ekonomik bir toplumsal sistemdir. Böyle bir sistemin tanımı için de sistemler arasındaki sınırın tarih sayfasında keskin bir ayırıcı çizgi gibi çizileceğini düşünmek bir yanılgıdır. Yani herhangi bir verili dönemde homojen bir sistemden söz etmek mümkün değildir. Tarihin herhangi bir döneminde o dönemden önceki ve sonraki dönemlerin öğeleri bir karmaşa içinde yer almaktadır. Bu nedenledir ki kapitalizm ne zaman doğdu sorusuna verilecek kesin bir yanıt söz konusu değildir.
Kapitalizm öncesinde bazı Akdeniz kentlerinin 14 ve 15. yüzyıllarda tanık oldukları kapitalist üretimin tamamen arızi bazı başlangıçlarının da yer aldığı bir geçiş dönemi olsa da, gerçek hareket noktasını Rönesans ve Reform yüzyıllarında aramak gerekir.
Ancak bazı düşünürler kapitalizmin doğuşunu 17. yüzyıldan başlatsalar, bazıları 10. – 11. yüzyıla kadar götürseler de, akla yatkın olanı 16. yüzyıldan itibaren oluşmaya başladığıdır. Bunun nedeni, 16. yy ikinci yarısı ile 17. yy ilk yarısında İngiltere’de kendi evlerinde çalışan zanaatkârların “dışa iş verme sistemi” diye adlandırılan sistemle, sermayenin üretim alanına büyük ölçekte nüfuz etmeye başlamasındandır. Elbette ki 14. yüzyılda hatta daha önceleri varlıklı köylülerin, el sanatlarındaki yerel tüccarların ya da mal sahibi zanaatkârların ücretli emekçi çalıştırdığı durumların da varlığı söz konusudur ancak bunlar, oluşumunu bitirmiş kapitalizm sayılamayacak kadar ufak çaplı olduklarından kapitalizmin başlangıcını bu tarihlere götürmeyi haklı gösterecek nitelikte de değildir. Karl Marx’a göre de kapitalizm 16. yüzyılda doğmuştur.
Ddiarte Ddiarte, The Miser Molier
Kapitalizmin ortaya çıkmaya başladığı günden bugüne pek çok teori üretilmiştir. Bu teorileri üreten kişilerin en önemlileri arasında Smith, Ricardo, Marx, Sombart, Weber, Braudel, Schumpeter, Wallerstein ve Polanyi vb. isimler sayılabilir. Her biri kapitalizmi farklı dönemlerde ve farklı şekillerde ele almış ve açıklamış olsa da tüm bu teorisyenlerin metinlerinde kapitalizme ilişkin belli niteliklerinin ortak olduğu dikkati çekmektedir. Bu nitelikler:
1. Yoğun bir sermaye birikimi ile bunun sonucunda ortaya çıkan sürekli büyüme ve kâr arttırma zorunluluğu.
2. Kâr arttırma ve büyüme zorunluluğunun getirdiği pazar arayışı.
3. Pazar arayışı nedeniyle uluslar arası ekonomik ilişkilere girme mecburiyeti ile buna destek verecek güçlü bir devletin varlığı.
4. Sürekli krizlerin yaşandığı belirsiz ve kaygan ekonomik zeminde ayakta kalma çabası.
5. Bu çabanın getirdiği üretim, teknoloji ve ekonomik örgütlenmede sürekli bir yenilik yaratma gereği.
6. Bu gerekliliği yerine getirebilecek niteliklere sahip insan kaynağını oluşturan beşeri sermaye şeklinde sıralanabilir.
Christophe Kiciak, The System
16. yüzyılda Batı Avrupa’da ortaya çıkan ve giderek tüm dünyayı etkisi altına alan ve kapitalizmin küresel sonuçlarının her zaman var olduğu söylenebilir. Küreselleşme sürecinde emeğin dönüşümünü ise kapitalizmin temel niteliklerinden bağımsız olarak ele almak mümkün görünmemektedir. Nitekim gerek Karl Marx, gerek Werner Sombart ve Max Weber ve gerekse Immanuel Maurice Wallerstein kendi dönemlerinde emek olgusuna ilişkin açıklamalarını kapitalizmin bu temel nitelikleri üzerinden ortaya koymaktadırlar.
Marx, kapitalist üretim sürecinin esas olarak bir artı değer üretme süreci olarak görmekte ve emeğin bu süreçteki sömürüsü üzerinde durmaktadır. Sombart, ekonomik etkinliğin para tutkusuna dayalı olduğu bir sistemde bu tutkunun hiçbir engel tanımayarak ihtiyaç duyduğu emek gücünü nasıl ürettiği konusuna odaklanmaktadır. Weber, geleneğin prangalarından kurtulmuş bir emek gücüne ihtiyaç duyan kapitalizmin bu ihtiyacına cevap verebilecek nitelikte bir zihniyetin kaynağı olarak Pietizm’i (dindarlık) görmektedir. Wallerstein ise temel yasası sınırsız sermaye birikimi olan kapitalizme ihtiyaç duyduğu emek gücünü sağlayan unsurları proleter ve yarı proleter hane halkları üzerinden açıklamakta ve bunun uluslar arası sonuçları üzerinde durmaktadır. Yukarıda görüşleri açıklanan her bir teorisyenin kapitalist ekonomik sistemde emeğin konumuna ilişkin açıklamalarında ele aldıkları odak noktaları farklılaşsa da, her biri bu olguyu kapitalizmin temel nitelikleri çerçevesinde ele alır.
Stuart Bracewell, Trickle Down Economics II
Kapitalizmde ana hedef, geliri sermayenin elde edebileceği en yüksek düzeyde tutmak ve hem sermaye hem de geliri mümkün olan en yüksek düzeyde arttırmaktır. Dolayısıyla hedef biriktirmek değil, birikimi hızlandırmaktır. Mümkün olan en yüksek hıza ulaşma düsturuna dayalı bir ekonomik sistemin en önemli özelliği hızlı bir değişme olacak bu da beraberinde belirsizliği getirecektir. Böylece ortaya çıkan belirsiz ve kaygan bir ekonomik zeminde ayakta kalma çabası büyüme ve kâr zorunluluğu ile birleşerek tekrar pazar ve yenilik üretme faaliyetlerini tetiklemektedir. Bu durum ekonomideki belirsizlikleri arttırmakta ve ekonomik faaliyetlerin yürütüldüğü zemini daha da kayganlaştırmaktadır.
Kapitalizmin ortaya çıkışından bugüne değişmeyen, belki hiç bir zaman değişmeyecek olan ve onu big bang misali sürekli genişlemeye iten tek gerçeği sürekli çoğalan bir sermaye birikimine dayalı olmasıdır. ABD’li sosyolog Immanuel Maurice Wallerstein, tarihsel bir sistem olarak gördüğü kapitalizmin ayırt edici özelliğinin sermaye kullanımındaki temel amacın bizzat sermayenin kendisinin büyütülmesi olduğunu ifade eder. Bu durumu ortaya çıkaran gerek şartın sömürgecilik olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Tomoki Hayasaka, Prisoner of Capitalism
Ekonomik sistemin işleyişinde en etkili ekonomik faaliyet olarak giderek belirleyici bir rol oynayan uluslar arası ticaretin hâkimiyeti ile karakterize olan ilk iki yüzyıllık dönem ticari kapitalizm adıyla anılmaktadır. 18. yüzyılın sonundan itibaren sanayi üretiminin uluslar arası ticaretin yerini almasıyla ticari kapitalizm tanımlaması yerini sanayi kapitalizmine bırakmış. Bugün ise ekonomik faaliyetin ana konusunun sanayi olmaktan çıktığı, artık esas olanın bilgi ve teknoloji üretimi olduğu, bilgi toplumu, endüstri sonrası toplum, post fordizm vb. olgular üzerinden dile getirilmektedir.
Kapitalizmin beş yüzyıllık süre boyunca üretim ve dağıtım biçimleri farklılaşmış, yeni örgütlenme biçimleri, düşünce yapıları ve teknolojileri geliştirilmiş ve böylece sistem sürekli kendini yenilemiş olsa da değişmeyen nitelikleri nedeniyle ekonomik sistemin adı kapitalizm olarak kalmıştır. Her bir dönemde farklı bakış açılarından hareketle kapitalizmin doğasını ortaya koymak üzere pek çok teori üretilmiş ve her biri bu fiili gerçekliğin ne olduğuna dair önemli açıklamalar getirmiştir.
Paul Helm, Karl Marx
Kapitalizm, bütün diğer “izmlerde” olduğu gibi, beşeri faaliyetin tam merkezinde olmayı arzular. Nitekim bizzat geçerli olduğu toplumlarda, beşeri faaliyetin tam merkezindedir. Bütün toplumsal ilişkileri, ekonomik ilişkilere dönüştüren beşeri sistem, yalnız kapitalizm olmuştur. Kapitalist toplumlar, bütün beşeri faaliyetlerin sermaye biriktirmeye uygun tarzda tasarlandığı toplumlardır. Bu toplumlarda eksen kurum iktisat ve temel değer sermayedir. Toplumsal enerji sermaye üzerinde odaklanınca ortaya geçmişe kıyasla, büyük bir başarı çıkmaktadır.
Luke Barosky, Capitalism
Kapitalist toplumlar ekonomik zenginlik anlamında belki tarihin tanık olduğu en ileri toplumlardır. Görece ileri olan bu başarıyı, bütün bir toplum olarak, enerjisini sermayeyi artırmaya adamış olmaya borçludur. Bunun diğer anlamı, kapitalist toplumların iktisadi faaliyet dışındaki beşeri faaliyetleri üvey evlat muamelesine tabi tuttuğu ve minimum alanla sınırladığıdır.
Nitekim sosyolojik araştırmalar, kapitalist toplumların mutlu olmadığını sürekli yenilenen versiyonlarıyla ortaya koymaktadırlar. İntihar, kuşak çatışması, işgücü sömürüsü, fuhuş, tefecilik yoluyla zayıfın sömürülmesi, ailenin dağılması, neslin tükenmesi, bireycilleşme, atomizasyon ve daha birçok toplumsal çarpıklıklar ve ahlaksızlık biçimleri bu kapsamda söylenebilir. Bu anlamda yapılan ilk sosyolojik çalışmalardan biri Emile Durkheim’ın “İntihar” isimli çalışmasıdır ve temelde zamane toplumlarının mutsuz olduğuna, geleneksel toplumlara nispetle günümüz toplumlarında daha yüksek oranda intihar yaşandığına vurgu yapmaktadır
Bununla beraber, sonuç ile başlangıçtaki niyetin uyumsuz olduğunu söylemek için yeterli delil mevcut değildir. Kapitalist toplumlar, mutlu toplumu değil, zengin bireyi üretmek için bu yola girdiler. Zenginliğin de beraberinde mutluluğu getireceğine hükmettiler. Oysa zenginlik, mutluluğu getiren onlarca sebepten sadece birisiydi. Kapitalist toplumlar, sermaye dışındaki değerleri dışladıkları oranda mutsuzluğu tercih etmiş oldular. Nitekim sonuç, mutsuz bir toplum olmuştur. Toplumlar bütün beşeri değerlerin dengeli bir şekilde yaşatıldığı bir sistemle mutlu kılınabilecekken; kapitalist toplumlar bu değerlerden iktisadi olmayanları daha baştan gözden düşürerek, bu sonucu kendi elleriyle hazırladılar.
Kaynak
Kapitalizmin Temel Nitelikleri Açısından Emeğin Konumu, Kapitalizmin Ortaya Çıkışı: Jeo-Kültürel Yaklaşım, Kapitalizm Nedir? Nasıl Doğdu? Nereye Gidiyor?